26 Haziran 2013 Çarşamba

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

İnsanın Yaratılışında Allah’ın Rahman ve Rahim Sıfatının Tecellileri

200-300 milyon spermden, yumurtaya sadece bin kadar sperm ulaşır.
Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimiz, insana diğer canlılardan farklı olarak düşünme, karar verme, seçme gibi yetenekler bahşetmiştir. Bu nedenle de iman eden bir insan sonsuz rahmet sahibi olan Rabbimiz'in evrendeki eşsiz yaratışını, benzersiz sanatını büyük bir hayranlıkla inceler, her öğrendiği şey onun düşüncede derinleşmesine, hidayetinin artmasına vesile olur. Evrenin yaratılışı, Dünya üzerinde var olan hassas dengeler, canlılığın devamı için gereken tüm şartların kusursuzca ayarlanmış olması insanın Allah'ın sonsuz güç ve kudretini daha iyi anlaması için bir yoldur. Ancak insanın hayatının her anında içiçe olduğu başka bir mucize daha vardır: Kendi vücudu.
İnsan vücudunun her ayrıntısı çok büyük harikalıklarla bezenmiştir. Trilyonlarca hücrenin her birinin işlevleri, insan vücudunun içindeki olağanüstü sistemler insanın    Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatını daha derin kavrayabilmesi için çok açık deliller içermektedir. Bunun için yapması gereken ise sadece, hayatını devam ettirmesine olanak tanıyan bu mucizevi şartlar üzerinde daha detaylı düşünmektir. İnsanın dünyaya geliş aşamasındaki ayrıntılar ise düşünen herkesi hayran bırakacak kadar harikuladedir.
Kısaca özetlemek gerekirse; insan, kadın ve erkek bedeninde, birbirinden tümüyle bağımsız olarak oluşan, ama birbiriyle tam uyumlu olan iki ayrı özün birleşmesiyle hayata adım atar. Erkek bedeninde oluşan spermin erkeğin isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı açıktır, aynı kadın bedeninde oluşan yumurtanın kadının isteği ya da kontrolü ile oluşmadığı gibi. Onların bu oluşumlardan haberi bile yoktur. Rabbimiz ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Döllenen yumurta fallop tüpünden yolculuğa başlar ve hızla büyür. 4 gün sonra 64 hücreli bir embriyo oluşmuştur. 5-6 gün sonra ise embriyo uterus duvarına yapışmıştır.
Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (Rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)
Erkekten gelen öz de, kadından gelen öz de, birbirlerine uyumlu olarak yaratılmışlardır. Bu iki özün yaratılışı da, birleşmeleri de, gelişip insan haline dönüşmeleri de çok büyük birer mucizedir. Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler, erkekten kadının yumurtalarına doğru yapacağı yolculuk için sanki oradaki ortamı "biliyormuşcasına" özel bir yaratılışa sahiptirler. Sperm, baş, boyun ve kuyruktan oluşur. Kuyruğu, spermin bir balık gibi ana rahminde ilerlemesini sağlayacaktır. Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıracak olan baş kısmı ise özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası, anne rahminin girişinde fark edilir: Buradaki ortam son derece asidiktir. Spermi, bu asidin varlığını bilen ve bu ortamı yaratan Rabbimiz'in koruyucu zırhla kapladığı son derece açıktır. (Bu asidik ortamın da nedeni annenin mikroplardan korunmasıdır.) Erkekten rahme atılan sadece milyonlarca sperm değildir. Bu öz birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Allah Kuran'da, bu gerçeği şöyle vurgular:
Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip-geçti. Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık... (İnsan Suresi, 1-2)
Spermler yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirirler. Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz. Sperm, yumurtaya uygun olarak düzenlenirken, çok ayrı ve farklı bir ortamda da yumurta hazır hale getirilmektedir. Yine kadının haberi bile yokken, yumurtalıklarda oluşan bir yumurta önce karın boşluğuna bırakılır ve hemen sonra ana rahminin fallop tüpü denen uzantılarının ucunda yer alan kollar sayesinde yakalanır. Ardından yumurta, fallop tüpünün iç yüzeyindeki tüylerin hareketiyle ilerlemeye başlar. Büyüklüğü ise bir tuz tanesinin ancak yarısı kadardır.
Yumurta-sperm buluşmasının yeri fallop tüpüdür. Burada yumurta özel bir sıvı salgılamaya başlar. İşte bu sıvı sayesinde spermler yumurtanın yerini bulurlar. Buraya kadar verilen örneklerin tümü Allah'ın özel koruması altında, çok kusursuz bir yaratılışla, mükemmel bir işleyişle meydana gelirler. Yumurta ve spermler adeta şuurlu birer varlık gibi hareket ederler. Oysa yumurta "özel bir sıvı salgılamaya başlar" derken bir insandan ya da şuurlu bir varlıktan söz edilmemektedir. Bu ufacık protein yığınının, "kendi kendine" böyle bir şeye "karar vermesi", dahası spermi kendine çekecek bir kimyasal bileşim "hazırlayıp" salgılaması Yaratıcıların en güzeli olan Allah'ın sonsuz gücünün ve ilminin açık delilidir. Allah kadın ve erkek vücudundaki üreme sistemlerini en küçük detaylarına kadar birbirlerine uyumlu bir şekilde yaratmıştır. Üstelik bu mucizevi yaratış çocuğun dünyaya gelişine kadar geçen 9 aylık süre boyunca da olağanüstü bir şekilde devam etmekte, her saniyesi insanda hayranlık uyandıran bir süreç yaşanmaktadır. Örneğin yumurtayı dölleyecek sperm yumurtaya yaklaştığında, yine yumurtanın salgılamaya sözde "karar verdiği" ve sperm için özel olarak hazırlanmış bir sıvı, spermin koruyucu zırhını eritir. Bunun sonucunda da bu kez spermin ucunda olan ve yine özel olarak yumurta için hazırlanmış bulunan eritici enzim kesecikleri açığa çıkar. Sperm, yumurtaya ulaştığında bu enzimler yumurtanın zarını delerek spermin içeri girmesini sağlarlar.
Yumurtanın etrafını kuşatan spermler içeri girmek için büyük bir yarışa başlarlar. Ancak yumurtayı genelde tek bir sperm döller. Yumurtayı spermleri taşıyan sıvının kendisi değil, içinde taşıdığı tek bir sperm, hatta onun da "özü" olan kromozomlar döllemektedir. Tek bir spermi içeri alan yumurtaya artık bir başka spermin girmesi mümkün değildir. Bunun sebebi yumurtanın etrafında bir elektriksel alan bulunmasıdır. Yumurta çevresi (-) elektrik yüklüdür ve ilk sperm yumurtaya girer girmez bu potansiyel (+) olur. Böylece dışarıdaki spermlerle aynı elektrik yükünü taşıyan yumurta, bu kez onları itmeye başlar. Yani birbirinden ayrı ve bağımsız olarak oluşan iki özün elektriksel yükleri de birbirleriyle uyum içindedir. Sonunda spermdeki erkeğin DNA'sıyla yumurtadaki kadının DNA'sı birleşir. Artık annenin karnında yabancı, yeni bir hücre vardır. Bu mucizevi döllenmenin ardından annenin karnında 9 aylık çok olağanüstü bir serüven başlar. Ve bu serüvenin her anında bebek Allah'ın sonsuz merhameti ile korunarak gelişimini en güzel şekilde tamamlar.
Erkekten gelen sperm ve kadındaki yumurta az önce değindiğimiz şekilde birleştiğinde, doğacak bebeğin ilk özü de oluşmuş olur. Biyolojide "zigot" olarak tanımlanan bu tek hücre, hiç zaman yitirmeden bölünerek çoğalacak ve giderek bir "et parçası" haline gelecektir. Ancak zigot bu büyümesini boşlukta gerçekleştirmez. Rahim duvarına tutunur, sahip olduğu uzantılar sayesinde toprağa yerleşen kökler gibi oraya yapışır. Bu bağ sayesinde de, gelişimi için ihtiyaç duyduğu maddeleri annenin vücudundan alabilir. Döl yatağına tam anlamıyla tutunmuş olan zigot gelişmeye başlar. Anne rahmi ise, zigotu saran ve "amnion sıvısı" denen bir sıvı ile doludur. Bebeğin içinde büyüdüğü amnion sıvısının dikkati çeken en önemli özelliği, dışarıdan gelecek darbelere karşı bebeğin güvenliğini sağlamasıdır. Bebek, sonsuz şefkatli Rabbimiz'in bu koruması sayesinde 9 ay boyunca emniyet içinde kalabilmektedir. Allah Kuran'da bu gerçeği"Sizi basbayağı bir sudan yarattık. Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik." (Mürselat Suresi, 20-21) şeklinde bildirmektedir.
Döllenen yumurta hücresi -zigot- ikiye, dörde ve sonra sekize bölünürek hızla büyümeye devam eder. Bunun için yüklü miktarda besine ihtiyaç duyar. Plasenta denilen yapı sayesinde anneyle bebek arasında besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişi sağlanır. Üstelik plasenta, dokuların oluşması için gerekli olan besinleri ve oksijeni özenle seçerek bebeğe taşırken, atık maddeleri de annenin vücuduna gönderir. İnsanın vücudundaki bu benzersiz düzen, Allah'ın, Rahman ve Rahim sıfatlarının tecellilerinden sadece biridir.
 
Zaman geçtikçe, başlangıçta jelatini andıran ceninde büyük bir değişim görülür. İlk baştaki o yumuşak yapının içinde vücudun dik durmasını sağlayacak sert kemikler oluşmaya başlar. Öyle ki başlangıçta aynı yapıya sahip olan hücreler farklılaşarak, kimi ışığa karşı hassas göz hücrelerini, kimi sıcağı, soğuğu ya da acıyı algılayan sinir hücrelerini veya ses titreşimlerini algılayan hücreleri oluşturur. Bütün bu anlatılan işlemlerin sonunda bebek, annesinin karnındaki gelişimini tamamlamış ve dünyaya gelmiştir. Bu haliyle anne karnındaki ilk halinden 100 milyon kat büyük, 6 milyar kat da ağırdır. Kuşkusuz hiç kimse başka bir insanı ya da herhangi bir maddeyi yaratma gücüne sahip değildir.
Yeni doğan bebeğin kafatası kemikleri birbirlerinin üzerinde az da olsa hareket edecek şekilde var edilmişlerdir. Bu boşluklar bebek 18 aylık olduğunda kaybolur.
Anlatılan mükemmel sistemlerin hepsini tüm aşamalarıyla ve detaylarıyla Allah yaratmaktadır. Rabbimiz ayette şöyle buyurmaktadır:
Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Mü'minun Suresi, 14)
Hücrenin "bölünme" süreci çok mucizevi bir şekilde gerçekleşir. Bölünerek çoğalmanın gerçekleşmesi için, ilk hücrenin kendisinin kopyasını yapması, bu kopyaların da sıraları gelince bölünüp benzer kopyalar üretmeleri, böylelikle zamanla aynı hücreden milyonlarca kopya meydana gelmesi gerekir. Fakat tüm bu süreç, göründüğünden daha karmaşıktır. Çünkü bölünme sürecinin bir aşamasında, kopyalanan hücrelerden bazıları diğerlerinden farklılaşmaya ve tümüyle değişik bir yapı kazanmaya başlarlar. Bu şekilde, ortak bir ana hücreden gelen hücreler, bölünme süreci içinde zamanla farklılaşıp ayrı ayrı dokuları ve organ sistemlerini meydana getirirler. Hücreler bölünerek çoğalır ve eksiksiz bir insan burnu, eli, göz kapağı ya da böbreği meydana getirirler. Gerektiği kadar çoğalır, tam zamanında da dururlar. Sinir hücresi olacak hücreler, elektrik sinyallerini iletebilmelerine imkan verecek şekilde, uzantılı bir yapı kazanırlar. Eklem hücreleri ise basınca dayanıklı olan küresel şekli seçerler.
Önceleri bir hücre yığını halindeki ellerde, zaman içerisinde parmaklar oluşur. Bu tıpkı bir taş yığınının şekillenerek sanatkarane bir heykele dönüşmesi gibi gerçekleşir. Hayatımızın çok önemli bir parçası olan eller, Allah'ın üzerimizdeki rahmetinin sayısız örneğinden biridir.
Kemik hücreleri de diğerleri gibi yine embriyo aşamasında oluşur. Sıradan bir görünüme sahip bazı hücrelerde, ortada hiçbir görünür neden yokken kalsiyum birikmeye başlar ve bu sayede son derece sert bir doku gelişir. Bu sert doku olağanüstü güçlüdür, kilolarca ağırlığı ömür boyu taşıyabilecek nitelikte yapılmıştır. Kırıldığı zaman kendini yeniden onarabilir. Kendisine denk dayanıklılıktaki bir maddeye göre çok daha hafiftir. İçindeki boşluklar hem hafif hem de esnek ve dayanıklı olmasını sağlar. Eğer kemiğin içinde bu boşlukların esneme payı olmasa kemik en ufak bir darbede kırılırdı. Kusursuz yaratılışı sayesinde kemik hem dayanıklı, hem çok esnek, hem de hafiftir. Hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya devam etmemeleri, örneğin insan burnunu bir fil hortumu kadar yapmamaları, üzerlerindeki kontrolün apaçık göstergesidir. Bilinçsiz hücrelerin hummalı bölünmesi sonucunda, ortaya hem iç organları hem de dış görünümü açısından kusursuz bir insan çıkması, herşeye hakim ve kadir olan Allah'ın insanlara lütfu ve merhameti ile gerçekleşir.
İnsan vücudunda bulunan yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birini çepeçevre saran hücre zarı, karar verme, hatırlama, değerlendirme gibi özellikler gösterir. Komşu hücrelerle bağlantıyı sağlar, hücreye giriş-çıkışları çok hassas bir şekilde denetler. Sahip olduğu bu üstün karar verme yeteneği, hafızası ve gösterdiği akıl nedeniyle hücre zarı hücrenin beyni olarak kabul edilmektedir. Ancak burada bilinçli bir hareketinden söz ettiğimiz hücre zarı o kadar incedir ki, ancak elektron mikroskobuyla fark edilebilir. Zar, çift taraflı bir duvara benzer. Bu duvar hücreye girişi ve çıkışı sağlayan kapılar ve zarın dış ortamı tanımasını sağlayan algılayıcılarla donatılmıştır. Bunlar hücre duvarının üzerinde yer alır ve hücreye yapılan tüm giriş ve çıkışları titiz bir biçimde denetlerler. Hücre zarının ilk görevi, hücrenin organellerini sararak birarada tutmaktır. Ayrıca bu organellerdeki işlemlerin devam edebilmesi için gerekli maddeleri dış ortamdan sağlar. Bunu yaparken hücre zarı son derece iktisatlı davranır; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bir yandan da hücrenin içindeki zararlı atıkları tespit eder ve hiç zaman kaybetmeden bunları dışarı atar. Hücre zarının görevi son derece hayatidir; en ufak bir hatayı kabul etmez. Çünkü herhangi bir hata veya aksaklık hücrenin ölümü demektir. Yağ ve protein moleküllerinden meydana gelmiş bir katman olan hücre zarına bu mucizevi görevleri yaptıran ve insanın yaşamının devamı için bu olağanüstü sistemi hazırlayan Allah'tır.
Hayati bir organ olan kalp, şekildeki gibi iki damarın birleşerek gelişmesinden oluşur. Şuursuz hücrelerin özel kapakçık sistemleri meydana getirerek, vücudun her noktasına kan ulaştıracak bir pompa şeklinde yaratan, üstün akıl sahibi Allah'tır.

 
Anne karnındaki gelişme sırasında, milyarlarca hücreden her birinin kendisine ait olan yere yerleşmesi lazımdır. Bunun için hücreler, embriyo içinde oluştukları yerden ait oldukları yere doğru, akıllara şaşkınlık veren bir yolculuk yaparlar. Buna "hücre göçü" denir. Bu yolculuk sırasında gidilecek adresin doğruluğu kadar zamanlama da çok önemlidir. Annenin karnındaki bu gelişim sırasında milimetrenin yüzde biri kadar yapılabilecek küçük bir yer hatası, veya saniyenin yüzde biri kadar bir sürede yapılacak zamanlama hatası; çok değişik sakatlıkların oluşmasına sebep olabilir. Örneğin insanın ayakları kafasından, kulakları göğsünden çıkabilir. Ancak Rabbimiz'in kusursuz yaratışı sayesinde bu sistem öyle mükemmel işlemektedir ki; hiçbir hata yapılmaz. Hücreler gidecekleri yere kadar embriyo içinde uzun bir yolculuk yapar, bu yolculukta da özel bir yol takip ederler. Gidecekleri yere ulaştıklarında ait oldukları yeri tanıyıp burada dururlar. Yani milyarlarca hücre, gidiş yollarını, gidecekleri yerleri önceden bilirler ve dahası, yola çıkmaya, ait oldukları yere gelince de durmaya karar verirler. Bütün bunların sonucunda, örneğin, hiçbir zaman mide hücreleri ile karaciğer hücreleri birbirlerine karışmaz. Mükemmel çalışan iç organlar, kollar, bacaklar yani insan vücudundaki organlar karışıp bir et yığını haline gelmezler. Başlangıçtaki küçük bir et parçası böylece, yavaş yavaş insan şeklini alır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
... Gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için... (Hac Suresi, 5)
Tüm bu olaylar sırasında en ufak bir karışıklık ve düzensizlik meydana gelmez. Bu olayda göç eden hücrelerin ve ulaştıkları yerde tutunacakları hücrelerin birbirlerini adeta tanımaları söz konusudur. Örnek olarak, sinir sistemi gelişirken milyonlarca nöronun (sinir hücresi) birbirleriyle bağlantılarını yapabilmek için eşlerini bulma çabasında oldukları gözlemlenmiştir.
Sinir hücreleri eşlerini bulmakla da kalmaz, meydana getirecekleri organın son şeklini ve yapısını oluşturacak muhteşem bir mühendislik tasarımı içinde birleşirler. Örneğin beyin hücreleri, aralarındaki gerekli bilgi iletişimini sağlayacak yaklaşık 120 trilyon elektrik bağlantısı kurarlar. Bu, bir eşine daha rastlanmamış olağanüstü elektronik donanımda, tek bir bağlantı hatası ya da kısa devrenin nelere malolabileceğini tahmin etmek pek güç değildir.
Trilyonlarca hücrenin birbirleriyle uyum içinde hareket ettiklerini, ve yine trilyonlarca hücrenin içinde hatasız bir hesap ve planla eşlerini bulduklarını belirttik. Oysa hiçbir şekilde düşünme, planlama, yolunu bulma gibi yetenekleri olmayan hücrenin böyle bir karmaşanın içinden tek başına çıkması ve yolunu bulup doğru yere ulaşması imkansızdır. Belli ki tüm hücrelere yolunu gösteren, gitmeleri gereken yere ulaştıran, herşeyi kontrol ve hakimiyeti altında bulunduran bir gücün varlığı söz konusudur. Bu güç alemlerin Rabbi olan Allah'ın sonsuz gücüdür. Rahmetiyle hücreleri yoktan var etmekte, sonra her birine gerekli olan yere gitmelerini ilham etmektedir. Bu yüzden hücrenin yolunu şaşırması, sapması, yanlış yere gitmesi, eşini karıştırması gibi bir durum söz konusu değildir. İnsan Allah'ın sonsuz merhameti sayesinde kusursuz bir şekilde var olmakta, hayatı boyunca da Allah'ın koruması sayesinde yaşamını devam ettirebilmektedir.
Büyüme hormonunun salgılanmasındaki bozukluk cücelik ya da devlik ile sonuçlanabilir.
Spermden bebeğe dönüşen yeni insanın beslenmesi de başlıbaşına bir mucizedir. Bebek için özel olarak hazırlanan ve ne annenin ne de başkasının, yapımına katkıda bulunmadığı anne sütü, olabilecek en iyi besindir. Anne sütü bileşimindeki maddeler sayesinde, hem yeni doğan bebek için mükemmel bir besin kaynağı, hem de onun ve annenin hastalıklara karşı direncini artıran bir maddedir. Doktorlar suni olarak üretilen mamaların ancak sütün yetersiz gelmesi halinde kullanılması, çocuğun özellikle ilk aylarda kesinlikle anne sütüyle beslenmesi gerektiği konusunda birleşmektedirler. Anne sütünün en ilginç özelliği, bebeğin gelişme dönemlerine göre karışımının değişmesidir. Sütün kalori miktarı ve besin dengesi, bebeğin erken veya zamanında doğmuş olmasına göre de değişiklikler gösterir. Bebek erken doğumla dünyaya gelmişse, anne sütünün içerdiği yağ ve protein miktarı normal olgunluktaki bebeğinkine göre daha fazladır. Çünkü erken doğan bebeğin yüksek kaloriye ihtiyacı vardır. Bebeğin ihtiyacı olan savunma sistemi elemanları, yani antikorlar ve savunma hücreleri, anne sütünün içinde bebeğe hazır olarak verilir, adeta paralı askerler gibi ait olmadıkları bir vücut için savunma yapar ve bebeği düşmanlarından korurlar. Bu çok büyük bir mucizedir. Nasıl olur da beden, bebeğin dünyaya hangi zamanda geleceğini fark edip ona göre bir üretim yapabilmektedir. Bu kararı bedenin vermediği açıktır. Allah 9 ay boyunca güvenlikli bir yerde muhafazaya aldığı bebeği doğumundan sonra da en güzel şekilde korumakta, her türlü şartı hiç zahmet çekilmeyecek şekilde hazırlamaktadır. Bu, Allah'ın rahmetinin insan üzerindeki tecellilerinden sadece bir tanesidir.
Anne sütü antibakteriyeldir. Oda sıcaklığında altı saat tutulan sütlerde bakteriler gelişerek sütü bozduğu halde, bu süre zarfında anne sütünde bakteri oluşmaz. Bebeği damar sertliğinden korur. Bebek tarafından kısa sürede sindirilir. Modern laboratuvarlarda beslenme uzmanlarınca yapılan mamaların hiçbirinin anne sütü kadar yararlı olmadığı bilinmektedir. Bu bebek mamalarından daha üstün olan anne sütünün, bir laboratuvarda değil, insan vücudunda ve annenin haberi bile yokken kimin tarafından üretildiği sorusu nasıl açıklanabilir? Açıktır ki, anne sütünü, o süte ihtiyacı olan bebeği de yaratan Allah var etmiştir. Sonsuz merhametiyle kullarının velisi olan Rabbimiz, insanı doğduğu andan itibaren en güzel şekilde rızıklandırmaktadır.
Yeni doğan bir bebeğin kafatası kemikleri çok yumuşaktır. Ve bu kemikler, birbirlerinin üzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı, doğumda bir hasar görmez. Eğer kafatası kemikleri doğum sırasında sert bir yapıda olsalardı, anne karnından çıkarken çatlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde büyük hasarlara yol açabilirlerdi.
Allah, insanı belli bir düzen içinde yaratmıştır. İnsan doğadaki en mükemmel, en karmaşık ve en olağanüstü sistemlere sahip canlılardan biridir. İnsan vücudu, ortalama 60-70 kiloluk bir et ve kemik yığınıdır. Bilindiği gibi et, doğadaki en dayanıksız malzemelerden biridir. Açıkta kaldığında birkaç saatte bozulur, bir-iki gün içinde kurtlanır ve dayanılmaz bir koku yaymaya başlar. Bu çürük malzeme, insanın vücudunun büyük bölümünü oluşturur. Ama onu besleyen kan dolaşımı ve dışarıdaki bakterilerden koruyan deri sayesinde, 70-80 yıl boyunca, bozulmadan, çürümeden saklanır. Bu, Allah'ın insan üzerindeki korumasıdır. İnsanın Allah'ın koruması olmaksızın hayatını bir an bile devam ettirebilmesi mümkün değildir.
Anne karnındaki ceninin orantılı bir şekilde büyümesi de Allah'ın rahmet ve şefkatinin çok güzel bir delilidir. Her organın kendisi için belirlenmiş bir büyüklüğü vardır. Bu büyüklüğe hiçbir eksik ya da fazla olmadan ulaşılabilmesi içinse, gelişmenin zamanlaması çok iyi ayarlanmalıdır. El, ayak, kulak, göz gibi bütün çift organlar aynı anda şekillenmeye başlamalı, gelişmeleri aynı anda durmalı, bu gelişim durduğunda da aynı büyüklüğe ulaşmış olmalıdırlar. Aynı şekilde, meydana gelen organların simetrik olması da, hücrelerin eşit olarak, doğru bir zamanlamayla hareket etmeleri sonucunda olur. Organların eş zamanlı büyümelerinin ne denli büyük ve hayati bir mucize olduğu, olayın tersi düşünüldüğünde daha da iyi anlaşılır. Organların farklı hızlarda, birbirlerinden bağımsız olarak büyüdüklerini düşünelim. Olacakları hayal edebilir misiniz? Örneğin beynin, kendisini çevreleyen kafatasından çok daha hızlı büyüdüğünü düşünün. Hacmi yeterince genişlememiş kafatası beyni sıkıştırıp onun ezilmesine, dolayısıyla bebeğin kısa sürede ölümüne yol açardı.
Hormon sistemi, sinir sistemi ile birlikte vücut hücrelerinin koordinasyonunu sağlar. Bu sistemler incelendiğinde insanın kendi vücudu üzerinde hiçbir hakimiyeti olmadığı, tüm bedeninin onun gerçek sahibi olan Allah'ın kontrolünde olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Veya deri, vücut çatısına oranla daha yavaş gelişse, hızla gelişen iskelet ve uzuvlar deriyi önce gerip bir süre sonra da yırtarak büyümeye devam edeceklerdi. Sonuçta ortaya garip bir görünümün çıkması bir yana bebek yaşamayacaktı. Bu konuda, hücre zarıyla hücre organellerinin uyumlu gelişiminden, iskeletle iç organlar arasındaki dengeli büyümeye kadar pek çok örnek verebiliriz. Bunların oluşmaması ve bizim dünyaya düzgün birer insan olarak göz açmamızın tek nedeni, Allah'ın sonsuz merhameti, şefkati ve biz kulları üzerindeki korumasıdır. Ancak tüm bu açık gerçeklere rağmen bazı kişiler, insana hayat verenin beyin, hücreler ya da kan olduğunu düşünürler. Oysa şuursuz hücrelerin insana can vermesi mümkün değildir. İnsanı yoktan var eden, can bağışlayan, sağlık veren ve yaşatan           Allah'tır. Allah Muhyi (hayat veren)dir. Allah Yunus Suresi'nde yer alan bir ayette "O, diriltir ve öldürür. Ve O'na döndürüleceksiniz." (Yunus Suresi, 56) buyurmaktadır. Bir varlığa can vermek, onu yoktan yaratmak ve onun yaşamını sürdürebileceği şekilde dünya şartlarını düzenlemek yalnızca sonsuz güç sahibi olan Allah'a mahsus bir özelliktir. Allah dokuz ay içinde yoktan; gören, duyan bir insan yaratır. Ona can bağışlar. Bir canlının oluşum aşamalarında meydana gelen bu mucizevi olayları, bir yumurtayla spermin başaramayacağı açıktır. Onları birleştiren ve anne karnındaki bebeği dokuz ay boyunca koruyarak büyüten yalnızca Allah'tır.
Allah'ın sonsuz merhametiyle var ettiği kusursuz insan bedeninin işleyişinde hormon sistemi çok büyük bir yer tutar. Hormon sistemi sinir sistemi ile birlikte vücut hücrelerinin koordinasyonunu sağlar. Bu sistemler incelendiğinde insanın kendi vücudu üzerinde hiçbir hakimiyeti olmadığı, tüm bedeninin onun gerçek sahibi olan Allah'ın kontrolünde olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. İnsan, bedenini kullanarak yürüyebilir, konuşabilir veya ellerini kullanarak bir iş yapabilir. Ancak bedeninin derinliklerinde binlerce kimyasal ve fiziksel olay, insanın bilgisi ve iradesi dışında gerçekleşmektedir. Örneğin insan, boyunun uzunluğu, organlarının büyüklüğü ile ilgili karar veremez. Bunları Allah'ın ilhamıyla yerine getiren, hipofiz bezi tarafından salgılanan büyüme hormonudur. Büyüme işlemi iki farklı şekilde gerçekleşir. Bazı hücreler hacimlerini artırırlar. Bazı hücreler de bölünerek çoğalırlar. Büyüme hormonu bütün vücut hücrelerine etki eder. Her hücre hipofiz bezinden kendisine gelen mesajın anlamını bilir. Eğer büyümesi gerekiyorsa büyür, bölünerek çoğalması gerekiyorsa çoğalır. Örneğin yeni doğmuş bir bebeğin kalbi yetişkin halinin yaklaşık olarak 16'da biri kadardır. Buna karşın toplam hücre sayısı yetişkin kalbindekilerle aynıdır. Büyüme hormonu gelişme döneminde kalp hücrelerine teker teker etki eder.
Her hücre, büyüme hormonunun kendisine emrettiği kadar gelişme gösterir. Böylece kalp de büyüyerek yetişkin bir insan kalbi haline gelir. Vücutta bulunan diğer hücreler –örneğin kas ve kemik hücreleri- gelişme dönemi boyunca bölünerek çoğalırlar. Bu hücrelere ne kadar bölünmeleri gerektiğini bildiren yine büyüme hormonudur. Bu, son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü hipofiz isimli, nohut büyüklüğünde bir et parçası, vücutta bulunan bütün hücrelere hükmetmekte ve bu hücrelerin hacim olarak genişleyerek veya bölünerek büyümelerini sağlamaktadır. Bu kusursuz düzen bize Allah'ın yaratmasındaki mükemmelliği bir kez daha göstermektedir. Küçücük bir bölgede bulunan hücreler, trilyonlarca hücrenin bir düzen içinde bölünmelerini ve büyümelerini sağlamaktadır. Oysa bu hücrelerin insan bedenini dışarıdan görmelerine, bedenin ne kadar büyümesi ve ne aşamaya geldiğinde durması gerektiğini bilmelerine imkan yoktur. Bu şuursuz hücreler, vücudun karanlıkları içinde, ne yaptıklarını dahi bilmeden büyüme hormonu üretmekte ve üretimi durdurmaları gerektiği zaman da durmaktadırlar. Allah öyle kusursuz bir sistem yaratmıştır ki, büyümenin ve bu hormonun salgılanmasının her aşaması kontrol altındadır. Bu da insan vücudunun her noktasının yaratılışındaki ilim ve kudreti bir kez daha ispatlar. Sonsuz kerem sahibi olan Rabbimiz'i daha derin düşünmemize ve ona içten yönelip şükretmemize vesile olur.
Büyüme hormonunun bütün vücut hücreleri üzerinde etkili olması da son derece büyük bir mucizedir. Eğer bazı hücreler büyüme hormonuna itaat ederken, bazı hücreler de bu hormona isyan etseler büyük karmaşa çıkar. Örneğin kalp hücreleri büyüme hormonunun emrettiği şekilde büyürken, göğüs kafesi hücreleri çoğalmayı ve büyümeyi reddederlerse ne olur? Büyüyen kalp küçük kalan göğüs kafesi içinde sıkışır ve sonuç ölüm olurdu. Ya da burun kemiği büyürken burun derisi büyümesini durdurursa, burun kemiği burun derisini yırtarak dışarı çıkardı. Kasların, kemiklerin, derinin ve organların birbirleriyle uyumlu bir şekilde büyümeleri, her hücrenin teker teker büyüme hormonuna itaat etmesi sayesinde kusursuz bir şekilde sağlanır. Büyüme hormonu, kemiklerin ucundaki kıkırdak dokunun gelişmesi için de emir verir. Bu kıkırdak, yeni doğan bir bebeğin kalıbı gibidir. O büyümedikçe, bebek de büyüyemez. Burada bulunan hücreler kemiği uzunlamasına büyütürler. Peki bu hücreler kemiğin uzunlamasına büyümesi gerektiğini nereden bilirler? Eğer bu kemik yana doğru büyüse bacak uzayamayacak, hatta bacak kemiği bu bölgede deriyi yırtarak dışarı çıkacaktır. Ancak herşey planlanmış ve bu plan her hücrenin çekirdeğine yerleştirilmiştir. Böylece kemikler uzunlamasına büyür. Bu, Allah'ın insan vücudunun oluşumu sırasında var ettiği milyarlarca mucizevi gelişimden sadece biridir.
Büyüme hormonunda görülen bir başka mucize de bu hormonun salgılandığı dönem ve miktarıdır. Büyüme hormonu tam olarak gereken miktarda ve en yoğun olarak da büyüme çağında salgılanır. Bu, çok önemli bir mucizedir. Çünkü ihtiyaç duyulandan biraz daha az veya biraz daha fazla hormon salgılanması durumunda oldukça sakıncalı sonuçlar ortaya çıkar. Eğer büyüme hormonu az salgılanırsa cüceliğe, çok salgılanırsa devliğe yol açar. İşte bu yüzden vücutta büyüme hormonunun salgılanma miktarını düzenleyen çok özel bir sistem yaratılmıştır. Bu sistem sayesinde kanda gereğinden fazla büyüme hormonu bulunduğu zaman büyüme hormonunun salgılanması yavaşlatılır. Peki hücreler, kanda ne kadar büyüme hormonu olması gerektiğini nereden bilmektedirler? Nasıl olur da kanda bulunan büyüme hormonu miktarını ölçer ve bu duruma göre bir karar verebilirler? Büyüme hormonu yalnızca gelişme çağında değil, yetişkin insanlarda da salgılanmaya devam eder. Bu durumda yetişkinlerin de büyümeye ve uzamaya devam etmeleri, insanların dev yaratıklar haline gelmeleri gerekirdi. Ancak böyle birşey gerçekleşmez. İnsan belirli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra hücreler bölünmeye ve büyümeye devam etmezler. Bilim adamları hücrelerin niçin bölünme ve büyüme işlemine bir son verdiklerini halen bilmemektedirler. Bu konuda bilinen tek gerçek, hücrelerin çok özel bir sistem sayesinde zamanı geldiğinde daha fazla büyümemeye ve bölünmemeye programlanmış olduklarıdır. Bu durumda insanın bu kusursuz programlamayı yapan gücü düşünmesi gerekir. Bu güç dilediğini en ince ayrıntılarıyla tedbir edip düzenleyen Yüce Allah'tır.
Ellerinizin, gözlerinizin, burnunuzun düzgün bir şekil almalarını sağlayan hücrelerinizdir. Siz daha anne karnındayken işe başlayan hücreleriniz, bir estetik uzmanından daha iyi çalışarak sizi şekillendirirler. Hücreleriniz hiçbir fazlalık veya eksiklik olmadan her organınızı kusursuz bir düzenle yaparlar. Örneğin parmaklarınızın kaç tane olacağını, uzunluklarını ve şekillerini tam gerektiği gibi hesaplarlar. Bu, çok şaşırtıcı ve etkileyici bir gelişimdir. Hücrelerin, organlarınızı oluştururken elde ettikleri başarı vücudun her milimetrekaresi için geçerlidir. Örneğin sadece göze ait 40 farklı parça vardır. Gözün, fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için tüm parçalarda orantılı bir büyümenin olması, aralarındaki bağlantının sağlam olması, hepsinin kendi yerinde bulunması gerekir. Aksi takdirde göz göremez.
Embriyo 4 haftalık olduğunda başının her iki tarafında birer oyuk oluşur. 6. haftada bu oyuğu oluşturan hücreler muhteşem bir plan içinde hareket etmeye başlarlar. Bazı hücreler korneayı, bazı hücreler göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yaparlar. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde durur. Her biri ayrı bir parçayı oluşturur, sonra mükemmel bir şekilde birleşirler. Gözbebeği yerine başka bir tabaka oluşmaz, herşey yerli yerindedir. Bu işlemler aylar boyunca devam eder ve ortaya son derece estetik ve işlevsel gözler çıkar. Embriyoyu oluşturan hücrelerin her birinin vücudun genel planından da haberi vardır. Adeta bir anlaşma yapmışçasına, birbirlerinden farklı özelliklere sahip yapılar meydana getirirler. Hücrelere şifrelenmiş olan bu muhteşem planı yaratan Allah'tır. Hücrelere neler yapmaları gerektiğini ilham ederek bu planın kusursuzca işlemesini sağlayan da Allah'tır. Allah Kuran'da insanın suretini anne karnındayken Kendisi'nin verdiğini bildirerek kullarına rahmetini hatırlatır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka İlah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6)
O Allah ki, Yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir... (Haşr Suresi, 24)
Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' (Kıyamet Suresi, 37-38)

25 Haziran 2013 Salı

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Dünyanın Yaratılışında Allah’ın Rahman ve Rahim Sıfatının Tecellileri

Dünya, Güneş Sistemi'nin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'e uzaklığı ve konumu Dünya'yı canlı yaşamı için uygun kılan en önemli özelliklerden biridir.
İnsanlar bazı şeylerle ilk kez karşılaştıklarında, ondaki olağanüstülüğü anlayabilirler ve bu, onların düşünmelerine, gördükleri şeyi inceleyip araştırmalarına neden olabilir. Ancak bir süre sonra bu söz konusu şeye karşı bir alışkanlık oluşur ve artık ilk başta olduğu kadar etkilenmemeye başlarlar. Özellikle de hemen her gün karşılaştıkları bir varlık veya olay, artık onlar için "sıradan" bir konu haline gelir. İşte Dünya'nın varlığı, konumu ve içinde bulunduğu şartlar için de aynı şey geçerlidir.
Doğduğu andan itibaren Dünya gezegeninin varlığıyla ilgili birçok olağanüstü bilgiye sahip olan insan da bu harikulade duruma alışmıştır. Dünyanın boşlukta dönüp durduğunu, ayağının birkaç kilometre altında kaynayan bir tabaka olduğunu, Dünya'nın her an göktaşı çarpma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, Güneş'in vazgeçilemez varlığını çok normal karşılar. Oysa düşünen bir insan içiçe olduğu nimet ve güzelliklere alışkanlık gözüyle bakmaz. Dünyanın tüm canlıların yaşamı için bu kadar elverişli olması ve bunun için gereken tüm şartların birarada ve kusursuz şekilde mevcut olması bu kişide her zaman hayranlık uyandırır. Bu kişi Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığını, atmosferdeki dengeleri, Dünya'nın kendi etrafındaki ve Güneş etrafındaki dönüş hızlarını, Dünya üzerindeki okyanusların, dağların insanlar için faydalarını, canlıların sahip oldukları özellikleri ve bunların birbirleriyle olan bağlantılarını düşündüğünde hemen Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlarını hatırlayıp şükreder. Allah, üzerinde yaşadığımız Dünya'yı, canlıların hayatı için çok özel bir biçimde inşa etmiştir. Aşağıda maddeler halinde açıklayacağımız bu deliller üzerinde düşünmek insanın Allah'ın sonsuz kudretini anlaması için çok önemlidir.
Dünya'nın üzerindeki ısı Allah'ın Rahman sıfatının çok üstün bir tecellisidir. Güneş Sistemi'ndeki bilinen dokuz gezegenin sekizi ve bunların 53 uydusu içinde, yaşama uygun tek bir gök cismi yoktur. Her biri ölü ve sessiz birer madde yığınıdır. Dünya ise diğerlerinden çok farklıdır. Çünkü atmosferinden yeryüzü şekillerine, ısısından mevsimlerine, elementlerinden Güneş'e olan mesafesine kadar, her türlü dengesiyle, tamamen yaşam için özel olarak yaratılmıştır.
Dünyanın bu kusursuz yaratılışı Allah'ın insanlara çok büyük bir lütfudur.
Dünya canlıların, özellikle de insan gibi son derece kompleks canlı varlıkların, yaşayabilecekleri bir ısı değerine ve soluyabilecekleri bir atmosfere sahiptir. Ancak bu iki etken de, birbirinden son derece farklı faktörlerin her birinin ideal değerlerde belirlenmesiyle gerçekleşmiştir. Bunlardan birisi, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığıdır. Tüm evren düşünüldüğünde, hayat için gerekli olan ısı aralığının, gerçekte elde edilmesi çok zor bir aralık olduğunu görürüz. Ama Dünya, tam bu ısı aralığına sahiptir. Bu ısı aralığının korunması, elbette Güneş ile Dünya arasındaki mesafe kadar, Güneş'in yaydığı ısı enerjisi ile de yakından ilişkilidir.
Hesaplara göre Dünya'ya ulaşan Güneş enerjisindeki %10'luk bir azalma yeryüzünün metrelerce kalınlıkta bir buzul tabakası ile örtülmesiyle sonuçlanacaktır. Enerjinin biraz artması halinde ise tüm canlılar kavrularak öleceklerdir. Oysa bunlardan hiçbiri gerçekleşmemekte ve dünyanın ısısı kusursuz bir şekilde sabit kalmaktadır. Bu denge Allah'ın eşsiz sanatının ve kullarına olan sonsuz sevgisinin bir tecellisidir.
Dünya'nın ideal olan ısısının, gezegen içinde dengeli olarak dağılımı da son derece önemlidir. Nitekim bu dengenin sağlanması için çok özel şartların birarada bulunması gerekir. Örneğin, Dünya'nın ekseninin 23°27´lık eğimi, kutuplarla ekvator arasındaki atmosferin oluşmasında engel oluşturabilecek aşırı sıcaklığı önler. Eğer bu eğim olmasaydı, kutup bölgeleriyle ekvator arasındaki sıcaklık farkı çok daha artacak ve yaşanabilir bir atmosferin var olması imkansızlaşacaktı. Bu arada Dünya'nın atmosferinde ısıyı sürekli dengeleyen birtakım otomatik sistemler de vardır. Örneğin bir bölge çok fazla ısındığında su buharlaşması artar ve bulutlar çoğalır. Bu bulutlar ise Güneş'ten gelen ışınların bir kısmını geri yansıtarak aşağıdaki havanın ve yüzeyin daha fazla ısınmasını engeller. İşte tüm bu dengeler biraraya geldiğinde yeryüzü tam insanın ve diğer canlıların yaşayabileceği gibi bir ısıya sahip olur. Bu kadar farklı şartların biraraya gelişi ve oluşan muazzam düzen Allah'ın rahmetinin sayısız tecellilerinden yalnızca bir tanesidir. Dünya üzerindeki mevsimler de bu şartların bir sonucudur ve her mevsim Allah'ın insanlar için var ettiği benzersiz güzelliklerle doludur.
S. Güneş
1. 22 Aralık Kış Gündönümü
2. 22 Mart İlkbahar Ekinoksu
3. 22 Haziran Yaz Gündönümü
4. 22 Eylül Sonbahar Ekinoksu
a. Kuzey Kutbu
b. Ekvator
c. Güney kutbu
d. Oğlak Dönencesi
e. Yengeç Dönencesi

Dünya'nın şekli, eğikliği, kendi ve Güneş etrafındaki dönüşleri, Güneş'e olan uzaklığı gibi pek çok detay, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşumunda, Dünya'nın canlılık için uygun bir ortama sahip olmasında son derece etkilidir. Evrendeki hassas dengelerden sadece bir tanesinin çok küçük bir oranla değişmesi dahi, Dünya'yı yaşanmaz bir hale getirecektir. Ancak Allah'ın rahmetiyle bu düzen her an, her dakika, bozulmadan bizim için işlemeye devam eder.
Dünyamızın büyüklüğü üzerinde biraz düşünmek de Allah'ın tüm canlılar üzerindeki rahmetini görmemizi sağlar. Yerkürenin özelliklerini incelediğimizde, üzerinde yaşadığımız bu gök cisminin tam olması gerektiği büyüklükte olduğunu görürüz. Amerikalı jeologlar Dünya'nın bu yönden yaşam için "uygunluğu"nu"Dünya'nın büyüklüğü tam olması gerektiği kadardır. Daha küçük olsa yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosferi Dünya'nın etrafında tutamayacaktı, daha büyük olsaydı bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutarak atmosferi öldürücü hale getirecekti..." şeklinde ifade etmektedirler. Allah'ın var ettiği bu ince plan ve hassas denge sayesinde dünya üzerinde canlılık devam edebilmektedir. Bu, Allah'ın kulları üzerindeki sonsuz şefkatinin güzel bir örneğidir.
Dünya'nın on binlerce kilometre uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları, uzaydan gelebilecek tehlikelere karşı koruyucu bir kalkan görevi görür. Eğer Dünya'nın bu manyetik kalkanı olmasaydı, yeryüzündeki yaşam sık sık öldürücü ışınlarla tahrip edilecek, belki de hiç var olmayacaktı. Bu manyetik alan, Dünya'nın çekirdeğinin manyetik özelliği olan demir, nikel gibi ağır elementleri içermesinden kaynaklanır ve Allah'ın insanlar üzerindeki rahmetinin çok açık bir göstergesidir.
Dünya'nın iç yapısı da yaşam için özel bir yaratılışa sahiptir. Bu iç yapıdaki tabakalar sayesinde, Dünya bir manyetik alana sahiptir ve bu manyetik alan yaşamın korunması için çok önemlidir. Atmosferin çok daha dışına kadar uzanan bu alan sayesinde Dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur. Güneş dışındaki yıldızlardan kaynaklanan öldürücü kozmik ışınlar, Dünya'nın etrafındaki bu koruyucu kalkanı geçemezler. Dünya'nın manyetik alanı, tüm bu öldürücü ışınların sadece % 0.1'ni geçirmekte ve kalan bu binde birlik ışınlar da atmosfer tarafından emilmektedir. Eğer Dünya'nın bu manyetik kalkanı olmasa, yeryüzündeki yaşam sık sık öldürücü ışınlarla tahrip edilecek, oluşan ortam yaşama elvermeyecekti. Ama yerkürenin çekirdeği tam olması gerektiği gibi olduğu için, Dünya bu şekilde korunur. Bir başka deyişle, gökyüzünde, Kuran'daki "gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar" ayetiyle (Enbiya Suresi, 32) dikkat çekildiği gibi, bizler için kurulmuş özel bir koruyucu kalkan vardır.
Allah'ın canlıların korunmasına yönelik yarattığı özellikler kuşkusuz sadece fizik yasaları ile sınırlı değildir. Buna bir başka örnek de insanın üzerinde bulunduğu yeryüzünün sağlam ve güvenlikli kılınmasıdır. Dünyanın merkezine doğru inildikçe ısı, her kilometrede 30°C artar. Ve çekirdekte bu ısı 4500°C gibi çok büyük bir yüksekliğe erişir. Yerin sadece 1 km. aşağısındaki sıcaklığın 60°C'ye yakın olduğu düşünüldüğünde bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğu açıkça görülmektedir. Halbuki tüm canlılar büyük bir güvenlik içinde, altlarında kaynayan magmadan habersizce yaşamlarını sürdürmektedirler. Açıkça görüldüğü gibi Allah, içinde bir ateş topu barındıran dünyanın yüzeyinde mükemmel bir düzen yaratmıştır. O, gökleri ve yeri kontrol altında tutmakta, kainattaki tüm canlıları bildikleri veya bilmedikleri büyük tehlikelere karşı her an korumaktadır. Çoğu insanın varlığını son derece doğal karşıladıkları ve alışkanlık gözü ile baktıkları pek çok özellik asıl olarak Allah'ın kullarına olan merhametinin ve İlahi korumasının delilleridir. Çünkü yeryüzünde düzeni sağlayan yüzlerce fizik yasasının şu an oldukları şekilleriyle var olmaları için hiçbir zorlayıcı neden yoktur. Ancak Allah koruyucuların en hayırlısıdır.
Dünya'nın atmosferi, yaşam için gerekli son derece özel şartlar biraraya getirilerek yaratılmış olağanüstü bir karışımdır. Dünya atmosferi %77 azot, %21 oksijen ve %1 oranında karbondioksit ve argon gibi diğer gazların karışımından oluşur. İnsan ve kompleks bedenlere sahip diğer canlıların enerji elde etmek için kullandıkları çoğu kimyasal reaksiyon oksijen sayesinde gerçekleşir. İşte biz de bu nedenle sürekli olarak oksijene ihtiyaç duyarız ve bu ihtiyacı karşılamak için solunum yaparız. Soluduğumuz havadaki oksijen oranı son derece hassas dengelerle tespit edilmiştir. Eğer atmosferin içindeki gazların karışımı daha farklı olsa dünya üzerinde canlılığın oluşması mümkün olmayacaktı. Ama Rabbimiz atmosferi kusursuz bir düzen içinde, canlılığın yaşamına olanak verecek şekilde var etmiştir ve rahmetinin bir delili olarak bu dengeyi muhafaza etmektedir. Bu mükemmel işleyen sistemi oluşturan ancak ve ancak her atoma, her moleküle hakim olan sonsuz ilim sahibi Allah'tır.
1. Çok yüksek basınç ve sıcaklık etkisiyle kristal halde bulunan 1.370 km kalınlıktaki iç çekirdek.
2. Demir, nikel gibi ağır metallerin erimiş halde bulunduğu, 2.000 km kalınlıktaki dış çekirdek
3. Magma adı verilen kızgın akıcı maddeden oluşan, 2.900 km kalınlıktaki manto tabakası.
4 . 6-35 km kalınlıktaki litosfer tabaka: Dünya'nın kabuğu.
Allah'ın sonsuz kudreti dışında hiçbir güç bu atomları oksijen ve ozon gazı molekülleri olarak farklı oranlarda biraraya getiremezdi. Atmosfer çok zor nefes almamıza neden olabilecek kadar ağır ve kokulu gazlardan oluşabilir, tüm insanlar çok zor nefes almak durumunda kalabilirlerdi. Ancak sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz atmosferi insanın en rahat nefes alabileceği şekilde var etmiştir. Bu, Allah'ın kulları üzerindeki korumasıdır. Allah kullarını koruyan, gözeten ve muhafaza edendir, Hafızdır. Bir ayette "… Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır." (Hud Suresi, 57) şeklinde buyurulmuştur. Kainat üzerinde bu karmaşık ve milyarlarca detayla bezenmiş olan sistemi yaratan ve bunun her anını kontrol eden, muhafaza eden Allah'tır. O herşeyi yoktan var etmiş ve bu varoluşun her saniyesine, her dakikasına sonsuz aklıyla ve gücüyle hükmederek kusursuz bir düzen oluşturmuştur. Ve halen de bu düzeni an an yaratmakta, gözetlemekte ve korumaktadır. Nitekim Allah "... Senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir." (Fecr Suresi, 14) ayeti ile bu gerçeğe işaret etmektedir.
Atmosferin rakamsal değerleri, sadece bizim solunumumuz için değil, mavi gezegenin "mavi" olarak kalması için de önemlidir. Eğer atmosfer basıncı şu anki değerinden beşte bir kadar azalsa, denizlerdeki buharlaşma oranı çok fazla yükselecek ve atmosferde çok yüksek oranlara varacak olan su buharı Dünya'nın ısısını aşırı derecede yükseltecektir. Eğer atmosfer basıncı şu anki değerinden bir kat daha fazla olsa, bu kez de atmosferdeki su buharı oranı büyük ölçüde azalacak ve Dünya üzerindeki karaların tamamına yakını çölleşecektir. Tüm bu dengeler, Dünya'nın diğer özellikleri gibi atmosferinin de insan yaşamı için özel olarak yaratıldığını göstermektedir. Tüm evrene hakim olan, maddeyi yoktan var ederek dilediği gibi şekillendiren, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri kudreti altında tutan Rabbimiz evreni insanın emrine vermiştir. Üzerinde yaşadığımız mavi gezegeni ise, Allah bizim yaşamımız için özel olarak düzenlemiş, Kuran'da ifade edildiği gibi insan için yeryüzünü "serip-döşemiştir". (Naziat Suresi, 30) Tüm incelediklerimiz bizlere, bu kusursuz düzenin Allah'ın üstün şefkat ve merhametinin birer tecellisi olduğunu göstermektedir. Dünya, üzerinde canlılığın oluşabilmesi için özel olarak düzenlenmiştir. Dünya'nın uzaydaki konumu, yüzeyinin canlıların ihtiyacı olan her türlü detayla donatılmış olması bu gezegenin, iyiliği ve esirgemesi bol olan Allah'ın eseri olduğunun apaçık delilleridir. Yaşam için son derece elverişli yaratılan bu gezegenin üzerinde yaşayan canlılara baktığımızda da aynı gerçekle karşılaşırız. Dünya üzerinde var olan tüm canlılarda hayranlık uyandırıcı bir yaratılış söz konusudur. Her canlı kendisi için uygun ortamda, uygun bir vücut yapısıyla yaratılmıştır. Yeryüzündeki varlıklara ait olan her ayrıntı O'nun kusursuz sanatını yansıtır.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Evrenin Yaratılışında Allah’ın Rahman ve Rahim Sıfatının Tecellileri

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz…
(Fatır Suresi, 41)
Allah Dünya'yı uzaydaki tehlikelerden korunacak özelliklerde yaratmıştır.
İçinde yaşadığımız uçsuz bucaksız evrende kusursuz bir denge, ahenk ve düzen bulunmaktadır. Bu düzen tüm evrene hakim olan Rabbimiz'in sonsuz güç ve kudretinin bir delilidir. Allah bir ayette insanın bu gerçek üzerinde düşünmesi gerektiğini şöyle bildirmektedir:
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü?    (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı. Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi. (Naziat Suresi, 27-30)
Yine Kuran'da bildirildiğine göre, insan, evrendeki tüm sistemi ve dengeleri Rabbimiz'in insan yaşamına en uygun şekilde yarattığını fark etmeli, bu gerçek üzerinde düşünmeli ve ders almalıdır:
Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 12)
Bir diğer ayette ise şöyle buyurulmaktadır:
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş'i ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbiniz'dir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Ayetlerde gecenin, gündüzün, Güneş'in ve Ay'ın "insanın" emrine verildiği bildirilmektedir. Bu, Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının çok güzel bir tecellisidir. Rabbimiz kusursuz bir düzen içinde var ettiği evreni insanın emrine vermiş, bunun karşılığında ise sadece Kendisi'ne iman edip kullukta bulunmasını istemiştir. İnsana düşen de içinde bulunduğu bu olağanüstü durumu fark etmek, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'e teslim olmak, kendisini çepeçevre saran rahmet delilleri üzerinde düşünüp Allah'a samimi bir kalple yönelmektir.
Canlılığın oluşması için gerekli olan koşullara baktığımızda, bir tek Dünya'nın böylesine özel bir ortama sahip olduğunu görürüz. Yaşam için elverişli bu ortamı sağlamak içinse, saymakla bitiremeyeceğimiz kadar koşul Allah'ın rahmetiyle, aynı anda, kesintisiz gerçekleşmektedir. Evrendeki eşsiz plan ve düzen, maddeyi yoktan var eden ve onun her anını kontrolü ve hakimiyeti altında bulunduran sonsuz bilgi, güç ve akıl sahibi Rabbimiz'in varlığını göstermektedir.
Evrenin yaratılışında, düzeninde, kusursuz işleyişinde Allah'ın merhametinin tecellileri saymakla bitirilemeyecek kadar fazladır. Üstelik bu düzen canlılığın var olmasına imkan sağlayacak kadar mükemmeldir, çok hassas dengeler üzerine kurulmuştur. Bu detaylar üzerinde düşünmek insanın Allah'ın kendi üzerindeki lütfunu, Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu, dünya üzerinde tek dost ve velisinin Allah olduğunu anlaması için bir yoldur. Çünkü bu incelikleri düşünmeyen bir insan kolaylıkla gaflete kapılabilir, Allah'ın Rahman sıfatının tecellilerinin farkında olmayabilir. Evrenin oluşumundaki her detay Allah'ın kulları ve tüm canlılar üzerindeki sonsuz merhametini gösteren açık delillerle doludur. Bu delillerden bazıları şunlardır:
Evren Big Bang (Büyük Patlama) adı verilen bir patlama sonucunda oluşmuştur. Başlangıçta evrenin tüm maddesini içinde barındıran "tek nokta", "sıfır hacme" ve "sonsuz yoğunluğa" sahipti. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Aslında sıfır hacim bu konunun teorik bir ifade biçimidir. Bilim, insan aklının kavrama sınırlarını aşan 'yokluk' kavramını ancak 'sıfır hacimdeki nokta' ifadesi ile tarif edebilmektedir. Gerçekte ise 'sıfır hacimdeki bir nokta' 'yokluk' anlamına gelir. Evren de yokluktan var olmuştur, daha doğru bir ifadeyle "Yaratılmıştır". Big Bang bir patlama olduğuna göre, beklenmesi gereken, bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda "rastgele" dağılması olmalıdır. Oysa Big Bang ile oluşan madde "olağanüstü" bir biçimde şekil ve düzen almıştır. Bu düzenin birinci aşaması patlamanın hızıdır.
Big Bang'le birlikte var olan madde etrafa müthiş bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ancak patlamanın bu ilk anında bir de şiddetli çekim gücü vardır. Bu, evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir. Dolayısıyla Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güç mevcuttur: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden biraraya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında mükemmel bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda oluşan çekim gücü patlama gücüne baskın çıksaydı, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsaydı, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.
Stephen Hawking, evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi "Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı, evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi." sözleriyle kabul eder. Bu hassas ayar Rabbimiz'in üstün yaratışını tasdik eden delillerden sadece bir tanesidir. Elbette ki tesadüfi bir patlamanın ardından, atomların kendiliğinden dizilimiyle böyle kusursuz bir evren, evren içindeki sistemler, Güneşler, Dünya, üzerindeki dağlar, denizler, insanlar, ağaçlar, hayvanlar, çiçekler, böcekler ve diğerleri oluşamaz. Gözümüzü çevirdiğimiz her yerde gördüğümüz tüm detaylar Allah'ın varlığının ve üstün kudretinin delilleridir. Bu delilleri ise ancak düşünen insanlar kavrayabilir. Evrenin yaratılışındaki bu kusursuz denge, olağanüstü hassas düzen, mükemmel uyum     Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının çok güzel bir tecellisidir.
Andolsun, onlara:
"Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan, şüphesiz:
"Allah" diyecekler.
Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?
(Ankebut Suresi, 61)
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden belli bir oranda kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in çekim gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu denge korunduğu için devam etmektedir. Burada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri de çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Güneş Sistemi'ndeki bu olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, "bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu" belirtmişlerdir. Tüm bunlar yeryüzünü insanın emrine veren Rabbimiz'in Güneş ile gök cisimleri ve Dünya arasındaki uzaklığı da çok üstün bir denge ile var ettiğini göstermektedir. Kuşkusuz bu, Allah'ın biz kulları üzerindeki merhametinin işaretlerindendir.
Güneş Sistemi'ndeki bu muhteşem dengenin yanısıra, üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeninin bu sistem ve uzay içindeki yeri de, yine kusursuz bir yaratılışın varlığını ve Allah'ın her yeri kuşatan sonsuz rahmetini göstermektedir. Son astronomik bulgular, sistemdeki diğer gezegenlerin varlığının, Dünya'nın güvenliği ve yörüngesi için büyük önem taşıdığını göstermiştir. Jüpiter'in konumu buna bir örnektir. Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter, varlığıyla aslında Dünya'nın dengesini sağlamaktadır. Astrofizik hesaplamalar, Jüpiter'in bulunduğu yörüngedeki varlığının, sistemdeki Dünya gibi diğer gezegenlerin yörüngelerinin istikrarlı olmasını sağladığını ortaya çıkarmıştır. Kısacası Güneş Sistemi'nin yapısı, insan için özel bir yaratılışa sahiptir. Samimi olarak düşünen her akıl sahibi insan, evrende hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş olmadığını,"Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır..." ayetiyle bildirildiği gibi, tüm kainatı Rahman ve Rahim olan Allah'ın bir amaçla yarattığını ve düzenlediğini anlar. (Sad Suresi, 27) Bu derin kavrayış, bir başka Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 190-191)

21 Haziran 2013 Cuma

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Salih Amellerde Bulunanlara Güzel Bir Karşılık ve Üstün Bir Ecir Vardır

Rahmeti kulları üzerinde sınırsız olan Rabbimiz, tüm insanlara dünya hayatında lütufta bulunan, onları esirgeyen ve bağışlayandır. Allah tüm hayatlarını Kendisi'nin razı olacağı şekilde geçiren, korkup sakınan, ayetleri eksiksizce uygulayan ve din ahlakının yayılması için gece gündüz çaba sarf eden salih kullarına, hem dünyada hem de ahirette çok güzel bir hayat müjdeler. Mümin daha dünyadayken cennet benzeri nimetlerle şereflendirilir.
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka;
işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır,
çok esirgeyendir.
(Furkan Suresi, 70)
Kuran ayetlerinde salih amellerde bulunan takva sahipleri çok farklı güzelliklerle müjdelenirler. Bu müjdelerden biri dünya hayatında güzel bir yaşamdır:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi. O'nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah) Onu seçti ve doğru yola iletti. Ve Biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır. (Nahl Suresi, 120-122)
Ayetlerde bildirilen bu müjdenin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Peygamberimiz (sav)'i dünya hayatında Allah'ın zengin kıldığı, "bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, 8) ayetinde bildirilmektedir. Ayrıca Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de daha birçok ayette bahsedilir.
Hem bir mükafat ve şevk kaynağı, hem de Rabbimiz'in lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın bir müjdesidir. Nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
Allah'ın salih Müslümanlar üzerindeki bir diğer nimeti ise onların yaptıkları kötülükleri iyiliklere çevirmesidir. Daha önce de vurguladığımız gibi insan kolaylıkla hata yapabilen bir varlıktır. Yanılabilir, bilmeden günaha girebilir, kötü bir davranışta bulunabilir, ağzından kötü bir söz çıkabilir. Ancak önemli olan bu hatalardan sonra tevbe etmesi ve davranışlarını düzeltmesidir. Rabbimiz böyle salih ahlaka sahip kullarına Kuran ayetlerinde şu müjdeyi vermektedir:
İşte bunlar; yaptıklarının en güzelini kabul ederiz ve kötülüklerinden geçeriz; (bunlar) cennet halkı içindedirler. (İşte bu,) Onlara va'dolunan doğru bir vaaddir. (Ahkaf Suresi, 16)
Ayette bildirilen bu müjde Rabbimiz'in kulları üzerindeki sonsuz lütfunun bir tecellisidir. Rahman ve Rahim olan Allah'ın ayetlerde haber verdiği bir diğer lütuf ise kötülüklerin iyiliklere çevrilmesidir. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan Suresi, 70-71)
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa,
hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en
güzeliyle muhakkak veririz.
(Nahl Suresi, 97)
İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed'e indirilen (Kur'an)a -ki o Rablerinden bir haktır- iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını düzeltip-ıslah etmiştir. (Muhammed Suresi, 2)
Bir mümin, kendisini yaratan Allah'a iman eder, O'nun emir ve yasaklarına uyar, Rabbimiz'in insanlar için seçip beğendiği din ahlakını her an yaşar ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşır. Bütün bunlardan ötürü iman edenler, dünyadaki yaşamları boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktırlar. Müminler kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin olarak inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe Suresi, 51) ayetinin hükmü gereğince tevekkül ederler.   Allah'ın rızasına uyarlar ve Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." (Al-i İmran Suresi, 173) derler.
Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. İman eden bir kimse belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Daha pek çok zorluk ve denemeden de geçirilebilir. Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbir şey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını  Allah Katında alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
Bu durum inkar edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, Hak yoldan sapan bu insanları bir ayette şöyle tarif eder:
Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o,
tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner.
(Furkan Suresi, 71)
Allah, Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatında da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde şu şekilde bildirilir:
Ve Rabbiniz'den bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Salih amellerde bulunan müminler bu yaptıklarını Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine vesile olması niyetiyle yaparlar. Tek istedikleri Allah'ın hoşnut olacağı gibi bir kul olmaktır. Hiçbir insanın rızasını, hoşnutluğunu istemezler. Dünya hayatında makam, mevki peşinde koşmaz, itibar kazanmanın hiçbir öneminin olmadığını çok iyi bilirler. Yaptıklarını Allah korkusuyla ve Allah sevgisiyle yapar, Allah'ın insanın tek dostu ve tek velisi olduğunu akıllarından hiç çıkarmazlar. Rabbimiz, Kuran ayetlerinde salih kullarının yaptıklarını "üstün, büyük ve kesintisiz bir ecirle ödüllendireceğini, onların ecirlerini noksansız olarak ödeyeceğini, onlara ecirlerini iki defa vereceğini" bildirmektedir:
Onlara okunduğu zaman: "Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimiz'den olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik" derler. İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Kasas Suresi, 53-54)
Şüphesiz, iman edip salih amellerde bulunanlar; onlar için kesintisiz bir ecir vardır. (Fussilet Suresi, 8)
Eğer siz Allah'ı, Resûlü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 29)
Gerçekten Allah'ın Kitab'ını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabul edendir. (Fatır Suresi, 29-30)
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz.
(Ankebut Suresi, 7)
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En'am Suresi, 160)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah, rızası için çaba sarf eden, güzel amellerde bulunan, din ahlakının yayılması için gayret gösteren kullarının bu samimi çabalarına üstün bir karşılık vaat etmiştir. Bu karşılıkların en büyüğü hiç şüphesiz Allah'ın rızasıdır. Dünya hayatlarındaki tek amaçları Allah'ın hoşnutluğu, rahmeti ve cenneti olan iman sahiplerine ayrıca Allah'tan bağışlanma ve üstün bir ecir de vaat edilmiştir. Ayetlerde haber verilen bir diğer karşılık ise Rabbimiz'in bu salih kullarını rahmetine sokmasıdır:
Artık iman edip salih amellerde bulunanlara gelince; Rableri onları Kendi rahmetine sokar. İşte apaçık olan 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur. (Casiye Suresi, 30)
Müminler içinde bulundukları koşullar ne olursa olsun, daima Allah'a güvenen, hep O'na yönelip dönen, sürekli O'nu razı etmeyi düşünen ve Kuran ahlakından asla taviz vermeyen insanlar olduklarından, Allah'ın hiç bitmeyen rahmeti, fazlı ve sevgisi hep onların üzerindedir. Allah onları hiçbir zaman yalnız ve yardımsız bırakmayacağını vaat etmiştir. Allah, Kendi yolunda samimi bir şekilde çaba gösteren, hiçbir şüpheye kapılmadan mallarını ve canlarını Allah'ın rızasını kazanmak için seve seve harcayan bu sadık kullarını, yaptıklarına güzel bir karşılık olarak içinde sonsuza kadar kalacakları, nimetlerle donatılmış cennetlerle müjdelemiştir:
Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 64)
Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah müminleri cennetle müjdelemiş, yaptıkları tüm salih amelleri kabul edeceğini ve kavuşacakları güzelliğin ve mutluluğun ise pek yakın olduğunu bildirmiştir. İnsanın Allah'ın sonsuz rahmetinin ve sevgisinin hep üzerinde olduğunu bilmesi, Allah'ın kendisini cennetiyle mükafatlandırmasını umması müminin kalbine büyük bir ferahlık ve huzur verir. Allah Kuran'da müminlerin ayrıca melekler vasıtasıyla da müjdeleneceklerini bildirmiştir:
Şüphesiz "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin" (Fussilet Suresi, 30)
İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.
(Ankebut Suresi, 58-59)
Allah'ın müminlere verdiği bu müjdenin Kuran'da anlatılan birçok peygamber üzerinde de tecelli ettiği görülmektedir. Örneğin Allah, Hz. Süleyman'ın ayette bildirilen, "Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin" (Sad Suresi, 35) şeklindeki duasına icabet etmiş ve ona dünyada büyük bir mülk vermiştir. Daha birçok peygambere büyük bir mülk ve imkan verildiği Kuran'ın çeşitli ayetleriyle bizlere bildirilmektedir. Allah, Kendisi'nden bir mükafat ve bir lütuf olarak, cennette mirasçı kıldığı pek çok nimetin ve güzelliğin yanı sıra, dünya hayatında da müminlere nimetler vererek, onların Kendisi'ne olan yakınlıklarını, cennete kavuşma isteklerini ve şevklerini artırmaktadır.
Allah, müminlerin bu dünyada daima mutlu ve güvende olacaklarını, onları 'güç ve iktidar sahibi' kılarak Kuran ahlakını hakim edeceğini şöyle vadetmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Bu, Allah'ın müminlere olan bir vaadidir. Müminlerin yapmaları gereken ise, Allah'ın eşsiz lütfuna karşılık O'na şükretmek ve daima O'nu zikretmektir.
Allah'ın ayetlerine uyan, kendilerine verilen öğütleri dinleyen ve ahirete hazırlık yapan insanlar her türlü eksiklik ve hatalarından arınmış olarak Allah'ın izniyle sonsuza kadar güzel bir yaşam süreceklerdir. Tüm hayatları boyunca kendilerine verilen öğütleri tutan, uyarıldıkları konularda tevazuyla teslimiyet gösteren ve korkup-sakınarak hareket eden müminler hesap günü geldiğinde de Allah'ın huzuruna arınmış olarak çıkacaklardır.
Allah'ın Rahman ve Rahim isminin tecellileri inananlar için sonsuza kadar sürecek, her mümin bunun için sonsuza kadar Rabbimiz'e hamd edecektir. Allah iman edenlere bu müjdeyi ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; elbette onları salihlerin arasına katacağız.
(Ankebut Suresi, 9)
Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver.
Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 17-18)
Allah başka ayetlerinde de Kendisi'nden korkup sakınan kullarının o gün geldiğinde cennetin kapısında nasıl güzel bir karşılanma ile karşılanacaklarını şöyle müjdeler:
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin."
(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 73-74)
Kuşkusuz bir insan için dünyada verilebilecek en büyük müjdeler; ahirette sonsuza dek Allah'ın razı olduğu bir kul olarak yaşam sürebileceği, yaptığı güzel davranışlarla karşılık göreceği ve cennetin kapısında melekler tarafından güzel sözlerle karşılanacağı müjdeleridir. İşte güzel söze uyan insanlara dünyada verilen müjdeler bunlardır.
Dünyada vaat edildikleri gibi müminler ölüm anında da inkarcıların aksine, melekler tarafından en güzel sözlerle ve müjdelerle karşılanacak, canları güzellikle alınacak ve cennet hayatları başlamış olacaktır:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
Tüm bunlar Allah'ın dünyada teslimiyetli kullarına vaat ettikleridir. Kuşkusuz cennette yaşanacak sonsuz hayat, güzel davranışlarda bulunan ve güzel söze uyan insanlara Allah'ın verdiği en büyük mükafatlardan olacaktır. Hepsinin de üzerinde iman edenler için Allah'tan bir hoşnutluk vardır.

Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)