10 Şubat 2013 Pazar

İmanın Güzellikleri 2. bölüm


İmanın Güzellikleri  2. bölüm

Cennetteki Güzel Kokular

Güzel koku Allah'ın insanlara sunduğu çok büyük bir nimettir. Fakat dünyada en güzel kokunun bile etkisi çok kısa süre devam eder. Koku moleküllerinin havada dağılması ve burnun da bir süre sonra bu kokuya alışması bu nimetten alınan zevki sınırlı hale getirir. Dolayısıyla kokunun güzelliği kadar etkisinin kalıcılığı da önem taşır. Peygamber Efendimiz (sav) hadislerinde cennetteki kokuların güzelliğine ve etkisine şöyle işaret etmiştir:
Ehli cennet kadınlarından bir kadın yeryüzüne baksa, misk kokusundan yeryüzü dolar ve yüzünün nuru Güneş ve Ay'ın ziyasını bastırırdı. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 355/5]
Eğer bir huri parmaklarından birini dünyaya gösterse (yer-gök ehli) her can sahibi, onun kokusunu duyardı. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 355/4]
Cennetin kokusu beş yüz yıllık yerden duyulur. Cennetin bu kokusunu ahiret ameli ile dünyayı talep eden kimse duyamaz. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 292/3]
Peygamberimiz (sav) "... gıdalardan kokuların en hoşu, en güzeli hasıl olur." hadisiyle de cennet yiyeceklerinin kokularındaki güzelliği haber verir. [Kütüb-i Sitte-14, s. 448/3]
Yiyeceklerin lezzetini almamızda kokunun çok büyük payı vardır. Örneğin pişen bir kakaolu kekin cazip bulunmasının sebebi, etrafa yayılan kakao ve vanilya kokusudur. Aynı şekilde ızgarada pişen etten, portakaldan, domatesten, kahveden ya da bir başka yiyecek ve içecekten zevk almamızdaki sebeplerden biri bu yiyecek ve içeceklerdeki kokudur. Koku duyumuz olmasaydı yediklerimizi birbirinden ayırt etmemiz, her birinden ayrı ayrı lezzet almamız da mümkün olmazdı. Bu bakımdan kokunun, lezzete yönelik nimetlerden alınan zevki tamamlayıcı bir yönü vardır.
gül
Cennetteki kokuların güzelliğinden bahsedilen diğer bir hadis ise şöyledir:
... Derken şimal (kuzey) rüzgarı eser de onları yüzlerine ve elbiselerine en güzel koku nevilerini serper. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325/562]
Bir hadiste de kokusu ile dikkat çekilen bitkilerden şöyle söz edilmektedir:
Muhakkak ki kına (boyası ve kokusu) cennet kokularının reisidir... Allah Teala cenneti yarattığı zaman onu (güzel) fesleğen kokusu ile kuşattı, fesleğeni de kına (kokusu) ile çepeçevre kuşattı... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 342/619]
Hadislerde bahsedilen fesleğen güzel kokusu ile bilinen bir bitkidir. Ancak bizim bildiğimiz, tanıdığımız kokular da cennette çok daha farklı, çok hoşumuza gidecek şekildedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Ayrıca cennet ortamındaki kokular insanlara zevk veren birer nimet olmaları amacıyla yaratıldıklarından dünyada sıkça muhatap olduğumuz rahatsız edici kokuların hiçbiri orada olmayacaktır. Bu tür kokular insanlara dünyanın eksikliklerini hatırlatan, onların cennet ortamına özlem duymalarına vesile olan dünyaya has kusurlardır. Cennette bu tür eksiklikler ortadan kaldırıldığı gibi insan ruhunun zevk alacağı hoş kokular her yanı kuşatacaktır. Nitekim Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde cennet için; "... Her tarafından güzel kokular dalgalanmaktadır..." şeklinde bildirmişlerdir. [Ramuz el-Ehadis-1, s.170/1]

Cennetteki Ses Ve Kokulardaki Güzellik

Künyada Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların üzüntü, endişe sebeplerinin başında kalp kırıcı, aşağılayıcı, vesvese veren, ümitsizliğe sevk eden, dürüst olmayan, olumsuz konuşmalarla her an karşı karşıya olmaları yer alır. Nitekim konuşmalardaki en ufak bir olumsuzluk dahi en güzel ortamı rahatsız edici hale getirebilir. Öte yandan yapılan içten bir iltifat, söylenen onore edici, şevklendirici, cesaret ve ümit verici bir söz, yapılan samimi ve dürüst bir konuşma kimi zaman kişinin çevresindeki maddi nimetlerden çok daha önem taşır. Dünyada insanlar rahatsızlık duyacakları konuşmalara sıklıkla rastlarlar. Oysa Allah cennette bunun olmadığını, müminlerin son derece rahat ortamlarda karşılıklı sohbet ettiklerini bizlere haber verir. Allah'ın sevdiği ve cennetine kabul ettiği samimi kullarıyla sohbetin yanı sıra her türlü yalandan, boş ve olumsuz konuşmadan uzak olmak müminler için çok büyük bir nimet olacaktır. Allah bir ayette bunun kulları için çok büyük bir bağış olduğunu bildirir:
İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu). (Nebe Suresi, 35-36)
Peygamber Efendimiz (sav) de cennetteki konuşmaların güzelliğine şöyle dikkat çekmiştir:
Ehli cennet öyle bir kimsedir ki: Allah onun iki kulağını insanların kendisini hayırlı senası ile doldurur. Ve o da onu duyar. Ehli cehennem ise öyle bir kimsedir ki, Allah onun iki kulağını insanların kendisini şerli olarak zikirleri ile doldurur ve o da bunu duyar. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 155/2]
Ayrıca hadislerde müminlerin dünyadaki samimi sohbetlerinin ahirette de devam ettiği bildirilir. Cennette müminlerin kendi aralarında sohbet ederlerken dünya hayatlarında yaptıklarını anımsadıklarından bir hadiste şöyle bahsedilmektedir:
Ehli cennet, cennette karar kıldıklarında kardeşlerden bazıları bazılarını görmek isterler. Birinin sediri diğerinin sedirine, berinin de ötekinin sedirinin yanına gider. Onlar buluşunca her ikisi de yaslanır ve dünyada aralarında olan şeyleri karşılıklı konuşmaya başlarlar. Birisi şöyle der: "Ey kardeşim, hatırlar mısın biz dünyada falan mescitte iken Allah'a dua etmiştik, İşte Allah da bizi bağışladı." [Ramuz el-Ehadis-1, s. 29/12]

Cennetteki Ses Güzelliği:

Cennette ses güzelliği de müminlere ayrı bir nimet olarak verilmektedir. Aşırı tiz bir ses, parazitli çalan bir müzik, gürültülü bir ortam, çok yüksek sesle çalışan bir motorun sesi ya da bir siren sesi kısa süre devam etse bile içinde bulunduğumuz ortamı rahatsız edici hale getirir. Nitekim çığlık, haykırış, şiddetli ağrı veya acının etkisiyle çıkan sesler de insanlara cehennemi düşündüren seslerdir. Peygamberimiz (sav)'in hadislerde bildirdiğine göre cennette ise hem herkesin kendi sesi çok güzel olacak, hem de kulaklarına gelen her ses hoşlarına gidecek şekilde olacaktır. En doğrusunu Allah bilir. Hadis-i şeriflerde cennetteki ses güzelliğine şöyle dikkat çekilmiştir:
Cennette hurilerin toplanma yerleri vardır. Seslerini yükseltecekler, yaratıklar onların sesi kadar güzel bir sesi o ana kadar hiç duymamış olacaklar... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı, s. 409/10099]
Cennete giren her bir kimsenin baş ve ayak ucunda iki huri durur ve ins ve cinnin işittiği en güzel sesle neşide (şiir) okurlar... [Ramuz el-Ehadis-2, s. 384/7]

Cennetteki Sonsuz Yaşam Ve Gençlik

İnsan ömrü dünyada ortalama olarak 6-7 tane 10 seneden oluşur. Bu son derece kısa bir süredir. Nitekim Kuran'da ahiret günü dünya hayatları hakkında yorum yapan kişilerin ifadeleri de bu doğrultudadır.
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." (Müminun Suresi, 112-113)
Oysa cennette insan ömrü süresizdir. Allah'ın "Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar..." (Duhan Suresi, 56) ayetinde bildirdiği gibi kişi hem ölümsüz olacak, hem de içinde bulunduğu nimetler sonsuza dek devam edecektir. Sonsuz kelimesiyle kolayca ifade ettiğimiz bu kavram üzerinde iyi düşünülmesi gerekir. Çünkü kastedilen yüz, bin ya da milyon sene değil, sonu olmayan bir süredir. Dolayısıyla cennette kimsenin dünyada olduğu gibi zamanla ilgili bir hesabı, düşüncesi olmayacaktır. Biten veya azalan bir ömür de olmayacaktır. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:
Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır. (Hud Suresi, 108)
Bir başka ayette ise Allah cennet ehli için "Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;" (Vakıa Suresi, 17) buyurarak gençliğin ve ölümsüzlüğün cennette bir nimet olarak yaşandığına dikkat çeker.
Cennetteki sonsuz yaşam hadislerde şöyle haber verilir:
cocuk
Ehli cehenneme deneydi ki: "Dünyadaki taşlar adedince cehennemde kalacaksınız" buna ferahlanırlardı. Cennet ehline de denseydi ki, "Taşlar adedince kalacaksınız." hüzünlenirlerdi. Lakin onlara ebediyet mukadder (miktarı tayin ve takdir edilmiş olan) kılındı. [Ramuz el-Ehadis-2, s.358/6]
... Oraya giren kimseye nimetler ihtiyaç olmaksızın gelir. Orada ebedi olarak yaşar. Ölmez, elbisesi eskimez ve gençliği de gitmez. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6]
... oraya giren mutlu olur, umutsuz olmaz, ebedi olur, ölmez. Ne giydikleri eskir, ne de gençlikleri tükenir. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s.408/10088]
İncil'de ise sonsuz yaşam ile ilgili olarak şöyle yazılıdır:
Canını seven, onu yitirir. Ama bu dünyada canını gözden çıkaran, onu sonsuz yaşam için koruyacaktır. (Yuhanna, 12. bölüm, 25)
... kendinizi son derece kutsal olan imanınızın temeli üzerinde geliştirin... sizi sonsuz yaşama kavuşturacak olan merhametini beklerken kendinizi Allah'ın sevgisinde koruyun. Kararsız olan bazılarına merhamet edin. Bazılarını ateşten çekip kurtarın... Kurtarıcımız tek Allah, sizi düşmekten alıkoyacak, Kendi yüce huzuruna büyük sevinç içinde lekesiz olarak çıkaracak güçtedir... (Yahuda'nın Mektubu, 20-24)
… aranızda giysilerini lekelememiş olan birkaç kişi var ki, onlar beyazlar içinde benimle birlikte yürüyecekler. Çünkü buna layıktırlar. Galip gelen, böylece beyaz giysiler giyecek. Böylesinin adını yaşam kitabından hiç silmeyeceğim... (Yuhanna'ya Gelen Esinleme, 3. bölüm, 4-5)
... Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın... Bunlar sonsuz azaba uğrayacak, doğrular ise sonsuz yaşama kavuşacaklar. (Matta, 25. bölüm, 34-46)
Dünyada bir kimse ne kadar güzel, ne kadar zengin, ne kadar sağlıklı olursa olsun ölüm kaçınılmazdır. Dolayısıyla insan dünya şartlarında herkesten çok varlık içinde de olsa bu varlıkların son bulacak olması onları eksik hale getirir. Dünyada nimetlerin geçici olmasının bir hikmeti de bu nimetlerin cennetteki asıllarını istememiz içindir. Dünyada gördüğümüz tüm güzellikler, tattığımız tüm zevkler hem kusurlu hem de geçicidir. Oysa cennette bu nimetler zamana ve sebeplere bağlı olmadan yaratılmışlardır. Dolayısıyla cennette nimetler kesintisiz olarak var olacaklardır. Ayetlerde  Allah cennette yaşanan bu sürekliliği şöyle müjdelemektedir:
Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafaat Katında olandır. (Tevbe Suresi, 21-22)
Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler. (Kehf Suresi, 108)

Cennetteki Ebedi Gençlik:

Kuran ahlakından uzak yaşayan kimseler, daha gençlik yıllarından itibaren yaşlılık korkusu içinde yaşarlar. Bir yandan yaşlılığın getirdiği hastalıkları, acizlikleri düşünür, diğer yandan da bu durumda kendilerine bakacak birinin olup olmayacağı konusunda endişeye kapılırlar. Bu ve benzeri endişeler taşıyan çok sayıda insan yaşlılık konusuna çok karamsar bakar.
İnsan vücudunda 20'li yaşlardan itibaren hücrelerin yenilenme hızı azalmaya, cilt eski esnekliğini kaybetmeye başlar. İlerleyen senelerde de bu yıpranma gözle görülür hale gelir. Bu durum insanlarda ciddi bir kaygı meydana getirir. Gençliklerinin ellerinden gitmesine seyirci kalmaktan dolayı üzüntü duyarlar. Elbette ki bu durum iman etmeyen kimseler için geçerlidir. Çünkü müminler geçici dünya hayatında karşılaşabilecekleri tüm eksiklikler, hastalıklar ve acizlikler için Allah'a tevekkül ederler. Bir ibadet olarak mümkün olan her sebebe sarılır, din ahlakından uzak yaşayan insanların aksine her türlü korku ve endişeden uzak bir hayat yaşarlar. Ayrıca dünyadaki güzelliklerin özel olarak eksik ve kusurlu yaratıldıklarını, asıl hayatın ahiretteki sonsuz yaşam olduğunu bilerek cennete kavuşma çabası ve umudu içinde yaşarlar.
manzara
Dünya hayatı gelip geçici bir yurttur. Allah tüm nimetlerin asıllarını ahirette yaratacak ve samimi kullarına sunacaktır. Cennette insanlar hep genç, güzel, sağlıklı ve dinç olacaklardır.
Kaldı ki dünya şartları içinde bir kimse ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, yaşlanma belirtileri ne kadar gecikirse geciksin veya ne kadar sağlıklı olursa olsun ömrü bir gün mutlaka sona erecektir. Oysa hem Kuran ayetlerinde hem de Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, cennet nimeti olarak gençliğin sonsuza kadar süreceği vurgulanmıştır:
Cennete sürmeli ve sakalsız olarak Yusuf (a.s.) güzelliğinde, Eyüp (a.s.) muhabbetinde ve otuz yaşlarında gençler olarak girersiniz. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 249/15]
İnsanlar, düşük çocuktan şeyhi faniye (yaşlıya) kadar, otuz üç yaşındaki oğullar olarak, Adem (a.s.) yaratılışında ve Yusuf (r.a.) güzelliğinde, Eyüp (a.s.) ahlakında sürmeli ve süslü olarak haşrolur. (Ve öyle cennete girerler.) [Ramuz el-Ehadis-2, s. 507/6]
Otuzlu yaşlar olgun bir kişiliğin oturduğu, yüz ifadesi, konuşma, hal ve tavır olarak gençliğin olabilecek en güzel dönemidir. Ancak unutmamak gerekir ki, cennetteki dinçlik ve gençlik de dünyadakinden çok farklıdır. Çünkü dünya şartlarında genç bir kişi de pek çok acizlik içinde yaşar. Allah cennet ehlini ahirette her türlü eksiklikten, kusurdan uzak yeni bir yaratılışla yaratmıştır. Allah bu cennet nimetini bir ayette şöyle bildirmiştir:
Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (İnsan Suresi, 19)

Cennet Ehlinin Yaşıt Olması:

Cennet ehlinin yaşıt olması Allah'tan büyük bir nimettir. Yaş farkı din ahlakından uzak yaşayan insanlar arasında çoğu zaman bir uyumsuzluğa ve iletişimsizliğe sebep olur. Çoğu zaman birbirleriyle aynı yaşta olan insanlar kendi aralarında daha rahat ettikleri için gruplaşma yoluna giderler. Elbette ki bu durum Müslümanlar için geçerli değildir. Müslümanlar hangi yaşta olurlarsa olsunlar birbirleriyle son derece iyi anlaşır, kendilerinden küçük veya büyük her yaştan insanla rahatça dostluk kurabilirler. Cennette Müslümanların birbirlerine yaşıt olarak yaratılmaları ise Allah'tan sunulan ayrı bir nimet ve güzelliktir. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde cennet ehlinin yaşlarının ebediyen değişmeyeceğini haber verir:
Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 450/5]
Kuran'da cennettekilerin yaşıt olduklarına dikkat çekilen diğer ayetler ise şöyledir:
Onları hep bakireler olarak kıldık, eşlerine sevgiyle tutkun (ve) hep yaşıt, (Vakıa Suresi, 36-37)

Cennette İstenen Herşeyin Olması

vrende var olan herşey Allah'ın sonsuz gücünü ve sonsuz aklını yansıtır. Allah dünyada imtihanın bir gereği olarak herşeyi bir kanun ile yaratmakta ve tüm olup bitenleri insan aklının kavrayabileceği makul sebep-sonuç ilişkileri içinde göstermektedir. Bundan dolayı insanlar bir meyve gördüklerinde bunun bir tohumdan gelişen ağacın zaman içinde verdiği meyve olduğundan şüphe duymazlar. Elbette ki Allah'ın kanununa göre dünyada meyvenin sebebi budur, fakat unutmamak gerekir ki Allah dilediği takdirde tüm evreni sebeplerden bağımsız da yaratabilir. Allah dilediğini dilediği şekilde ve zamanda, örneksiz olarak yaratan, hiçbirşeye ihtiyaç duymayandır. Dolayısıyla Allah'ın yaratması için de hiçbir sebebe, araca, aşamaya ihtiyaç yoktur. Dünyada herşeyin belli sebeplere, doğa kanunlarına bağlı olması insanları yanıltmamalıdır. Allah tüm bu sebeplerin Yaratıcısı olarak bunlardan tamamen münezzehtir. Nitekim cennette sebeplere bağlı yaratılış kalkacağı için ağaçtan kopan meyvenin yerine yenisi hemen geri gelecek, hiçbir eksilme olmayacaktır. Sebepleri de sonuçları da yaratan Allah'tır. Örneğin bir ağacın gölgesine baktığımızda bu gölgenin sebebinin Güneş ışınlarının yansıma açısı olduğu bilgisine sahibizdir. Gölge Güneş'in bir sonucudur, fakat Güneş'i gölgeye sebep kılan Allah'tır. Bu durum bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Rabbini görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatıvermiştir? Eğer dilemiş olsaydı onu durgun kılardı. Sonra Biz Güneş'i ona bir delil kılmışızdır. Sonra da onu tutup Kendimize ağır ağır çekmişizdir. (Furkan Suresi, 45-46)
Dünyada bu şekilde herşeyi sebep sonuç ilişkisi içinde yaratması Allah'ın bir sanatıdır ve Rabbimiz'in bu tecellileri sonsuzdur. Allah herşeyi istediği anda, istediği şekilde yaratabilir veya dilediği her şekle çevirebilir. Evreni yoktan var eden Allah, dilediği zaman da dünyada kavramaya çalıştığımız kanunları ve sebepleri kaldıracaktır. Salih Müslümanlar cennette akıllarına gelen, hoşlarına giden herşeyi isteyebilecek, istemeleriyle birlikte Allah'ın izniyle bunlara anında sahip olacaklardır. Gerek kendileri, gerekse çevreleri istedikleri şekil ve surette olacak, her istediklerini yapıp, en zevk alacakları nimetler içinde yaşayacaklardır. Üstelik bunların hiçbiri bir ihtiyacı karşılamak, bir eksikliği gidermek, bir kusuru örtmek amacıyla da olmayacak, sadece Allah'tan bir nimet ve güzellik olarak cennet ehlinin zevk almaları için olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu konuda hadislerde verilen örneklerden bir kısmı şöyledir:
Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
"Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır." buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de:
"Cennette deve var mı?" diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
"Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır." [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 431/14]
Hadiste bildirilen "canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey" bizim dünyadaki ufkumuzla, hayal gücümüzle sınırlı değildir. Kuran'da Allah "... orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız" (Zuhruf Suresi, 71) ayetiyle bu nimetlerin zenginliğine dikkat çekmiştir. Bu konuyla ilgili diğer ayetler ise şöyledir:
... Orada nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir.(Fussilet Suresi, 31)
... Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar.(Enbiya Suresi, 102)
Hepimizin dünyada isteyip de kimi zaman vakit ayıramamaktan, kimi zaman da risk taşımasından ötürü yapamadığımız pek çok şey vardır. Örneğin çok hızlı araba ya da motorsiklet kullanmak kimileri için heyecan verici bir zevk olabilir; kimileri ise uzun saatler derin sulara dalmak ya da yüksek dağlarda kayak yapmak, paraşütle yüzlerce metre yüksekten atlamak gibi tehlikeli sporlar yapmak isteyebilir. Ancak bunların hepsi kişinin hayatını risk altına sokan spor dallarıdır.
Pek çok kişi de profesyonel olarak müzik aleti çalabilmek, resim yapabilmek gibi özel yeteneklere sahip olmak isteyebilir. Bu gibi şeyler yeteneğin yanı sıra kimi durumlarda teknik bilgi ve uzun süren bir eğitim gerektirir. Cennette ise bir kimse dilediği herşeye sahip olabileceği için istediği anda hiçbir çaba sarf etmeden, yetenek gibi bir sebebe bağımlı olmaksızın böyle bir imkana sahip olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bir hadiste cennetteki isteklerin sınırsızlığı şöyle vurgulanmıştır:
Rableri de şöyle buyuracak: "...Burası, size bolca vereceğim bir yerdir. İsteyin Benden ne isterseniz!"
Ondan hoşnutluk isteyecekler. O da şöyle buyuracak: "Zaten sizi buraya yerleştiren Benim hoşnutluğumdur. Size daha bolca vereceğim, isteyin!"


Arzuları bitinceye dek durmadan isteyecekler.
Kuran ayetlerinde ve hadislerde, cennette Allah'ın dilemesi ile nefsin arzuladığı herşeyin mümkün olacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla insanların ancak hayal edebilecekleri ama dünyada mümkün olmayan şeyleri yaşamaları da mümkün olabilir. Örneğin at üzerinde uçmak dünya şartlarında imkan dahilinde değildir, ancak hadislerde dikkat çekildiği gibi bu da Allah'ın dilemesiyle cennette mümkündür. Bir hadiste isteyen kişinin uçabileceğinden şu şekilde bahsedilmektedir:
Eğer nasip olur da cennete girersen, "Kızıl yakuttan bir beygire bineyim" dersen binersin. "Uçayım dersen uçarsın." [Ramuz el-Ehadis-1, s. 149/5]
Bir başka hadiste ise cennetteki nimet genişliği hakkında Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
"Allah Teâla Hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım." [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 4419/1]

Cennette İstenen Şeylerin Anında Olması:

Dünyada güzel bir yemek isteyen bir kimsenin, bunun için emek ve zaman harcaması gerekecektir. Hiçbir girişimde bulunmadan, daha aklından geçirdiği anda bu yiyecekleri önünde hazır olarak bulması ihtimali ise nefsinin çok hoşuna gidecek bir durumdur. Ne var ki bu, dünya şartlarında mümkün değildir. Ancak vaat edilen cennet ortamında satın alma, emek ve zaman harcama gibi pek çok sebep ve aşama ortadan kalkarak nimetler insanın en çok hoşuna gidecek şekilde sunulur. Bir hadiste bu durum şöyle bir örnekle aktarılmıştır:
Cennette senin canın kuş isteyecek. Hemen kızartılmış olarak önüne getirilip konacaktır. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 414/10123]
Bir rivayette Peygamberimiz (sav)'in şöyle bir hadisi haber verilir:
... kuşun etinden yemek o kimsenin hatırına gelir ve bunun üzerine hemen çeşitli et yemekleri halinde onun önüne varır. Cennet ehli ondan istediği kadar yer. Doyduğu zaman, kuşun kemikleri toplanır. Sonra uçar, dilediği gibi cennette otlamaya başlar. [Tezkire-i Kurtubi-1, s. 58]
Öte yandan cennet ortamında bir kimse ne isterse yapabileceği için hadiste de bahsedildiği gibi dilediği takdirde çalışmaya ihtiyacı olmadığı halde zevk için tarımla bile uğraşması mümkündür:
Peygamberimiz (sav)'in çöl halkından olan bir adamla konuşurken, sorularına şöyle cevap verdiği rivayet olunur:
Bir adam (cennette) ziraat yapmak için Rabbinden izin isteyecek. Rabbi ona diyecek ki: "Sen arzuladığın hal üzerine değil misin? O da şöyle diyecek: "Evet. Fakat ben ziraati seviyorum." diyecek. Ona izin verilecek, hemen tohum ekecek bir anda ekin verecek, büyüyecek, harmanı yapılıp, dağlar gibi mahsul yığılacak... [(Buhari), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 413/10119]
manzara

İstendiği Gibi Suret Değiştirebilme:

İnsanlara yüzleri ve fizikleri ile ilgili tercih imkanı sunulsa kuşkusuz herkes kusursuz bir görünüşe sahip olmayı ister. Çünkü insanın ruhu güzellikten zevk alacak şekilde yaratılmıştır ve her zaman en kusursuz olanı, en mükemmeli arar. En ufak bir detaydaki kusur bile gözüne çarpar, dikkatini çeker. Ne var ki insan aradığı kusursuz güzelliği dünyada tam olarak hiçbir zaman bulamaz. Bir kişi dünyanın en güzel insanı da olsa kaçınılmaz olarak yaşadığı acizlikler, hastalıklar ve en önemlisi ölümlü olması onun bu güzelliğine gölge düşürür. Çünkü imtihanın bir gereği olarak dünyada hemen herşey eksik ve kusurlarla birlikte yaratılmıştır. Bu eksik ve kusurların insanların ahirete yönelmeleri ve cennet hayatını özlemeleri açısından çok büyük hayır ve hikmetleri vardır. İnsanın hoşuna giden kusursuzluğun ve güzelliğin gerçek yeri ise cennettir. Allah cennette kişiyi kusursuz güzellikte ve onun en hoşuna gidecek surette yaratacaktır. Üstelik bu güzellik tek bir suretle sınırlı değildir. Allah cennetteki kullarına istedikleri zaman istedikleri sureti seçebilecekleri bir imkan verecek, bu şekilde cennet ehli her istediğinde farklı bir güzelliğe sahip olabilecektir.
Peygamber Efendimiz (sav) müminlerin cennetteki çarşılardan beğendikleri surete gireceklerini bir hadisinde şöyle haber verir:
Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın suretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o surete girer. [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 434/17]
manzara

Dileyen Kişinin Çocuk Sahibi Olması:

manzara
Bir kimse çocuk sahibi olmayı isterse, bu da yine cennete uygun bir kolaylık ve mükemmellik içinde gerçekleşir:
Mümin cennette çocuk arzu ettiği zaman; onun hamli, doğması, yaşı bir anda olur. [Tezkire-i Kurtubi-1, s. 55]
Bundan başka cennette çocukların durumu ile ilgili hadislerde şunlar bildirilmektedir:
Müminlerin çocukları cennette bir tepededir. Onlar, kıyamete kadar İbrahim (a.s.) ile zevcesi Sara'nın terbiyesi altındadırlar. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 73/2]

Gece Olmaması:

Gece, dünya hayatında insanlar için bir dinlenme vakti olarak yaratılmıştır. Cennette uykuya ve dinlenmeye ihtiyaç kalmayacağı için, gecenin karanlığına da ihtiyaç olmayacaktır. Cennette gecenin olmadığı hadislerde şöyle bildirilir:
Cennette gece yoktur. O, ışık ve nurdan ibarettir... [Ramuz el-Ehadis-2, s. 366/4]

Uyku Olmaması:

Uyku insanın dünyada yaşadığı acizliklerden biridir. Tüm insanlar uykuya ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmışlardır ve ne kadar isteseler de buna karşı direnemezler. Dahası vücut uykusuz kaldığında hastalıklara karşı direnci düşer, kişi yorgun bir görünüm alır. Öte yandan uykuya harcanan vakit de azımsanamayacak kadar uzundur. İnsan, yaklaşık olarak ömrünün üçte birini uykuda geçirir. Bu aynı zamanda dünyada zaten kısa olan ömrünün çok büyük bir bölümünü bir nevi ölü gibi geçirdiği anlamına gelir. Nitekim Kuran'da "Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir..."(Zümer Suresi, 42) ayetiyle uykunun bir tür ölüm olduğu haber verilmiştir. Fakat cennette uyku, yorgunluk gibi acizlikler yoktur. Allah "Onlara orada onlara hiçbir yorgunluk dokunmaz..."(Hicr Suresi, 48) ayetiyle bu gerçeği kullarına bildirmiştir. Bir hadiste ise cennette uykunun olmadığı şöyle açıklanmıştır:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Cennet ehli uyur mu?" diye sordular. Şöyle buyurdu: "Uyku, ölümün kardeşidir. Cennet ehli uyumazlar." [Büyük Hadis Külliyatı-5, s.414/10125]

Anlaşmazlık Olmaması:

Cennet ehlinin en önemli özelliklerinden biri de ahlaklarının çok güzel olmasıdır. Bir hadiste cennetteki müminlerin huylarının güzelliğine şöyle dikkat çekilmiştir:
Ben, cennet bahçelerinde, cennetin üstünde ve cennetin alt tarafında birer köşke şu kimse için kefilim ki, o haklı olduğu halde mücadeleyi terk eder, şaka için de olsa, yalanı söylemez ve insanlar(a örnek olması) için ahlakını güzelleştirir. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 152/6]
Vicdanını kullanan, Allah'tan korkup sakınan kişilerin bulunduğu bir ortamda herkes rahat eder. Güzel ahlakın yaşanmadığı bir yerde ise çekişme, kıskançlık, kavga, kızgınlık, kin, alay, alınganlık vardır. Kuran ahlakından uzak yaşayan kimseler, bu kötü ahlak özelliklerinden ötürü, kendi elleriyle cehennemi hatırlatan bir ortam oluştururlar.
Huzurlu, mutlu, güven dolu bir ortam içinde dostça, kardeşçe, hoşgörü ile yaşayabilecekken, dünyevi hırsların peşinde, kendi istek ve tutkularına kapılarak çok büyük bir nimet kaybına uğramış olurlar. Müslümanlar için ise dünyada sabırlı, itidalli, akıllı, makul, dengeli, affedici, şefkatli, sevgi dolu, güzel ahlaklı olmanın derin bir imani zevki vardır. Bir mümin bu güzel özellikleri kendinde gördüğünde ayrı bir haz alır, başka müminlerde gördüğünde bunlardan da ayrı bir zevk alır. Sonsuza kadar sürecek olan bu hoşnutluk, zevk ve güzellikler cennette de artarak sürer. Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinden birinde cennetteki bu ortam şöyle tarif edilir:
... Kalpleri, tek bir kimsenin kalbi gibidir. Aralarında ihtilaf, husumet yoktur... [Kütüb-i Sitte-14, s. 449/3]
Benzer başka bir hadiste de cennet ehlinin ahlakından şöyle bahsedilmektedir:
Onların ahlakı bir tek kişinin ahlakı üzeredir. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 329/579]
Nitekim Allah Kuran'da cennetine layık gördüğü mümin kulları için "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) buyurarak, onların yaşadıkları candan ve samimi dostluğa dikkat çeker.

Üzüntü, Sıkıntı Gibi Olumsuzlukların Olmaması:

Üzüntü, sıkıntı gibi insanlara azap veren ruh halleri, din ahlakından uzak yaşayan kimselerde sıkça görülür. Allah'ın herşeyi bir kader üzerine, hayırla yarattığını göz ardı eden bu kimseler aksilik, zorluk gibi görünen olaylar karşısında korku ve paniğe kapılırlar. Allah'a tevekkül etmedikleri için sıkıntıya düşer, hayıflanır, hatta sağlıklarına zarar verecek derecede büyük bir üzüntü yaşarlar. Oysa insan kendisi için neyin hayır neyin şer olacağını bilemez, ancak Allah bilir. Bir ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)
Dünyada zorluk, sıkıntı gibi görünen bir durum ahirette kişinin cennetine vesile olacak bir güzelliğe dönüşebilir. Bunun bilincinde olan müminler, dünyada karşılaştıkları sıkıntı ve zorluk gibi görünen olumsuzlukları imanlarının gücü ile kendilerinden uzaklaştırırlar. Allah'a teslim olmanın, yarattığı herşeyden razı olmanın rahatlığı ve huzuru içinde, karşılaştıkları her olayı Allah'ın yarattığı bir güzellik olarak değerlendirirler. Bu yüzden cennet umudu taşıyan müminler dünyevi hiçbir şeyi olumsuzluk olarak değerlendirmezler. Cennette ise Allah'ın rahmetiyle, sonsuza kadar üzüntü, sıkıntı, endişe gibi duygulardan uzak yaşayacaklardır. Hadislerde cennetteki bu nimet şöyle haber verilir:
cocuk1
... Her kaygının da arkası kesilecektir. Cehennem ehlinin kaygısı müstesna... [Ramuz el-Ehadis-2, s. 342/15]
... onlar şöyle diyecekler: "Biz ebedileriz, asla helak olmayız, biz mutlu kişileriz, asla kederlenmeyiz... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10099]
... Orada hiçbir dert ve tehlike yoktur... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1]
İncil'de ise bu konu şöyle yer alır:
... "Beyaz kaftan giyinmiş olan bu kişiler kimlerdir, nereden geldiler?"... Bana dedi ki, "Bunlar, o büyük sıkıntıdan geçip gelenlerdir... Bunun için,     Allah'ın tahtının önünde duruyorlar... Taht üzerinde oturan, çadırını onların üzerine gerecektir... Allah onların gözlerinden bütün yaşları silecektir." (Yuhanna'ya Gelen Esinleme, 7. bölüm, 13-17)
Allah Kuran'da müminlerin bu huzurlu ruh hallerini şöyle bildirmektedir:
Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. (Al-i İmran Suresi, 170)
Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir." (Fatır Suresi, 34)
Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 11)
Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. (Mutaffifin Suresi, 24)
Daha önce de belirttiğimiz gibi dünyada var olan hemen herşey imtihanın bir gereği olarak özellikle eksik ve kusurlu yaratılmıştır. Müminler dünyada karşılaştıkları tüm zorluk ve sıkıntılara güzel bir sabır gösterir, Allah'a tevekkül ederler. Peygamberimiz (sav) hadislerinde kişinin ancak cennete girdiğinde gerçek anlamda rahata kavuştuğunu haber vermiştir:
Ancak cennete giren rahata kavuşur. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 138/13]
Bir başka hadisinde ise Peygamberimiz (sav) cennetteki bu huzurlu ortamı şöyle tarif eder:
Cennet ebedi bir ikamet halinde parıldayan bir nur, yaygın bir koku, çok iyi inşa edilmiş bir köşk, akan bir ırmak, olgun bir meyve, yeşillik, neşe, serinlik, tazelik mahallidir. [Ölümden Sonra Diriliş, s.47]

Cennet Ehli'nin Allah'a Yakınlığı

Cennettekilerin Allah'ın Yüce Zatı'nın Tecellisini Görebilmeleri

Şimdiye kadar değindiğimiz tüm bu nimetlerin yanı sıra, Allah'a olan yakınlıkları, cennet ehlinin sahip oldukları en büyük ve en önemli nimet olacaktır. Peygamber Efendimiz (sav)'in pek çok hadisinde, cennetteki müminlerin Allah'tan bir lütuf olarak O'nun Zatı'nın bir tecellisini görebileceklerinden bahsedilir:
Cennet ehli cennete girdiği zaman, Allah Tebareke ve Teala şöyle buyuracak: "Size ilave olarak yapmamı istediğiniz başka bir şey var mıdır?"
"Sen bizim yüzlerimizi bembeyaz yapmadın mı? Cehennemden kurtarıp bizi cennete sokmadın mı; (Bundan daha iyi ve fazla ne olabilir ki?)" diyecekler.
Bunun üzerine perde kaldırılacak, kendilerine Rableri Tealayı görmekten daha sevimli bir şey verilmediğini anlayacaklar. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 415/10130]
"Ey Allah'ın Resulü! Rabbimiz'i görecek miyiz?"
"Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde Ay'ı görmek için itişip kakışır mısınız?"
"Hayır."
"Bulutsuz bir günde Güneş'i görmek için birbirinizi itip kakarak birbirinize zahmet verir misiniz?"
"Hayır."
"İşte Rabbinizi de öyle zahmetsiz ve sıkıntısız, apaçık göreceksiniz."… [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133]
kaplan
Bir rivayete göre ise Peygamberimiz (sav)'in bu konu ile ilgili sözleri şöyledir:
Cennet ehli cennete girdiklerinde amellerinin derecelerine göre oraya yerleşecekler. Sonra onlara dünya günlerinden Cuma günü kadar bir süre Rablerini ziyaret etmelerine izin verilecek. Onlara    Allah'ın Arş'ı gösterilecek. Onlara cennet bahçelerinden bir bahçede gözükecektir. Onlara, nur minberleri, inci minberleri, yakut minberleri, zeberced (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) minberleri, altın minberleri ve gümüş minberleri kurulacak. En aşağı dereceli kişileri bile -ki içlerinde aşağı dereceli kimse yoktur- misk yığını üzerinde oturacak. Kürsi sahiplerinin onlardan daha üstün meclisleri bulunduğunu görmezler... O mecliste Allah'ın yanında bulunup, O'na muhatap olmayacak hiç kimse olmayacaktır… [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409-410/10100]
… Adn Cenneti'nde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın vechindeki (yüzündeki) rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur. [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Cennet 3, 2530]
Cennet ehlinin Allah'ın huzurunda olmaktan ötürü duydukları mutluluk ise bir hadiste şu sözlerle vurgulanmıştır:
Cennet ehli Allah'ın huzuruna iki defa girer... Onlardan her biri o mecliste, amellerine göre, inci, yakut, zümrüt, altın ve gümüşten minberler üzerinde otururlar. Gözleri hiçbir zaman bu kadar aydın olmamıştır... Bunun tekrarına kavuşmak ümidi ile ertesi günü bekler halde yerlerine dönerler. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 120/3]

Allah'ın Hoşnutluğunu Kazanmış Olmaları:

Allah cennette kendisinden razı olduğu kulları için sınırsız nimet sunmaktadır. Ancak iman eden müminler için herşeyin üzerinde olan, Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmiş olmalarıdır. Müminler dünyada mallarını, canlarını, sahip oldukları tüm imkanları Allah'a yakınlaşabilmek ve O'nun rızasını kazanabilmek için ortaya koymuş, tüm hayatlarını O'na adamışlardır. Cennette ise hayatlarının bu amacına ulaşmanın tarifsiz mutluluğunu yaşarlar. Bir ayette Allah'ın hoşnutluğunu kazanmanın ne kadar büyük bir nimet olduğundan şöyle bahsedilir:
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Kuran'da müminlerin cennette her yönden hoşnut olacakları ise şu ayetlerle bildirilir:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Rableri Katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden 'içi titreyerek korku duyan kimse' içindir. (Beyyine Suresi, 8)
Bir hadiste cennet ehlinin Allah'tan razı olduklarından şöyle bahsedilir:
"Ey Rabbimiz, buyur! Emrine âmâdeyiz! Hayır Senin elindedir!" derler. Rab Teâla:
"Razı oldunuz mu?" diye sorar. Onlar:
"Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!" derler. [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 456-457/13]
manzara

Cehennemden Kurtulmuş Olmanın Sevinci:

Kuşkusuz cennet nimetlerinin her biri ayrı ayrı çok mübarek ve değerlidir. Özellikle cehennemin varlığı, cennet ehlinin bu nimetlerden aldıkları zevki kat kat artırır. Çünkü ahirette cennet ve cehennem dışında insanların gideceği başka bir yer yoktur. Dolayısıyla Allah'ın cennetine kabul etmediği bir kişinin gideceği yer cehennemdir.
Allah dünyada insanlara iyi ile kötüyü, güzel ve çirkini, olumlu ile olumsuzu aynı anda göstermektedir. Bu da iman edenlerin kıyas yapmalarına ve güzellikten aldıkları zevkin artmasına vesile olmaktadır. Cennette de Allah, istedikleri takdirde cennet ehline, cehennemdekilerin durumunu göstererek, onların cennetten aldıkları zevki artırabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Nitekim cennet ehlinin cehennem azabından Allah'ın rahmetiyle kurtulmuş olmalarından duydukları sevinç bir hadiste şöyle haber verilir:
Cennet ehlinden herkes cehennemdeki yerini görür de "Ya Allah bana hidayet vermeseydi?" der ve bu ona şükür olur... [Ramuz el-Ehadis-2, s. 342/1]
Müminlerin içinde bulundukları bu büyük rahmeti ve nimeti haber veren bir diğer hadis şöyledir:
... Cennete girip, cehennemden kurtulmak, nimetin tamamındandır. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 449/6]
Cennet ehlinin bu sevinçleri Kuran'da şöyle haber verilir:
... Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz'in elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek. (A'raf Suresi, 43)
Ayrıca müminlerin istediklerinde cehennem ehlinin ibretlik durumunu, dünyada yaptıklarına nasıl bir karşılık aldıklarını görmeleri de mümkündür. Allah Kuran'da cennet ehlinin cehennem ehli ile konuşmalarını şöyle bildirir:
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkarları; "Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula yedirmezdik. (Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı." (Müddessir Suresi, 40-47)
güller

Cennet Allah'ın Adaletinin Bir Tecellisidir

Herkesin Dünyada Yaptıklarının Karşılığını Alması:

Bir ayetinde, Allah "O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı..." (Mülk Suresi, 2) buyurarak insanın yaratılışındaki amacı bildirmektedir. Başka bir ayetinde de bu amacın bilincinde olmayan, boş ve amaçsız bir hayat yaşama gayesinde olan insanları "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 115) şeklinde sorguladığını bildirir. İnsan dünyada bulunduğu süre boyunca Kuran'a uymakla, her düşüncesinde ve tavrında Allah'ın rızasını aramakla, vicdanını kullanmakla, güzel ahlakı yaşamakla, salih amellerde bulunmakla sorumludur. Bu açık gerçeğe rağmen yaratılış amacından uzak yaşayan insanlar kendilerine bambaşka amaçlar edinirler. Oysa insanın yaptığı herşey, söylediği her söz, hatta aklından geçen tüm düşünceler, ahirette karşısına çıkmak üzere amel defterine yazılmaktadır. Allah'ın Kuran'da "... yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız" (Nahl Suresi, 93) ve "Yapmakta oldukları dolayısıyla her biri için dereceler vardır..."(Enam Suresi, 132) ayetleriyle bildirdiği gibi insanlar her yaptıklarının karşılığını mutlaka ahirette alacaklardır. Bu gerçek bir hadiste şöyle haber verilmektedir:
Pişman olan kimse, Allah'ın rahmetini gözler. Kendini beğenen de Allah'ın gazabını bekler. Herkes Allah'ın huzuruna, ölümünden önce yaptığı amel ile gelir. Ve muhakkak ki amellerin sahipleri hatimelerine göre hüküm giyerler... Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim de zerre kadar şer yaparsa onu görür. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 237/15]
Kuran'da bu konunun haber verildiği ayetlerden birkaçı şöyledir:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün)...(Al-i İmran Suresi, 30)
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)
İncil'de de herkesin yaptığının karşılığını alacağı yazılıdır:
Allah, "herkese, yaptıklarının karşılığını verecektir." Durmadan iyilik ederek yücelik, saygınlık ve ölümsüzlüğü arayanlara sonsuz yaşamı verecek. Ama bencil olanların, gerçeğe uymayıp haksızlığın peşinden gidenlerin üzerine gazap ve öfke yağdıracak. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 2. bölüm, 6-8)
Allah yerde ve gökte olup biten herşeyi görür, her konuşmayı, fısıltıyı duyar ve bütün insanların yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Allah'ın bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu, her konuşmamızı, içimizden geçen herşeyi bildiğini, baktığımız gördüğümüz herşeyi Allah'ın her an her açıdan gördüğünü iyi kavramak gerekir. Çünkü Allah ahiret günü insanların "hiç hesaba katmadıkları şeyler"(Zümer Suresi, 47) de açığa çıkaracaktır. İnsanların kalabalıkta ya da yalnızken yaptıkları herşeyin, ağızlarından çıkan her sözün, zihinlerinden geçen her düşüncenin, belki de içlerinde gizli kalacağını sandıkları herşeyin ahirette bir karşılığı vardır. Bu, Allah'ın sonsuz adaletinin bir tecellisidir. Bu gerçeği bildiren ayetlerden biri şöyledir:
Her biri için yaptıklarınızdan dolayı dereceler vardır; öyle ki amelleri kendilerine eksiksizce ödensin ve onlar zulme de uğratılmazlar. (Ahkaf Suresi, 19)

Cennetin Derece Derece Olması:

Kuran'da bildirilen "Allah Katında onlar derece derecedir..." (Al-i İmran Suresi, 163) ayetinden de anlaşılacağı gibi cennete girecek kimseler de yine takvalarının derecesine göre karşılık görürler. Bu durumdan bir hadiste şöyle bahsedilmektedir:
... Cenneti de amellere göre taksim ederler. (Çok ameli olan çok pay alır.) [Ramuz el-Ehadis-1, s. 198/17]
at
Elbette ki bir kimse cennetin hangi derecesinde olursa olsun bundan kesinlikle razı olacaktır, çünkü Allah cennetteki tüm kullarına hoşnutluk vaat etmiştir. Rabbimiz samimi kullarının Kendisi'nden razı olarak cennete gireceklerini bildirir. (Beyyine Suresi, 8) Fakat nasıl ki dünyada aynı nimetten herkes farklı zevk ve lezzet alıyorsa benzer şekilde ahirette de nimetlerden alınan zevkin derecesi farklı olabilir. En doğrusunu Allah bilir. Örneğin herkes güzel bir manzaraya baktığında gördüklerinden zevk alır, fakat içlerinde Allah'a en yakın olan, Allah'ın kadrini daha iyi takdir edebilen kişiler, bu güzellikten daha çok zevk alabilirler. Allah yüksek derecelere layık olacak kullarının özelliklerini bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin (çaba sarfedenlerin) Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 20)
Hadislerde ise cennetteki derecelere şöyle dikkat çekilmiştir:
Cennette yüz derece vardır. Bir tanesi bütün alemleri içine alır. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/8]
Cennet yüz derecedir. Doksan dokuzu akıl ehline mahsustur. Geriye kalan biri ise diğer ahaliye. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/11]
Cennet ehli gurfelerde (cennet köşkü) kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir. [Buhari, Müslim, Cennet 11, 2831]
Yine hadislerde bildirildiğine göre bu derecelerden en yüksek mertebeyi Firdevs Cenneti oluşturur:
Cennet yüz derecedir. Müteakip iki derecenin arası, yer ile gök arası gibidir. Firdevs en yükseği olup, cennetin orta yerine düşer. Ve onun üstü Arşı Rahmandır. Cennetin ırmakları buradan kaynar. Allah'tan istediğinizde Firdevs Cenneti'ni dileyin. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/4]
Ayrıca hadislerde Adn Cenneti'nden de bahsedilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde Adn Cenneti ile ilgili olarak şunları bildirmektedir:
Firdevs Cennetleri dörttür: İkisinin ziynetleri, kap-kacakları ve içindekiler altındandır. İkisinin ise ziynetleri, kapkacakları ve içindekiler gümüştendir. (Adn) Cenneti'ndekilerle Allah'ın vechi (yüzü) arasında ancak bir Ridayı-Kibriya (büyüklük perdesi) vardır. Ve bu nehirler (süt, bal, şarap ve su nehirleri) Adn Cennetinden kaynar sonra diğerlerine dağılır. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 272/4]
Peygamberimiz (sav) bir başka hadisinde ise Adn Cenneti'nin ihtişamını şöyle tarif eder:
... Bir kerpici beyaz inciden, bir kerpici kırmızı yakuttan, bir kerpici de yeşil zeberceddendir (zümrüt cinsinden parlak, kıymetli bir taştandır). Çamuru halis misk, çakılları lü'lü (parlak, kıymetli), otları zaferandır. [Dünya Ötesi Yolculuk, s. 295]
Cennetin her derecesindeki kişi kendine göre zevk alacaktır. Ancak cennet ehlinden bir kişi, bir üst derecedeki kişinin aldığı zevkten dolayı kendinde bir eksiklik hissetmeyecektir. Kuran'da Allah müminlerin cennette "hoşnut edilmiş" (Fecr Suresi, 28) olduklarını, Allah'tan "razı" (Beyyine Suresi, 8) olduklarını ve orada "mahzun" olmayacaklarını (Al-i İmran Suresi, 170) bildirmektedir. Nitekim cennet ehlinin her derecesinin ne kadar fazla nimetle dolu olduğu bir hadiste şöyle tarif edilmektedir:
Cennet ehlinin en aşağı derecesinde bulunan kişinin seksen bin hizmetçisi, yetmiş iki eşi olacaktır. Ayrıca onun için inci, zeberced (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) ve yakuttan yapılmış bir çadır dikilecek ve bunun uzunluğu Cabiye (Şam topraklarında bir şehir adı) ile San'a (Yemen'de bir şehir adı) arası kadar olacaktır. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 412/10114]
Aşağıdaki hadiste cennet mertebeleri ile ilgili olarak şöyle bildirilmiştir:
Cennet ehlinin en aşağı derecesinde olan kişi cennetlerine, hanımlarına, nimetlerine, hizmetçilerine ve yataklarına bakar. Bin senelik yoldan görüp bunları seyredebilecek. Allah Katında olanların en kıymetlileri ise, sabah akşam Allah'ın cemalini görebilendir. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 412/10115]
İslam alimlerinden Bediüzzaman Said-i Nursi ise cennetle ilgili tefekkürlerinden birinde, insanın ancak 'imanı' sayesinde cennetteki yüksek dereceleri umabileceğine dikkat çekmiştir:
... İnsan, nur-u iman ile (iman nuruyla) ala-yı illiyyine (Cennetteki en yüksek dereceye) çıkar; cennete layık bir kıymet alır. [Gençlik ve Ölüm, s. 435]
Samimi bir Müslümanın çabası daima Allah Katında cennetin en üst mertebesine layık olabilmek olmalıdır. Kamil iman sahibi olmak ve Allah'a yakınlıkta daima en fazlasını istemek Allah'ın rızasına uygun olanıdır.

Cennet Ehlinin Özellikleri

manzara
Pek çok ayet, namaz, oruç, zekat gibi belli başlı ibadetlerin yanı sıra güzel ahlaka ilişkindir. Allah insanlara hem kendilerinin güzel ahlaklı yaşamalarını, hem de diğer insanlara bunu tavsiye etmelerini emreder. Allah'ın emir ve tavsiyelerine uyulduğu ve herkesin güzel ahlak sahibi olduğu topluluklarda cennet hayatındakine benzer bir ruh hali yaşanır.
Müslümanlar Allah'ın muhlis kullarıdır. Her düşüncelerinde, tavırlarında ve konuşmalarında Allah'ın rızasını gözetir ve O'ndan korkup sakınarak hareket ederler. Şeytanın telkin ettiği gizli açık hiçbir olumsuzluğa asla izin vermeyen, aklı ve vicdanı temiz kişilerdir. Ahirete de bu temiz vicdanla giderler.
Allah, "Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti."(Saffat Suresi, 84) ayetiyle Müslümanların ruhlarındaki bu temizliği bildirirken,"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn Cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır." (Taha Suresi, 76) ayetiyle cennetini bu kullarına vaat etmiştir.
Samimi Müslümanlar hırs, kin, kıskançlık gibi kötü ahlak özelliklerinden arınmış, kalplerini Allah'a bağlamış şekilde yaşarlar. Allah'ın "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır..." (Rad Suresi, 28) ayetiyle bildirdiği kişilerdir ve"İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır." (Hud Suresi, 23) ayetinde bildirdiği gibi cennetle müjdelenmektedirler. Başka ayetlerde de Allah, "Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir." (Fecr Suresi, 27-30) buyurmakta ve dünyada arınarak nefsi mutmain bulmuş kullarını cennetine çağırmaktadır.
Allah'ın razı olduğu bu özelliklere sahip olan iman sahiplerinin düşünceleri ve fiilleri imanlarının derinliğini yansıtır. Allah sevgisi ve korkusuyla hareket ettikleri için her halleri güzeldir. Sahip oldukları bu güzellik Allah'a samimi olarak kulluk etmelerinden kaynaklanan bir nurdur. Bu kişiler Allah'ın "... Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider..."(Fetih Suresi, 29) ayetinde bildirdiği gibi yüzlerindeki secde izinden tanınırlar.
Bakışları, Allah'ın lütfuyla son derece güzel ve anlamlıdır. Konuşmaları Allah'ın rızasına uygundur ve sözleri daima güzeldir. Allah'ın, "Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir..." (İbrahim Suresi, 24-25) ayetlerinde bildirdiği gibi sarf ettikleri sözler hep güzel sonuçlar doğurur. İtaatli, yumuşak başlı, uyumlu, candan, samimi ve sıcak bir tavır içindedirler. Bu nedenle de güzel bir hayat içinde, dostluğu, sevgiyi en fazlasıyla yaşayan insanlardır. Onlara dünyada bu nimet ve güzellikleri yaşatan Allah'tır. Ahirette ise Allah bu nimetlerin sonsuzunu verecektir.
Peygamberimiz (sav) de pek çok hadisinde cennete giren kişilerin güzel ahlaklarına dikkat çekmiştir. Bunlardan biri şöyledir:
... Cennete girmelerini en çok sağlayan şeyler nelerdir? Allah korkusu ve güzel ahlaktır... [Ramuz el-Ehadis-1, s.12/8]
Peygamberimiz (sav) bir hadiste cennete layık olabilmek için hatırda tutulması gereken konuları da şöyle bildirmiştir:
... Allah'tan haya, kabirlerde çürümeyi unutmamak, içinizi ve ondakileri unutmamak, başı ve baştakileri unutmamanızdır. Kim ahiret ikramını isterse, dünya ziynetini terk etsin. İşte o vakit kul "Allah'tan hakkıyla haya etmiş" olur. O vakit Allah'ın dostluğuna nail olmuş olur. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 343/2]
Güzel ahlak özellikleri olarak Peygamberimiz (sav) "adaletli"; "merhametli", "sabırlı"; "cömert"; "nazif" (temiz); "iffetli, namuslu" ve "dilde doğru" olmayı hadislerinde sıkça hatırlatmıştır.
Ayrıca Peygamberimiz (sav) cenneti kazanabilmek için "gizli ve aşikarede (açık) hayırhahlık"ta bulunmayı; "sözü hoş söyleme"yi; "genişlikte de darlıkta da Allah'a hamd" etmeyi; "sadaka ver"meyi; " Allah'a bir şeyi ortak koşmama"yı; "ilim peşinde olma"yı; "Allah'tan kork"mayı; elçiye "itaat" etmeyi; "kibir"den sakınmayı; "fakir olduğu halde iffetini muhafaza edip dilencilik ve yüzsüzlüğe düşme"meyi; "dosdoğru tacir" olmayı; Allah'tan "mutmain ol"mayı ve    "Allah için, dini için hayırhahlıkta bulun"mayı hatırlatmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in dikkat çektiği tüm bu konular Kuran'da Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini kazanmak için sahip olunması gereken mümin özellikleri olarak bildirilir.
İncil'de ise cennete layık olanların özelliklerinden şöyle bahsedilir:
... Göklerin egemenliği onlarındır... Onlar teselli edilecekler. Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Onlar yeryüzünü miras alacaklar. Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Onlar doyurulacaklar. Ne mutlu merhametli olanlara! Onlar merhamet bulacaklar. Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Allah'ı görecekler. Ne mutlu barışı sağlayanlara!... Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Göklerin egemenliği onlarındır. Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür... (Matta, 5. bölüm, 2-12)
Başka İncil pasajlarında ise cennete girecek olanların özellikleri şöyle ifade edilir:
İsa yola çıkarken, biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona, "İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?" diye sordu. İsa ona, "Bana neden iyi diyorsun?" dedi. "İyi olan tek biri var, O da     Allah'tır. O'nun buyruklarını biliyorsun: `Adam öldürme, zina etme, hırsızlık yapma, yalan yere tanıklık etme, kimsenin hakkını yeme, annene babana saygı göster.'" Adam, "Öğretmenim, bunların hepsini gençliğimden beri yerine getiriyorum" dedi. Ona sevgiyle bakan İsa, "Bir tek eksiğin var" dedi. "Git neyin varsa sat, parasını yoksullara ver; böylece gökte hazinen olur. Sonra gel, beni izle." (Markos, 10. bölüm, 17-21)
... Birbirinizi kardeşçe sevin. Şefkatli ve alçakgönüllü olun. Kötülüğe kötülükle, sövgüye sövgüyle değil, tersine kutsamayla karşılık verin. Çünkü kutsanmayı miras almak üzere çağrıldınız. Şöyle ki, "Yaşamı sevmek ve iyi günler görmek isteyen, dilini kötülükten, dudaklarını da hileli sözlerden uzak tutsun. Kötülükten sakınsın ve iyilik etsin. Esenliği arayıp onun ardınca gitsin. (Petrus'un Birinci Mektubu, 3. bölüm, 8-11)
... Doğruluğun, Allah yolunun, imanın, sevginin, sabrın ve uysallığın ardından koş. İman uğrunda yüce mücadeleyi sürdür. Sonsuz yaşama sımsıkı sarıl. Bunun için çağrıldın ve birçok tanık önünde yüce inancı açıkça benimsedin. Şimdiki çağda zengin olanlara gururlanmamalarını, gelip geçici zenginliğe ümit bağlamamalarını buyur. Zevk almamız için bize herşeyi bol bol veren Allah'a ümit bağlasınlar. Onlara, iyilik yapmalarını, iyilikten yana zengin olmalarını, cömert ve paylaşmaya istekli olmalarını buyur. Böylelikle gerçek yaşama kavuşmak üzere gelecek için kendilerine sağlam temel olacak bir hazine biriktirmiş olurlar. (Pavlus'un Timoteyus'a Birinci Mektubu, 6. bölüm, 11-19)

Cennet Neşesini Yaşamak

Müslümanlar için dünyada en önemli nimetlerden biri ahirette cenneti kazanmayı umabilmeleridir. Allah dünyayı Müslümanların cennete özlem duyacakları şekilde yaratmıştır. Allah'ın ve ahiretin varlığına iman eden herkes, dünyada var olan nimet ve güzellikler karşısında hep cenneti hatırlayacak, bu nimetlerin geçici olduğunu bilerek cennetteki asıllarını isteyecektir. Nitekim böyle bir kimsenin cennete kavuşma isteği ve bundan duyduğu heyecan, tavırlarından, konuşmalarından, din ahlakını yaşama konusundaki samimi çabasından hissedilecektir.
Müminler cennete kavuşma umudu taşımalarından dolayı sürekli bir heyecan içindedirler. Heyecan ve şevklerinin yanı sıra Rabbimiz'in benzersiz nimetlerine mirasçı kılacağı kişilere vaat edilen cennetle sevinç ve neşe içindedirler.
İncil'de cennet sevincinden şöyle bahsedilir:
O gün sevinin, coşkuyla zıplayın! Çünkü gökteki ödülünüz büyüktür... (Luka, 6. bölüm, 23)
İncil'in bir başka yerinde ise çok az kişinin cennete layık olacağından söz edilir:
Biri ona... "Kurtulanların sayısı az mı olacak?" İsa oradakilere şöyle dedi: "Dar kapıdan girmeye gayret edin. Size şunu söyleyeyim, çok kişi içeri girmek isteyecek, ama giremeyecek. (Luka, 13. bölüm, 23-24)
İmanın kazandırdığı akıl ve vicdanla, cenneti gereği gibi düşünebilen bir kimse, manevi derinliği ölçüsünde de bu nimetin farkında olarak yaşayacaktır. Cennetin önemine, hiçbir şeyle kıyas olmayacak değerine dikkat çekilen hadislerden bir kısmı şöyledir:
Cennetten bir kamçılık yer dünya ve içindekilerden hayırlıdır. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 132/9]
Cennette, yay kadar bir yer, Güneş'in üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır. [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 429/2]
Bölüm boyunca Kuran ayetlerinden ve hadislerden tariflerle değindiğimiz gibi, cennete ait herşey dünyadakilerle kıyas olmayacak kadar mükemmeldir. Cennetteki bu üstünlük, kusursuzluk insanın dünya hayatı boyunca arayışı içinde olup, yaşayamadığı bir güzelliktir. Dolayısıyla cennete özlem duymak ve ona layık olabilme umudunu hissedebilmek ve Rabbimiz'in cennet vaadinin neşesini yaşamak ayrıca çok büyük bir nimettir.

Sonuç

Kitap boyunca anlattığımız tüm bu güzellikler hepimize bir an sonrası kadar yakındır. Ölümle her an son bulabilecek olan dünya hayatı, ahiretteki sonsuz hayatın başlangıcıdır. Dolayısıyla her an her saniye ahirete geçilebileceğini unutmamak, cehenneme gitme ihtimalinden korkmak ve bu nedenle cennetteki sonsuz nimete kavuşmak için hazırlık içinde olmak herkes için çok önemlidir.
Fakat şeytan, insana, Allah'ın cennette vaat ettiği güzellikleri, sonsuz yaşamı unutturmak, düşündürmemek ister. Aksine kusur ve eksikliklerle dolu olan dünya nimetlerine razı olmayı, bunlarla birkaç on sene yaşamayı yakın bir yarar olarak gösterir. Halbuki şeytana karşı tam aksi bir tavırla cennetin çok yakın olduğu gerçeğini hatırda tutarak samimi bir gayret içinde olmak gerekir.
Bütün samimi Müslümanlar sonsuz merhamet, sonsuz rahmet, sonsuz akıl ve güç sahibi olan, kullarını seven, onları koruyup kollayan, dünyada ve ahirette onların iyiliğini isteyen, onlara dünyada güzel ve şerefli bir hayat, ahirette de cenneti isteyen Allah'ın güvencesindedirler. Dolayısıyla bu sevinç dolu nimeti Müslümanlar hiçbir zaman unutmamalı ve birbirlerine bu yakın nimetin müjdecisi olmalıdırlar. Nitekim Allah Kuran'da müminlerin bu konuda müjdeleşmelerini buyurmaktadır:
...(Bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Üçüncü Bölüm:
Kuran Mucizeleri

Ateş Olmadan Yanma

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)
ampul
Nur Suresi'ndeki bu ayette ışık veren bir nesneden bahsedilmektedir. Işık veren cisim ise bir yıldıza benzetilmektedir. Ayette yıldıza benzetilen ışık veren nesnenin yakıtının doğuya veya batıya ait olmaması ise, bu cismin fiziksel boyutta bulunmadığına bir işaret olabilir. Yakıtın kaynağının enerji boyutunda olduğu düşünülürse, ayette tarif edilen yakıtın elektrik enerjisine, ışık veren cismin de elektrik ampulüne işaret ediyor olması muhtemeldir.
Ampul ayetteki tariflere son derece mutabık olan, cam içinde, yıldız gibi parlayan ve ışık saçan bir cisimdir. Ampul, kandil, gaz lambası benzeri aydınlatıcılar gibi yağla yakılmamaktadır ve ampulde ayetteki tariflere uygun olarak ateş olmadan bir yanma gerçekleşir. Ampulün içindeki ısıya dayanıklı tungsten telinin atomları arasındaki titreşim sonucu, 2.000 0C'nin üzerinde ısı oluşur. Diğer metalleri eriten bu sıcaklık o kadar yüksektir ki, gözle görülür güçlü bir ışık ortaya çıkmasına sebep olur. Ancak bu yüksek ısıya rağmen, ampulün içinde oksijen bulunmadığı için ayetteki tariflere mutabık olarak yanma gerçekleşmez. Ayrıca ampulün ortasında parlayan tel de parlak bir yıldızın uzaktan görünümüne çok benzemektedir.
Elektriğin dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri olduğu, dünyanın hemen hemen tümünün elektrik enerjisiyle çalışan ampuller vasıtasıyla aydınlatıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, ayetin bu önemli keşfe işaret ettiği düşünülebilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu konuyla ilgili bir diğer izah da yıldızlardaki nükleer reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan ışık olarak düşünülebilir. Yıldızlar, nükleer reaksiyonlardan kaynaklanan çok büyük miktarlarda ısı, ışık yayan, son derece sıcak, parlak, döner gaz kütleleridir. Yeni oluşan büyük yıldızlar çoğunlukla kendi çekim kuvvetleriyle büzülmeye başlarlar. Bunun sonucunda merkezleri daha yoğun ve daha sıcak olur. Yıldızın merkezindeki madde yeterince ısındığında -en az 10 milyon oC olduğunda- ise nükleer reaksiyonlar başlar.1 Bir yıldızın içinde gerçekleşen olay, hidrojenin dev bir enerji ile (füzyonla) helyuma dönüşmesidir. Yıldızlarda kütlenin büyüklüğünden kaynaklanan çekim kuvveti, 4 hidrojen atomunu 1 helyum atomu oluşturmak üzere kaynaştırmaktadır. Bu esnada açığa çıkan enerji, kütlenin yüzeyinden ışık ve ısı halinde dışarı yayılır. Hidrojen tükendiğinde, yıldızda aynı şekilde daha ağır elementler oluşturmak üzere helyum yanmaya (füzyona) devam eder. Bu reaksiyonlar yıldızın kütlesi tükenene kadar devam eder.
Ancak yıldızlardaki reaksiyonlarda oksijen kullanılmadığı için, yanan odunda olduğu gibi sıradan bir yanma gerçekleşmez. Yıldızlarda dev alevler şeklinde görünen yanma da, gerçekte ateşten kaynaklanmaz. Nitekim ayette de bu tür bir yanma şekline işaret edilmektedir. Ayrıca ayette bir yıldızdan, onun yakıtından ve ateş olmayan bir yanmadan -yani reaksiyondan- bahsedildiği düşünülürse, ayetin yıldızlardaki ışık oluşumuna ve yanma şekline işaret ettiği şeklinde de düşünülebilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bulutların Ağırlığı

Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır. Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300.000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır.
Gökyüzünde 300.000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur. Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir:
Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57)
O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. (Rad Suresi, 12)
bulut
Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir. Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir.

Yağmurdaki Ölçü

Kuran'da yağmur hakkında verilen bir diğer bilgi ise, yağmurun belli bir ölçü ile indirildiğidir. Zuhruf Suresi'nde şöyle buyurulur:
Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi 'diriltti (ve her yanına hayat) yaydı'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız. (Zuhruf Suresi, 11)
yağmur
Yağmurdaki bu ölçü de, yine çağımızdaki araştırmalarla tespit edilmiştir. Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya'ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, "bir ölçüye göre" dönüp durmaktadır. Yeryüzündeki hayatın devamı da, bu su döngüsü sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu tüm teknolojik imkanları kullansa dahi bu döngüyü asla yapay olarak gerçekleştiremez.
Eğer bu miktarda çok küçük bir değişiklik olsa bile, kısa bir zaman sonra büyük bir ekolojik dengesizlik ortaya çıkacak ve bu da hayatın sonunu getirecektir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz; yağmur, Kuran'da bildirildiği gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.
Yağmurdaki ölçü sadece miktarında değil, aynı zamanda yağmur damlalarının düşüş hızında da söz konusudur. Yağmur damlası ne kadar büyük olursa olsun, yeryüzüne düşme hızları belli bir limitin üzerine çıkmaz.
Nobel ödüllü Alman fizikçi Philipp Lenard, çalışmaları sonucunda yağmur damlalarının çapları genişledikçe, düşme hızlarının arttığını tespit etmiştir. Ancak düşme hızındaki bu artış, yağmur damlasının çapı 4.5 mm olana kadar devam etmekteydi. Daha büyük yağmur damlalarında ise, düşme hızları saniyede 8 m'yi geçmemektedir.2 Bunun sebebi damlaların düşerken aldıkları şekildir. Yağmur damlalarının bu özel şekli, atmosferin sürtünme etkisini artırır ve damlaların belli bir hız limitini aşmalarını önler.
Görüldüğü gibi Kuran'da, yağmurun indirilişi ile ilgili, 1400 sene önce bilinmesi mümkün olmayan hassas bir ayara dikkat çekilmektedir.

Yağmurun Oluşumu

yağmur
Yukarıdaki çizimde okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan su zerreciklerinin gökyüzüne fırlaması görülmektedir. Bu, yağmurun oluşumundaki ilk aşamadır. Bundan sonra oluşan bulutlardaki su damlacıkları havada asılı kalacak ve bunlar yoğunlaşarak yağmuru oluşturacaktır. Bu aşamaların tümü ayetlerde eksiksiz olarak bildirilmektedir.
Yağmurun nasıl oluştuğu uzun süre insanlar için bir sırdı. Ancak hava radarlarının keşfedilmesinden sonra, yağmurun hangi evrelerden geçerek oluştuğu kesinlik kazandı. Buna göre, yağmur üç evreden geçerek oluşur: Önce rüzgar yoluyla yağmurun "hammaddesi" havalanır. Ardından bulutlar meydana gelir ve en son olarak da yağmur damlacıkları ortaya çıkar.
Kuran'da yağmurun oluşumu ile ilgili aktarılanlarda ise, tam da bu süreçlerden söz edilmektedir. Bir ayette bu oluşum hakkında şöyle bir bilgi verilir:
Allah, rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp-dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince, hemen sevince kapılıverirler. (Rum Suresi, 48)
Şimdi ayette ifade edilen üç evreyi teknik olarak inceleyelim:
1. EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..."
Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli ortaya çıkmakta ve su zerreleri sürekli olarak gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin olan bu zerreler daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarılara doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar "su tuzağı" adı verilen bir mekanizmayla yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar.
2. EVRE: "... böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..."
Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerrelerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bunların içindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ile 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gökyüzü bulutlarla kaplanır.
3. EVRE: "... nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün."
Tuz kristallerinin ve toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşarak yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar, buluttan ayrılarak yağmur biçiminde yere düşmeye başlarlar.
Görüldüğü gibi yağmurun oluşumundaki her aşama, Kuran ayetlerinde bildirilmektedir. Üstelik bu aşamalar doğru sıralama ile açıklanmıştır. Dünyadaki birçok doğal olayda olduğu gibi, bunda da Allah en doğru açıklamayı yapmakta, üstelik bu açıklamayı keşfedilişinden asırlar önce Kuran'la insanlara duyurmaktadır.
Yağmurun oluşumu ile ilgili olarak başka bir ayette şu bilgiler verilmektedir:
Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (Nur Suresi, 43)
Bulut tipleri üzerinde araştırma yapan bilim adamları yağmurun oluşumu ile ilgili şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşmışlardır. Yağmur bulutları belirli bir sistem ve aşamalar dahilinde oluşmakta ve şekillenmektedir. Yağmur bulutlarından biri olan kümülonimbüs türü bulutların oluşum aşamaları bilimsel olarak şöyledir:
1. AŞAMA, Sürülme: Bulutlar rüzgarlar tarafından bulundukları yerden itilir yani sürülürler.
2. AŞAMA, Birleşme: Rüzgar tarafından itilen bu küçük boyuttaki bulutlar (kümülonimbüs) sürüklendikleri yerde birleşip yeni büyük bulutları oluştururlar.3
3. AŞAMA, Yığılma: Küçük bulutlar birleştikten sonra büyük bulutun içindeki yukarı doğru çekiş kuvveti artar. Bulutun merkezindeki yukarı çekiş kuvveti kenarlardaki çekişten daha güçlüdür. Bu yukarı çekişler bulutun gövdesinin dikey olarak büyümesine neden olur. Böylece bulutlar yukarıya doğru genişleyerek üst üste yığılmış olur. Bu, dikey olarak büyümüş bulutun gövdesinin atmosferin daha serin yerlerine doğru uzamasına sebep olur. İşte bu noktada atmosferin serin bölgelerinde bulutta su ve dolu damlaları büyümeye başlar.
Bu aşamaların sonucunda, su ve dolu damlaları -yukarı çekiş gücünün onları destekleyemeyeceği kadar- ağırlaştıkları zaman da bulutlardan yağmur, dolu vs. şeklinde düşmeye başlarlar.4
Unutmamak gerekir ki meteorologlar bulut oluşumu, yapısı ve fonksiyonu ile ilgili detayları gelişmiş ekipmanlar (uçak, uydu, bilgisayar vs.) kullanarak yakın zamanda öğrenmişlerdir. Görülen odur ki, Allah bu ayetlerinde de bize 1400 sene öncesinde bilinmesi mümkün olmayan bir bilgi vermiştir.

Toprağın Titreşip Kabarması

... Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5)
Yukarıdaki ayette "titreşir" olarak çevrilen kelimenin Arapçası "ihtezzet"tir ve bu kelime "harekete geçmek, canlanmak, titreşmek, kıpırdamak, kımıldamak, bitkinin harekete geçmesi ve uzaması" anlamlarına gelir. "Kabarır" olarak çevrilen "rebet" kelimesi ise "artmak, fazlalaşmak, kabarmak, büyümek, gelişmek, (bitkinin) yükselmesi, erzak sağlamak, şişmek, içi hava dolmak" anlamlarına gelir. Ayette geçen bu kelimeler yağmur esnasında, toprağın moleküler yapısındaki değişiklikleri en uygun kelimelerle tarif etmektedir.
Ayette tarif edilen hareketlilik, yerkabuğunun depremler sırasında olduğu gibi toplu hareketinden farklıdır ve toprağı oluşturan parçacıkların titreşmesi olarak ifade edilmektedir. Toprak parçacıkları birbiri üzerine geçen katmanlardan oluşur ve su bu katmanların arasına nüfuz ettiğinde, toprak parçacıklarının hacimce büyümesine, kabarmasına sebep olur. Ayette bahsedilen aşamalar bilimsel olarak şu şekildedir:
1. Toprağın titreşmesi: Toprak yağmur suyunu yeteri miktarda emdiğinde, toprak parçacıklarının yüzeyinde oluşan elektrostatik yük, dengesizliğe sebep olur, ki bu da parçacıkların titreşmesine yol açar. Bu titreşim parçacıkların elektriksel yükü dengelenene kadar devam eder. Toprak parçacıklarının hareketlenip titreşmesi su parçacıklarıyla çarpışmasından da kaynaklanır. Su parçacıklarının hareketi belli bir yönde değildir. Her yönden çarpan su, toprak parçacıklarının yerlerini değiştirmesine sebep olur. Bu hareketlilik günümüzde "Brown hareketi (Brownian movement)" olarak bilinen ve 1827'de Robert Brown adında İskoçyalı bir botanikçinin tarif ettiği mikroskobik parçacıkların hareketliliğidir.5 Brown, yağmur damlaları toprağa düştüğünde, toprak moleküllerinde bir tür silkelenme ve titreşim meydana getirdiğini keşfetmiştir.
2. Toprağın kabarması: Yağmur yağdığında farklı yönlerden gelen su damlaları, toprak parçacıklarının titreşmesine, böylece su emerek hacimlerinin genişlemesine yol açar. Çünkü su bol miktarda olduğunda toprak parçacıklarının arasındaki mesafe artar. Bu boşluklar su parçacıklarının ve erimiş iyonların toprağın içine girişine olanak sağlar. Su ve suyun içinde erimiş şekilde yer alan diğer besleyici maddeler katmanlar arasında yayılır. Bu da toprak parçacıklarının hacminde büyümeye sebep olur. Dolayısıyla bu parçacıklar toprağı canlandırmak için gereken su deposu olarak işlev görürler. Yerçekimine rağmen suyun sızmadan, toprak parçacıkların katmanları arasında depolanması Allah'ın insanlar üzerindeki sonsuz rahmetinin örneklerinden biridir. Eğer toprağın suyu tutma özelliği olmasaydı ve toprakta bu mineral depoları oluşmasaydı, su toprağın derinliklerine sızacak ve bitkiler kısa zamanda ölecekti. Ancak Rabbimiz toprağı çeşitli ürünler çıkmasını mümkün kılacak özelliklerle birlikte yaratmıştır.
3. Toprağın ürün vermesi: Topraktaki su yeterli miktara ulaştığında, tohumlar aktif hale gelir ve basit besleyici elementleri emmeye başlar. Gittikçe gelişen bitkiler su ihtiyaçlarını 2-3 ay boyunca bu depolardan elde ederler.
Kuru toprağa yağmur düştüğünde oluşan olaylar, yukarıdaki ayette üç aşamalı olarak anlatılmaktadır: Toprağın titreşmesi, toprağın kabarması ve toprağın ürün vermesi. Görüldüğü gibi Kuran'da günümüzden 14 yüzyıl önce bildirilen bu aşamalar, bilimsel açıklamalarla tam bir paralellik içindedir. Bir başka ayette ise ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:
Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. (Yasin Suresi, 33)

Ölü Bir Beldeyi Canlandıran Yağmurlar

Kuran'da, yağmurun "ölü bir beldeyi diriltme" işlevine birçok ayette dikkat çekilir:
... Biz gökten tertemiz bir su indirmekteyiz. Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için. (Furkan Suresi, 48-49)
yağmur
Yağmurun, canlılar için kaçınılmaz bir ihtiyaç olan suyu yeryüzüne bırakmasının yanında bir de gübreleme özelliği vardır. Denizlerden buharlaşarak bulutlara ulaşan yağmur damlaları, ölü toprağı "canlandıracak" bazı maddeler içerirler. Bu "canlandırıcı" özellikli yağmur damlalarına "yüzey gerilim damlaları" adı verilir. Yüzey gerilim damlaları, biyologların deniz yüzeyinin mikro katmanı dedikleri üst kısımda oluşurlar; milimetrenin onda birinden daha ince olan bu yüzeysel zarda, mikroskobik alglerin ve zooplanktonların bozulmasından gelen pek çok organik artık vardır. Bu artıkların bazıları, deniz suyunda çok az bulunan fosfor, magnezyum, potasyum gibi elementleri ve ayrıca bakır, çinko, kobalt ve kurşun gibi ağır metalleri seçip ayırarak, kendi içlerinde toplarlar. Yeryüzündeki tohum ve bitkiler, yetişmeleri için gereksinim duydukları çok sayıdaki madensel tuzları ve elementleri işte bu yağmur damlalarında bulurlar. Kuran'da, bir başka ayette bu olay şöyle bildirilir:
Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. (Kaf Suresi, 9)
Yağışlarla toprağa inen bu tuzlar, verimi artırmak için kullanılan geleneksel gübrelerin bazılarının (kalsiyum, magnezyum, potasyum vb.) küçük örnekleridir. Bu tür aerosellerde bulunan ağır metaller ise, bitkilerin gelişiminde ve üretiminde verimlilik artırıcı elementleri oluştururlar. Kısacası, yağmur önemli bir gübredir. Fakir bir toprak, yalnızca yağmur aracılığıyla gelen bu gübrelerle bile, yüzyıllık bir süre içinde bitkiler için gereken tüm elementleri kazanabilir. Ormanlar da, yine bu deniz kökenli aerosoller yardımıyla gelişir ve beslenirler.
Bu yolla, her yıl kara parçalarının toplam yüzeyi üzerine 150 milyon ton gübre düşmektedir. Bu doğal gübreleme işleyişi olmasaydı, Dünya üzerinde çok daha az bitki olacak, hayat dengesi bozulacaktı. Ayette verilen, yağmurun canlandırma özelliği ile ilgili bilgi, Kuran'ın sayısız mucizevi özelliğinden sadece biridir.

Dolu Yağışı, Şimşek Ve Gökgürültüsünün Oluşumu

... Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (Nur Suresi, 43)
Yukarıdaki ayette, şimşeğin doluyla olan ilgisine dikkat çekilmektedir. Dolunun, şimşeğin oluşumundaki etkisi araştırıldığında, ayette önemli bir meteorolojik gerçeğe işaret edildiği görülecektir. Meterology Today (Günümüzde Meteoroloji) adlı kitapta dolu ve şimşeğin oluşumu ile ilgili şöyle bir yorum getirilmektedir:
Aşırı soğumuş damlacıklardan ve buz kristallerinden oluşan bir bulut bölgesinden dolu düştükçe bulutlar elektrik yüklenir. Sıvı halindeki damlacıklar da dolu taneleriyle çarpıştıklarında, temas anında donarlar ve potansiyel ısılarından kaybederler. Bu, dolunun yüzeyinin buz kristalinin çevresinden daha sıcak kalmasını sağlar. Dolu buz kristali ile temasa geçtiğinde ise önemli bir olay gerçekleşir. Elektronlar daha soğuk olandan daha sıcak olana doğru akarlar. Bunun sonucunda dolu negatif yüklü olur. Aynı etki çok soğumuş su damlaları bir dolu tanesi ile temasa geçtiğinde ve pozitif yüklü çok küçük buz parçaları kırıldığında da olur. Daha hafif ve pozitif yüklü parçacıklar hava akımıyla bulutların yukarı tarafına doğru taşınırlar. Negatif yükle kalan dolu bulutun aşağı kısmına doğru düşer, böylece bulutun aşağı tarafı negatif yüklenir. Bu negatif yükler yıldırım olarak yeryüzüne doğru deşarj olurlar. Bu bakımdan dolu, yıldırımın oluşumunda ana etkendir.6
dolu yağışı
Su damlasının yukarıya doğru hareketinde, donma düzeyine gelmesiyle su damlası donar ve düşerken başka damlacıklarla çarpıştıkça üzerine buz yüzeyleri eklenir, bu şekilde buz oluşur.
Aşağıdaki ayette ise yağmur bulutlarının şimşeklerle olan bağlantısına ve bu oluşumların sıralamasına dikkat çekilmiştir ki, bunlar da bilimsel bulgularla tam bir paralellik içindedir:
Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar... (Bakara Suresi, 19)
Yağmur bulutları 25.6 km2 - 256 km2 genişliğinde, 9.000-12.000 m yüksekliğindeki çok büyük kütleler halindedir. Bu olağanüstü kalınlıktan ötürü, bu bulutların tabanı karanlıktır. Güneş ışınları, bulutu oluşturan su ve buz parçacıklarının çok fazla miktarda olmasından dolayı geçiş imkanı bulamazlar. Bu yoğunluk dolayısıyla, yeryüzüne bu bulutlar arasından çok az miktarda güneş ışığı ulaşır ve bu yüzden yeryüzünden bakan bir kişi bulutu karanlık olarak görür. Bulutun üst kısımlarında ise karanlık daha azdır ve yeryüzüne yaklaştıkça karanlık daha artar.7
Karanlığın ardından ayette dikkat çekilen, gök gürültüsü ve şimşeğin oluşum aşamaları ise şöyledir: Yağmur bulutlarının içinde elektrik yükü birikimi oluşur. Bulutlardaki bu elektriklenme, donma, damlacıkların bölünmesi, temas sırasındaki elektriklenme gibi süreçler sonucunda oluşur. Bu tür bir elektrik yükü birikimi, araya giren havanın onları izole edemeyecek duruma gelmesiyle, büyük bir kıvılcım, pozitif ve negatif alanlar arasında deşarj olur. Zıt yüklerle yüklü iki bölge arasındaki voltaj 1 milyar volta ulaşabilir. Kıvılcım bulut içinde de oluşabilir, pozitif yüklü bir alandan negatif yüklü bir alana doğru iki bulut arasında akabilir veya bir buluttan yeryüzüne doğru boşalabilir. Bu kıvılcımlar göz kamaştıran şimşek çakmalarını oluşturur. Şimşek hattı boyunca oluşan elektrik yükündeki bu ani artış, çok yüksek ısılara (10.000 °C) sebep olur. Bunun sonucunda havada ani bir genleşme olur ve çok büyük bir patlama sesi olarak açığa çıkan gök gürültüsü oluşur.8
Görüldüğü gibi bir yağmur bulutunda sırasıyla karanlık tabakalar, şimşek olarak bilinen elektrik yüklü kıvılcımlar ve gök gürültüsü olarak bilinen patlama sesi oluşur. Modern bilimin bulutların oluşumu, gök gürültüsü ve şimşeğin sebepleri ile ilgili tüm söyledikleri, Kuran ayetlerinin tüm tarifleri ile büyük bir uyum içindedir.

Aşılayıcı Rüzgarlar

Kuran'ın bir ayetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna şöyle dikkat çekilir:
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık... (Hicr Suresi, 22)
Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa 20. yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi.
Rüzgarların bu aşılama özelliği daha önce de değindiğimiz gibi şöyle gerçekleşir: Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır.
dalga
Yukarıdaki resimde bir dalganın oluşum aşamaları görülmektedir. Dalgalar suyun üzerinde esen rüzgarlar sayesinde oluşur. Rüzgarlarla birlikte su zerrecikleri dairesel olarak hareket etmeye başlar. Bu hareket kısa bir süre sonra arka arkaya eklenen dalgaları oluşturacak ve dalgalarla birlikte oluşan hava kabarcıkları havaya yayılacaktır. İşte bu yağmurun oluşmasındaki ilk aşamadır. Bu oluşum ayette de aşılayıcılar olarak rüzgarların gönderilmesi ve bu sayede gökten su indirildiği şeklinde haber verilmektedir.
Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı.
Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...
Ayette rüzgarların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgarların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgar vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgarlarla döllenirler. Rüzgar, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir.
polen
Rüzgarın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgarların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Bu gerçeğe Kuran'da, "Biz gökten su indirdik, böylelikle oradaher güzel olan çiftten bir bitki bitirdik."(Lokman Suresi, 10) ayetiyle dikkat çekilmektedir.

Rüzgarın Oluşumundaki Düzen

... ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 5)
Rüzgar, farklı ısı merkezleri arasında oluşan hava akımıdır. Atmosferdeki farklı ısılar, farklı hava basınçları oluşturduğundan, hava sürekli olarak yüksek basınçtan alçak basınca doğru akar. Basınç merkezleri, yani atmosferdeki ısılar arasındaki fark eğer büyük olursa, hava akımı yani rüzgar şiddetli olur ki, büyük yıkımlara yol açan kasırgalar böyle oluşmaktadır.
Burada şaşırtıcı olan, ekvator ve kutuplar gibi aralarında çok büyük fark olan ısı ve basınç kuşaklarına rağmen, Allah'ın belli bir düzen içinde yaratışı sayesinde, Dünyamızın çok sert rüzgarlara maruz kalmamasıdır. Eğer kutuplar ve ekvator arasında gerçekleşecek dev hava akımı yumuşatılmış olmasaydı, Dünya yüzeyi sürekli olarak şiddetli kasırgaların yaşandığı bir ölü gezegene dönüşürdü.
Yukarıdaki ayette "tasrifir riyah" ifadesindeki "tasrif" kelimesi "birşeyi çok çevirip döndürmek, yönlendirmek, bir işe yön vermek, idare etmek, dağıtımını yapmak" anlamlarına gelir. Görüldüğü gibi rüzgar için seçilen bu kelime rüzgarların düzen içindeki hareketlerini tam olarak tarif etmektedir. Ayrıca bu durum rüzgarın kendi kendine gelişi güzel esmediğinin de çok açık bir anlatımıdır. Rüzgarları, insanlar için yaşamı olanaklı kılacak şekilde yöneten Allah'tır.

Fotosentezin Sabah Vakti Başlaması

Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun, ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha... (Tekvir Suresi, 17-18)
Bilindiği gibi bitkiler fotosentez yaparken, havadaki karbondioksidi yani insanın kullanmadığı zararlı gazı alır ve onun yerine atmosfere oksijen bırakırlar. Nefes aldığımızda içimize çektiğimiz ve asıl hayat kaynağımız olan oksijen, fotosentezin ana ürünüdür. Atmosferdeki oksijenin yaklaşık %30'u karadaki bitkiler tarafından üretilirken, geri kalan %70'lik bölüm denizlerde ve okyanuslarda bulunan ve fotosentez yapabilen bitkiler ve tek hücreli canlılar tarafından üretilir.
fotosentez
Fotosentez, bilim adamlarının bugün bile tam olarak açıklayamadıkları eşsiz bir süreçtir. Bu işlemi çıplak gözle göremeyiz, çünkü bu mekanizma çalışmak için atomları ve molekülleri kullanır. Ancak, fotosentezin sonuçlarını nefes almamızı sağlayan oksijen ve hayatta kalmamızı sağlayan besinlerde görebiliriz. Fotosentez anlaşılması zor kimyasal formüller, günlük hayatta hiç karşılaşmadığımız küçüklükte sayı ve ağırlık birimleri içeren, çok hassas dengeler üzerine kurulmuş bir sistemdir. Etrafımızdaki bütün yeşil bitkilerde, bu işlemin gerçekleştiği kimya laboratuvarlarından trilyonlarcası kuruludur. Üstelik bitkiler milyonlarca yıldır hiç durmadan ihtiyacımız olan oksijeni, besinleri ve enerjiyi üretmektedirler.
Yandaki grafikte fotosentez ve ışık miktarı arasındaki bağlantı görülmektedir.
Fotosentezin en verimli olduğu zaman, oksijenin en fazla üretildiği zamandır. Bu da güneş ışığının en yoğun olduğu sabah saatlerinde gerçekleşir. Güneş'in doğmasıyla birlikte, yaprakta terleme ve buna bağlı olarak fotosentez artmaya başlar. Öğleden sonra ise bu olay tersine döner; yani fotosentez yavaşlar, solunum artar, çünkü sıcaklığın artmasıyla birlikte terleme de hızlanmaktadır. Geceleyin ise sıcaklığın azalmasıyla birlikte terleme yavaşlar ve bitki rahatlar.
bitki
Bilindiği gibi fotosentez, bitkilerin, kimi zaman da bazı bakteri ve tek hücreli canlıların, karbondioksit ve sudan, şeker (karbonhidrat) üretmek için güneş ışınıyla gelen enerjiyi kullanmalarıdır. Bu reaksiyon sonucunda güneş ışınındaki enerji, üretilen şeker molekülünün içine depolanmış olur. Kullanılamayan güneş enerjisinin kullanılabilir kimyasal enerjiye dönüşme işlemi sırasında gerçekleşen reaksiyon aşağıdaki formülde özetlenir:
6H2O + 6CO2 ---FOTOSENTEZ---> C6H12O6+ 6O2
(6 su molekülü + 6 karbondioksit molekülü - FOTOSENTEZ sonucunda -
1 şeker molekülü + 6 oksijen molekülüne dönüşür.)
Tekvir Suresi'nde sabah vakti ile ilgili olarak dikkat çekilen "iza teneffese" yani "nefes almaya başladığı zaman" ifadesi, mecaz yoluyla teneffüs etmek, solumak, derin derin nefes almak anlamlarına gelir. Ayette vurgulanan bu ifade, sabah vakti oksijen üretiminin başlaması, solunumun ana şartı olan oksijenin en yoğun olarak bu vakitte elde edilmesi açısından oldukça dikkat çekicidir. Ayette sabah vakti ile ilgili olarak, bu durum üzerine yemin edilmesi de konunun önemini ayrıca vurgulamaktadır. 20. yüzyılın önemli keşifleri arasında yer alan fotosentez faaliyeti, Allah'ın yukarıdaki ayetle işaret ettiği Kuran'ın bilimsel mucizelerinden biridir.

Denizlerin Birbirine Karışmaması

Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir:
Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)
denizlerin birbirine karışmamasıAkdeniz'de ve Atlas Okyanusu'nda büyük dalgalar, güçlü akıntılar ve gel-gitler vardır. Akdeniz'in suyu, Cebelitarık Boğazı'nda Atlas Okyanusu ile karşılaşır. Ama bu karşılaşma sonucu kendi sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk özellikleri değişmez. Çünkü iki deniz arasında görülmeyen bir sınır vardır.
Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.9
Elbette ki insanların, fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur.

Denizlerdeki Karanlık İç Dalgalar

Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)
Derin denizlerdeki genel ortam Oceans (Okyanuslar) adlı kitapta şu şekilde tanımlanmaktadır:
Bugün biliyoruz ki, derin denizlerdeki ve okyanuslardaki karanlık, yaklaşık olarak 200 m ve daha derin yerlerde olur. Bu derinlikte, hemen hemen hiç ışık yoktur. 1.000 m'nin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir.10
Günümüzde bir denizin genel coğrafi yapısı, içinde yaşayan canlıların özellikleri, tuzluluk oranı gibi bilgilerin yanı sıra, içerdiği su miktarı, yüz ölçümü ve derinliği gibi bilgileri de edinmek mümkündür. Günümüz teknolojisi kullanılarak üretilmiş olan denizaltı gibi araçlar ve çeşitli özel aletler bu bilgilere ulaşmakta kullanılan en önemli aracıdırlar.
iç dalga
Günümüz teknolojisi ile yapılan ölçümlere göre güneş ışığının %3-30'u deniz yüzeyinde yansıtılır. İlk 200 metredeyse ışık spektrumunun mavi ışığı en son olmak üzere 7 rengin tümü ardı ardınca emilir (soldaki resim). 1.000 m'nin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir (üstteki resim). Bu bilimsel gerçeğe 1400 yıl önce Nur Suresi'nin 40. ayetinde dikkat çekilmiştir.
Bir insanın bu aletler olmadan 70 m'den daha derine dalması ise neredeyse imkansızdır. Bununla birlikte bir insanın yardımsız olarak okyanusların 200 m civarındaki karanlık derinliklerinde yaşaması da kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle bilim adamları denizler hakkındaki detaylı bilgileri çok yakın zamanlarda keşfetmişlerdir. Oysa engin denizlerin karanlık olduğu bilgisi Kuran'da bundan 1400 sene önce haber verilmiştir. Hiçbir teknolojinin, dolayısıyla insanların denizlerin derinliklerine dalacak araçlarının olmadığı bir dönemde, böyle bir bilginin verilmiş olması elbette Kuran mucizelerinden biridir.
Bununla birlikte Nur Suresi'nin 40. ayetinde belirtilen "… engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır…" ifadesi de Kuran'daki başka bir bilimsel mucizeye işaret etmektedir:
Bilim adamları yakın zamanda "farklı yoğunluktaki katmanlar arasında yoğunluk ara yüzlerinde meydana gelen iç dalgalar"ın olduğunu bulmuşlardır. İç dalgalar deniz ve okyanusların derinliklerini kaplar; çünkü derin denizlerin, üzerlerindeki sudan daha fazla yoğunlukları vardır. İç dalgalar yüzey dalgaları gibi davranır. Yüzey dalgaları gibi onlar da kırılabilir. İç dalgalar, insan gözüyle görülemez; ancak belirli bir bölgedeki sıcaklık ve tuzluluk değişiklikleri incelendiğinde bu dalgalar fark edilebilir.11
iç dalgalar
Ayetteki ifadelerle yukarıdaki anlatım birbirleriyle tamamen paraleldir. Yapılan araştırmalar olmadan bir insan ancak denizin yüzeyinde bulunan dalgaların varlığını bilebilir. Bunların dışında denizin içinde meydana gelen dalgalanmalardan haberdar olması ise mümkün değildir. Ama Nur Suresi'nde Allah denizlerin derinliklerindeki ikinci bir dalga şekline dikkat çekmiştir. Elbette bilim adamlarının yakın zamanlarda keşfettikleri bu gerçek de, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Hareketlerimizi Yönlendiren Bölge

Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; o yalancı, günahkar olan alnından. (Alak Suresi, 15-16)
Yukarıdaki ayetlerde geçen "yalancı, günahkar olan alın" tanımlaması son derece dikkat çekicidir. Çünkü son yıllarda yapılan araştırmalar, kafatasının ön alın bölgesinde, beynin bazı faaliyetleri yöneten bölümünün bulunduğunu göstermiştir. 1400 yıl önce Kuran'da dikkat çekilen bu bölge ve görevi hakkındaki bilgilere günümüz bilim adamları, ancak son 60 yıl içinde açıklama getirilebilmişlerdir. Kafatasının içine, başın ön kısmına bakıldığında beynin ön alın bölgesi görülecektir. Bu bölgenin fonksiyonları hakkında fizyoloji dalında yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen bilgiler Essentials of Anatomy and Physiology(Anatomi ve Fizyolojinin Esasları) isimli kitapta şu şekilde geçmektedir:
Hareketlerin motivasyonu, planlama öngörüşü ve başlatılması alın loblarının ön kısmı olan ön alın bölgesinde (cerebrum) gerçekleşir. Burası çağırışım (birlik) korteksinin bir bölgesidir…12
Kitapta bu bölge ile ilgili ayrıca şu ifadeler yer almaktadır:
Hareketle olan ilgisiyle beraber, ön alın bölgesinin aynı zamanda saldırganlığın da fonksiyonel merkezi olduğu düşünülmektedir…13
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, beynin ön alın bölgesi, planlama, motivasyon ve iyi veya kötü hareketlerin başlatılması, yalan veya doğrunun söylenmesi ile ilgili faaliyetlerin tümünü yürütmektedir.
Görüldüğü gibi Alak Suresi'nde geçen "yalancı günahkar olan alın" ifadesi ile yukarıdaki tanımlama büyük bir paralellik göstermektedir. Bilim adamlarının son altmış yıl içinde keşfettikleri bu gibi bilimsel gerçekleri Allah, Kuran ayetlerinde asırlar önce insanlara haber vermektedir.

Sütün Oluşumu

Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Vücudun beslenmesini sağlayan temel maddeler, sindirim sistemindeki kimyasal dönüşümler sonucunda oluşur. Sindirilen bu besin maddeleri daha sonra bağırsak duvarından kan dolaşım sistemine geçerler. Kan dolaşımı sayesinde ilgili organlara sevk edilmiş olurlar.
Süt bezleri de diğer vücut dokuları gibi kan yoluyla kendilerine getirilen sindirilmiş gıdalarla beslenirler. Bu nedenle kan, besinlerden gelen gıdaların toplanıp iletilmesinde çok önemli bir rol oynar. Süt de tüm bu aşamalardan sonra süt bezleri tarafından salgılanır ve sindirilmiş besinin kan dolaşımıyla taşınması sonucunda oluştuğu için besin değeri oldukça yüksektir. İnsanlar ne hayvanın karnındaki yarı sindirilmiş besini ne de hayvanın kanını doğrudan tüketebilirler. Bunları doğrudan tüketmeleri ciddi zehirlenmelere hatta ölüme yol açabilir. Ama Allah, yarattığı son derece kompleks biyolojik sistemler sayesinde, bu sıvıların içinden temiz ve sağlıklı bir gıdayı insanların faydasına sunmaktadır. Böylece insanların doğrudan tüketemeyeceği kan ve yarı sindirilmiş besinden içilir nitelikte, besleyici süt üretilmiş olur.
Görüldüğü gibi Nahl Suresi'nin 66. ayetinde, sütün biyolojik oluşumu ile ilgili tarif edilenler, günümüz biliminin ortaya koyduğu bilgilerle büyük bir uyum içindedir. Memelilerin sindirim sistemine yönelik uzmanlık gerektiren böyle bir bilginin Kuran'ın indirildiği dönemde insanlar tarafından bilinmesinin mümkün olmayacağı ise son derece açıktır.

Parmak İzindeki Kimlik

Kuran'da, insanları ölümden sonra diriltmenin Allah için çok kolay olduğu anlatılırken, insanların özellikle parmak uçlarına dikkat çekilir:
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz. (Kıyamet Suresi, 4)
Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü parmak izindeki şekiller ve detaylar, tamamen kişiye özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan tüm insanların parmak izleri birbirinden farklıdır. Dahası, aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahi farklı parmak izine sahiptirler.14
Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı yara olması dışında ömür boyu sabit kalır. İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve parmak izi bilimi ise insanlar tarafından yanılmaz kimlik tespit yöntemi olarak kullanılmaktadır.
parmak izi
Tek yumurta ikizleri de dahil olmak üzere, her insanın parmak izi kendine özeldir. Başka bir deyişle, insanların parmak uçlarında kimlikleri şifrelenmiştir. Bu şifreleme sistemini, günümüzde kullanılmakta olan barkod sistemine benzetmek de mümkündür.
Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir.

Dişi Balarısı

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. - Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
dişi balarısı
Her arının çok fazla görevinin olduğu arı kolonilerindeki tek istisna erkek arılardır. Erkek arılar ne kovanın savunmasına, ne temizliğine, ne besin toplamaya, ne de petek veya bal yapımına bir katkıda bulunurlar. Erkek arıların kovan içindeki tek fonksiyonları kraliçe arıyı döllemektir.15 Çiftleşme organları dışında diğer arılarda bulunan özelliklerin hemen hemen hiçbirine sahip olmadıkları için erkek arıların kraliçe arıyı döllemekten başka bir iş yapmaları da mümkün değildir.
Koloninin tüm yükü üzerinde bulunan işçi arıların ise, kraliçe arılar gibi dişi olmalarına rağmen yumurtalıkları gelişmemiştir, yani kısırdırlar. Kovanın temizliği, arı larvalarının ve yavrularının bakımı, kraliçe arı ve erkek arıların beslenmesi, bal yapılması, peteklerin inşası ve onarım işleri, kovanın havalandırılması, kovanın güvenliği, nektar (bal özü), polen (çiçek tozu), su, reçine gibi malzemelerin toplanması ve bunların kovanda depolanması gibi görevleri vardır.
Arapçada iki çeşit fiil kullanımı vardır ve fiillerin bu kullanımlarından, öznenin erkek mi yoksa dişi mi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıdaki ayetlerde arı için kullanılan fiiller (altı çizili kelimeler), fiilin dişi için olan şekliyle kullanılmıştır. Böylece Kuran'da bal yapımında çalışan arıların dişi olduğuna işaret edilmektedir.16
Unutulmamalıdır ki arılarla ilgili bu gerçeğin bundan 1400 sene önce bilinmesi mümkün değildir. Ama Allah bu gerçeğe dikkat çekerek Kuran'ın bir mucizesini daha bize göstermiştir.

Mikroskobik Hayatın Varlığı

Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir. (Yasin Suresi, 36)
... daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl Suresi, 8)
Yukarıdaki ayetlerde, Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bilmediği hayat formlarının olduğuna işaret edilmektedir. Nitekim mikroskobun keşfi ile birlikte insan gözünün göremediği küçüklükte yeni canlılar keşfedilmiştir. Böylece Kuran'da dikkat çekilen, bu canlıların varlığı hakkında insanlar bilgi sahibi olmaya başlamışlardır. Çıplak gözle görülemeyen ve genellikle tek bir hücreden ibaret olan mikro canlıların varlığına işaret eden diğer ayetler ise şöyledir:
... Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Sebe Suresi, 3)
... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
mikro dünya
Yeryüzünün her yanına yayılmış olan bu gizli dünyanın üyeleri yani mikroorganizmalar, yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar. Gözle görülmeyecek kadar küçük bu mikroorganizmalar topluluğu, bakteriler, virüsler, mantarlar, su yosunları ve akarlardan oluşur. Bu mikrocanlılar, yeryüzündeki yaşam dengesinin önemli bir unsurudur. Örneğin Dünya üzerinde yaşamın oluşumunu sağlayan temel öğelerden bir tanesi olan azot döngüsü, bakteriler tarafından sağlanır. Bitkilerin topraktaki mineralleri alabilmelerini sağlayan en önemli unsur ise kök mantarlarıdır. Salata veya et gibi nitrat içeren besinlerden zehirlenmemizi ise dilimizde bulunan bakteriler önler. Aynı zamanda bazı bakteriler ve algler, dünyada canlılığın var olmasının temel unsuru olan fotosentez yapabilme yeteneğine sahiptirler ve bu görevi bitkilerle paylaşırlar. Bazı akar türleri organik maddeleri parçalayarak besinleri bitkilerin kullanabileceği hale dönüştürebilirler. Görüldüğü gibi ancak teknolojik aletlerle hakkında bilgi edinebildiğimiz bu küçük canlılar, insan yaşamı için vazgeçilmez öneme sahiptirler.
Kuran'da asırlar öncesinden gözle gördüğümüz alemlerin dışında da canlılar olacağına dikkat çekilmesi, kuşkusuz Kuran'ın bir başka mucizesidir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Mikrodünya Mucizesi, Araştırma Yayıncılık)