dekorasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dekorasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2014 Pazartesi

Ahir Zaman Sorularına Bediüzzaman Cevap Veriyor 2 - kitapçık

1-10

1- Hz. Mehdi’ye Katılacak ve Manevi Yardımda Bulunacak Kesimler Kimlerdir?

O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I İSLAM'I MUAVENETİYLE (İslam Birliği'nin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA(Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR.(Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman "BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA" sözleriyle, "TÜM MÜSLÜMANLARIN" ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir.
Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.
Bediüzzaman "İTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda "İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA" yerine getireceğini de bildirmiştir. Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla da büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam Birliği'nin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üçüncü görevindeki diğer bir desteğin de "BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN KATILIMLARIYLA" gerçekleşeceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin gelişi 1400 senedir tüm İslam alimleri ve iman sahipleri tarafından büyük bir heyecanla beklenmektedir. Kuşkusuz ki bütün alimlerin ve velilerin katılımının sağlanacağı böyle büyük bir destek, Hz. Mehdi'nin mücadelesinde ve bu görevini yerine getirmesinde son derece önemli bir rol oynayacak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Dikkat edilirse Bediüzzaman burada "BÜTÜN" kelimesini özellikle belirtmiş ve Hz. Mehdi'yi "alimlerin tümünün birden" destekleyeceğini bildirmiştir. İslam alimlerinin böyle büyük bir ittifakla destek vermeleri Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman bu katılımın ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev ile birlikte gerçekleşeceğini hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına, ona destek verenler arasında da Ehl-i Beyt’ten yani Peygamber soyundan gelen kimselerin bulunacağına dikkat çekmiştir. Bediüzzaman, tüm Müslümanlar, İslam alimleri ve evliyalar ile birlikte"milyonlarca seyyidin de Hz. Mehdi'nin yanında yer alacağını ve bu kutlu zata destek vereceğini" bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin üçüncü görevindeki diğer yardımcılarında olduğu gibi, böyle bir destek de daha önce ne Bediüzzaman döneminde ne de ondan önceki müceddidlerin  devrinde  gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, "PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN MİLYONLARCA SEYYİDİN KATILIMI" ancak Hz. Mehdi döneminde gerçekleşecektir.
Bediüzzaman "O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR" sözleriyle ise "Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, "BİR İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI" ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin bir görevi "yapmaya çalışması" söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.
Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmeti "BÜYÜK GÖREV" olarak nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, "ÇOK BÜYÜK ÇAPLI" faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın "VAZİFE-İ UZMA"sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.

2- Hz. İsa Nuzül Etmiş Midir?

Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA BERABER; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği manayla) başka hakikatleri (gerçekleri) ifade ettiği gibi bu hakikata da mucizane (mucizevi bir şekilde) işaret ediyor. (Kastamonu Lahikası, s. 50)
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelecek olması Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde bildirilen bir gerçektir. Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirmekte, hadislerde Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini söylemektedir. Bu, samimi olarak iman edenler için çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir zamanda yaşayan müminler bu mucizeye tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın ardından Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine şahit olacaklardır.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı "KAT'İ" kelimesiyle, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya dönüşünün "KESİN" bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, Hz. İsa'nın manevi bir şahıs değil, insani bedeniyle mucizevi bir şekilde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan "BİR ŞAHIS" olduğudur.
Ancak Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, dünya böyle büyük bir olayın gerçekleştiğine şahitlik etmemiş, Hz. İsa Bediüzzaman hayattayken henüz nüzul etmemiştir. Allah’ın izniyle bu tarihi olay, Hz. Mehdi'nin ortaya çıktığı dönemde gerçekleşecektir.

3- Hristiyanlık Üçleme ve Hurafelerden Arınmış Mıdır?

4- İslamiyet ve Hristiyanlık İttifak Edip Büyük Güç Kazanarak Dinsizliği Mağlup Etmişler Midir?

5- Hz. İsa Hristiyanlığın Başına Geçmiş Midir?

6- Hristiyanlık İslamiyet’e Tabi Olmuş Mudur?

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek (ortaya çıkacak), yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek (temizlenecek), hurafattan ve tahrifattan (hurafelerden ve tahriflerden) sıyrılacak, hakaik-i İslamiye (İslam gerçeği) ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkılab edecektir (dönüşecektir). Ve Kuran'a iktida ederek (uyarak), o İsevilik  şahs-ı manevisi tabi (uyan) ve İslamiyet metbu (uyulan) makamında kalacak; din-i hak bu iltihak (katılma) neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. (Mektubat s. 53-54)
Bediüzzaman'ın sözlerinde belirttiği gibi, Hristiyanlık dini, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişiyle birlikte, batıl inanışlardan, hurafelerden ve tahrif olmuş özelliklerinden arınacak ve temizlenecektir. İsevilik gerçek din olan İslamiyet ile birleşecek, manevi olarak Hristiyanlık İslamiyet'e dönecektir. İki dinin birleşmesi ile materyalizm fikren mağlup olacak ve insanların üzerindeki etkisi dağılacaktır.
Hz. Mehdi'nin İslam Birliği'ni oluşturması, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmesi, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelmesi ve tüm bunların sonucunda Hristiyanlığın da gerçek hak din olan İslam’a tabi olup İslam ahlakının yeryüzüne hakim kılınması, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır. Böylesine büyük gelişmeler Bediüzzaman’ın döneminde de, günümüzde de yaşanmamıştır.
Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla bu önemli gerçeğe dikkat çekmiş ve Hz. Mehdi'nin geldiğinden bahsedebilmek için bu önemli olayların gerçekleşmiş olması gerektiğini hatırlatmıştır. Kendi yaşadığı dönemde bu olayların yaşanmamış olduğunu belirterek ise, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bir kez daha delillendirmiştir.

7- Bediüzzaman Başkumandan Olmuş Mudur?

... BAŞKUMANDANLARI OLAN "BÜYÜK MEHDİ"NİNKEMAL-İ ADALETİNİ (yüce adaletini)VE HAKKANİYETİNİ (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) DÜNYAYA GÖSTERMELERİ  gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir).(Şualar, s. 456)
Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen birçok hadiste Hz. Mehdi döneminde yeryüzünün adaletle dolacağı haber verilmektedir:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah, benim Ehl-i Beytimden (soyumdan) bir zatı gönderecek, yeryüzü zulümle dolduğu gibi, o yeryüzünü adaletle dolduracak. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Mehdi bendendir, yeryüzü zulüm ve işkence ile dolduğu gibi onu doğruluk ve adaletle doldurur. (Sünen-i Ebu Davud, 5/93)
Bu (Emir) de (Hz. Mehdi) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/348)
Hadislerde belirtilen, bu adalet ve huzur ortamı çok geniş çapta ve çok benzersiz olacaktır. Bediüzzaman da "KEMAL-İ ADALETİ" ve "HAKKANİYETİ" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin adaletinin en mükemmel şekilde olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu vasıflarını dile getirerek öncelikle onun bir şahs-ı manevi olmadığını, "ADALET YAPABİLECEK, HAK VE DOĞRU YOLU İZLEYEBİLECEK BİR ŞAHIS" olduğunu ifade etmektedir. Bir şahs-ı manevinin "adaletli olması ya da hak yoldan ayrılmama vasfını taşıması" söz konusu değildir. Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin ahlakındaki bu "MÜMİN VASIFLARI"na dikkat çekerek, bu konuya açıklık kazandırmış ve onun mübarek "BİR İNSAN" olduğunu hatırlatmıştır.
Bediüzzaman bu sözlerinin başında ise "Büyük Mehdi"nin "BAŞKUMANDANLIK" sıfatına dikkat çekmiştir. Bu, ancak "BİR İNSAN"ın sahip olabileceği bir özellik ve bir insanın üstlenebileceği bir görevdir. Çok açıktır ki Bediüzzaman burada bir şahs-ı manevinin müminlerin başkumandanı olacağından bahsetmemekte; "BU GÖREVİ YERİNE GETİREBİLECEK ÖZELLİKLERE SAHİP BİR ŞAHSI" ifade etmektedir.
Bediüzzaman yaşadığı devrin müceddidi olarak çok kıymetli hizmetler yapmış ancak başkumandan vasfına sahip olmamıştır.
Bediüzzaman "BAŞKUMANDANLARI olan "Büyük Mehdi"nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini DÜNYAYA GÖSTERMELERİ" sözleriyle burada ayrıca Hz. Mehdi'nin yüce adaletinin, haktan ve doğruluktan ayrılmayışının mükemmelliğine "BÜTÜN DÜNYANIN ŞAHİT OLACAĞINI" ifade etmektedir. Tüm insanlar, bu mübarek zatı görüp tanıyacaklar, Allah'ın adil sıfatının yeryüzündeki tecellilerini Hz. Mehdi'de göreceklerdir. Hz. Mehdi'nin büyük fikri mücadelesi neticesinde, belki de tüm dünyada ilk kez zulüm ve kargaşa tamamen bitecek, dünya çapında barış, huzur ve adalet olacaktır. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmediğini, geldiğinde ise Allah'ın bu gelişmelerle onu insanlara tanıtacağını bildirmektedir.

8- Hz. Mehdi ve Talebeleri Geldiğinde, Bediüzzaman Vefat Etmiş Olacağını Nasıl İfade Etmiştir?

TA AHİR ZAMANDA, HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (dünya çapında) ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ (talebeleri), CENAB-I HAKK'IN İZNİYLE GELİR,  O DAİREYİ GENİŞLETİR ve O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH'A ŞÜKREDERİZ. (Kastamonu Lahikası, s. 99)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda ortaya çıkacağını haber vermektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve talebelerini Risale-i Nur'un asıl sahipleri olarak nitelendirmekte, Risale-i Nur'un başlattığı hizmeti bu mübarek şahsın tamamlayacağını müjdelemektedir.
Bediüzzaman burada kullandığı "TA AHİR ZAMANDA" sözleriyle Hz. Mehdi'nin geleceği zamanı belirtmektedir. Bediüzzaman bu ifadesiyle öncelikle Hz. Mehdi'nin kendisinden "İLERİDEKİ BİR TARİHTE" geleceğini dile getirmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı "TA" kelimesi ise bu konuya açıklık getiren önemli bir ifadedir. "TA" kelimesi uzaklık ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman bu ekle, ahir zamanın kendi yaşadığı dönemin çok daha ilerisinde, daha uzakta bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman Risale-i Nur'un dar dairede yani sınırlı bir kesim içerisinde başlattığı hizmetleri daha ileriki bir tarihte gelecek olan Hz. Mehdi ve talebelerinin devam ettireceklerini ve bunu dünya çapında bir hizmete dönüştüreceklerini bildirmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, bu mübarek zatın ise kendisinden sonraki bir dönemde geleceğini açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde "dar ve geniş daire" (dar ve geniş alemler) kavramlarını kullanmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur'un etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin dar dairede yani sınırlı bir bölgede yapılan bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin ise "HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE" yani "DÜNYA ÇAPINDA" gerçekleştirileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, halihazırda dünyanın pek çok yerinde dağınık halde bulunan Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni sağlayacak ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Tüm bunlar Hz. Mehdi'nin "HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE" yerine getireceği görevlerin delillerini oluşturacak ve Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayan alametler olacaktır. Bediüzzaman da sözlerinin pek çoğunda bu konuyu gündeme getirerek, bunu, kendisinin Hz. Mehdi olmadığına dair bir delil olarak göstermiş, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerin etkisinin büyüklüğünü hatırlatmıştır.
Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek ve Kuran ahlakını tüm dünyada hakim kılacak olan Hz. Mehdi'den, kendisinin attığı tohumların "ASIL SAHİPLERİ"olarak bahsetmektedir. Bu açıklamalarına göre, Bediüzzaman Kuran ahlakının dünya hakimiyetinin tohumlarını atan bir müceddid, Hz. Mehdi ise bu hakimiyetin asıl sahibi olacaktır. Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak olan ahir zaman topluluğunun lideri Allah'ın izniyle Hz. Mehdi olacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve onun talebeleri için burada kullandığı "ASIL SAHİPLERİ" ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin ve talebelerinin dünya çapında yerine getireceği görevlerin asıl sahibinin kendisi olmadığını açıklamış ve böylece kendisinin Hz. Mehdi olmadığını da ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu sözlerinde vurguladığı bir başka önemli nokta ise, Hz. Mehdi ve onun şahs-ı manevisini oluşturan talebelerinin iki ayrı kavram olduğudur. Bediüzzaman "Hz. Mehdi VE şakirtleri" derken burada kullandığı "VE" kelimesiyle bu duruma açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ancak ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisi oluşmaktadır. Ama bu şahs-ı manevinin oluşabilmesi için başta mutlaka Hz. Mehdi bir şahıs olarak bulunacaktır. Bediüzzaman da burada, "HZ. MEHDİ VE ŞAKİRTLERİ" sözleriyle bu gerçeği dile getirmekte ve Hz. Mehdi'nin manevi bir şahıs olarak değil, talebelerinin başında ayrı bir şahsiyet olarak var olacağını ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözünde, "Cenab-ı Hakk'ın izniyle GELİR" diyerek öncelikle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek bir şahıs olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Çünkü bilindiği gibi "GELME" fiili, manevi bir şahsın gerçekleştirebileceği bir olay değildir. "GELME" ifadesi burada açıkça bir insanın gelişini müjdelemek için kullanılmış bir fiildir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir kelime kullanmaz, Hz. Mehdi'nin gelişinden bahsetmezdi.
Bediüzzaman, kendi döneminde imanı kurtarma yolunda mücadele vermiş ve ahir zaman cemaatine öncülük etmiştir. Bediüzzaman "O DAİREYİ GENİŞLETİR" sözüyle, kendisinin "dar dairede" yani "sınırlı bir çevrede" başlattığı iman kurtarma mücadelesinin Hz. Mehdi zamanında genişleyeceğini ve"DÜNYA ÇAPINDA" neticeleneceğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamasıyla, Hz. Mehdi'nin özelliklerini ve yerine getireceği görevlerin benzersizliğini hatırlatarak bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den önce gelmiş, insanların Allah'ın dininden uzaklaştığı bir ortamda Kuran ahlakı ve iman hakikatleri üzerinde durarak çok büyük bir imani hareket başlatmıştır. "O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR" sözleriyle bu büyük fikri mücadelesini tohum ekmeye benzetmektedir. Sonradan Hz. Mehdi zamanında bu iman tohumlarının sümbülleneceğini, yani Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın başlattığı bu imani çalışmaları genişleteceğini ve sonuca ulaştıracağını belirtmektedir. Bediüzzaman bu örneklendirmesiyle, kendisinin Hz. Mehdi'den önceki bir dönemde yaşadığını, Hz. Mehdi'nin gelişinin ise kendisinden sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini açıkça ifade etmektedir.
Bediüzzaman, "BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP" sözleriyle, ektiği iman tohumlarının sümbülleneceği yani Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle bir kez daha kendisinin Hz. Mehdi olmadığını, bu kutlu şahsın gelip görevine başladığı dönemde kendisinin hayatta olmayacağını hatırlatarak ifade etmiştir.

9- Bediüzzaman Hz. Mehdi’ye Olan Bağlılığını Nasıl Tarif Etmiştir?

O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN bir HİZMETKARI ve ONAYER HAZIR EDECEKBİR DÜMDARI (yardımcı kuvveti) ve OBÜYÜK KUMANDANIN PİŞDAR BİR NEFERİ (önden giden bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman bu ifadesinde Hz. Mehdi için, "İLERİDE GELECEK" sözlerini kullanmıştır. Bediüzzaman "gelmiş" veya "geldi" gibi kendi dönemini ve öncesini kasteden ifadelere yer vermemiştir; "ileride gelecek" diyerek Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden sonra geleceğini açıklamıştır. "İLERİDE" kelimesinin gelecek bir zamanı ifade etttiği son derece açıktır ve Bediüzzaman'ın bu konudaki düşüncesini hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman bu sözüyle kendi yaptığı çalışmaların, Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayacağını ifade etmekte, kendisini bu mübarek zatın "HİZMETKARI" olarak nitelendirmektedir. Kuşkusuz ki bu son derece kesin bir açıklamadır. Eğer Bediüzzaman'ın, kendisinin Hz. Mehdi olduğu yönünde bir kanaati olsaydı, kendisini "Hz. Mehdi'nin hizmetkarı" olarak nitelendirmezdi. Çünkü "bir kişinin aynı anda hem Hz. Mehdi hem de onun hizmetkarı olabilmesi" mümkün değildir. Dolayısıyla bu ifade açıkça ortaya koymaktadır ki Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde Hz. Mehdi olmadığını belirtmiştir.
Bediüzzaman burada "ONA YER HAZIR EDECEK" ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra gelecek bir kimse olduğunu bir kez daha açıklamıştır. Bilindiği gibi "hazırlık" bir şeyin öncesinde yapılan bir eylemdir. Halihazırda mevcut olan, hazır bulunan bir şey için hazırlık yapılması söz konusu değildir. Bediüzzaman da burada kendisinin "Hz. Mehdi'nin gelişinden önce böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu" ifade etmektedir. Bu da Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmamış olduğunu, bu dönemin bir "hazırlık devresi" olduğunu göstermektedir.
Hadislerde yer alan tariflere ve Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre, ahir zaman mücadelesi çok kapsamlı bir fikri mücadele olacaktır. Bu fikri mücadelede Hz. Mehdi döneminde yaşayan salih müminler görev aldığı gibi, kendisinden önce gelip ona yer hazırlayacak yardımcıları, dostları da olacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeğe işaret etmektedir. Büyük İslam alimi, kıymetli hizmetleri ile ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'ye ortam hazırladığını dile getirmektedir. Fikri mücadelesinin, hizmetlerinin, eserlerinin Hz. Mehdi'nin çalışmalarına fayda sağlayacağını ve bunların Hz. Mehdi tarafından kaynak olarak kullanılacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu  açıklamalarıyla, kendisinin ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadığını bir kez daha bizzat kendi sözleriyle ifade etmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca kendi konumunu da çok açık bir şekilde tanımlamıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir insanın aynı anda hem "Hz. Mehdi olması" hem de ona "yer hazır edecek bir kimse" olabilmesi  söz konusu değildir. Çünkü yer hazır edecek olan kişi, o kişiyle eş zamanlı olarak bu görevi yapmamaktadır. Onun görevi olayın öncesindedir; gelecek olan kişi yani Hz. Mehdi ise bu yer hazır edildikten sonra yani ileriki bir zamanda görevine başlayacaktır.
"DÜMDAR" kelimesi "yardımcı kuvvet" anlamına gelmektedir. Bediüzzaman, bu sözüyle kendisini, asıl mücadeleyi yürüten zata imkan hazırlayan yardımcı kuvvetlere benzetmiştir. Bu şekilde kendisinden sonra gelecek olan ve yapacağı büyük fikri mücadele ile İslam ahlakının getirdiği tüm güzellikleri yeryüzüne hakim edecek olan Hz. Mehdi'nin bir yardımcısı olduğunu ifade etmektedir.  Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu düşünseydi kuşkusuz ki burada kendisini "Hz. Mehdi'nin yardımcısı" olarak tanımlamazdı. Çünkü "Hz. Mehdi'nin ve yardımcısının", "birbirinden farklı, iki ayrı kişi" olduğu çok açıktır. Eğer Bediüzzaman "yardımcısıyım" diyorsa, bu onun Hz. Mehdi olmadığını belirttiği çok açık bir ifadedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken "O BÜYÜK KUMANDAN" sözlerini kullanarak Hz. Mehdi'nin "kumandanlık vasfına" da dikkat çekmektedir. Bir şahs-ı manevinin kumandanlık sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı çok açıktır.
Bediüzzaman'ın burada kullandığı "PİŞDAR BİR NEFER" ifadesi, "ÖNDEN GİDEN ASKER" anlamını taşımaktadır. Bediüzzaman bu sözüyle kendisini önden giden öncü kuvvetlere benzetirken, Hz. Mehdi'nin kendisinden sonra geleceğini bir kez daha vurgulamıştır. Eğer Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi olduğunu belirtmek isteseydi, kuşkusuz ki böyle bir ifade kullanmazdı. Çünkü bu ifade aksi yönde öne sürülebilecek tüm iddiaları geçersiz kılmakta ve konuya kesin bir açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman "kendisini ÖNDEN GİDEN" bir kişi olarak nitelendirmekle; "Hz. Mehdi'nin ise kendisinden SONRA GELEN"bir kimse olduğunu netleştirmektedir.
Bediüzzaman burada ayrıca "BİR NEFER" yani asker kelimesini kullanarak, kendisinin Hz. Mehdi değil, onun bir yardımcısı ve ona hizmet eden bir görevli olduğunu bir kez daha ifade etmektedir. Bediüzzamanın kendisini bir "HİZMETKARI, ÖNCÜSÜ" olarak vasıflandırdığı ve bu kadar övgüyle, saygıyla bahsettiği Hz. Mehdi, tüm İslam alemi tarafından asırlardır beklenmektedir. Bediüzzaman da bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda, Allah'ın izniyle, muhakkak ortaya çıkacağını müminlere müjdelemektedir.

10- Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’yi Acip Bir Şahıs Olarak Vasıflandırmasındaki Hikmet Nedir?

O İLERİDE GELECEK ACİB (şaşılan, hayret uyandıran, benzeri görülmeyen) ŞAHSIN… (Barla Lahikası, s. 162)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin önemli bir özelliğini vurgulamış ve Hz. Mehdi'nin "ACİB BİR ŞAHIS" olduğunu ifade etmiştir. "Acib" kelimesi, "hayret veren, şaşırtıcı, benzeri görülmeyen" anlamındadır. Hadislerde Hz. Mehdi'nin çok büyük bir fikri mücadelesi olacağı, yaptığı işlerin dünya çapında etki göstereceği bildirilmektedir. Bediüzzaman da, Hz. Mehdi'den "ACİB" ifadesiyle bahsetmekte, bu mübarek zatın daha önce "BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR KİŞİ" olacağına dikkat çekmektedir.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin kullandığı yöntemlerin ve mücadele şeklinin alışılmışın dışında olacağı bildirilmiştir. Bu bilgilere göre, Hz. Mehdi çok etkili yöntemler kullanacak, her konuda başarılı sonuçlar elde edecektir. Bu başarısına karşılık, kendisine çok yoğun saldırılar olmasına rağmen bunlardan hiç etkilenmeyecektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi'nin, "herkesin anlayamayacağı vehbi (çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfuyla olan) ilimlere de vakıf bir şahıs olacağını" ifade etmiştir.  Bediüzzaman'ın bu sözünden anlaşıldığı üzere, Hz. Mehdi döneminde hayret verici olaylar da yaşanacaktır. Hadislerde bildirildiğine ve İslam alimlerinin ifadelerine göre, olağanüstü doğa olayları, beklenmedik siyasi değişimler, teknolojinin hızla gelişmesi, dünya çapında tebliğ yapılması benzeri görülmemiş bir dönem olacağını anlatmaktadır. Hz. Mehdi her an Allah'ın yakın takibine ve yardımına mazhar olacaktır. Bu nedenle, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, iman gözüyle bakmayanların şaşıracağı, kolay kolay açıklayamayacağı harikalıkta başarılara vesile olacaktır.

9 Şubat 2014 Pazar

Bediüzzaman Ahir Zaman'ı Anlatıyor - kitapçık -

Bediüzzaman Eserlerinde, Kendisinin “Son Müceddid” ve “Mehdi” Olmadığını Delilleriyle Birlikte Açıklamıştır

Risale-i Nur’un Gelecek Asırlara Işık Tutan Bir Eser Olması, Bediüzzaman’ın Son Müceddid Ya Da Mehdi Olduğunu Gösteren Bir Delil Değildir; Tüm İslam Alimlerinin Eserleri Gelecek Asırları Aydınlatmaktadır

Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı’nda, sahih hadislerle bildirilen Hz. Mehdi'nin çıkışı ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusuna geniş yer vermiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarında kendisinin Mehdi olmadığını da açıkça ifade etmiştir. Mehdiyet konusunda kendisine hüsn-ü zan besleyen kimselere “kendisinin Hz. Mehdi olmadığını” (Emirdağ Lahikası, s. 266)“Hz. Mehdi'nin yalnızca bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lahikası, s. 162)“eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189), “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lahikası, s. 57) belirterek bu konuya açıklık kazandırmıştır.
Ancak Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde, delilleriyle birlikte açıkladığı halde, Bediüzzaman'ın “...Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek (yazma ve dağıtma yoluyla yayacak ve uygulayacak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) sözleri doğrultusunda “Hz. Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendisine bir program yapmasının, Bediüzzaman'ın “son müceddid” olduğunu gösterdiği” şeklinde bazı yanlış fikirler öne sürülmektedir. Bediüzzaman'ın “Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek(aydınlatacak, nurlandıracak) olan bir mucize-i Kur'âniyedir (Kuran mucizesidir)." (Tarihçe-i Hayat, s. 463) sözleri de bu doğrultuda yanlış şekillerde yorumlanmakta; “Risale-i Nur’un gelecek asırlara yol gösterici özellikte olmasının, Bediüzzaman'ın Mehdi olabileceğinin işareti olduğu” dile getirilmektedir. Oysa ki “Hz. Mehdi'nin görevlerini yerine getirirken Risale-i Nur’dan istifade etmesi, Bediüzzaman'ın ya da Risale-i Nur’un Mehdiyet görevini üstlenmiş olduğunun bir göstergesi değildir.”
Bediüzzaman'ın kaleme aldığı, hem çok derin bir Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi reddeden ve iman hakikatlerini en iyi şekilde ortaya koyan çok önemli bir eser olan Risale-i Nur Külliyatı, yüzlerce insanın iman etmesine, Allah’a yakınlaşmasına ve doğru yolu görmesine vesile olmuştur. Bediüzzaman, samimi ve hikmetli üslubuyla ahiret, kader, iman gibi birçok konuyu ülfet kırıcı ve düşündürücü bir üslupla anlatmış ve bu yolla yaratılış hakikatlerinin, akıllara ve vicdanlara yerleşmesine vesile olmuştur. Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri Müslümanlara yol gösterici bu nitelikleriyle son derece önemlidir.
Hz. Mehdi, görevlerini yerine getirirken hak kitabımız Kuran Kerim-i ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerini kendisine rehber edinecektir. Ancak bunun yanı sıra, Peygamberimiz (sav)'den bu yana gelmiş geçmiş tüm büyük İslam alimlerinin, bugüne kadar yaşamış olan müceddidlerin eserlerinden ve fikirlerinden istifade edecektir. İmam Gazali, İmam Rabbani, Mevlana Halid, İmam Suyuti, Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük İslam alimleri arkalarında Müslümanlara yol gösterici nitelikte önemli eserler bırakmışlardır. Hz. Mehdi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan olduğu kadar, bu değerli mütefekkirlerin çalışmalarından da aynı şekilde faydalanacaktır. Bu eserlerin her biri Risale-i Nur Külliyatı gibi gelecek asırları tenvir edecek yani Müslümanlara ışık tutacak, yol gösterecek eserlerdir. Hz. Mehdi geldiğinde tüm bu eserlerin yürürlükten kalkması için hiçbir sebep yoktur. Elbette ki Müslümanlığın esasları hakkında derin tefekkürler içeren tüm bu eserlerden istifade edilecektir. Ancak “Hz. Mehdi'nin, İmam Gazali’nin, İmam Rabbani’nin ya da Mevlana Halid’in eserlerinden istifade etmesi bu İslam alimlerinin son müceddid ya da Mehdi olduklarını nasıl göstermez ise, Risale-i Nur Külliyatı’ndan istifade etmesi de Bediüzzaman'ın son müceddid olduğunu gösteren bir delil değildir”.
Hz. Mehdi olmak ayrı, bir eserin gelecek nesillere ışık tutması, yol göstermesi ayrı bir konudur. Nitekim Hz. Mehdi görevlerini yerine getirirken, dünyadaki tüm bilimsel eserlerden; biyoloji ya da felsefe üzerine hazırlanmış çalışmalardan da faydalanacaktır. Ya da Materyalizmin geçersizliğini ortaya koyarken materyalist felsefe aleyhinde yazılmış bilimsel çalışmaları veya Darwinizm ile ilgili eserleri de kullanacaktır. Hz. Mehdi'nin bu bilimsel eserlerden faydalanması da herhangi bir şeyin göstergesi değildir. Önemli olan Hz. Mehdi'nin dünya çapında yapacağı icraatlardır.
Bir şahsın Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilmek için, bu şahsın herşeyden önce Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirtilen özelliklere uyması ve yerine getireceği bildirilen görevleri yerine getirmesi gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman gibi büyük İslam alimlerinin eserlerinde Hz. Mehdi ortaya çıktığında gerçekleşmiş olması gereken pek çok alemet sayılmaktadır. Hz. Mehdi'nin soyu, fiziksel özellikleri, icraatları yüzlerce sahih hadis ile bildirilmiştir. Hz. Mehdi ortaya çıktığında tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni kuracak, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacak, Hz. İsa'yla buluşacak ve birlikte namaz kılacak, Hz. İsa'yla beraber İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bu özellikleri taşımayan ve bu büyük görevlerin hepsini birarada yerine getirmemiş bir şahsın Hz. Mehdi olmasından bahsedebilmek mümkün değildir. Bediüzzaman da yaşadığı yüzyılın kutbu olarak çok büyük bir iman hizmeti vermiştir ancak bu görevleri yerine getirmemiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi olduğundan bahsedebilmek söz konusu değildir. Nitekim kendisi de eserlerinde bunu çok açık bir şekilde ifade etmiştir.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’un Hz. Mehdi’nin “Birinci Vazifesine Bazı Cihetlerde Yalnızca Öncülük Ettiğini” Belirtmiştir; Hz. Mehdi’nin Bu Eserlerden İstifade Etmesi Bediüzzaman’ın Mehdi Olduğunun Bir Göstergesi Değildir

Kardeşlerimin ikinci iltibası (yanlışlığı): Fâni (geçici) ve çürütülebilir bir şahsiyeti, bâzI cİhetlerle(yönleriyle) bİrİncİ vazİfede pİŞdarlIk(öncülük) eden Nur Şâkirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı mânevîsini temsil eden o âciz kardeşine veriyorlar. Halbuki bu iki iltibas (yanlışlık, karıştırma) da Risale-i Nurun hakikî ihlâsına ve hiçbir şey'e, hattâ mânevî ve uhrevî makamata dahi âlet olmamasına bir cihette (yönden) zarar verdiği gibi, ehl-i siyaseti de (siyaset ehlini de) evhama (kuruntuya, vehime, olmayan bir şeyi olur zannı ile endişeye) düşürüp Risale-i Nur’un neşrine (yayınlanmasına, dağıtılmasına, duyurulmasına) zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı mânevi zamanı olduğu için, böyle büyük ve bâki (ebedi) hakikatlar, fâni (geçici) ve âciz ve sukut edebilir (kusur işleyebilen)şahsiyetlere bina edilmez.
Bediüzzaman Nur talebelerinin Mehdilik konusunda kendisine hüsn-ü zan beslediklerini ancak bunun, “karıştırmadan kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu”dile getirmektedir. Bu sebeple de kendisi için, “bu şekilde söylemeyin; böyle bir Mehdilik iddiasında bulunmayın” demektedir. Bediüzzaman böyle yanlış bir hüsn-ü zanda bulunulmasının Mehdiyet konusunda “yanlış bir zan” oluşmasına ve böylece iman ehlinin yanlış yönlendirilmesine neden olacağını; sonuçta da bu durumun, Müslümanların gerçek Hz. Mehdi'yi fark etmelerine engel olabileceğini söylemektedir.
Dikkat edilirse Bediüzzaman bu sözlerinde ne kendisinin ne de Nur şakirtlerinin, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesini yerine getirdiklerini söylememektedir. Kendisinin “Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman hakikatleri konusunda Hz. Mehdİ'ye sadece öncülük ettİĞİnİ ve bunu da yalnızca “bazı cihetlerde (yönlerde)” yerine getirdiğini ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan materyalist felsefenin TÜM DÜNYADA VE TAM ANLAMIYLAETKİSİZ HALE GETİRİLEREK YIKILMASI”nın ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde gerçekleştirileceğini belirtmektedir (Emirdağ Lahikası, 259).
Önceki satırlarda da açıklandığı gibi Hz. Mehdi'ye birinci vazifesinde öncülük edecek olan bu çalışmalar, Hz. Mehdi'nin yararlanacağı pek çok ilmi eserden biri olacaktır. Ancak nasıl ki İslam alimlerinin eserlerinden, bilimsel ya da felsefi çalışmalardan istifade etmesi, bu çalışmaların Mehdilik görevini üstlendiğinin bir delili değilse, “Hz. Mehdi'nin Risale-i Nur’u kendine bir program yapması ve bunlardan yararlanması da bu eserlerin Mehdiyet görevini gördüğünün bir ifadesi değildir”.

Bediüzzaman’ın Neden Mehdi Olamayacağını Yüzlerce Sayfa Boyunca Delilleriyle Birlikte Açıklamış Olması, “Ben Mehdi Değilim” Sözlerini “Usulen” Söylemediğini Açıkça Ortaya Koymaktadır

Yaşadığı dönemde yakın çevresinde Bediüzzaman'a Hz. Mehdi olup olmadığı yönünde sorular yöneltilmiştir. Bediüzzaman kendisine sorulan bu soruya “Hayır, ben Mehdi değilim” diyerek cevap vermiş, ancak bunun yanında yüzlerce sayfa boyunca neden Mehdi olamayacağını gerekçeleriyle birlikte delillendirerek açıklamıştır. Açıktır ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsaydı, sadece “ben Mehdi değilim” derdi ve böylece konu kapanırdı. Aksini ispatlamak için yüzlerce sayfa boyunca uzun uzun açıklama yapmaya hiçbir şekilde ihtiyaç duymazdı. Onu böyle detaylı bir açıklamaya yapmaya ne zorlayabilirdi ki? Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin “Mehdilik iddiasıyla ortaya çıkmayacağı” belirtilmiştir. Ancak böyle bir şeyin gizlenmesi gerekiyorsa, bunun için sadece tek bir cümle ile “ben Mehdi değilim” demek yeterlidir. Bu sözler neden ikna edici olmasın; reddetmek için uzun uzun yüzlerce sayfa yalan söylenmesine neden gerek olsun? Nitekim İmam Rabbani, Mevlana Halid gibi tarih boyunca yaşamış olan birçok İslam alimine ve müceddide Hz. Mehdi olup olmadıkları sorulduğunda, bu kişiler de “Ben Mehdi değilim” demişlerdir.  Eserlerinde de Peygamberimiz (sav)’in hadisleri doğrultusunda ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi’nin özellikleri detaylı olarak anlatmışlardır.
Ancak Hz. Mehdi geldiğinde, ona da böyle bir soru yöneltildiğinde “ben Mehdilik iddiasında bulunmuyorum” diyecektir. Ama yüzlerce sayfa boyunca açıklama yapıp bunun aksini ispatlamaya da çalışmayacaktır. Hz. Mehdi seyyid olacak, ancak, “ben seyyid değilim, Hz. Mehdi şu özelliklere sahip olacak, şu görevleri yerine getirecek ben bu özellikleri taşımıyorum” gibi izahlar yapmayacaktır.
Ama eğer bu durumu açıklayabilmek için, “ben Hz. Mehdi değilim” denmesi yeterli değildir, yüzlerce sayfa yalan söylenmesi gerekiyor” deniyorsa, bunun mantığının da açıklanması gerekir. Bediüzzaman'ın risalelerdeki “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüzyıl sonra geleceği, kendisinin Hz. Mehdi'nin sadece bir eri, neferi ve öncüsü olduğu, yaptığı çalışmalarla Hz. Mehdi'nin hizmetleri için zemin hazırladığı, Hz. Mehdi'nin üç büyük vazifesini birarada yerine getirmesiyle tanınacağını, kendisinin ise bunu gerçekleştirmediği” yönündeki yüzlerce sayfa açıklamalarının tümünün yalnızca “Mehdiliğini kabul etmemek için usulen söylenmiş sözler” olduğunu iddia etmenin hiçbir mantığı yoktur. Bediüzzaman gibi büyük bir İslam aliminin, ‘sırf usulen söylenmiş olması için’ yüzlerce sayfa boyunca tüm İslam ümmetini aldatacak izahlara yer vermesi, üstelik de tüm bunları Peygamberimiz (sav)'in sahih hadislerine dayandırması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bediüzzaman'ın Mehdiliğini kabul etmemek için yüzlerce sayfa boyunca yalan söylediğini ve Müslümanları yanlış bilgilendirdiğini iddia etmek, çok açıktır ki, derin bir Allah korkusuna ve güçlü bir imana sahip böyle değerli bir İslam alimine karşı çok büyük bir bühtan ve iftira olur. Vefatından yıllar sonra böyle bir iddia ile ortaya çıkılması ise, her ne kadar iyilik adına ve Bediüzzaman’a duyulan sevgi adına da yapılmış olsa, vicdanen hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu nedenle Bediüzzaman'ın Mehdiyet konusundaki gerçek düşüncelerinin tam anlamıyla ortaya konmasında fayda vardır.
Bu kitap boyunca yer verilen, Bediüzzaman'ın eserlerinde yüzlerce sayfa boyunca anlattığı Mehdiyet konusuyla ilgili tüm izahları, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle birlikte ortaya koymaktadır. Bu gerçeğin anlaşılması için Bediüzzaman'ın bu konuda verdiği delillerden bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1.  Bediüzzaman “Hz. Mehdi'nin seyyid olacağını; kendisinin ise seyyid değil Kürt olduğunu” (Emirdağ Lâhikası, s. 266)(Tenvir, Şualar, s. 365) (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18);
2.  “kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lâhikası, s. 162);
3.  “eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189);
4.  “Hz. Mehdi'nin kendi yaşadığı dönemden bir yüz yıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lâhikası, s. 57);
5.  “Hz. Mehdi geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 172) 
6.  “kendisinin ve Risale-i Nur’un Mehdi sanılmasının bir hata ve karıştırma olduğunu” (Emirdağ Lahikası, s. 266) açıklayarak Mehdi olmadığını ifade etmiştir.
7.  “Hz. Mehdi'nin siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada yerine getireceğini” (Şualar, s. 456), (Şualar, s. 590), (Emirdağ Lahikası, s. 259-260) belirtmiştir; ancak kendisi bu üç görevi birarada yerine getirmemiştir.
8.  “Hz. Mehdi'nin “materyalizm, ateizm ve Darwinizm gibi temeli Allah’ı inkar etme üzerine kurulmuş olan dinsiz akımları “tam anlamıyla” etkisiz hale getirerek insanların imanını kurtaracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), (Emirdağ Lahikası, s. 259) belirtmiştir; ancak bu dinsiz akımların ortadan kalkması Bediüzzaman hayattayken “tam anlamıyla” gerçekleşmemiştir.
9.  “Hz. Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri” ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)açıklamıştır; ancak kendisi tüm inananların halifesi (manevi lideri) vasfını taşımamıştır.
10.  “Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya barış, adalet ve hakkaniyet getireceğini ve İslam alemi üzerindeki zulmü kaldıracağını” (Emirdağ Lahikası, s. 259), (Mektubat, s. 411-412), (Mektubat, s. 440), (Şualar, s. 456) belirtmiştir; ancak bu durum Bediüzzaman hayattayken gerçekleşmemiştir.
11.  “Hz. Mehdi'nin ‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını taşıyacağını” (Tılsımlar Mecmuası, s. 168) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman bu ünvana sahip olmamıştır.
12.  “Hz. Mehdi'nin tüm mezhepleri kaldıracağını ve “en büyük müçtehid” (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) olarak içtihad yapacağını (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), (Mektubat, s. 411-412) belirtmiştirancak Bediüzzaman mezhepleri kaldırmamış, Şafi mezhebine uymuştur. (Emirdağ Lahikası, s. 38), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.202), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s. 206) (Emirdağ Lahikası, s.573)
13.  “Hz. Mehdi'nin İslam Birliği’ni sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm dünya Müslümanlarını tek bir çatı altında toplayarak İslam Birliği’ni oluşturmamıştır.
14.  “Hz. Mehdi'nin, tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) açıklamıştır; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde böyle geniş bir kesimin desteğini almamıştır.
15.  “Hz. Mehdi'nin “üç büyük vazifesini” yerine getirirken çok büyük bir maddi güç ve hakimiyet sahibi olacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman böyle büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyet elde etmemiştir.
16.  “Hz. Mehdi'nin Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) bildirmiştir; ancakBediüzzaman böyle bir ittifakı gerçekleştirmemiştir.
17.  “Hz. Mehdi'nin Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde Hz. İsa'yla birlikte olmamış ve birlikte namaz kılmamıştır.
18.  “Hz. Mehdi'nin Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru yola sevk edeceğini”(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) söylemiştir; ancak İslam ahlakının dünya hakimiyeti de Bediüzzaman hayattayken gerçekleşmemiştir.
19.  “Hz. Mehdi'nin, Hz. İsa ile birlikte Süfyaniyet ve Deccaliyet’in fikir sistemini etkisiz hale getireceklerini” açıklamıştır; ancak Bediüzzaman Hz. İsa ile biraraya gelmemiş ve bu fikir sistemleri etkisiz hale getirilmemiştir.

Bediüzzaman’ın Sözleri Açıktır; Tüm Bunların “Batıni Tefsir” Adı Altında Farklı Şekillerde Yorumlanması Gerektiği Mantığı, Bediüzzaman’ın İzahlarıyla Çelişmektedir

Bir kimsenin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedebilmek için Bediüzzaman'ın yukarıda sayılan sözlerindeki tüm özelliklerin “tek bir şahıs” üzerinde görülmesi gerekmektedir. Bediüzzaman hayatını İslam ahlakının tebliğine adamış, bu doğrultuda çok büyük ve şerefli bir mücadele vermiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu özelliklerine sahip olmamış, dünya çapında yerine getireceği görevleri yerine getirmemiştir.
Bediüzzaman'ın sözleri ve Hz. Mehdi'ye dair henüz gerçekleşmemiş alametler, Bediüzzaman'ın Mehdi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu gerçek, zaman zaman çeşitli şekillerde tevil edilmeye çalışılmakta; Bediüzzaman'ın sözlerine gerçek anlamlarının dışında birtakım yorumlar eklenerek farklı düşünceler gündeme getirilebilmektedir. Hatta bu bakış açısı öyle bir dereceye gelebilmektedir ki, Bediüzzaman'a büyük bir sevgi ve saygı duyan kimseler dahi, Bediüzzaman’ın söylediklerinin anlaşılabilmesi için “risalelerdeki sözlerinin yeterli olmayacağını” öne sürebilmektedirler. Bu sözleri, yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü olan, özel yeteneklere ve hislere sahip bazı özel kişilerin “batıni tefsir” yaparak anlayabileceğini savunmaktadırlar. Oysa bu gibi iddialar, böylesine değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale getirecek son derece tehlikeli girişimlerdir.
Bediüzzaman’ın bizzat kendisi eserlerinde pek çok kez bu konunun önemini ifade etmiş; böylesi bir anlayışa karşı olduğu yönündeki fikirlerini beyan etmiştir. Eğer risalelerdeki metinlerin tefsire ihtiyacı varsa, bunu yine bu metinler üzerinde yapılacak ek açıklamalarla açıklamanın uygun olacağını belirtmiştir. Bu sözlerinden birinde “Bediüzzaman böyle bir tefsir anlayışına gidilecek olunursa, bunun nasıl suistimale açık hale geleceğini ve bu yolla risalelerde anlatılan hakikatlerin nasıl aslından uzaklaşıp değişeceğini” şöyle hatırlatmıştır:
Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsaya satırın üstünde, ya kenarda hâşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir (uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem su-İ İstİ’male kapI açIlIr, muarIzlar(karşı çıkanlar) istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan) müdakkik (inceden inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri bile görmeye çalışan) olmaz, yanlIŞ mana verİr, bİr kelİme İlave eder, ehemmİyetlİ bİr hakİkatI kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda (düzeltmelerimde) böyle zararlı ilaveleri çok gördüm... (Emirdağ Lâhikası Elyazma, s. 661)
Yaşadığı yüzyılın müceddidi olan böyle mübarek bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren Mehdiyet konusundaki önemli açıklamalarının da batıni tefsir adı altında yanlış yorumlanmaması son derece önemlidir. Böyle bir bakış açısı, Risalelerin orijinal halinden uzaklaşmasına ve Müslümanların yanlış bilgilendirilmelerine neden olacaktır. Bu da, Bediüzzaman’ın hikmetli sözlerinin ve kıymetli açıklamalarının gereği gibi takdir edilememesine yol açacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde “Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir. Siz hangi kitaba baksanız benimle karşı karşıya görüşmekten on defa ziyade hem faydalanır, hem hakiki bir surette benimle görüşmüş olursunuz. Risale-i Nur bana hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.” (Emirdağ Lahikası, s. 159) şeklinde bildirmiştir. Demek ki risaleler, herhangi bir konuda Bediüzzaman'ın tüm kanaatlerini en açık ve doğru şekilde yansıtmaktadır. Mehdiyet konusunda da Bediüzzaman çok anlaşılır açıklamalarda bulunmuş, “kendisinin ya da onun şahsı manevisi olarak Risale-i Nur’un Mehdiyet vazifesini üstlenmemiş olduğunu; ahir zamanın “Büyük Mehdi”sinin, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve risalelerde yüzlerce sayfa boyunca anlatılan özelliklere sahip olmasıyla tanınacağını” hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde izah etmiştir.

6 Şubat 2014 Perşembe

Bediüzzaman Ahir Zaman'ı Anlatıyor - kitapçık -

Bediüzzaman, Kendisine Mehdilik Zannında Bulunan Nur Talebeleri’nin Yanıldıklarını Nasıl Açıklıyor?

Bazı ayat-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ (en büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATINVE CEMİYETİNİNÜÇ VAZİFESİNDEN en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar).(Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevi olacağından bahsetmiş ve onun diğer müceddidlerden bu özellikleriyle ayırt edilebileceğini hatırlatmıştır:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken “AHİR ZAMANDA GELECEK” ifadesini kullanmıştır. Eğer, Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın döneminde veya daha önce gelmiş olsaydı, Bediüzzaman “gelecek” kelimesini değil, “geldi” veya “gelmiş” gibi ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman burada çok açık bir şekilde zaman bildirmiş ve Hz. Mehdi'nin “İLERİKİ BİR TARİHTE GELECEK BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Ve bu ifadeyi eserlerinde ısrarla ve defalarca tekrarlamıştır. Bu, Hz. Mehdi'nin gelişinin Bediüzzaman'ın kendi döneminde ya da öncesinde gerçekleşmemiş; ancak ahir zamanda gerçekleşmesi beklenen bir olay olduğunu ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman burada “O gelecek zatın ve cemiyetinin” ifadesini kullanmıştır. “O GELECEK ZAT” ve “BU ZATIN CEMİYETİ” iki ayrı kavramdır. Bediüzzaman “VE” kelimesini kullanarak bu ikisinin ayrı şeyleri ifade ettiğini açıkça belirtmiştir. Eğer Hz. Mehdi bir şahsı manevi olsaydı ya da bu cemiyet Mehdilik görevini üstlenmiş olsaydı, Bediüzzaman burada “O gelecek cemiyet” ya da “Mehdilik görevini üstlenecek cemiyet” gibi bu konuyu netleştiren açık ifadeler kullanırdı. Ancak Bediüzzaman hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde açıkça “O gelecek zat ve cemiyeti” sözlerini kullanmış ve Hz. Mehdi'nin, kendisini izleyenlerden oluşan bir topluluğun başında bulunan bir şahıs olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman'ın vurguladığı bu gerçek birkaç soru sorulduğunda da açıkça görülebilmektedir:
1- Bediüzzaman ahir zamanda gelecek bu şahsın tek başına mı olduğunu belirmiştir?
     Hayır, Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin beraberinde bir cemiyetinin de olacağını açıklamıştır.
2- Bediüzzaman, bahsettiği bu cemiyetin başında herhangi bir şahsın olacağını belirtmiş midir?
     Evet, Bediüzzaman bu cemiyetin başında Hz. Mehdi'nin bizzat bulunacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman burada bir cemiyetin varlığından bahsetmiştir. Bu cemiyet, Bediüzzaman'ın “o gelecek zat” sözleriyle müjdelediği Hz. Mehdi'nin yardımcılarının ve destekçilerinin oluşturduğu bir cemiyettir. Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Hz. Mehdi'nin bir cemaati olacağını ve cemaatin Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetlerde onun yardımcıları olacağını belirtmiştir. Ancak Hz. Mehdi'nin bu hareketin önderi ve lideri olarak, bizzat bu topluluğun başında bulunacağını da ifade etmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'ye tabi olan ve onun tebliğini izleyen bu kitle ve hareketi “Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi” olarak adlandırmıştır. Ancak Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi şu çok açık bir gerçektir ki, başında bulunan bir şahıs, bir liderleri olmadan bir şahsı maneviden bahsetmek mümkün değildir. Hz. Mehdi de bu cemiyetinin başında, onlara önderlik etmek üzere bizzat yer alacaktır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre “HZ. MEHDİ KENDİSİNİ İZLEYEN BİR CEMAATİ OLAN VE ONLARA LİDERLİK EDEN TEK BİR ŞAHISTIR”.
HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE sözüyle Bediüzzaman yaygın olarak yapılan bir yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz.Mehdi'nin iki büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir.
İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.
Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı “HATTA” kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman “hatta” kelimesini burada, “bundan daha da garip ve daha da acaip olanı” anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur’un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir kez daha vurgulamaktadır.
Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında bulunulmasının “sürekli olarak devam eden bir iddia olmadığını” kullandığı “BAZEN”kelimesiyle ifade etmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi’nin ayırt edici bir özelliği olarak “ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ”ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, “dar daire” olarak ifade ettiği “küçük çaplı” uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi’nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği görevler konusunda “ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME” yani “DÜNYA ÇAPINDA” bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahsı manevi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin dünya çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam Birliği’ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak ) görevlerinin, onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi’dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu değildir.
Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların tümüyle çelişecektir.
Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı “NAZARA ALMAMIŞLAR” ifadesiyle, kendisini veya Risale-i Nur’u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.
“RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ (cemaatini) HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır yanılmadır)... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201)
Bediüzzaman, Risale-i Nur’un ve bu eserin yazarı olarak kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü ancak bunun bir hata ve karıştırma olduğunu belirtmiştir:
Bediüzzaman burada “HAKLI OLARAK” deyimini, Risale-i Nur cemaati’nin Mehdi kabul edilmesini haklı bulduğunu vurgulamak için değil, böyle bir kabulün kolayca düşülebilecek ve mazur görülmesi gereken bir hata olduğunu vurgulamak için kullanmıştır. Konunun geliş ve gidişinden, bu mana kolayca anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman önceki satırlarda açıklanan sözlerinde de bu yanılgının Hz. Mehdi'nin dünya çapında yerine getireceği iki büyük görevinin gözardı edilmesinden kaynaklandığını belirterek bunun “HAKLI BİR GÖRÜŞ OLMADIĞINI” açıklamıştır.
Bediüzzaman, Risaleleri kaleme alan kişi olarak, Risale-i Nurlar gibi kendisinin de Hz. Mehdi olarak değerlendirildiğini, ancak bunun “BİR ZAN” olduğunu ifade etmiştir. “Zannetme” kelimesi gerçeklik değil, bir yanılgı ve aldanışın söz konusu olduğunu ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman, talebelerinin sadece Hz. Mehdi'nin önemli bir vazifesi olan iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve İslam ahlakının dünyaya hakim kılınması”nın kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman “zannediyorlar” diyerek burada bir kez daha kendisini bu düşüncedeki insanlara dahil etmediğini, kendisinin onlarla aynı fikri paylaşmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin bir “İLTİBAS” olduğunu ifade etmiştir. “İltibas” kelimesinin anlamı“BİRBİRİNE BENZEYEN ŞEYLERİ ŞAŞIRIP BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK”tır. (Yeni Lugat, sf. 267) Dolayısıyla burada, birbirine karıştırılan ancak aslında birbirinden farklı olan iki kavram vardır. Bediüzzaman Risale-i Nur ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceğinin “zannedildiğini”; ancak gerçekte bu “bir şaşırma ve bir karıştırma” olduğunu belirtmektedir.
Bediüzzaman bu karışıklığın, Risale-i Nur’un, Hz. Mehdi’nin üç temel görevinden biri olan “imanı kurtarmak” vazifesini üstlenmiş olmasından kaynaklandığını açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıkladığı gibi, tarih boyunca gönderilmiş olan tüm müceddidler Hz. Mehdi'nin görevlerinden bir tanesi yapmışlardır. Ancak Bediüzzaman da dahil olmak üzere “üç görev, hiçbir müceddid tarafından aynı anda yerine getirilmemiştir”. Dolayısıyla tarihte Mehdilik konusunda bunun gibi benzetmeler pekçok kişiye yapılmıştır.
Ancak Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin, hepsini birarada ve dünya çapında gerçekleştireceği görevlerini” anlatarak, bu Mehdilik iddialarının hiçbirinin doğru olmadığını ve Hz. Mehdi'nin ileride gelecek bir şahıs olduğunu açıklamıştır.
Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman'a yapılan bu benzetmede de aynı durum söz konusudur. Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in hadislerindeki ve İslam alimlerinin açıklamalarındaki izahlar ve özelliklerine dair verilen bilgiler dikkate alınmadığı için “bir şaşırma ve karıştırma”yapıldığını belirtmektedir.
Bediüzzaman, kendisinin veya Risale-i Nur’un Mehdi olarak kabul edilmesinin aynı zamanda bir “SEHİV” olduğunu söylemiştir. “SEHİV”in kelime anlamı“HATA, YANLIŞ, YANILMA”dır. (Yeni Lugat, sf. 617) Bediüzzaman, kendisine ve Risale-i Nur’a Hz. Mehdi isminin verilmesinin bir “karıştırma” olacağını belirtmekle yetinmemekte, cümlesinin devamında bunun bir “sehiv” yani “hata” olacağını da ayrıca vurgulamaktadır. Bu son derece açık bir ifadedir. Eğer Bediüzzaman kendisine ve Risale-i Nur’un şahsı manevisine yapılan Mehdilik iddialarında herhangi bir doğruluk payı görseydi, kuşkusuz ki bunu bir “hata”olarak nitelendirmezdi. Açıkça bu iddiaların yerinde olduğunu ifade eden sözler kullanırdı. Bunun hata olduğunu belirtmiş olması, Bediüzzaman'ın bu konudaki kanaatini çok açık ve hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Bediüzzaman Risale-i Nur’un ya da kendisinin Hz. Mehdi olabileceği görüşünü kabul etmemektedir.

Bazı Nur Talebelerinin Bediüzzaman’ı Mehdi Zannetmelerini Üstad Bir İltibas (Yanlışlık-Karışıklık) ve Bir Sehiv (Hata, Yanlış, Yanılma) Olarak Nitelemektedir

Üçüncü Vazifesi: ... O ZAT  BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA veİTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE(İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN(Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla)  O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR.RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNİ HAKLI OLARAK HZ. MEHDİ TELAKKİ EDİYORLAR (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini)ONA VERİYORLAR. Gerçi bu, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır)... (Emirdağ Lahikası, 266)
Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. Hattâ eski evliyaların bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır:
Birincisi : Ahirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm, avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş, fakat her biri üç vazifeden birisini bir cihetle yapması itibarıyla, âhirzamanın büyük Mehdisi ünvanını almamışlar.     
İkincisi : Ahirzamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacak. Gerçi manen ben Hazret-i Ali'nin (R.A.) bir veled-i manevisi hükmündeyim. Ondan hakikat dersi aldım. Âl-i Muhammed (A.S.M.) bir manada hakiki Nur Şakirdlerine şamil olmasından, ben de Âl-i Beyt'ten sayılabilirim. Fakat Nur'un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'da ihlası bozmamak için, uhrevi makamat dahi bana verilse bırakmağa kendimi mecbur bilirim. (Emirdağ Lahikası, 248) 
"Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beyt'ten olacaktır.(Emirdağ Lahikası, 249)       Bazı ayet-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ EKBERİ(en büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK ZATIN VE CEMİYETİNİN ÜÇ VAZİFESİNDEN en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZAT dairHABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya)ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). Onların kanaatleri, onların Risale-i Nur’dan istifade cihetinde faidelidir, zarasızdır; fakat Nur’un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alet olmamasına ve dünyevi ve manevi makamatı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muhafızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir. (Tılsımlar Mecmuası, 168)
BEDİÜZZAMAN’IN YUKARIDAKİ İZAHLARINA GÖRE;
Nur Talebeleri Bediüzzaman'ı Neden Mehdi Zannetmektedirler?
- Hz. Mehdi'nin üç büyük vazifesinden ilki olan imanı kurtarmak konusunu Risale-i Nur'da gördüklerinden dolayı,
- Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü önemli vazifeleri olan, İslam Birliği'nin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi ile Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması vazifelerinin iman vazifesine göre ikinci ve üçüncü derecede görüp değerlendirmeye almadıklarından dolayı.
Bediüzzaman'a Mehdilik Hüsn-ü Zannı Yeni Bir Konu Mudur ve Neden Süregelmektedir?
- Said Nursi kendisine gereğinden fazla olan bu hüsn-ü zannın çok eskiden beri sürdüğünü ve buna itiraz edilmediğini söylemektedir. Bu konuya itiraz edilmediğinden ve Bediüzzaman'ın da talebelerinin şevkini kırmamak için onlara pek fazla bir şey söylememesinden dolayı bu zan süregelmektedir.
Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim(Emirdağ Lahikası, 248) 
Bediüzzaman Talebelerinin Bu Hüsn-ü Zanlarına Neden Çok Karışmamıştır?
-    Bunu bir dua ve temenni olarak addettiğinden,
-    Talebelerinin Risale-i Nur'dan istifade etmelerine bu zannı faydalı görüp, zararlı görmediğinden dolayı.
Bediüzzaman Kendisine Yapılan Mehdilik Hüsn-ü Zannını Nasıl Değerlendiriyor?
-    Bu düşüncenin bir İLTİBAS ve bir SEHİV olduğu şeklinde değerlendirmektedir.
İLTİBAS: Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp, birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık SEHV: Hata, yanlış, yanılma.
Bediüzzaman bu Hüsn-ü Zannın Yanlışlığını Neyle Açıklamaktadır?
-    Ahirzaman Mehdisinin üç büyük vazifesinin olduğunu, kendisi dahil, şimdiye kadar gelen müceddidlerin bu 3 vazifeden sadece 1'ini bir yönüyle yerine getirdiklerini, dolayısıyla bu üç vazifeyi yapmamış olanın Mehdi olamayacağını ifade etmiştir.
-    Mehdi’nin Al-i Beyt’ten (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan) olacağının bildirilmiş olması ama kendisini nesil olarak seyyid bilmediğini açıklamıştır.(Emirdağ Lahikası, 249)
BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM.Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ Lahikası, s. 249)
Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, “seyyid” yani Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:
Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYT’İMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)
Bediüzzaman da bu sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını belirtmiştir:
Bediüzzaman seyyid değildir ve, seyyid olmamasının, kendisinin Mehdi olmayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi’ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında “Hayır, ben Mehdi değilim” diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve “ben seyyid değilim” demiştir.
Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktur. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru sorulduğunda “Evet seyyidim, ama Mehdi değilim” derdi. Zira Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in hadisini hatırlatarak “seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını” belirtmiştir.
Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran’da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu’dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, s. 52)
Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)’in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun yanı sıra her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir. Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman “Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum” da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir.
Bediüzzaman “AL-İ BEYT’TEN OLACAKTIR” sözleriyle Hz. Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyid bir kimse olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman eserlerinin çeşitli bölümlerinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğine dikkat çekerek, Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, belirli bir soydan gelecek olan “BİR ŞAHIS” olduğunu vurgulamıştır. Peygamberimiz (sav)'in de Hz. Mehdi'nin bu özelliğini bildirdiği çok sayıda hadisi vardır. Bir şahsı manevinin peygamber soyundan gelmesi elbette ki söz konusu değildir. Ayrıca böyle bir düşünce hem Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle hem de Bediüzzaman'ın sözleriyle çok açık bir şekilde çelişmektedir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi “PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS” olacaktır.
Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR.(Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi birarada yerine getiremediklerini ifade etmiştir:
Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır. Bediüzzaman öncelikle Hz. Peygamberimiz (sav)’in hadislerine dayanarak her yüz yıl başında bir müceddid (yenileyici) gönderileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi'nin de Hicri 14. yy’ın başında geleceğini ve 14. ve 15. yy’lar arasındaki müceddid olacağını belirtmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş olan müceddidler ile Hz. Mehdi arasındaki farkı açıklamış ve Hz. Mehdi'nin hangi özelliğiyle bu müceddidlerden ayırt edilebileceğini bildirmiştir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'den önce gelen müceddidlerin, onun üç vazifesinden birini yerine getirdiklerini ve bu açıdan “bir nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlendiklerini” söylemiştir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca “BÜYÜK MEHDİ” olacağını ve bu özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini belirtmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın kullandığı “BİR NEVİ MEHDİ” ifadesi de bu durumu açıklamaktadır. Bediüzzaman geçmişte gelen ve Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden yalnızca bir tanesini yapan kimselerin gerçekte ahir zamanın beklenen Mehdisi olmadıklarını, bu kimseleri “bir nevi mehdi” olarak nitelendirerek ifade etmiştir.
Bediüzzaman kullandığı “HER BİRİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan müceddidlerin de Hz. Mehdi gibi gerçek kişilikler olduklarına, şahs-ı manevi olmadıklarına dikkat çekmektedir. Bu açıklamada bahsi geçen önceki yüzyıllarda gönderilen müceddidlerin birer şahıs oldukları kabul görürken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği “Büyük Mehdi”nin bir şahsı manevi olacağı düşüncesi elbette ki çelişkilidir. Bu düşünceye göre, ahir zaman Mehdisi’nden önce gelen tüm müceddidlerin de birer şahsı manevi olması gerekirdi. Ancak böyle bir şey söz konusu olmamıştır. Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıklamıştır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi ahir zamanda “BİR ŞAHIS” olarak ortaya çıkacak ve Allah’ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden yerine getirecektir.
Bediüzzaman sözlerinde, iki ayrı tür Mehdi olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisini, “sabık (önceki) Mehdiler”, diğerini ise ahir zamanda gelecek olan“BÜYÜK MEHDİ” olarak adlandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin yapacağı faaliyetleri saymış ve bunları ondan başka kimsenin yapamayacağını belirtmiştir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye “BÜYÜK MEHDİ” demiştir. Bediüzzaman eserlerinde, kendisi de dahil olmak üzere önceki dönemlerde gelen, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı müceddidlerin bu üç görevi yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bediüzzaman eserlerinde ayrıca söz konusu kimselerin Büyük Mehdi ünvanını alamamalarının bir diğer sebebinin ise, bu kişilerin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymamaları olduğunu bildirmiştir.
Hem bu ÜÇ VEZAİF (görevin) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün) GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ (Peygamberimiz (sav)'in soyunun nurani cemaatini) TEMSİL EDENHAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR (bir araya gelebilir, toplanabilir) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 156)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu belirtmekte, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir:
Bediüzzaman eserlerinin pek çok yerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görev olduğundan bahsetmiştir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden birinin bu üç görevi birden yerine getirmesi olduğunu belirtmektedir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam birliğinin sağlanması, üçüncüsü ise Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi, bu görevlerin üçünü birden yerine getirecektir. Bu alamet, onun tanınmasını sağlayacak ve onun en önemli özelliklerinden olacaktır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi’nin aynı anda, “SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ VE DİYANET MEHDİSİ” olarak üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını söylemiştir. Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın “BÜYÜK MEHDİSİ” ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “ÜÇ VEZAİF (GÖREVİN) BİRDEN” yerine getireceğini hatırlattığı bu sözüyle bu konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini belirterek Hz. Mehdi'nin o dönemde henüz gelmemiş olduğunu ifade etmektedir.
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi birden mükemmel bir biçimde, hakkıyla ve biri diğerine mani olmadan, zarar vermeden, eksiksiz ve kusursuz olarak başarabilecek bir şahıs ya da cemaat bulunmadığını belirtmektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da,
Hz. Mehdi'nin Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde ortaya çıkmadığını gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.
Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirildiği üzere “seyyid” yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir kimse”olacağını, “kendisinin ise seyyid olmadığını” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözünde de bu konuya bir kez daha açıklık getirmekte, “AL-İ BEYT’İ NEBEVİNİN CEMAAT-İ NURANİYESİNİ TEMSİL EDEN” sözleriyle Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in mübarek soyundan olacağına dikkat çekmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu önemli alametlerinden birini hatırlatarak kendisinin Hz. Mehdi olmadığını ifade etmektedir.
Bediüzzaman'ın açıkladığı üç büyük görev ancak ahir zamanda gelecek Hz. Mehdi'nin yerine getirebileceği görevlerdir. Bediüzzaman, burada kullandığı"ANCAK" kelimesiyle bir başkasının bu görevleri başarmasının Allah’ın dilemesiyle “İMKANSIZ” olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.
Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemi) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)
Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah’ın insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran özellikleri anlatmıştır:
Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin ise kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki "müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır."MÜCEDDİD" dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de  ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme(hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.
İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin içtihat etme(hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak, kendisinin de “tüm mezhepleri kaldıracağını” göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin “en büyük müceddid ve müçtehid” olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye"isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:
 ... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, sf. 186-187)
Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam’la buluşacak,MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)
Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi’yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade etmiştir:
 “Evvelâ: Ben Şafiî’yim...” (Emirdağ Lahikası, s. 38)
 “... hem hususî Şafiîce ibadetime.” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202) 
“Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim...” (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)
Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için...” (Emirdağ Lahikası, s. 573)
Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.
Ayrıca Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu bir kez daha çok açık deliller vererek ortaya koymuştur. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin aynı zamanda hem “BİR MÜCEDDİD” hem de “BİR MÜÇTEHİD” olacağını söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu sıfatlarına uygun olarak “dini devrin ihtiyaçlarına göre açıklayabilmesi ve ihtiyaç olduğunda ayetlerden hüküm çıkarabilmesi, bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” için çok açıktır ki “BİR İNSAN” olması gerekmektedir. Bir şahsı manevinin “açıklama yapabilmesi, hüküm çıkarabilmesi ya bir İslam alimi ve önderi olabilmesi” mümkün değildir. Bediüzzaman da bu özelliklerini vurgulayarak “HZ. MEHDİ'NİN BİR ŞAHIS OLDUĞUNU” ifade etmiştir.
Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)’den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid bir şahsı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah’ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran, hidayet rehberi olabilecek “BİRER İNSAN” olarak gelmişlerdir. Örneğin Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi, 1400 senedir heyecanla beklenen Hz. Mehdi de Allah’ın izniyle bu adetullaha uygun olarak müceddid ve müçtehid sıfatlarını taşıyabilecek “BİR ŞAHIS” olarak gelecektir.
Bediüzzaman’ın kullandığı “HAKİM” kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden, idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada belirttiği “HAKİM”lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu “HAKİMLİK VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE”dikkat çekmiştir.
Hz. Mehdi, Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi “hakim” olacaktır; hükmeden yani adaleti sağlayan mekanizmanın başında olacaktır. Bediüzzaman Said Nursi ise, hayatının 28 yılını “mahkum” olarak büyük fedakarlıklarla geçirmiş, “hakim” konumda olmamıştır.
Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözüyle Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığı konusuna da kesin ifadelerle açıklık getirmiştir. Bir şahsı manevinin “hakimlik” sıfatını taşıması, Müslümanların liderliğini üstlenerek adalet konusunda hüküm verebilmesi, bir topluluğu idare edebilmesi hiç şüphe yok ki imkansızdır. Tüm bunlar ancak bir insanın sahip olabileceği özelliklerdir. Yine bunlar ancak imanla, akıl, muhakeme ve vicdan kullanarak yerine getirilebilecek sorumluluklardır. Bir şahsı manevinin ise bu özelliklerin hiçbirine sahip olmadığı, dolayısıyla da hakim vasfıyla Müslümanları yönetemeyeceği son derece açık bir gerçektir. Bediüzzaman da sözlerinde bu gerçeği açıkça ifade etmiş, Hz. Mehdi'nin “BİR ŞAHIS” olduğunu açıklamıştır.
Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek zatın ayrıca “MEHDİ” vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. “MEHDİ” kelimesi, “HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN” anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah’ın kendisine yol gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden almaktadır. Bir şahsı manevinin “Mehdi vasfını taşıması” ise hiçbir şekilde söz konusu değildir. Allah’tan bir lütuf olarak verilen “HİDAYET BULMA” özelliğinin “BİR İNSANI” tanımladığı çok açıktır. Bir şahsı manevinin “hidayet bulma” ve “insanların hidayetlerine vesile olma” özellikleri olamaz. Bediüzzaman da burada bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin “MEHDİ” vasfını belirterek, onun “BİR ŞAHIS” olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem “MÜRŞİD” hem de “KUTB-U AZAM” olacağını bildirmiştir.“MÜRŞİD” kelimesi “DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE” anlamına gelmektedir. “KUTB-U AZAM” ifadesi ise “MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ” anlamındadır. Bediüzzaman bu sözünün başındaki “ahir zamanın en büyük fesadı zamanında” ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi olacaktır.
Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı yukarıdaki vasıflar, anlamlarından da anlaşılacağı gibi “TEK BİR KİŞİ”ye ait olacak özelliklerdir. Bir şahsı manevinin “mürşid” ve “kutb-u azam” olması düşünülemez. Bediüzzaman açıkça Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemde “tüm Müslümanların kendisine bağlandığı en büyük evliyalardan, zamanının doğru yolu gösteren en büyük mürşidi olan BİR ŞAHIS” olacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi’nin “BİR ZAT-I NURANİ” olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin bir şahsı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada “bir zat-ı nuraniden” değil, “bir şahsı manevi-i nuraniden” bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için “BİR ZAT”ifadesini kullanmıştır. Ayrıca “NURANİ” kelimesiyle de bu mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun “NURLU BİR ŞAHIS” olduğunu belirtmiştir. Bir şahsı manevinin “NURLU” olmasından söz edebilmek mümkün değildir. Bu bir insanda görülebilecek bir özelliktir. Bediüzzaman da tüm bu vurguları ve açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmadığını, mübarek “BİR İNSAN” olduğunu açıkça belirtmiştir.
Ayrıca Bediüzzaman burada “iki zat” ya da “üç zat” gibi ifadelere yer vermemiş, kullandığı “BİR ZAT-I NURANİ” ifadesiyle Hz. Mehdi'nin yalnızca “TEK BİR ŞAHIS” olduğunu da ifade etmiştir.
Bediüzzaman bunun yanı sıra bu sözündeki “GÖNDERECEK” ifadesiyle de Hz. Mehdi'nin gelişinin Allah’ın izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini umduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman bu sözüyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin gelişinin geçmişte ya da kendi döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu da belirtmektedir. Eğer böyle bir kanaati olsaydı hiç kuşkusuz ki Bediüzzaman “Cenab-ı Hak... gönderdi” ya da “göndermiş” gibi, geçmiş zamanı ifade eden bir fiil kullanırdı. Ancak Bediüzzaman bu ifadelerin hiçbirine yer vermemiş ve gelecek zamana işaret ederek Rabbimiz'in Hz. Mehdi'yi kendisinden “İLERİDEKİ BİR ZAMANDA GÖNDERECEĞİNİ” bildirmiştir.
Bediüzzaman “HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI” belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahsı manevinin, peygamber soyundan gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen “BİR İNSAN” olacağını ifade etmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat çekmiştir.
Bediüzzaman, Celal ve Kudret sahibi olan Rabbimiz'in, Hz. Mehdi ile dinsizlik ve zulüm devrini ortadan kaldıracağını belirtmiştir. Rabbimiz'in, yer ile gök arasındaki tüm alemi bulutlarla bir dakika içinde doldurup boşalttığı, bir saniyede denizin fırtınalarını durdurduğu ve bahar mevsiminde bir saatte yaz mevsiminin örneğini ve yazın da bir saatte kış fırtınasını yarattığı gibi, bu olayı da hemen gerçekleştirmeye kadir olduğunu hatırlatmıştır. Bediüzzaman, Allah’ın bu vaadinin hak olduğunu ve vaadini mutlaka gerçekleştireceğini ifade etmiştir.
Hz. Mehdi Allah’ın izniyle İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı zulüm ve zorluklara son vermekle görevli kişi olacak ve çalışmalarıyla tüm dünya çapında etkili olacaktır. Ancak böylesine tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşecek bir durum ne Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, ne de daha önce gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın döneminde bu zulüm devam etmekteydi; komünizm dahi henüz yıkılmamış durumdaydı. Müslümanlara yapılan zulüm ise tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşmekteydi. Çok yakın tarihe kadar Bosna'da, günümüzde hala Keşmir'de, Moro'da, Filistin'de ve daha dünyanın birçok yerinde Müslümanların en temel haklarının bile elinden alındığı, haksız yere öldürüldükleri bilinmektedir.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde zulüm ve esaretin ortadan kaldırılması hiçbir şekilde söz konusu olmamıştır. Hatta Bediüzzaman'ın bizzat kendisi bu şartlar nedeniyle hayatının çok büyük bir bölümünü zulüm ve esaret altında geçirmiştir. Bediüzzaman, hadislerde bildirildiği gibi, İslam dünyasının üzerindeki bu zulmü kaldıracak kişinin ancak Hz. Mehdi olacağını belirtmiştir. Kendisinin böyle bir olaya vesile olmadığını ve bu görevi yerine getirecek olanın Hz. Mehdi olduğunu ifade etmiştir.