4 Mayıs 2013 Cumartesi

Kuran'a Göre Gerçek Akıl


Akıl hakkında…

Akıl hakkında bugüne kadar sayısız tanım yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri aklın gerçek anlamı hakkında insanlara tam bir fikir vermeye yeterli olamamıştır. Çünkü bu çıkarımları yapan kimseler aklı tanımlarken doğru bir kaynağa başvurmamış, aklı sadece kendi mantıklarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Oysa önceki bölümde belirttiğimiz gibi, aklın ne olduğu konusunda bize bilgi verebilecek kaynak sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın indirdiği Kuran'dır.
Allah'tan korkan ve samimiyetle Kuran'a uyan her insan akıllıdır. Ancak insanların çoğu böylesine büyük bir nimeti kolaylıkla elde etme imkanına sahip olduklarından habersizdirler. Aklın, insanların doğuştan kazandıkları zihinsel bir yetenek olduğunu sandıkları için, sahip olduklarının ötesinde bir kavrayış kazanabileceklerine ihtimal vermezler.
Bir örnekle açıklayacak olursak bu, küçük bir çocuğun, dünyanın sadece kendi evi, sınıfı, öğretmeni ve oyuncakları ile sınırlı olduğunu sanması gibidir. Kuşkusuz küçük bir çocuğun kendi çevresinin dışına çıkıp da dünyaya yetişkin bir insan gözüyle bakması mümkün olmaz. Bu nedenle de tüm idealleri, tüm tasaları ve tüm faaliyetleri kendi dünyası ile sınırlı kalır. Oysa çocuğun yaşamını izleyen yetişkin bir insan onun aslında ne kadar kısıtlı bir dünyada yaşadığını çok açık bir şekilde görür. Çünkü yetişkin bir insan dünyanın bir ev, bir sınıf ve birkaç oyuncakla sınırlı olmadığını kavrayabilecek bir tecrübeye ve bilgiye sahiptir.
İşte akıl için de buna benzer bir durum söz konusudur. Akılsız bir insan herşeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini, en akıllı kişinin kendisi olduğunu, en güzel hayatı kendisinin yaşadığını, dolayısıyla da en doğru yolda olanın kendisi olduğunu sanır. Daha mükemmel bir hayat şeklinin, zihin yapısının varlığına ihtimal vermediği için kıyas yapması ve aradaki farkı tespit edebilmesi mümkün olmaz. Oysa Kuran'da insanlara, çok üstün bir hayat tarzı, çok ileri bir kavrayış ve düşünme yeteneği sunan "akıl" gibi büyük bir nimetin varlığından bahsedilmiştir. İşte bu kitapta anlatılacak olanlar, Kuran ayetleri doğrultusunda aklı tanımlayacak, aklın insana keskin bir şuur açıklığı ve kavrayış yeteneği kazandırdığını ortaya koyacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)
Ayet meallerinde "temiz akıl sahipleri" olarak geçen kavramın Arapça aslı "ulul elbab"tır ve tam karşılığı "öze sahip olanlar" anlamına gelir. Tefsir ve meallerde genellikle bu kavramın derin bir aklı ve kavrama yeteneğini ifade ettiği kabul edilmiştir. Bu nedenle burada da "temiz akıl sahipleri" olarak kulllanılmıştır.

Gerçek akıl nedir?

Kitabın başında da belirttiğimiz gibi, "akıl" kelimesi toplumda genellikle insanların zeka düzeyini ifade etmek amacıyla kullanılır. Oysa akıl, zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir.
Zeka, en bilinen anlamıyla insanın düşünme, gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamıdır. İlk kez karşılaşılan ya da ani olarak gelişen olaylara uyum sağlayabilme, anlama, öğrenme, analiz yeteneği, beş duyunun, dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi hep zeka sayesinde gerçekleştirilir. Örneğin zeki bir profesör olayların fiziksel işleyişini çok seri olarak kavrayabilir, bunları formülleştirebilir. Ya da hafızası güçlü olan zeki bir insan olaylardaki girift noktaları ve detay sayılabilecek pek çok konuyu anımsayabilir. Pratik zeka sahibi biri ise, karşılaştığı olaylara pratik ve kolaylaştırıcı çözümler getirebilir.
Akıllı bir insan ise, zekanın sağladığı tüm bu avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir.
Zeki bir insan, ancak belirli bir konuda çalışarak ya da kendisini eğiterek, edindiği bilgi ve birikimlerle bir şeyler başarabilir. Ancak tüm bunlar sadece öğrenmeye, ezbere ve tecrübelere dayalı becerilerdir. Dolayısıyla bu insan, belirli bir noktada tıkanıp kalma, çözüm bulamama, giriştiği bir işi sonuçlandıramama gibi durumlarla karşılaşabilir.
Akıllı bir insan ise eğitim almadığı, tecrübeli olmadığı, hatta ilk kez karşılaştığı bir konuda dahi, yıllarca o konuda eğitim almış bir kimseden daha keskin ve daha isabetli sonuçlar elde edebilir. Çünkü akıllı kişi, bir konuda kendi teknik bilgisi olmasa da hemen en pratik çözümü bulur, gerekirse o konudaki en tecrübeli kişiyi tespit eder ve yapılması gereken işi ona yaptırarak sonuca ulaştırır. Kısacası akıl, insana zekanın çok üstünde bir anlayış kazandıran, derin düşünebilme, doğruyu bulabilme ve her konuda çözüm getirebilme yeteneğidir. Dahası akıl, hayatın her alanına hakim olan ve pek çok konuda başarı sağlayan bir yetenektir.
İnsana bu yeteneği kazandıran yegane özellik ise imandır. Allah, iman edip Kendisi'nden korkup sakınmalarına karşılık insanlara Katından özel bir anlayış verir. Kuran'da Allah korkusunun insana kazandırdığı bu anlayış şöyle ifade edilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Görüldüğü gibi akıl, Allah'ın iman eden kimselere vicdanlarını kullanmaları sonucunda an an doğruyu ilham etmesiyle ortaya çıkmaktadır. İmanın kazandırdığı bu özellik, kişinin doğruyu yanlıştan ayırabilmesini ve böylece yaşamın her safhasında en doğru şekilde düşünebilmesini, en sağlıklı değerlendirmeleri yapabilmesini ve en isabetli kararları alabilmesini sağlamaktadır. Akıl sahibi bir insan, karşılaştığı olaylarda pek çok insanın göremediği detayları görebilir, ince teşhisler yapabilir ve olaylardan en doğru ve en hikmetli sonuçları çıkarabilir. İleriye yönelik projelerde çok aşamalı düşünebilir, karşılaşılabilecek durumları önceden tespit edebilir ve kusursuz planlamalar yapabilir. Aynı şekilde geçmişteki tecrübelerini de en iyi şekilde değerlendirerek, bunları en gerekli yerlerde en akılcı şekilde kullanabilir. Olayları berrak bir akılla değerlendirebildiği için yaptığı her iş hayırlı, konuştuğu her söz hikmetli ve gösterdiği her tavır olabilecek en ideal niteliktedir.
Tüm bunların yanında akıl aynı zamanda da kişinin ruhunda, güzelliklerden çok fazla zevk alabilmesini sağlayan bir derinlik oluşturur. Bu nedenle çoğu insanın sıradan karşıladığı ve büyük bir alışkanlıkla baktığı pek çok şeyin ardında gizlenen güzellikleri, akıl sahibi insanlar hemen görebilirler.
Ancak aklın tanımını bu kadarla kısıtlamak elbette ki mümkün değildir. Zira akıl, insanın hayatının her alanında kendini belli eden bir ayrıcalık ve üstünlüktür. İlerleyen satırlarda verilecek olan bilgiler imanın kazandırdığı aklın ne kadar büyük bir nimet olduğunun çok daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

Aklın Gerçek Sahibi Allah'tır

İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Allah'tır. Allah, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir.
Kendilerine böyle bir nimet verilen kişiler ise, içinde bulundukları dünyayı çok daha ince yönleriyle değerlendirebilirler. Evrenin hangi köşesine dönüp baksalar karşılaştıkları her detayın Allah'ın sonsuz aklının örnekleriyle dolu olduğunu görürler. Kuran'da Allah'ın bu üstün aklı ve sanatı karşısında insanın nasıl aciz kaldığı şöyle bir örnekle anlatılmıştır:
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Ayette belirtildiği gibi, Allah'ın yaratmasında en ufak bir eksiklik yoktur. Çünkü Allah'ın sonsuz aklı, insanın sınırlı aklı ile kıyaslanmayacak kadar üstün ve eşsizdir. Evrendeki her sistemde karşılaşılan kusursuz tasarım, bu üstün aklın bir göstergesidir. Allah'ın, insanlara böylesine kusursuz sistemler göstermesinin bir sebebi de, insanın aklın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmesi, Rabbimizin büyüklüğünü kavraması ve O'na teslim olup iman etmesidir.
Kuran'da geçen "... Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32) ifadesi akıllı insanların, aklın asıl sahibinin Allah olduğunu takdir edebildiklerine dikkat çekmektedir.

Akıl ve vicdan

Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, vicdanına uyan her insan kolaylıkla doğruyu ve yanlışı görür. Ancak kimi insanlar vicdanlarının sesini duydukları ve doğruyu söylediğini bildikleri halde onu bastırmaya çalışırlar. İşte böyle bir durumda da vicdanlarını örten bu kimseler doğrunun ve yanlışın ne olduğunu ayırt edemeyecek hale gelirler. Allah'ın büyüklüğünü ve bunun karşılığında kendi acizliklerini düşünmez, Allah'ın verdiği özellikleri kendi kendilerine elde ettikleri bir üstünlük sanır ve kendilerini büyük görmeye başlarlar.
Sözgelimi Allah'ın kendisine verdiği zeka ve beceri ile uzayın ya da insan vücudunun bilinmeyen sırlarını keşfeden bir bilim adamı düşünelim. Eğer bu kişi aklını kullanmıyorsa, evrendeki kusursuz düzeni ya da insan vücudunun kim tarafından yaratıldığını düşünmüyorsa, gereken vicdana ve kavrayışa da sahip olamaz. Keşfettiği şeyin mükemmelliği karşısında hayranlık duyup, onu yaratan Allah'a yönelerek O'nu övüp yücelteceği yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanır ve kendisinin övülmesini ister. Allah Kuran'da böyle kişilerin kendi hevalarını ilah edindiklerinden ve bu nedenle de kalplerinin mühürlendiğinden şöyle bahsetmiştir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Ayette de belirtildiği gibi, kendisini ilahlaştırarak büyüklenen kişi artık gördüklerini ve duyduklarını kavrayamaz. Bunun sonucu olarak da akıl gibi büyük bir nimetten de yoksun kalmış olur.
Başka bir örnek olarak da doğadaki benzersiz tasarımları keşfeden ve pek çok canlının sahip olduğu kusursuz sistemler hakkında geniş bilgiye sahip olan bir araştırmacı düşünelim. Eğer bu kişi şahit olduğu bu tasarımların tesadüfen oluştuğunu söylerse büyük bir yanılgıya düşmüş olur. Ve böyle bir insanın akıllı olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü akıl, insanın gördüğü canlılardaki ve sistemlerdeki mükemmelliği Allah'ın yarattığını kavrayabilmesidir.
Zekalarıyla ön plana çıkan bu kimseler yaptıkları buluşlarla, bilgileri ve becerileriyle insanların beğenisini kazanabilir, hayranlık verici konuşmalar yapabilir ve hatta bu görünümleriyle dinden uzak toplumlarda bir üstünlük elde edebilirler. Ancak bu, olayın sadece dışarıdan görünüşüdür; işin aslında ise bu kimseler gerçek akla dair bir alamet gösteremezler.
Ancak şu da önemlidir; bu kişiler, içerisinde bulundukları durumun farkında değildirler. Zekanın kendilerini insanlar arasında en üstün konuma getirdiğini zanneder ve gururlanırlar. Akıllı bir insan ise bu kimselerin, akıldan tamamen yoksun olduklarını çok açık bir biçimde görebilir. Ve bu insanların, kendi zannettiklerinin aksine, aslında ne kadar aciz bir durumda olduklarını anlayabilir. Nitekim Allah Kuran'da "akledemeyen" insanların içinde bulundukları bu aciz durumu şöyle bir örnekle açıklamıştır:
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)

Akıl Artar mı?

Akıl ile zekanın çok önemli bir farkı daha vardır. Akıl, sabit değil, aksine insanın hayatının sonuna kadar artabilen ve gelişebilen bir yetenektir. Aklın bu özelliği ise tamamen Allah korkusu ve vicdan ile bağlantılıdır. Allah bir ayetinde "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin…" (Teğabün Suresi, 16) hükmüyle inananlara güçlerinin yettiği oranda Kendisi'nden korkup sakınmalarını emretmiştir. İnsan bu nedenle hiçbir zaman Allah korkusunu yeterli görmemelidir. Sürekli olarak kendisini Allah'a daha da yakınlaştıracak yollar aramalı ve bu amaçla vicdanını sonuna kadar kullanmalıdır.
Böyle bir durumda Allah, samimiyetleri ve Kendi rızasını kazanmak için gösterdikleri ciddi çaba oranında bu kimselere verdiği anlayışı artırabilir ve sahip oldukları "doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini" geliştirebilir. Bu, Allah'ın iman edenlere olan bir desteği ve Kuran'ın önemli bir sırrıdır. İnsan elindeki bu imkanı en iyi şekilde kullanarak, aklın dünyada ve ahirette sağladığı nimetleri kazanma imkanını elde etmiş olur.

Akıl Taklit Edilebilir mi?

Zeka sahibi bir insan, akıllı bir insanla karşılaştığı zaman ondaki üstünlüğü fark eder ve ona karşı gizli veya açık bir hayranlık duyar. Ona benzemek ve aynı üstünlüğü elde etmek için bu kimseyi taklit etmeye çalışır. Ancak ona bu farklılığı kazandıranın akıl olduğunu kavrayamadığı için çözümü çok yanlış yollarda arar. Özendiği bu kimsenin tüm tavırlarını, konuşmalarını, üslubunu gözlemlemeye ve kendi üzerinde uygulamaya çalışır. Bilgisini, görgüsünü, becerisini artırır, belki kütüphaneler dolusu kitap okur ama yine de bu kimsenin çevresinde oluşturduğu hayranlık ve takdir uyandıran tavrı elde edemez. Çünkü aklın kaynağı ne bilgi, ne beceri, ne kültür, ne de eğitimdir. Elbette akıllı insan bu özelliklere de sahiptir ve bunları en isabetli şekilde kullanır. Ama aklın asıl kaynağı imandır; bu nedenle bir insan Allah'a samimi bir kalp ile iman etmediği sürece her ne yaparsa yapsın, ne taklitle ne de başka bir yolla aklın getirdiği üstünlüğü elde edemez.
Ayrıca akıl sadece belirli zamanlarda uygulanan birtakım tavırlar ile sınırlı değildir. Aksine duruma, şartlara ve ortama göre değişen bir tavır mükemmelliğidir. İman sahibi insan, her zaman karşılaştığı durumlarda olduğu gibi hiç beklemediği ve hatta ilk kez karşılaştığı olaylarda da keskin bir akıl gösterir.
Akılsız bir insanın böyle bir tavır mükemmelliğini taklit edebilmesi ise söz konusu değildir. Bu kimseler ilk kez karşılaştıkları bir durumda genellikle paniğe kapılır, ne yapacaklarını bilemez, doğru olanı bulamaz ve çoğunlukla da çözümsüz kalırlar. Aklın insana kazandırdığı hız, kıvraklık, çözüm kabiliyeti ve canlılık gibi özellikler bu kimselerde bulunmaz.
Kuran'da iman etmedikleri halde kendilerini dindar tanıtmaya çalışarak müminler arasında yer edinmek isteyen kimselerden bahsedilmiştir. Allah'ın münafık olarak adlandırdığı bu kimseler müminlerin bazı özelliklerini taklit edebilirler. Örneğin Allah'ın emrettiği şekilde 5 vakit namazını kılabilir, mallarından sadaka verebilir ya da dini konularda konuşmalar yapabilirler. Allah, onların gösteriş amaçlı yaptıkları bu tavırları ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar… (Nisa Suresi, 38)
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler… (Münafikun Suresi, 4)
Görüldüğü gibi bu kimseler dinin bazı hükümlerini gösteriş amaçlı olarak yerine getirebilmektedirler. Ama şu kesin bir gerçektir ki, bu kişiler akıllı bir insanda ortaya çıkan alametleri tam olarak taklit edemezler. Bu nedenle de bu insanların çoğu, yaptıkları konuşmalarla, olaylar karşısında gösterdikleri tepkilerle kendilerini ele verir ve samimi Müslümanlardan olmadıklarını istemeden de olsa belli etmiş olurlar. Dolayısıyla akıl, iman edenler ile gerçekten inanmadıkları halde kendilerine dindar imajı vermek isteyenleri ayırt eden önemli bir özelliktir.

Akıl gerçeğe ulaştırır

Akıl, imanı kavramamış pek çok insanın hayatlarında hiç yaşamadıkları "üst bir şuur boyutu"dur. Bu şuurda insanın zihni çok berraktır. Ancak bu berraklığı sağlayan etken ne beynin kapasitesi, ne kişinin zeka düzeyi, ne de yetenekleridir. Bu zihin berraklığının sebebi kişinin Allah'a ve Kuran'a olan imanıdır. Kuran'ı kendine rehber edinen insan, yanlış bildiği her türlü bilgiden arınmış ve bunların yerine sadece doğru bilgiler yerleştirmiş demektir.
Bu bilgilerin en başında, dünya hayatının gerçek yüzü gelir. Berrak akla sahip bir insan Kuran sayesinde Allah'ın dünya hayatını insanları denemek için geçici olarak yarattığını bilir. Dünyanın özel olarak çekici kılındığını ve süslendiğini, insanların bir kısmının kendilerini bu süslere kaptırarak asıl hayatları olan ahireti unuttuklarını açıkça görür. Ancak kendisi, Kuran sayesinde her olayın gerçek bilgisine ulaştığı için, ahiret hayatına yönelik hazırlık yapar.
İnsanın aklı sayesinde gerçek bilgisine ulaştığı bir başka konu da ölüm gerçeğidir. Akıl sahibi kişi, dünyanın en zengin, en güzel, en itibarlı insanı da olsa, bunların kendisine yarar sağlamayacağının ve bir gün mutlaka öleceğinin farkındadır. Ancak ölümün bir son değil, aksine bir başlangıç olduğunu, Allah'ın rızasına uygun bir hayat sürenlerin cennete, dünya hayatına kapılıp Allah'a karşı olan sorumluluklarını unutanların ise cehenneme gideceğini bilir. Dahası altmış yetmiş seneyi aşmayan, üstelik pek çok eksiklikle dolu olan dünya hayatının yanında cennetin sonsuz ve kusursuz güzellikte olduğunun da bilincindedir. Bu nedenle de ölümü üzüntüyle karşılanacak bir yokoluş olarak değil, aksine Allah'ın rahmetine kavuşacağı sonsuz bir hayatın başlangıcı olarak görür. Bu bilinç onun ahiret gerçeğini de tam olarak kavramasını sağlar.
Bu kimselerin yine aklın getirdiği şuur açıklığı neticesinde kavradıkları bir başka konu da kader gerçeğidir. Onlar, sonsuz akıl sahibi olan Allah'ın yeryüzünde gerçekleşen büyük küçük her olayı belirli bir amaç ve hikmet üzerine yarattığını bilirler. Karşılarına ilk bakışta ters gidiyor gibi görünen bir olay çıksa bile, bunun ardında kendileri için yine bir hayır gizli olduğunu ve Allah'ın kendilerini denemekte olduğunu unutmazlar. Bu gerçeği kavradıkları için de Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olur, O'na büyük bir güvenle bağlanır ve kendileri için yarattığı kadere hoşnutlukla razı olurlar.

Akıl doğru düşünmeyi sağlar

Düşünmek, insanın en önemli özelliklerinden biridir. Ancak birçok insan bu özelliğini gerçekten hikmetli ve fayda verecek bir konu yerine, kendine ve çevresine hiçbir yarar sağlamayacak konular için kullanır. Kimi zaman saatlerce hatta günlerce düşünür ama harcadığı uzun vaktin ardından ortaya hiçbir sonuç çıkaramaz. Oysaki bir insanın faydalı düşündüğünü iddia edebilmesi için gördüğü, duyduğu, algıladığı ya da aklından geçirdiği bilgileri yarar getirecek bir sonuca bağlaması gerekir.
İşte akıl sahibi insanların farklılığı bu noktada kendini gösterir. Akıllı bir insan sadece düşünmüş olmak için değil, sonuç elde edebilmek, fayda sağlayabilmek, doğruyu bulabilmek ve güzel bir şeyler üretebilmek için düşünür. Düşüneceği konularıysa yine aklıyla belirler; hiçbir zaman için kendisine vakit kaybettirecek, sonuca ulaştırmayacak konulara dalıp, aklını boş şeylerle meşgul etmez. Örneğin, boş kuruntulara kapılmaz, şeytanın vesveseleriyle uğraşmaz, geleceğe yönelik endişe dolu düşüncelerle vaktini harcamaz…
Bu konuda kendisine Kuran'ı rehber edinir ve Allah'ın insanları üzerinde düşünmeye teşvik ettiği konuları kendine esas alır. Bu konuların en başında ise kendisi dahil, tanıdığı, gördüğü, bildiği herşeyi yaratan Allah'ın büyüklüğünü düşünmek gelir. Akıl sahibi bir insan hayatının her anında Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu, varlığının herşeyi sarıp kuşattığını, tüm varlıklar O'na muhtaç iken O'nun hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını, evrenin hakimi ve sahibi olduğunu, her an her saniye tüm insanları gözlemekte olduğunu, onların akıllarından geçirdikleri ya da söyledikleri her sözü bildiğini, yaptıkları her tavrı gördüğünü ve ezelden ebede kadar herşeyin bilgisini Katında sakladığını aklından çıkarmaz.
Akıllı bir insanın en çok düşündüğü konulardan biri de Allah'ın sevgisini ve rızasını nasıl kazanabileceğidir. Çünkü bu kişi, dünyadaki herkesten ve herşeyden çok kendisini yaratan Allah'a karşı sorumlu olduğunu bilir. Yaşadığı her an, karşılaştığı her olayda kendisini Allah'a yakınlaştıracak en güzel tavrın hangisi olduğunu düşünür. Aklını sürekli hayırlı ve güzel işler yapma konusunda çalıştırır, çevresindeki insanlara karşı hep en güzel tavrı göstermeye, en güzel sözü söylemeye ve Allah'ın istediği en güzel ahlakı yaşamaya çalışır. Kuran'da bildirilen emir ve yasakları titizlikle uygulayarak Allah'ın en sevdiği kullarından olabilmek için elinden gelen tüm gayreti sarf eder.
Kuran'da akıllarını kullanarak düşünen bu kimselerin, Rabbimizin büyüklüğünü görerek en doğru olana ve gerçeğe ulaştıkları şöyle ifade edilmiştir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Böyle yarar getirecek konuları düşünmek ise kişinin aklının daha da artmasını ve böylece çok daha isabetli tavırlar ortaya koymasını sağlar. Aklını kullanan bir insan dünyada ve ahirette kendisine büyük bir kazanç sağladığı gibi çevresindeki insanları da her zaman için doğru ve güzel olanı uygulamaya teşvik eder.

Kuran'a göre insan hangi konularda aklını kullanmalıdır?

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün art arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4-5)

Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 65-67)

Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 4)

Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 24)

Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 10-12)

O, sizi yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız. O, yaşatan ve öldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya art arda gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? (Mü'minun Suresi, 79-80)

Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 22-24)

Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? "İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Rum Suresi, 28)

 
"Ey Adem oğulları, Ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o, sizin için apaçık bir düşmandır;" "Bana kulluk edin, doğru yol budur." Andolsun o, sizden birçok insan-neslini saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz? (Yasin Suresi, 60-62)

O'dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). (Mü'min Suresi, 67)

Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!.. Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Rad Suresi, 18-19)

Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umut eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)

Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (Zümer Suresi, 21)

Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara Suresi, 269)

Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)

Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)

De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (Enam Suresi, 151)

Biz senden önce, şehirler halkına kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında (başkalarını elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, ki kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş olsunlar? Korkup-sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Yusuf Suresi, 109)

Elçilerimiz Lut'a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler ki: "Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın dışında, seni ve aileni muhakak kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır." "Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azap indireceğiz." Andolsun, biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır. (Ankebut Suresi, 33-35)

Aklın kazandırdıkları

Akıl sahibi kimseleri Allah Kuran'da, "Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir." (Zümer Suresi, 18) şeklinde tanımlar. Bu kimseler Allah'ın kendilerine gösterdiği yola tam olarak uydukları, Kuran'ın tavsiyelerini titizlikle yerine getirdikleri ve vicdanlarına kesin olarak tabi oldukları için, Allah onları akıl gibi büyük bir nimetle ödüllendirmiştir.
Akıl, beraberinde insana pek çok nimetin daha kapısını aralayan son derece önemli bir özelliktir. Akıllı bir insan bulunduğu her ortamda, yaptığı her hareket ve söylediği her söz ile farklılığını hissettirir ve çevresinde büyük bir saygı ve hayranlık uyandırır. Akıl öylesine değerli bir özelliktir ki, insana hayatının sonuna kadar sürekli olarak yeni üstünlükler kazandırır.
İşte ilerleyen sayfalarda aklın insana kazandırdığı bu üstünlüklerden bazılarına değinerek, aklın ne kadar büyük bir nimet olduğu hatırlatılacaktır.

Güzel Ahlak

Akıl sahibi bir insanın kazandığı özelliklerin başında, insana dünyada ve ahirette pek çok güzelliğin yolunu açan Kuran ahlakı gelir. Akıllı bir insan, Allah'ın Kuran'da bildirdiği üstün ahlakı en titiz şekilde uygulayan insandır. Kuran'da insanlara dürüstlük, candanlık, samimiyet, alçak gönüllülük, yumuşakbaşlılık, merhamet, adalet, hoşgörü ve bağışlayıcı olmak ve daha pek çok ahlak güzelliği tavsiye edilir. Akıl sahibi bir insan da aklını kullanarak, karşılaştığı her olayda bu tavırları en güzel şekliyle uygulamayı başarır. Kuran ahlakını ne kadar titizlikle uygularsa, ahirette Allah'tan o kadar güzel bir karşılık görebileceğini bilir.
Bu yüzden akıllı bir insan günlük yaşantısı içinde karşılaştığı her olayda vicdanına uygun davranır. Örneğin yardıma muhtaç bir kimseye yardım eder ve bu sorumluluğu başkalarına bırakmaz. Allah'ın razı olacağını bildiği güzelliklerin hiçbirini kaçırmadan uygular. Ya da tek başına ağır bir eşyayı taşımaya çalışan bir insanı yapacak hiçbir işi olmadığı halde oturarak seyretmez. Hasta ya da yaşlı birini gördüğü zaman ona yerini verip kendisi ayakta kalmayı tercih eder. Aksi takdirde umursuz bir tavır göstermiş olacağını ve Allah'ın bundan razı olmayacağını bilir. Gerçekten öfkelenilecek bir tavırla karşılaştığında bile, Allah'ın yumuşakbaşlı bir tavırdan razı olacağını düşünerek öfkesini yener ve karşısındakine güzel söz söyler. Kendi aleyhine olacağını bilse dahi her zaman için dürüst davranır.
Aklı sayesinde tüm bu tavırları hayatının sonuna kadar en güzel şekilde uygulayan bir insan ise hem dünyada güzel bir hayat yaşar, hem de Allah'ın rızasını hedefleyerek gösterdiği bu güzel tavırlarından dolayı cennetle mükafatlandırılır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 30-31)

Feraset-Basiret

Feraset bir insanın sahip olduğu çabuk anlama ve kavrama yeteneğidir. Basiret ise kişinin, bir konunun özünü kavrama gücü, gerçeği tüm detaylarıyla görebilme kabiliyeti ve ileri görüşlülüğüdür. Her iki özelliği de insana kazandıran kaynak ise "akıl"dır.
Allah bir ayetinde, "Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz." (Mümin Suresi, 58) hükmüyle basiretin önemine dikkat çekmiş ve bu özellikten yoksun olan kimseleri de "kör" olarak nitelendirmiştir.
Kuran'ın bir başka ayetinde ise, aklın kazandırdığı bu büyük nimete sahip olan kişiler ile görüş ve kavrayış gücü kapalı olan insanların durumlarının ne kadar farklı olduğuna şöyle dikkat çekilmiştir:
Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Rad Suresi,19)

Feraset ve basiret sahibi bir insan, karşılaştığı bir olayı, bir tavrı ya da bir sözü en doğru şekilde analiz edebilme yeteneğine sahiptir. Geçmişte edindiği tecrübelerden en akılcı sonuçları çıkarır ve bu bilgileri ilerisi için en isabetli şekilde kullanmayı bilir. İçerisinde bulunduğu ortamı, şartları ve imkanları akılcı bir bakış açısıyla değerlendirir ve bu şartları olabilecek en iyi seviyeye getirmeyi ve elindeki imkanları en iyi şekilde kullanmayı başarır. Bir işe atılacağı zaman mutlaka bu konuda gerekli olabilecek her türlü tedbiri alır, olası aksaklıkları tespit eder ve bu doğrultuda hareket eder. Her konuşması isabetli, her tavrı itidalli ve her düşüncesi keskin bir aklın ve kavrayışın ürünüdür.
Akıl sahibi kişilerin bu özelliklere sahip olmaları ise, tüm hayatlarını Allah'ın rızasını kazanmaya adayan ve ahireti hedefleyen ihlaslı kimseler olmalarından kaynaklanmaktadır. Kuran'da peygamberlerin katıksızca ahirete yöneldikleri hatırlatılmış ve onların gösterdikleri bu ahlakla bağlantılı olarak aynı zamanda da güç ve basiret sahibi kimseler olduklarına dikkat çekilmiştir:
Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakup'u hatırla. Gerçekten Biz onları katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp anan ihlas sahipleri kıldık. Ve gerçekten onlar, Bizim Katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır. (Sad Suresi, 45-47)

Hikmet, anlatım çarpıcılığı ve hitabet kabiliyeti

Aklın, çoğu insanın bilmediği bir başka yönü de, insanın tüm tavırlarına ve konuşmalarına "hikmet" kazandırmasıdır. Ancak insanların büyük çoğunluğu hikmetli tavır ve konuşmaların kaynağının akıl olduğunu bilmez. Aksine hikmetin eğitim ve tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olduğunu düşünürler. Öyle ki çoğu insan güzel ve etkili konuşabilmek için çözümü yalnızca dersler almakta ya da etkili konuşma sanatı gibi kitaplar okuyarak insanları etkileyecek konuşma kurallarını ezberlemekte arar. Bu kitaplarda etkili bir konuşma yapabilmek için insanların ne zaman konuşmaya başlayacağı, ne zaman susacağı, ne zaman güleceği gibi her türlü detay çeşitli kurallara bağlanmıştır. Bu kurallara ne kadar titizlikle uyulursa konuşmanın o derece başarılı olacağına inanılır.
Oysa güzel ve etkili konuşmayı herhangi bir kurala bağlayabilmek kesinlikle mümkün değildir. Aksine asıl etkili olan konuşma hiçbir kurala bağlanmamış, ezberlenmemiş, kişinin içinden geldiği gibi, hiç zorlanmadan, suni bir tavra gerek görmeden yaptığı "samimi konuşma"dır ki, bunu da eksiksiz olarak ancak hikmet sahibi kimselerde görebilmek mümkündür. Hikmetli konuşan kişi, samimi sözleriyle insanların kalplerinde derin bir etki uyandırır.
Dinden uzak bir insan da uzmanlaştığı bir konuda, oldukça güzel vurgulamalarla, konuşma kurallarına bağlı kalarak iyi bir anlatım yapabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, sayılan özelliklerden hiçbiri yapılan bu konuşmanın hikmetli bir konuşma olduğunu göstermez. Bir konuşmanın hikmetli olduğundan bahsedebilmek için bu konuşmanın samimi ve amaçlanan konuda karşı tarafın kalbinde etki bırakacak nitelikte olması gerekir. Hikmet sahibi bir insan anlatmak istediği bir şeyi olabilecek en özlü şekilde, en çarpıcı örneklerle ve olabilecek en samimi şekilde ifade edebilen kimsedir. Allah bir ayetinde Hz. Davud'a bu özelliği verdiğini bildirerek hikmetin önemine dikkat çekmiştir:
Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik. (Sad Suresi, 20)
Ayette görüldüğü gibi, Allah hikmetle birlikte verilen bir nimet olarak "anlatım çarpıcılığı"ndan bahsetmiştir. Böyle bir nimete kavuşabilmek için ise özel bir kabiliyete sahip olmaya veya olağanüstü bir çaba harcamaya gerek yoktur. Bu, Allah'ın iman eden ve samimi olan kullarına verdiği bir özelliktir.
Ancak hikmet, kendisini sadece konuşmada belli eden bir özellik değildir. Hikmet sahibi bir insanın tüm tavırlarında, aldığı tüm kararlarda, yaptığı tüm teşhislerde aynı isabetli yapıyı görebilmek mümkündür. Kuran'da bu önemli özelliğin peygamberlerin pek çoğuna verildiğinden bahsedilmektedir:
Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir... (Enam Suresi, 89)
Böylece onları, Allah'ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti... (Bakara Suresi, 251)
(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) "Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut." Daha çocuk iken ona hikmet verdik. (Meryem Suresi, 12)
Kuran'ın başka ayetlerinde ise Allah'ın hikmeti dilediği her kuluna verebileceği bildirilmiş ve hikmetin önemine şöyle dikkat çekilmiştir:
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez. (Bakara Suresi, 269)
(Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 8)
Tüm bu ayetlerden anlıyoruz ki, akıllı bir insana verilen bu büyük nimet, beraberinde etkili bir "hitabet gücü" ve "ikna kabiliyeti" de kazandırır. Mümin, aklın kendisine kazandırdığı bu hikmet, anlatım çarpıcılığı ve hitap kabiliyeti gibi özellikler sayesinde Allah'ın "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et..." (Nahl Suresi, 125) ayetiyle bildirdiği gibi, hak dini ve Kuran ahlakını en güzel şekilde anlatabilme imkanını da kazanmış olur.

Üstün bir teşhis kabiliyeti

Aklın insana kazandırdığı bir başka önemli özellik de "teşhis kabiliyeti"dir. Her insan her konu hakkında teşhis yapabilir, fikir beyan edebilir. Ancak akıl sahiplerinin bu konudaki farklılığı, onların teşhislerinin her zaman için isabetli olması ve çoğu insanın fark edemediği detayları rahatlıkla görebiliyor olmalarıdır. Bu isabetliliğin ve ince teşhis kabiliyetinin sırrı ise, müminin Kuran'ı rehber edinerek, aklını bu doğrultuda kullanmasıdır. Kuran, Allah'ın hak kitabıdır. Dolayısıyla Kuran'a uyan kimseler kesin olarak en doğru olana ulaşacaklardır.
Akıl sahiplerinin bu özelliği onlara hayatın her alanında büyük bir üstünlük ve kolaylık sağlar. Herşeyden önce karşılaştıkları her insanın karakterini çok iyi ve çok ayrıntılı bir biçimde analiz edebildikleri için, dostlarını ve düşmanlarını rahatlıkla tespit edebilirler. Allah'ın Kuran'da tanıttığı insan karakterlerinden yola çıkarak, karşılaştıkları her insanın yapısını çok kısa bir sürede kavrayabilirler. Yine aynı şekilde lehlerinde ya da aleyhlerinde gelişen bir olayı henüz başlangıcında iken fark edebilmeleri ve buna karşı tedbir alabilmeleri de yine onların kazançlı çıkmalarını sağlar. Ayrıca çevrelerinde bulunan insanlardaki güzel vasıfları, çoğu kimsenin fark edemediği incelikleri, akıl alametlerini görebilenler de yine ancak akıl sahipleridir.
Bu konuda akıllı insanlarda dikkat çeken bir başka özellik ise, bu teşhisleri yapabilmek için uzun uzun incelemeler yapmalarına ya da detaylı bilgi toplamalarına gerek olmamasıdır. Akıl sahibi bir insanın özelliği, en az delil ile ve en kısa zamanda, en doğru teşhisleri yapabilmesidir.
Söz gelimi akıllı bir insan, bir kimsenin yalan söylediğini o anki üslubundan, sözlerindeki tutarsızlıktan, olayı aşırı derecede detaylandırmaya çalışmasından, üzerindeki tedirginlikten ve duruma göre değişebilecek daha pek çok tavrından teşhis edebilir. Akılsız bir insan ise, yalan söylemekte olan bu kimsenin sözlerine tümüyle itimat edebilir, hatta bu kişinin ne kadar dürüst bir insan olduğundan bahsedebilir. Bu nedenle de o kişiyle maddi ya da manevi ortaklıklara girişerek zarara uğrayabilir.
Aynı şartlar altında bir olaydan yanlış sonuçlar çıkarıp, yanlış teşhisler yapan akılsız kimselerin bu yanılgılarının sebebi ise Kuran'a tabi olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Allah, Kuran'da verdiği örnekleri ancak akıl sahiplerinin görüp anlayabileceğine dikkat çekmiş ve bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını hatırlatmıştır:
İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. (Ankebut Suresi, 43)
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)

Dikkat ve Şuur Açıklığı

Allah Kuran ayetleriyle insanlara "dikkatli olmalarını" hatırlatmış ve bu dikkati hangi yönde sarf edeceklerini de şöyle açıklamıştır:
Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
Ayetlerde hatırlatılan konulardan da anlaşılacağı gibi Allah, insanlara dikkatlerini, doğru düşünebilmek, olayları doğru değerlendirebilmek ve böylece gerçekleri görebilmek için kullanmalarını öğütlemiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde bir dikkat ancak akıl sahiplerinin gösterebileceği bir özelliktir. Çünkü Kuran'da Allah'ın ayetlerinden ancak akıl sahiplerinin düşünüp öğüt alabilecekleri bildirilmiştir:
… Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
(Bu Kuran,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)
İşte dikkatini Kuran'da bildirildiği şekilde kullanan akıl sahipleri bu yolla tüm gerçekleri görebilirler; öncelikle Allah'tan başka bir Yaratıcı olmadığını, Allah'ın tüm evrenin sahibi olduğunu ve ahiretin kesin bir gerçek olduğunu kavrarlar.
Önceki bölümlerde üzerinde durduğumuz gibi, açık bir şuur ve dikkat, akıllı bir insanın günlük hayatının her anında kendini belli eder. Bu kişiler, Allah'ın herşeyi bir amaçla yarattığını, yaşadıkları her olayın, şahit oldukları her konuşmanın kendileri için yaratılan imtihanın bir parçası olduğunu ve karşılarına çıkarılan herşeyden sorumlu olduklarını bilmenin verdiği bir dikkat açıklığı kazanırlar. Bu sayede bulundukları ortamda gelişen bir tehlikeyi hemen fark eder ve gerekli müdahaleyi herkesten önce yaparlar. Aynı şekilde olumlu gelişme gösteren olayları da dikkatleri sayesinde hemen tespit edebilirler.
Zekanın da insanlara belirli bir oranda dikkat yeteneği kazandırdığı doğrudur. Ancak aklın buradaki farkı, insana zekanın gösteremediği detayları fark ettirebilmesi ve her konuda önceden teşhis yapma, tedbir alma, karar verme kabiliyeti kazandırmasıdır. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Söz gelimi zeki bir insan dikkati sayesinde evinin alt katından gelen sesleri duyarak evine giren hırsızı fark edebilir. Akıllı bir insan ise olay bu aşamaya hiçbir şekilde gelmeden, hırsızlık ihtimaline karşı keskin tedbirler alabilen ve kalıcı çözümler getirebilen insandır. Hırsıza imkan sağlayabilecek tüm alternatifleri önceden değerlendirmiş ve bu doğrultuda detaylı bir çalışma yapmıştır. Örneğin eve yabancı birinin girişini kesin olarak engelleyecek çok detaylı bir güvenlik sistemi oluşturmuştur.
İşte olması gereken makbul dikkat şekli de budur. Akıllı insan, bir tehlikeyi gerçekleşirken fark etmez. Aksine henüz bu tehlike oluşmadan, böyle bir olayla karşı karşıya gelmeden önce dikkatli davranır ve açık noktaları önceden tespit eder. Ardından da tespit ettiği bu tehlikelerle karşılaşmamaya yönelik kesin önlemler alır.

Güçlü bir kişilik

Akıllı bir insan, canlı cansız tüm varlıkların Allah'a boyun eğdiğini ve O'nun izni olmadan yeryüzünde hiçbir olayın gerçekleşemeyeceğini bilir. Allah'a karşı duyduğu teslimiyet ve güven, onun Allah'tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmamasını ve böylece güçlü bir kişilik geliştirmesini sağlar. Herşeyi Allah'ın kontrol ettiğini bildiği için, kişilere, olaylara ya da şartlara göre tavrı değişmez. İnsanların beğenisine göre değil, Allah'ın sevgisini kazanmaya yönelik hareket ettiği için hiçbir çıkar uğruna kişiliğinden, tavrından ve ahlakından ödün vermez.
Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, akıl sahibi bir insanın "güçlü kişilik" kavramı, cahiliye toplumlarında bilinen anlamından çok farklıdır. Din ahlakından uzak toplumlarda insanlar, şahsiyetli olmanın, ancak kibir, resmiyet ve ciddiyet ile elde edilebileceğine inanırlar. Kişi, çevresindeki insanlara, kendi farklılığını ve üstünlüğünü ne kadar hissettirebilirse, onun o kadar şahsiyetli bir tavır gösterdiğini düşünürler. Oysa bu şahsiyet çoğu zaman, içte yaşanan güçlü bir kişilik değil, daha ziyade göz boyamaya ve etrafta şahsiyetli bir insan "imajı" oluşturmaya yönelik göstermelik bir tavırdır.
Gerçek şahsiyetin ne kibirle, ne ciddiyet ve resmiyetle, ne de dış görünüşle hiçbir ilgisi yoktur. Kuran'a göre güçlü bir kişilik, insanın Allah'tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesidir. Hiçbir koşulda ya da hiçbir dünyevi çıkar için Allah'ın kendisine bildirdiği doğrulardan taviz vermemesi, basit ve çirkin tavırlara tenezzül etmemesidir. İşte insana kişilik kazandıran asıl özellikler bunlardır ve bu konuda kararlılık gösterebilen kimseler de ancak akıl sahipleridir. Kuran'da doğru yoldan asla sapmayan akıl sahibi kişiler bu tavırlarından dolayı şöyle müjdelenmişlerdir:
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (Fussilet Suresi, 30)

Allah'ın yardım ve desteği


Allah Kuran'da, "Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir" (Maide Suresi, 105) hükmüyle inanan kimselere önemli bir gerçeği haber vermiştir: İnkarcılar, doğru yolda olan kimselere zarar veremezler.
Doğru yol ise ancak iman eden ve Kuran'a uyan akıl sahiplerinin ulaşabildiği yoldur. Bu kişiler, her konuda sadece Kuran'da kendilerine bildirilen doğruları rehber edinip, hayatlarını bu doğrulara göre düzenledikleri için her zaman Allah'ın desteği ve yardımıyla karşılık görürler. Allah iman edenlerin yardımcısıdır ve dinine yardım edenlere yardım vaat etmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
… Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Allah, Kendisi'ne samimi bir kalple iman etmelerine karşılık inananları koruyup destekleyeceğini, onlara her işlerinde kolaylık sağlayıp yollarını açacağını bir başka ayetinde şöyle bildirmiştir:
Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
Nitekim Enbiya Suresi'nde Allah, her zaman için hak ve doğru olanın, batıl olana üstün geleceğine dikkat çekmiştir. İşte haktan yana hareket eden akıllı insanların, her zaman batılın arkasına sığınan akılsız insanlara üstün gelmelerinin sebebi de budur. Allah bu gerçeği şöyle bildirmiştir:
Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir… (Enbiya Suresi, 18)

Günlük hayatta akıl örnekleri

Kitabın başından bu yana gerçek aklın ne olduğuna, nasıl kazanılabildiğine ve aklı artırmanın yollarına değindik. Ancak önemli olan kişinin, aklı kendi günlük hayatına nasıl aktarabileceğini, onu nerelerde ve nasıl kullanabileceğini görmesidir. Çünkü akıl, sadece büyük buluşlarla ortaya çıkan ya da hayatın ehemmiyetli görülen alanlarında başarılı olmayı sağlayan bir yetenek değildir. Aksine günlük yaşamın temizlikten yemeğe, giyimden sanata kadar tüm detaylarına yansıyan bir özelliktir. İşte bu nedenle bu bölümde aklın günlük hayata nasıl yansıdığı konusunda bazı örnekler verilecektir.

Akıllı bir insanın düşünme tarzı…

Akıllı bir insan herşeyden önce her an Allah'ın rızasını en fazla nasıl kazanabileceğini düşünür. Etrafında olup biten tüm olayları dikkatlice inceler ve vicdanıyla kendisinin bu ortam içerisinde yapması gereken en güzel tavrı tespit eder.
Düşüncelerine hiçbir konuda baskı uygulamaz; hür düşünür. Ufku alabildiğine geniştir. Özgür düşünmesini engelleyecek tüm taassuplardan, korkulardan ve fikri saplantılardan kurtulmuştur.
Düşüncelerine hiçbir sınır koymadığı için sürekli olarak sade ancak bunun yanı sıra son derece etkili fikirler bulur.
Aklını gereksiz konularla hiçbir şekilde meşgul etmez. Kendisine hiçbir fayda sağlamayacak, zaman kaybettirecek ve asıl önemli konulara vakit ayırmasını engelleyecek şeyleri düşünerek oyalanmaz.
Bulunduğu ortamın ve beraberindeki insanların ihtiyaçlarını düşünmeye öncelik tanır. Bu kişilerin güvenliklerine, sağlıklarına ve huzurlarına yönelik her türlü ihtiyacı gidermek için ne yapabileceğini düşünür ve eğer bu yönde bir sorun varsa hiç ertelemeden bunlarla ilgilenir.
Daima dine ve müminlere fayda getirecek şeyler düşünür. Sürekli olarak daha fazla hayır işlemek isteği ve çabası içindedir.
Akıllı bir insan ayrıca planlı düşünür. Düşüncelerini hedeflediği konuya yönlendirir. Gereksiz detaylara takılmaz.
Olayları çok aşamalı düşünür. Bir olayın birkaç aşama sonrasında nasıl bir şekle girebileceğini, potansiyel olarak ne tür tehlikeler içerebileceğini ya da nasıl gelişmeler gösterebileceğini tahmin ederek bu yönde tedbirlerini alır.
Geçmişte yaşanan olaylar üzerinde de düşünür. Tüm bu tecrübelerden en akılcı ve hikmetli sonuçları çıkarır ve ileride kullanabileceği değerli bir birikim elde etmiş olur.
Aklına olumsuz ya da yanlış bir düşünce geldiğinde bunun şeytandan gelen bir vesvese olduğunu bilerek Allah'a sığınır.
Bunun yanında Allah'ın yarattığı her olayda mutlaka bir hikmet ve güzellik olduğunu bilerek "mutlaka bir hayır vardır" diyerek düşünür.

Akıllı bir insanın sohbeti ve konuşmaları…

Akıllı bir insan olabilecek en isabetli, en hikmetli, en özlü ve en faydalı konuşmaları yapar. Ufku geniş olduğu için verdiği örnekler etkileyici ve benzersizdir. Çok konuşmak yerine faydalı konuşmaktan hoşlanır. Gerektiğinde ve yeri geldiğinde konuşur. Ne zaman konuşup ne zaman susacağını da aklıyla ayarlar. Örneğin çok acelesi olan birini önemsiz bir konuyla meşgul etmez.
Tüm bunların yanında boş konularda boş konuşmalar yaparak da vakit kaybetmez. Önemli bir konuyu da ancak ehemmiyeti derecesinde konuşur.
Akıllı bir insan içinden geldiği gibi, samimi konuşmalar yapar. Kalıpçı bir yapısı yoktur. Asıl etkili olan konuşmanın insanın "içinden geldiği gibi" konuşması olduğunu bilir.
Bunun yanında sürekli aynı kelimeleri, aynı üslubu ve aynı cümleleri kullanarak monoton bir hava içerisinde konuşmaz. Sohbetinde imalı ve incitici sözler kullanmaz. Hiçbir zaman için alaycı konuşmalarla karşı tarafı rahatsız etmez. Söylemek istediği şeyi açık ve net olarak söyler.

Akıllı bir insanın sanat ve dekorasyon anlayışı…

Akıllı bir insan dekorasyon konusunda herşeyden önce Allah'ın sanatını örnek alır. Kuran'da belirtilen cennet tasvirlerinin insan ruhuna en çok zevk verecek malzemelere dikkat çektiğini bilir ve dünya şartlarında bu güzelliği andıran bir dekorasyon oluşturmaya çalışır.
Her konuda olduğu gibi bu konuda da hiçbir kurala bağlı kalmaz. Sırf moda olduğu için belirli kalıplar arasında sıkışmak zorunda olmadığını bilir. Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm medeniyetlerin ve tüm kültürlerin sanat anlayışlarından istifade edebilir ve onların geride bıraktıkları tüm sanat eserlerinden ilham alabilir.
Tüm bu eserler arasında, sanat ve estetik konusunda göze en hoş gelen ve ruha en çok zevk verenlerin analizini yapabilir ve bunların en estetik birleşimini oluşturarak ortaya benzersiz bir eser çıkartabilir.
Böyle bir insan estetik ve sanatı, aynı zamanda konforla da birleştirebilir. Bu nedenle akıllı bir insanın dekore ettiği bir ortamda yaşamak hem çok zevkli hem de çok rahattır. Seçilen malzemeler estetiği yansıtmasının yanında, insan sağlığı açısından da en sıhhi, en konforlu, en kolay temizlenebilen ve en uzun ömürlü olacak şekilde düzenlenmiştir. Örneğin sırf güzel duracak diye, sağlığa zarar verebilecek bir koku ya da benzeri bir madde içeren hiçbir malzemeyi kullanmaz. Bunun yerine aynı güzelliği farklı malzemelerle de elde edebilir.
Tüm bunların yanında dekorasyonda sürekli olarak yenilik yapabilir. Aynı malzemelerle aynı mekanda birbirinden tamamen farklı ve benzersiz olan yüzlerce ayrı dekor oluşturabilir. Yaşadığı yerin dekorasyonunun monotonlaşmasına hiçbir şekilde izin vermez. Küçük ya da büyük birtakım değişikliklerle yaşadığı ortamı sürekli olarak güzelleştirir.
Aklın yol göstermesiyle yapılan bir dekorasyonda, göze ters gelecek hiçbir şey olmaz. Işık ve ses düzeni, renk seçimi insan gözünü ve ruhunu en rahat ettirecek ve en zevk verecek şekilde olur.
Dekorasyonda simetriye önem verir. İnsan gözünün simetriden alacağı zevki ve aksinde oluşacak karmaşanın hem göze hem de ruha vereceği yorgunluğu aklıyla hesaplayabilir.

Akıllı insanın el becerisi…

Akıllı insan el becerisini aklıyla kazanır. Beceri gerektiren herhangi bir durumla karşılaştığında mevcut imkanları aklıyla en iyi şekilde değerlendirerek, hangi işin nasıl yapılırsa en iyi sonucu vereceğini önce zihninde tasarlar ve uyguladığında da en mükemmel sonucu elde eder. Her işi olabilecek en pratik şekilde halleder. Ani bir sorunla karşılaştığında elinde yeterli malzeme olmasa dahi mevcut imkanları değerlendirerek bu sorunu en güzel şekilde giderebilir.
Herhangi bir aksaklıkla karşılaştığında öncelikle bunun kendi imkanlarıyla ve bilgisiyle çözülüp çözülemeyeceğine bakar. Eğer kendisi yapabilecekse problemi gidermeye çalışır. Ama eğer problem teknik bir sorundan kaynaklanıyor ve bu kişinin imkanlarını aşıyorsa bu durumda vakit kaybetmez ve konuya, en yetkili ve bilgili kimseyi çağırarak çözüm getirir.
Karşılaştığı sorunlara geçici ve iptidai değil, kalıcı ve kesin çözümler getirir. Aksinde ortaya çıkabilecek olan tahribatın verilecek olan emekten çok daha fazla olabileceğini bilir.

Kuran'da akıl örnekleri

Akıl sahibi kimselere Allah, Kuran'da anlatılan kıssalar üzerinde düşünüp ibret almalarını hatırlatmıştır. Yusuf Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)
Kuran'daki bu hatırlatma doğrultusunda ilerleyen satırlarda peygamber kıssalarında yer alan akılcı davranışlardan yalnızca birkaçına dikkat çekilerek, aklın kazandırdığı üstünlük bir kez daha ortaya konacaktır.

Zülkarneyn'in aşılamaz sağlamlıkta bir set inşa etmesi

Kuran'da Allah'ın kendisine sapasağlam bir iktidar verdiği ve "özü kapsayan bir bilgi"ye sahip olduğu bildirilen Hz. Zülkarneyn'den bahsedilmiştir. Kuran'da Zülkarneyn kıssası şöyle anlatılır:
Sana (Ey Muhammed,) Zülkarneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim. Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik. (Kehf Suresi, 83-84)
İşte böyle, onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık. Sonra bir yol (daha) tuttu. İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu. Dediler ki: "Ey Zülkarneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?" Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım."(Kehf Suresi, 91-95)
Hz. Zülkarneyn, ayetlerde görüldüğü gibi oradaki halkın talebine karşılık vermiştir. Ancak Zülkarneyn, halkı Yecüc ve Mecüc'den korumak için gerekli olan bu seddi öylesine akılcı bir yöntemle inşa etmiştir ki, set bir daha ne aşılabilmiş ne de delinebilmiştir:
"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim." Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. (Kehf Suresi, 96-97)
Zülkarneyn'in bu başarısı kuşku yok ki üstün bir akla sahip olması sayesinde gerçekleşmiştir. Aşılamayacak bir set oluşturabilmek için olabilecek en sağlam malzemeyi seçmiş ve bu malzemeyi de olabilecek en etkili şekilde kullanmıştır. Önce demir kütlelerini yerleştirip bunları ateş haline gelinceye kadar körüklettirmiştir. Son derece sağlam bir hale gelen seti bu haliyle de bırakmamış, daha da ciddi bir tedbir daha alarak üzerine eritilmiş bakır döktürtmüştür. Böylece seddi, kesinlikle delinemeyecek, aşılamayacak kadar dayanıklı hale getirmiştir.
Zülkarneyn'in bu seddin oluşturulmasında gösterdiği akıl, imanın getirdiği aklın gücünü ortaya koyan önemli bir örnektir. Çünkü akıl sahibi bir insanın en dikkat çeken özelliklerinden biri, bir tehlike karşısında geçici, zayıf çözümlere başvurmaması, aksine eldeki imkanlar içinde olabilecek en sağlam tedbirleri almasıdır. Yani bir tehlikeyi bir daha asla insanları tehdit edemeyecek, tek bir kişinin dahi zarar görmesine sebep vermeyecek şekilde ortadan kaldırmasıdır. Zülkarneyn'in inşa ettiği sette de bu akıl alameti açıkça görülmektedir.

Hz. İbrahim'in putlara kurduğu tuzak

Kuran'da Hz. İbrahim'in gösterdiği birçok akıl örneğine yer verilmiştir. Bunlardan biri, puta tapan kavmini uyarmak ve onlara doğru yolu göstermek için yaptığı bir plana ilişkindir. Hz. İbrahim, ilah edindikleri putların kimseye faydası dokunmayan basit taşlardan ibaret olduğunu kavmine ispatlamak amacıyla, öncelikle onları putların bulunduğu yerden uzaklaştırmak istemiştir. Akılcı girişimi sayesinde bu isteğini kolaylıkla başarmıştır. Onlara hasta olduğunu söylediğinde hepsi birden hastalıktan korkarak onun bulunduğu yerden uzaklaşmışlardır:
"Ben, doğrusu hastayım" dedi.Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi."Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?"Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat Suresi, 89-93)
Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 58)
Kavminin çevresinden dağılıp gitmesinin ardından Hz. İbrahim, putların yanına yaklaşmış ve en büyükleri dışında putların hepsini kırıp parçalamıştır. Kuşkusuz burada en büyük putu bırakmasının çok önemli bir hikmeti vardır. Nitekim bu olaydaki hikmet, kavmin geri dönüşüyle ortaya çıkacaktır. Geri döndüklerinde putların başına gelenleri gören kavim, ilah edindikleri bu taşların yerle bir olmuş olmasını hayretle karşılamış ve bunu yapanın kim olduğunu sorgulamaya başlamışlardır:
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." (Enbiya Suresi, 59-61)
Hz. İbrahim, kendisine ne olduğunu sorduklarında kırmadığı en büyük putu işaret ederek ona sormalarını söylemiştir. Taşın konuşamayacağını ve olup biten olayları açıklayamayacağını düşünüp anlayan kavmi, bu taşların hiçbir güce sahip olamayacağını da kendilerine itiraf etmek durumunda kalmıştır:
Dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?""Hayır" dedi. "Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin."Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler.Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin." (Enbiya Suresi, 62-65)
Hz. İbrahim, bu konuşma üzerine şunları söylemiştir:
Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?" (Enbiya Suresi, 66)
Dedi ki: "Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" "Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." (Saffat Suresi, 95-96)
Peygamberin, kavmine, ilahlaştırdıkları putların hiçbir işe yaramadığını ispatlaması sonucunda bu kimseler bir an için de olsa vicdanlarına başvurmuş ve yaptıkları işin mantıksızlığını açıkça görmüşlerdir. Her ne kadar daha sonra taşlara tapmakta diretmiş olsalar da, Hz. İbrahim aklı ile onlara gerçekleri göstermiş, yanlış yolda olduklarını kendi kendilerine itiraf ettirmiştir.

Hz. İbrahim'in tebliğinde fark edilen akıl

Kuran'da yer alan Hz. İbrahim'in akıl örneklerinden bir diğeri de Allah'ın kendisini zengin kıldığı ve mülk verdiği bir kimse ile arasında geçen konuşmada görülür. Hz. İbrahim, dinden uzak bir insanın çarpık mantık örgüsüyle Allah hakkında kendisiyle tartışan bir kimseye, dine uymanın kazandırdığı berrak akıl ile galip gelmiştir. Kuran'da mülk sahibi bu kişiyle Hz. İbrahim arasında geçen konuşmaya şöyle yer verilmiştir:

Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Allah'ın öldüren ve dirilten olduğunu söyleyen Hz. İbrahim'e "Ben de öldürür ve diriltirim" diyerek cevap veren bu kişiye, Hz. İbrahim son derece akılcı bir cevap vermiştir. Bunun üzerine bu kimse aklın ve hak olanın karşısında şaşırıp kalmıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in evinden erkenden ayrılması

Allah Kuran'da, "Hani sen, mü'minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir." (Al-i İmran Suresi, 121) ayetiyle bir başka akılcı tavra daha dikkat çekmiştir. Hz. Muhammed (sav) o dönemin mücadele ortamı içinde, müminlerin güvenliğini ve başarısını sağlayabilmek amacıyla erkenden evinden ayrılmıştır. Kuşkusuz Peygamberimiz (sav)'in yaptığı bu uygulama tüm inananlar için aklın ön plana çıktığı önemli bir örnektir.
Bu örnekten anlaşıldığı gibi, önemli bir olay söz konusu olduğunda alınabilecek en akılcı önlemlerden biri de erken hareket etmektir. Zira erken davranan bir insan yapılması gereken tüm faaliyetleri zamanından önce organize ederek, önceden fark edilmemiş olan ihtiyaçları ve detayları tespit edebilme imkanını kazanmış olur. Ayrıca son anda aceleyle yapılacak bir işin neden olabileceği muhtemel bir panik ve heyecan da bu şekilde önlenmiş olur. Geniş bir süre olduğunu bilmek, kişilerin sakin ve akılcı düşünebilmeleri için elverişli bir zemin hazırlar. Ayrıca toplu hareket edilmesi gereken bir olayda, fikir ve davranış birliği sağlamak için gerekli olan bilgi aktarımı da bu vakit içerisinde gerçekleştirilebilir.
Bunun yanında erken davranmak son anda gelişebilecek beklenmedik olaylara ya da istenmeyen gecikmelere karşı önemli bir avantaj sağlar. Erken hareket edildiğinde, ortaya çıkan bir sorunu telafi etme imkanı olur.
İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de erken davranmanın getireceği tüm avantajları önceden hesaplayarak üstün aklını göstermiştir. Mücadelenin gerçekleşeceği ortama erkenden giderek, burada müminler arasında bir görev dağılımı yapmış ve onları en elverişli yerlere yerleştirmiştir.

Hz. Yakup'un önemli bir bilgiyi kötü niyetli kişilerden saklaması

Kitabın önceki bölümlerinde akıllı bir insanın en önemli özelliklerinden birinin, yaptığı her hareketin birkaç aşama sonrasında nereye varabileceğini önceden hesaplaması olduğuna dikkat çekmiştik. Gerçekten de akıl sahibi bir insan feraseti ve basireti sayesinde, bir girişimde bulunurken, bu konuya dair geçmişte yaşadığı tecrübeleri, edindiği bilgileri gözden geçirmeyi ihmal etmez. Aynı şekilde olayların ve kişilerin gelecekte nasıl bir konum içerisine girebileceğini de tüm detaylarıyla göz önünde bulundurur. Aklın getirdiği bu isabetli tavır sayesinde son derece akılcı tedbirler alır.
İşte Kuran'da bu konudaki akılcı tavrına dikkat çekilen peygamberlerden biri de Hz. Yakup'tur. Hz. Yakup, oğullarının, kendisinin Hz. Yusuf'a duyduğu sevgiyi kıskanmakta olduklarını fark etmiş ve bu nedenle de onların Hz. Yusuf'a bir kötülük yapabileceklerinden endişe etmiştir. Nitekim Allah, peygamberin bu endişesinde haklı olduğunu, Kuran ayetlerinde haber vermiştir. Yusuf Suresi'nde Hz. Yakup'un oğullarının kardeşleri Hz. Yusuf için şöyle dedikleri bildirilir:
Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysaki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir." (Yusuf Suresi, 8)
Bu durumu bilen Hz. Yakup, oğlu Hz. Yusuf rüyasında yıldızların, Güneş'in ve Ay'ın kendisine secde ettiklerini gördüğünü anlattığında bu rüyanın Hz. Yusuf'un Allah'ın seçtiği özel bir kimse olabileceğine işaret ettiğini anlamıştır. Bu nedenle de ondan rüyasından kardeşlerine bahsetmemesini istemiştir. Zira Hz. Yakup bu bilginin oğullarının kıskançlıklarını daha da artırabileceğini ve bundan dolayı da onların Hz. Yusuf'a zarar vermeye kalkışabileceklerini düşünmüştür.
Kuran'da Hz. Yakup ile oğlu Hz. Yusuf arasında geçen bu konuşma şöyle haber verilmiştir:
Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm" demişti.
(Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır."
"Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Yusuf Suresi, 4-6)
Görüldüğü gibi Hz. Yakup kıskançlığın doğurabileceği muhtemel sonuçları önceden tespit etmiş ve bu yönde önlem almıştır. Allah'ın, "Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır." (Yusuf Suresi, 7) ayetiyle de bildirdiği gibi müminler, Hz. Yusuf'un kıssasında anlatılan bu akıl alametlerinden de ibret almalıdırlar. Ve kendileri de bu akla sahip olmak için Allah'a yakınlıklarını artırmak için çaba harcamalı ve Kuran ahlakını yaşamalıdırlar.