21 Nisan 2013 Pazar

Gerçekler 2


I. Bölüm: Evrim Yanılgısı

Bütün Dünya Evrim Teorisinin Çöküşüne Şahit Oluyor

dna
Bilim dünyasının genetikten, paleontolojiden, elektron mikroskobundan, DNA'dan habersiz olduğu 1800'lerde ortaya atılmış olan Darwin'in evrim teorisi, modern bilimin gelişimi ve çağdaş teknolojinin bilimsel araştırmalara uyarlanmasıyla ortaya çıkan yeni bilimsel bulgularca yalanlanmıştır. Bugün artık bir avuç inatçı evrim taraftarı bilim adamı dışında gerçekleri görmeyen ve evrim inancının yıkılışına şahit olmayan kimse kalmamıştır.
BİYOKİMYA alanında, tek bir protein molekülünün bile tesadüfen oluşma ihtimalinin matematiksel olarak "sıfır" olduğunu ortaya konmuştur.
GENETİK BİLİMİ, DNA'yı keşfetmiş ve her canlının her hücresinin çekirdeğinde, o canlı ile ilgili son derece detaylı bilgilerin, şifrelenmiş olarak kayıtlı olduğunu bulmuştur.
PALEONTOLOJİ, canlıların Prekambriyen Dönemi'nde aniden ortaya çıktığını ve canlı türleri arasında evrim teorisinin öngördüğü ara-geçiş formlarının bulunmadığını göstermiştir.
KİMYA, Le Châtelier Kanunu ile evrim teorisinin ilkel dünyada meydana gelen organik maddeler iddiasının aksine, amino asitlerin sulu ortamlarda birleşemeyeceklerini kanıtlamıştır.
JEOLOJİ, dünyanın hiçbir döneminde evrimcilerin canlılığın oluşumu için iddia ettiği atmosfer şartlarının var olmadığını tespit etmiştir.
FİZİK BİLİMİ, ilk dünya şartlarında ultraviyole ışınlarının, "fotodissosiyasyon" yoluyla meydana geldiği iddia edilen molekülleri parçalayacağını ispatlamış ve evrimin, ilk amino asitlerin atmosferdeki gazlardan oluştuğu iddiasını geçersiz kılmıştır.

Fosil Kayıtları Evrim Teorisini Reddediyor

Evrimciler 150 yıldır dünyanın her yerinde görüşlerini destekleyecek fosiller aramaktadırlar. Ancak bugüne kadar canlıların uzun zaman içinde tesadüfen birbirlerinden türediklerini ve sürekli değiştiklerini gösteren tek bir fosil dahi bulamamışlardır. Aksine bulunan her fosil, canlıların aniden ortaya çıktıkları yani yaratıldıkları ve türlerin değişmediği gerçeğini pekiştirmiştir.
400 milyon yıllık köpekbalığı fosili (New Scientist, 20 Ocak 1984)400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili (Giovanni Pinna, Histoire de la Vie Fossiles)320 milyon yıllık hamam böceği fosili (National Geographic, Ocak 1981)230 milyon yıllık akrep fosili (Nature, Mart 1985), 1 milyar 100 milyon yıllık solucan fosili (Ekim 1998), bu canlıların milyonlarca yıldan beri hiç değişmediğini ve bugünkü şekilleriyle ortaya çıktıklarını açıkça ispatlayan fosillerdir.
hamam böceği, semender
Hamam böceği (3) ve 320 milyon yıllık fosili (4) (National Geographic, Ocak 1981) Nature dergisi, BBC ve CNN gibi dünyaca ünlü basın kuruluşlarında geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir habere göre, Çin'de 150 milyon yıllık semender fosillerine rastlandı. (2) Semenderleri bulan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi araştırmacıları Shubin ve Ke-Qin Gao, bu fosillerin, günümüz semenderleri (2) ile aynı özelliklere sahip olduklarını ve değişikliğe uğramadıklarını şöyle belirttiler:
"Üster evinizin yakınındaki ormanda bir kayanın altındaki bir semendere, ister Çin'de 150 milyon yıllık bir semendere bakın, her ikisinin de aynı olduğunu göreceksiniz. Aslında büyük ölçüde benzerler. Bilek kemikleri, kafataslarının şekli, küçük detayların hepsi aynı". (http://www.cnn.com/2001/TECH/science/03/28/salamander.reut/index.html)
Milyonlarca yıldır hiçbir değişim göstermeden günümüze gelen bu canlılar evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan delillerden sadece birkaçıdır.
Charles Darwin de bu gerçeği farketmiş, teorisinin en büyük açmazının bu husus olduğunu kabul etmiştir:
"Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz? Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır." (Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, sf.134, Senate Press, 1995)
Bilimsel bulgular, canlıların değişmediğini ve aniden ortaya çıktıklarını gösterirken, ateşli evrimci paleontologların akla ve bilime yüz çevirerek hala evrim propagandası yapmaları son derece şaşırtıcıdır. Bu, evrimcilerin bilimsellikle ilgisi olmayan bir saplantı içinde olduğunun açık göstergesidir.
köpek balığı fosili
400 milyon yıllık köpekbalığı fosili (üstte) (New Scientist, 20 Ocak 1984)

Big Bang Yaratılışın Bir Delili Olmaya Devam Ediyor

1920'li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big Bang) ile yoktan var hale geldiğini ispatlamıştır. Yani evren sonsuz değildir, Allah tarafından yoktan yaratılmıştır. Bu gelişmelerle birlikte günümüze kadar evrenin yoktan yaratılışını ispatlayan daha pek çok bulgu elde edilmiştir.
Bu bulgulara yeni bir halka daha eklendi. Geçtiğimiz günlerde basında, Kuzey Kutbunda araştırmalar yapan 35 bilim adamının evrenin oluşumuyla ilgili çok önemli bir sonuca vardıkları haber verildi. Kendilerine Boomerang grubu adını veren İngiliz, Kanadalı, İtalyan ve ABD'li uzmanlar, evrenin 14 milyar yıl önce bir insan yumruğu kadar küçük bir gaz bulutu olduğunu açıkladılar. Yapılan bu açıklamalara göre gazların sürekli hareketi yüzünden zil sesini andıran bir ses dalgası meydana geliyordu. Ses dalgaları patlamalara neden oldu. Evren genişlemeye başladıkça bu ses dalgaları yayılmaya devam etti. Ekibin başındaki California Ünivesitesi'nden John Ruhr'un yaptığı açıklamaya göre ilk kez tespit edilen bu ses dalgaları, Büyük Patlama'nın (Big Bang) ateşleyicisiydi.
Evreni araştıran tüm bilim adamları hep tek bir gerçekle karşı karşıya kaldılar: Evren Allah tarafından yokluktan yaratılmış ve ilk varoluş anından itibaren kusursuzca düzenlenmiştir. Nitekim 21. yüzyıl bunun gibi, evrenin daha birçok sırrının ortaya çıktığı bir yüzyıl olmaya devam edecektir.
evrenin yaratılışı, big bang, gazete küpürü, büyük patlama

Kambriyen Devrinde Ortaya Çıkan Dikenli Canlılar, Evrim Teorisini Geçersiz Kılıyor

Bugün bilinen hayvan filumlarının (vücut planlarına göre hayvanların sınıflandırılması) tamamına yakını, yaşı 500-550 milyon yıl olarak hesaplanan Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır.
Kambriyen devrinde bulunan fosillerden biri Hallucigenia isimli bir canlıya aittir. Bu ve bunun gibi birçok Kambriyen canlısının fosilinde saldırılara karşı korunma sağlayan dikenler ya da sert kabuklar yer alır.   Hallucigenia ve diğer Kambriyen canlıları hakkında evrimcilerin kesinlikle açıklayamadıkları sorular vardır:
    1. Hiçbir avcı canlının olmadığı bu devirde, bu hayvanlar nasıl olup da, muhtemel bir avcı olabileceğini düşünerek savunma sistemleri ile birlikte oluşmuşlardır?
    Evrimciler, savunma mekanizmalarının, zaman içinde, canlı korunmaya ihtiyaç duydukça, doğal seleksiyon ile oluştuğunu iddia ederler. Ancak bu dikenler, canlının henüz bir ihtiyaç duymasına vakit kalmadan, ilk ortaya çıkışı ile birlikte var olmuşlardır.
    2. Bu kadar çok kompleks canlının, hiçbir ataya sahip olmadan, aniden fosil kayıtlarında belirmesi evrimcileri kesinlikle yalanlar. Bu, canlıların ilkelden komplekse evrimleşmediklerini, Allah'ın "Ol" emriyle yaratıldıklarını gösteren açık bir delildir.
Hallucigenia, kambriyen, fosil

Evrimciler, Kayalara Rastgele Çarpan Dalgaların Saraylar İnşa Edeceklerine İnanacak Kadar Büyülenmişlerdir

Büyük bir mantık çöküntüsü içindeki evrimcilerin iddiasına göre; bilinçsiz, kör, akılsız, bilgisi ve iradesi olmayan atomlar, tesadüfler sonucunda biraraya gelmişlerdir. Ve tesadüfler birbirini izlemiş, bu şuursuz atomlar, milyarlarca yıl sonra kendi kendilerini elektron mikroskobu ile inceleyen atom mühendislerini, biyoloji profesörlerini, beyin cerrahlarını, avukatları, üniversite öğrencilerini, genetik mühendislerini oluşturmuşlardır. Ve bu şuursuz atomlar bu süreç içinde de son derece bilinçli ve planlı çalışmışlardır. Sanki ileride ne meydana getireceklerini biliyorlarmış gibi, tespit ettikleri hataları elemişler, yerine doğruları gelene kadar sabırla milyonlarca yıl birbirlerinden ayrılmadan, her türlü koşula dayanarak beklemişlerdir. Üstelik bu arada deneme yanılmalar yapmışlar, adeta bir kimya, fizik veya biyoloji profesörü gibi son derece zekice yöntemler izlemişlerdir. Örneğin, göz oluşmadan önce, sanki gözün oluşacağını biliyorlarmış gibi, kafatasında simetrik ve gözün yapısına en uygun büyüklük ve derinlikte göz çukurlarını açmayı ihmal etmemişlerdir. Evrimcilere göre şuursuz atomlar ve tesadüfen gelişen doğa olayları o kadar akıllı, o kadar uyumlu, o kadar planlı ve disiplinlidir ki, tüm insanların aklının biraraya gelip yapamayacaklarını onlar yavaş yavaş yapmışlardır. Oysa şuuru, aklı ve iradesi olmayan atomların, tesadüfler sonucunda akıl, şuur ve irade sahibi insanları kendi kendilerine oluşturamayacakları çok açıktır.
dağ manzarası
tarihi kalıntı, manzara
Evrimcilerin bu iddiaları, bir kayalığa çarpan dalgaların tesadüfen mimari şaheserler, saraylar oluşturmalarına inanmaya benzer. Evrimciler, dalgaların tesadüfen saraylar, konaklar inşa edeceklerine inanacak kadar, evrim teorisinin hipnozu altındadırlar.
kolye, takı, arkeolojik bulgu

Bir Yerde Bir Tasarım Varsa, Onu Meydana Getiren Bir Akıl da Vardır

Arkeologlar, kazılar sırasında yerin altından süs eşyaları, çanak ve çömlekler, hatta çok az şekillendirilmiş bir tahta dahi bulduklarında, hemen burada eski bir medeniyetin, akıl, beceri ve bilinç sahibi insanların yaşadıklarını anlarlar.
Ancak nedense bazı paleontologlar, yerin altında çanak ve çömleklerle karşılaştırılamayacak kadar kompleks tasarım ve özelliklere sahip 100 mercekli gözleri olan trilobitleri, salyangozları, denizyıldızlarını bulduklarında, bunların burada tesadüfen ve kendiliğinden oluştuğunu  öne sürebilmektedirler.
Bu, evrim teorisinin en büyük çelişkilerinden biridir. Günümüzden 550 milyon yıl önce Kambriyen Devri olarak adlandırılan dönemde, ilk canlılardan olan trilobitler, salyangozlar, denizyıldızları gibi yumuşakçalar dünyada aniden belirdiler. Cansız dünyayı bir anda canlandıran, nefes alan, gören, kusursuz sistemlerle beslenen, birbirinden farklı taktiklerle avlanan canlıları dünyaya yerleştiren güç neydi? Bu gücün sahibi sonsuz ilim ve akıl sahibi olan Rabbimiz'dir.
arkealog, arkeolojik araştırma, kazı

deniz yldızı fosili, trilobit, arkeolojik bulgu

Türk Milleti Darwinizm'in Tuzağını Bozmuştur

Aşağıda en soldaki resimde gördüğünüz gibi, bir parça demiri, plastiği, bakırı bir çölün ortasına bırakıp gitseniz. Belli aralıklarla da buraya gelip baksanız. Bunların bir bisiklete, son model bir otomobile ya da bir tıra dönüştüğünü görmeniz mümkün olur muydu?
Doğrusu akılcı olan demirin paslanması, plastiğin deforme olması, bakırın da oksitlenmesi değil midir?
Buna Darwinistler'in verdiği cevap ise sizin verdiğiniz cevabın tam tersidir. Yani Darwinistler dağınık, düzensiz, cansız maddelerin zaman içinde tesadüflerin yardımıyla düzenli, canlı ve kompleks varlıklara dönüşebileceklerini iddia ederler. Evrimcilerin bu iddiası şu anlama gelmektedir: 1 numaralı resimdeki malzemeler zaman içinde tesadüfen bir bisiklet, sonra yine şuursuz rastlantılarla bir otomobil, daha sonra tamamen başıboş süreçlerle kamyonet ve en sonunda da bir tır haline gelebilir.
Türk Milleti keskin zekasıyla ve üstün feraseti ile birçok dünya milletinin düştüğü tuzağa düşmemiş, Darwinizm'in bu gibi safsatalarına aldanmamıştır. Darwinizm'in ne kadar mantıksız ve bilim dışı bir görüş olduğunu anlamış yegane millettir. Büyük Türk Milleti bu tuzağı bozup dünyayı Darwinizm safsatasından kurtaracak manevi güce sahiptir.
çöl, araba, evrimleşme
EVRİMCİLERİN KÖ…R TESAD܆FLERİ BUNLARI YAPAMAZ

Darwinistler'in "Demagoji" ve "Çarpıtmalarla" Dolu Propagandalarına Artık Kimse Kanmıyor

dna, laborant
Son günlerde Genom Projesinin gündeme gelmesini çarpıtarak kullanan birtakım evrimci çevreler, Darwinizm propagandasına başladılar. İnsanın maymunla olan genetik benzerliğini, insanın maymundan evrimleştiğine delil olarak göstermeye çalışan söz konusu çevreler yanlış bilgilerle halkı yanıltmaya çalışmaktadırlar. Oysa bahsedilen bu benzerlik hayalidir ve evrime delil olamaz, çünkü;
    1. Maymunun genetik yapısı henüz incelenmemiştir ve dolayısıyla insan genomu ile karşılaştırılması söz konusu değildir.
    2. Eğer maymun ile insanın genetik yapısının % 99 benzer olduğu kanıtlansa bile bu, insanın maymunla ortak bir atadan evrimleştiğine delil olamaz. Çünkü, İNSANIN GEN SAYISI İLE MISIRIN GEN SAYISI TIPATIP AYNIDIR. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, mısır, insanın maymundan daha yakın bir akrabası olurdu.
İnsan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olması son derece doğaldır. Çünkü tüm canlılar aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir. Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir. Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin veya "doğanın tesadüfen bu parçaları biraraya getirerek farklı canlılar oluşturduğunun" bir delili değildir.
Aslında canlılardaki bu "ortak malzeme", evrimin değil "ortak tasarımın", yani canlıların hepsinin aynı plan üzerine tek bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduklarının delillerinden biridir.
Evrim teorisi, bugüne kadar demagoji ve çarpıtmalarla ayakta kaldı. Ancak bugün doğru ve ispatlı bilgiler her insana çok kısa zamanda ulaşabilmektedir. Ve bu sayede insanlar taraflı ve bir amaca yönelik propagandalarla, çarpıtma ve demagojilerle aldatılamamaktadır. Bu Darwinizm'in sonunu getiren gelişmelerdendir.

Evrimciler, Rüzgarların Bir Taş Kütlesini, Tesadüfen Bir Sanat Eserine Dönüştürebileceğine İnanacak Kadar Kavrayıştan Yoksundurlar

Evrimciler, günümüzden 5 milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen biraraya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına inanırlar. Evrimcilerin bu hayali senaryolarına göre, cansız ve şuursuz atomlar bu buluşmalarında bir canlı hücresi meydana getirmeye karar vermişlerdir. Ve demişlerdir ki:
Biz rastgele birbirimizin çevresinde dolaşalım. Bu arada rüzgar, fırtına, şimşekler, ultraviyole ışınları, depremler bizi rastgele birbirimize bağlar. Biz de bu şekilde ileride canlı için gerekli olacak proteinleri üreten fabrikaları, canlıyı oluşturmak için gereken tüm bilgilerin birarada tutulduğu bilgi bankasını, proteinlerin saklandığı depoyu, canlının yaşaması için gereken enerjiyi sağlayacak olan enerji santralini, gereksiz maddeleri yok edecek olan sindirim enzimlerini üretiriz. Ayrıca protein üretimi için gereken taşıma, kopyalama araçlarını, hücrenin giriş çıkışını kontrol eden hücre kapılarını, hücrenin içindeki tüm malzeme ve yapıların birbirinden ayrılmalarını engelleyen hücre zarını ve daha canlı hücresinin işe yaraması için gereken ne varsa hepsini eksiksizce inşa edip şekillendiririz. Böylece tesadüfen bir fabrikadan daha kusursuz özelliklere sahip bir hücre meydana getiririz. Hatta sonra da bunları yüz trilyonlarca üretip kendimizi inceleyecek atom profesörlerini oluştururuz.
İşte evrimcilerin tesadüfen varoluş iddialarının özü budur. Onların bu iddiaları, Taksim Meydanı'nda duran bir taş kütlesinin rüzgarların etkisiyle zaman içinde kusursuz bir sanat eserine dönüştüğüne, rüzgarların bir heykeltraş gibi sanat eseri meydana getirdiklerine inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır.
Tesadüfler ve bilinçsiz doğa olayları sanat eserleri, kusursuz tasarıma sahip yapılar meydana getiremezler. Bunlar için akla, bilince ve bilgiye ihtiyaç vardır. Darwinizm bu nedenle, 20. yüzyılda canlılarda bulunan son derece kompleks yapıların ve tasarımın keşfedilmesi ile çökmüştür.
heykel, tesadüf, rüzgar

Bir Evrimci Sahte Delil Oluştururken...

Evrimciler bilimin yalanladığı teorilerini insanlar arasında yaygınlaştırmak için boş durmaz, sürekli sahte deliller üretirler.
Yandaki resimler, evrimcilerin içine düştükleri büyük hezimeti tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Çünkü ellerinde teorilerini savunabilecekleri hiçbir delil olmadığı için, evrimciler bizzat kendi elleriyle sahte delil üretmektedirler. Önce metal parçasından hayali bir iskelet oluşturmakta, daha sonra bunun üzerine hamurdan hayali bir vücut koymakta, var olduğuna inandıkları hayali tüylerle bütün vücudu kaplamakta, daha sonra da silikonla renk vermektedirler. Evrimci bilim adamlarının hayalgücüyle doğru orantılı olarak gelişen bu bilim dalına ilginç bir de isim vermişlerdir: Rekonstrüksiyon, yani "yeniden inşa!"
Ancak evrimciler bu sahte delilleri üretirken ne bilimsel bir veriden faydalanırlar, ne bir delilden, ne de bir deneyden... Ellerindeki tek kaynakları sınırsız hayalgüçleridir.
Örneğin bu rekonstrüksiyonu yaparken;
    1. Ellerinde bir diş parçası ya da bir çene parçasından başka bir delil yoktur.
    2. Bu kemik parçasından yola çıkarak bir iskelet, vücut şekli, yüz, yüze vahşi bir ifade, eşler ve çocuklar, daha sonra da sosyal bir hayat tablosu ortaya çıkarırlar.
    3. Toprağın altında kısa sürede eriyen kas, yağ, kıkırdak gibi yumuşak dokuları tamamen hayali olarak canlandırırlar.
Bu gerçeği dünyaca ünlü bilim adamları da itiraf etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten'ın şu sözleri "yeniden inşa" sahtekarlığını açıkça gözler önüne sermektedir:
Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir. (Earnst A. Hooten, Up From The Ape, New York: McMillan, 1931, s. 332.)
Hooten'ın söylediği gibi, ne evrime ne de evrimcilerin sahte delillerine güvenmek mümkün değildir. Çünkü bugüne kadar ne bilimsel çalışmalar ne de arkeolojik araştırmalar bir sonuç vermemiş, evrimcilerin bekledikleri deliller bir türlü bulunamamıştır. Bu yüzden evrimciler bu sahte delillerle, çaresizce teorilerinin yaşam süresini uzatmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu, evrim teorisinin son nefesleridir.
sahtekarlık, fosil, rekonstrüksiyon
Evrimcilerin hayal güçleri ile ortaya çıkan hayali yarı maymun - yarı insan rekonstrüksiyonların nasıl oluşturulduğunu anlatan bir dergi yazısı.

Evrimciler, Tek Bir Üzüm Tanesi Bile Meydana Getiremezler!

üzüm, salkım
Tesadüfleri, cansız maddeleri ve şuursuz atomları yaratma gücüne sahip varlıklar zannetmek çok büyük bir yanılgıdır. Ancak Darwinistler cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak düşünür, tesadüflerin herşeyi yaratabileceğine inanırlar. Gülü, portakalı, elmayı, çileği, muzu, karpuzu, maydanozu, kısacası var olan herşeyi canlı cansız tüm varlıkları tesadüflerin oluşturabileceğine inanırlar.
Madem evrimciler herşeyin tesadüfle oluştuğuna inanıyorlar, o zaman tadıyla, kokusuyla, sulu yapısıyla, şekliyle, bir daldaki kusursuz güzelliğiyle TEK BİR ÜZÜM TANESİNİ meydana getirsinler! Dünyanın en ünlü bilim adamlarını -hatta geçmişte yaşamış tüm bilim adamlarını- biraraya toplasınlar, dünyanın en gelişmiş ve en yeni teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarını kullansınlar, ileri teknolojinin olabilecek tüm imkanlarını bunun için seferber etsinler ve bu iş için yıllarca çaba sarf etsinler… Ne yaparlarsa yapsınlar, değil tek bir üzüm tanesini, üzümü oluşturan tek bir hücreyi dahi oluşturmaları mümkün değildir. İşte bu gerçek evrimcilerin görmezden geldikleri en önemli noktalardan biridir. Herşeyi yoktan yaratan Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Her Canlı, Evrimcilerin İçine Düştükleri Çıkmazı Ortaya Koyuyor

Darwinizm savunucuları, her canlının hayatta kalmak ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için savaşmak zorunda olduğuna, yoksa "elenerek yok olacağına" inanırlar. Buna karşılık, canlıların niçin fedakarlık yaptıkları ve başkalarına fayda sağladıkları konusunu asla açıklayamazlar.
Örneğin işçi arılar doğumlarından sonraki ilk 3 gün boyunca "kovan temizleyicisi" olarak görev yaparlar.
3. günden sonra bir hafta boyunca kafalarında bir çift "dadı" bezi gelişir ve genç larvalar için besin salgılamaya başlarlar.
arı, bal arısı
10. günden itibaren karınlarında "mum üreten" bezler gelişir ve petek yapım onarım işine başlarlar, onlar artık birer "inşaat işçisi"dirler.
20. günde mum bezleri fonksiyonlarını yitirir ve yerlerine iğne bezleri gelişir. Arılar bundan sonra zehir üretmeye başlar çünkü yeni görevleri "kovan bekçiliği"dir.
Yaşamlarının son günlerini ise "çiçek özü toplayıcısı" olarak geçirirler.
Açıkça görülmektedir ki, bu sayılan özelliklerin hiçbiri arının kendi çıkarına yönelik değildir. Her biri bir özveri, yardımlaşma, fedakarlık örneğidir. Hayatları boyunca türlü fedakarlıklarda bulunabilmeleri için vücutlarında gerçekleşen değişimler ise, kendi iradeleri ve istemleri dışında meydana gelir. Üstelik bu olağanüstü işlemlerin tamamını yeryüzünde var olan ilk arıdan bu yana yaşamış tüm arılar aynı kusursuzlukla yerine getirmiştir.
Şüphe yok ki, onları var eden sonsuz kudret sahibi Allah, arılara her gün yapacakları işleri vahyetmekte; bize de bu mucizeleri göstererek Kendi sanatının büyüklüğünü ve inceliğini takdir etme imkanı tanımaktadır.

Darwinistler, Şuursuz Atomların Cansız Dünyayı Tesadüfen Canlandırdığını İddia Ederler

Darwinistler, her türlü elverişsiz koşulun bulunduğu bir ortamda, amonyak, karbon, azot, fosfor gibi cansız ve şuursuz atomların tesadüfler sonucu biraraya geldiklerini ve sonra ortak bir karar aldıklarını iddia ederler. Onlara göre atomlar aldıkları bu kararı eksiksizce uygulamışlar ve bu cansız dünyanın üzerinde tesadüfen ağaçları, çimenleri, karıncaları, papağanları, salyangozları, elmaları, dutları, hurmaları, kuğuları, atmacaları, yunusları, mercanları, yosunları, arıları, atları, tavşanları, ıhlamur ağaçlarını, gülleri, yaseminleri, papatyaları, uçak mühendislerini, beyin cerrahlarını, genetik mühendislerini, kendilerini oluşturan atomları inceleyen atom profesörlerini meydana getirmişlerdir.
Darwinistler, bu akılalmaz iddialarını ağır ve ağdalı bir üslupla, bolca Latince kelimeler kullanarak anlatırlar. Bu şekilde, iddialarındaki mantık çöküntüsünü gizlemeye çalışırlar. Onların durumundan habersiz olanlar da, bu tılsımlı üsluptan etkilenip, "bunlar ne kadar bilgili, üstün insanlar" diyerek, her dediklerini kayıtsız şartsız kabul ederler.
Oysa Darwinizm'e inanmak, mantığın, düşünme yeteneğinin, aklın ve kavrayışın tamamen felç olması demektir. Normal bir insan "taşlar tesadüfen dizilip, bir gökdeleni tüm tesisatı ile birlikte inşa etti" diyebilir mi? Elbette diyemez. Darwinistler ise, bundan daha da inanılmaz olan bir iddiada bulunmakta; şuursuz atomların dizilip canlandıklarını ve canlı varlıkları oluşturduklarını söylemektedirler..
Türk Milleti, aklı ve basireti ile Darwinizm'in safsatalarına hiçbir zaman inanmadı. Bu felsefenin akılsızlığını tüm dünyaya açıklayarak, dünya insanlarını da bu gaflet uykusundan uyandırma misyonunu üstlendi.
atom, dünya, canlılık, canlılar, yeryüzü

Darwinist Büyünün Etkisi Altında  Kalanlar, Normal Bir Şuurla Düşünemezler

Evrimciler, doğada bulunan 200'ün üzerindeki amino asit çeşidinden, proteinleri oluşturacak 20 tanesinin, belli sayılarda ve belli bir dizilimle biraraya gelmelerini ve proteinleri oluşturmalarını KÖR TESADÜF'lere bağlarlar. Oysa bu, mümkün değildir. Örneğin, 400 amino asitli bir proteini oluşturan amino asitlerin istenilen sırada dizilme ihtimalleri 10520'de bir ihtimaldir. Bu, 1 sayısının yanına 520 tane sıfır konduğunda oluşacak olan sayıda bir ihtimal demektir.  (1 milyar sayısının yanında sadece 9 sıfır olduğunu düşünürsek, bu sayının büyüklüğü hakkında bir fikir edinebiliriz). Böyle bir tesadüfün gerçekleşmesi açıkça görüldüğü gibi imkansızdır. Üstelik burada bahsedilen orta büyüklükte tek bir proteindir. İnsan vücudunda binlerce protein türü vardır ve bazıları binlerce amino asitten oluşur.
Proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceği gerçeği, en koyu evrimciler tarafından bile itiraf edilmektedir.
Evrimci jeolog William Stokes ise bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı." (W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas Nelson Co., 1991, s. 305)
Proteinlerin tesadüfen oluşamayacakları, akıl, bilinç ve güç sahibi bir Yaratıcı tarafından var edildikleri kesin bir gerçektir.
Ancak asıl önemli olan, evrimcilerin bu gerçeği görememeleridir. Evrimciler proteinlerin tesadüfen oluştuğunu iddia etmekle, masaya dökülen mürekkebin tesadüfen bir sayfa dolusu anlamlı bir makale ortaya çıkardığını kabul etmekten daha da saçma bir iddiaya inanmaktadırlar. Bu, abartılı bir akılsızlık ve mantıksızlık örneğidir. Bunu söyleyen bir insana kimse güvenemez veya böyle muhakeme yeteneği olmayan bir insana hiçbir sorumluluk verilemez.
Türk Milleti Darwinist safsataları ilim ve akıl yolu ile susturmuştur. Bundan böyle Darwinizm'in insanlığı büyülemesine ve akılları devre dışı bırakmasına izin vermeyecektir.
darwinizm, darwinizmin büyüsü

Darwinistler'in Mantık Çöküntüleri, İnsanlığa İbret Olmalıdır

Darwinistler, canlılığın yapıtaşı olan proteinlerin, bazı atomların tesadüfen birleşmeleri ile meydana geldiklerini iddia ederler. Darwinizm'in ne kadar inanılması imkansız, akıl ve mantık dışı bir iddia olduğunu anlamak için, proteinler hakkında verilecek kısa bir bilgi yeterli olacaktır.
Bilim adamları 500 amino asitten oluşan bir proteinin (binlerce amino asitten oluşan proteinler de mevcuttur) tesadüfen oluşma ihtimalini hesaplamışlar ve şöyle bir sonuca varmışlardır:
    1. Amino asitlerin işe yarar proteini oluşturabilmek için uygun dizilme ihtimali:
    10650de 1 ihtimal
    2. Amino asitlerin sol-elli olma ihtimali (amino asitler doğada hem sağ-elli hem sol-elli olarak bulunurlar. Ancak canlı yapısındaki proteinler sadece sol-elli amino asitlerden oluşurlar.)
    10150de 1 ihtimal
    3. Amino asitlerin aralarında "peptid bağı" ile bağlanmaları ihtimali:
    10150de 1 ihtimal
Toplam İhtimal: 10950de 1 ihtimal
10950 =
100.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000. 000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000.000
10950, 1 rakamının yanına 950 sıfırın gelmesiyle oluşacak astronomik bir sayıdır. (Bu da imkansız bir ihtimal demektir.) Bu sayının büyüklüğünü anlayabilmek için şu örnekler üzerinde düşünebilirsiniz:
  • 1 milyar sayısını yazmak için 1 rakamının yanına sadece 9 sıfır eklenir. Söz konusu sayı içinse 950 sıfır gerekmektedir.
  • 1 milyar sayısı için 1 rakamının yanına 9 sıfır yazılır. Ancak, ortaya 1 milyar boncuk attığınızda, bu sayının yazıldığından çok daha fazla bir miktarı ifade ettiği görülecektir. 10950 sayısı, 950 sıfırla yazılır, ancak bu kadar miktarda boncuk tarif edilemeyecek kadar çoktur. 
  • Evrendeki tüm atomların çevresinde dönen elektronların sayısı bile sadece 1075tir.
Bu kadar büyük bir sayı ile ifade edilen ihtimalin içinden tek bir ihtimalin gerçekleşmesinin ve proteinlerin tesadüfen oluşmasının kesinlikle imkansız olduğu açıkça görülmektedir. (Nitekim matematikte 1050 ihtimalin ötesi olanaksız olarak kabul edilmektedir.)
Ancak, evrimciler gerçekleşmesi kesinlikle imkansız olan ihtimallere, büyük bir bağnazlıkla, inatla ve tutuculukla inanırlar. Koyu Darwinistler'in bağnazlıklarından vazgeçmeleri olası görülmemektedir. Ancak, Darwinizm'in mantıksızlıkları gözler önüne serildiğinde, bu insanlar toplum içindeki güvenilirliklerini kaybedecekler ve yaptıkları sahtekarlıklar ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle akıl, basiret ve sağduyu sahibi Türk Milleti'nin misyonu son derece önemlidir. Milletimiz, dünyaya Darwinizm'in mantık hezimetini ilan edecek ve insanlığı bu bağnazlıktan kurtaracaktır.

II. Bölüm: Darwinizm'in Karanlık Yüzü

Komünizm Yıkıldı Diyenler, Dikkat! Komünizm Nadasta!

Komünizmin yıkıldığını zannedenler büyük bir yanılgı içindeler. Çünkü, komünistler Lenin'in "Bir İleri İki Geri" taktiğini uyguluyorlar.
Marksist Leninist felsefe toplumların tarihi gelişmelerini üç aşamada sınıflandırır: Feodalizm, kapitalizm ve son olarak da komünizm.
Bugün Rusya'daki komünistler, Çarlık döneminden sonra komünizme geçişte acele davranıldığını, bu yüzden komünizmin tutmadığını düşünüyorlar. Bunun içinse, Marksist Leninist düşüncenin öngördüğü aradaki kapitalist safhanın yaşanması gerektiğini savunuyorlar.
İşte bu yüzden bugün Rusya'da komünistler acımasız bir kapitalizmi teşvik ederek uyguluyorlar.
putin, Rusya
Komünistlerin amacı, kapitalizmi en vahşi şekliyle uygulamak; böylece ekonomik güçlükler altında halkı ezip, mafya ile sindirip, ahlaki dejenerasyonu tırmandırıp en sonunda komünizmi tek çare gibi göstermektir. Bu nedenle bugün Rusya'da küçük kızlar satılıyor, insanlar soğuktan, açlıktan ölüyorlar, uyuşturucu bağımlılarının, AIDS'lilerin sayısı her geçen gün daha da artıyor, mafyanın hakimiyeti giderek güçleniyor, halk sürekli korku ve dehşet yaşıyor.
SSCB'nin ise sadece ismi değişti, askeri gücü, yönetim kadrosu ve zihniyeti ile aslında tam bir komünist devlet. Bugün hala Türki devletlerin üzerindeki askeri baskısını devam ettiriyor. Tüm değişiklikler göstermelik ve sinsice.
Ancak Türk Milleti komünizmin taktiklerine kanmayacak kadar akıl, basiret ve feraset sahibidir. Yıllar önce komünizmin önünü kestiği gibi, bugün de komünizmin temeli olan Darwinist felsefe ile ciddi bir fikri mücadele vermekte ve her iki ideolojiyi tarihin karanlıklarına gömmekte kararlı davranmaktadır.

Komünistler Ve Faşistler Yıllardır İnsanları Bir Felaketten Diğerine Sürüklüyorlar

Komünistler, halkta faşizme karşı hoşnutsuzluk ve tepki meydana getirmek için önce faşizmi destekler ve gelişmesini izlerler. Böylece bir süre sonra, halk faşizmin ağır baskı ve zulmünden kurtulmak için çırpınmaya başladığında, karşısına tek alternatif olarak komünizmi gösterirler.
Faşistler de aynı komünistler gibi, önce komünizmi destekler ve geliştirirler. Bu kez halk komünizmin zulmü ve acımasızlığı altında korku, maddi ve manevi sıkıntı yaşarken, bu sefer faşizmi kurtuluşun tek yolu olarak gösterirler.
mao, darwin, mussolini, komünizm
On yıllardır birçok ülkede halk bu korkunç kısır döngünün içinde, bir felaketten diğerine sürüklenmektedir.
Bu, Darwinizm'in insanlığa getirdiği belanın bir özetidir. Faşizm ve komünizm Darwinizm'den kaynaklanan iki ayrı zulüm sistemidir. Ve insanlığa başka hiçbir seçenek yok gibi gösterilmektedir.
Ancak, Darwinizm'in bilimsel çöküşü ile, insanlık artık "ölümlerden ölüm", "felaketlerden felaket" beğenmek zorunda kalmayacaktır. Türk Milleti'nin öncülüğünde, Darwinist felsefe yerine hakim olan Kuran ahlakı ile insanlar karanlıklardan aydınlığa çıkacaklardır. 21. yüzyılda meydana gelen birçok gelişme bu güzel haberi müjdelemektedir.
hitler, stalin, darwin

Faşizm ve Komünizmin Ortak Hezeyanı: Darwinist Çatışma

Komünizmin kurucusu Marx tarihin gelişmesinin tek yolunun çatışma olduğunu iddia etmekteydi. Toplumların, düşüncelerin, fikirlerin de ancak çatışmayla, savaşla, ihtilalle ilerleyebileceklerini düşünüyordu. "Eğer çelişme ve çatışma olmasaydı, var olan herşey, nasılsa öyle kalırdı" diyordu. 
Marx'ın bu düşünceleri, zaman içinde çok sayıda taraftar kazandı. En zalim katliamlara imza atan komünist lider Lenin bunu, "Gelişme zıtların mücadelesidir." (Lenin, Seçme Eserler, cilt 11, s. 81) sözleriyle ifade ediyordu. Bu mücadelenin de kan dökerek yapılması gerektiğini savunuyordu.
Komünist liderler gibi faşist liderler de şiddet, ihtilal ve savaşın, ilerlemenin tek yolu olduğuna inanıyorlardı. Hitler'in en önemli fikri dayanağı, ırkçı Alman tarihçi Heinrich von Treitschke"Uluslar ancak Darwin'in yaşam kavgasına benzer şiddetli bir rekabetle gelişebilirler…" (Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler 1850-1950, s.446) diyordu. Şiddetin tarihte itici güç olduğuna ve savaşın devrim getireceğine inanan bir başka faşist lider ise, Mussolini'ydi. İmparatorluğunun zayıflamasını, "evrimin en önemli itici gücü olan savaştan kaçmaya çalışmasına" bağlıyordu.
Bu iki ideolojinin temel dayanakları ise, Darwin'in doğada var olduğunu ileri sürdüğü "yaşam mücadelesi" kavramıydı. Marx'ın diyalektik materyalizminin temeli olan çatışma iddiası da, faşizmin savaşın itici güç olduğu ile ilgili iddiası da Darwin'in evrim teorisinin, sosyal bilimlere uyarlanmasıdan başka bir şey değildi.
Oysa sürekli çatışmanın olması gerektiğini savunmak, insanlığı tamamen ortadan kaldırmaya doğru atılan bir adım, sonu gelmez bir "kan dökme kuyusu"dur. Bu ideolojilere uyan herkes kaçınılmaz olarak sürekli birbiriyle çatışır, birbirine zulmeder, ilerleme adı altında birbirinin kanını döker. Allah'ın insanlara emrettiği sevgi, saygı, fedakarlık, paylaşma gibi insani duygular, barış ve huzur ortamı tamamen ortadan kalkar. Nitekim geçtiğimiz 20. yüzyıl bu ideolojiler yüzünden yaşanan acı ve belalar dönemi olmuştur.
Bu ideolojilerin hezeyanlarına asla kanmayan, her zaman Kuran ahlakına bağlı, şefkatli, adaletli yapısı ile dünyaya örnek olan Türk Milleti, dünya barış ve huzurunun yegane teminatıdır. Milletimiz üzerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmektedir.
hitler, lenin, mao, darwin

Darwinizm'e Dayanan Diyalektik Kavramı Toplumları Kaosa Sürüklemiştir

diyalektik, kaos
Komünist ideolojiyi felsefi temellere dayandıran Karl Marx, görüşlerini açıklamak için "diyalektik" kavramından yararlanmıştır. "Diyalektik", Marx'ın üniversite hocası olan ünlü idealist felsefeci Friedrich Hegel'in geliştirdiği bir kavramdır. Hegel, herşeyin karşılıklı bir çatışma içinde olduğunu, bu çatışmanın "tez-antitez-sentez" formülüne göre geliştiğini iddia etmiştir. Örneğin, Hegel'e göre, bir fikir (yani tez) toplumda rağbet bulduğunda, zaman içinde bunun karşıtı olan karşıt-fikir (yani antitez) gelişecektir, tez ve antitezin karşılıklı etkileşiminden yeni bir fikir yani "sentez" doğacaktır ve bu süreç bu şekilde (tez-antitez-sentez sırasıyla) devam edecektir.
Tez ve antitezin sürekli çatışmasını öngören diyalektik kavramının temelinde, hayatın bir mücadele ve savaş yeri olduğunu ve bu mücadelede güçlü olanların güçsüzleri yok ederek hayatta kalabileceğini iddia eden Darwinizm vardır.
Darwinizm'in katalizör etkisi yaparak hızlandırdığı ve güçlendirdiği diyalektik formül, 20. yüzyılda insanlığı karanlığa sürükleyen, toplumlar arasında kin ve nefreti kamçılayan zulümlerin ardı ardına yaşanmasına neden olan bir şer kaynağı olmuştur. Bu formül uyarınca, komünizm ya da faşizm savaşlarla, kavgalarla, şiddetle birbirlerinin alternatifi olarak toplumlarda yerleşik kılınmaya çalışılmıştır. Hitler, Mussolini, Stalin, Mao gibi eli kanlı diktatörlerin "diyalektik uygulamaları" ise hep aynı sonucu doğurmuştur: Anarşi, terör, kargaşa, zulüm, sefalet, açlık, işkence, gözyaşı, kan...
Ne var ki, artık günümüzde Darwinizm ve diyalektik felsefe hızlı bir çöküşün içindedir. Büyük Türk Milleti, bu oyunu bozmuş ve Darwinizm'in önünü kesmiştir. Darwinizmi temel alan bütün batıl ideolojiler ve felsefeler de hak karşısında yenilmeye mahkumdur.
De ki: "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.(Enam Suresi, 174)

Komünist Lenin, İnsanların da Hayvanlarla Aynı Şekilde Eğitilmeleri Gerektiğine İnanıyordu

Darwinist-komünist düşünceye göre insan ile hayvan arasında tek fark insanın biraz daha "evcilleştirilmiş" olmasıdır. Bu evcilleştirme olayına hız verilmesi görevi ise komünizmin bir gereği olarak gösterilmiştir. Lenin'in en büyük yardımcısı ve komünist ideolojinin teorisyeni Trotsky, Darwinist kökenli "insanı terbiye etme" düşüncelerini şiddetle savunuyor ve şöyle diyordu:
... İnsan nedir? Henüz bitmiş bir canlı değildir. Hala beceriksiz bir yaratıktır. Bir hayvan olarak insan planlı bir şekilde değil, spontane bir şekilde evrimleşmiştir... İnsanın yeni ve değişmiş bir versiyonunu üretmek -bu komünizmin bir sonraki görevidir-... İnsan kendisini ham materyal olarak görmeli, ya da yarı üretilmiş bir madde olarak. (Orlando Figes, A People's Tragedy, A History Of The Russian Revolution, Penguin Books Ltd, 1997, USA, s. 734)
İşte insana bu şekilde bakan Darwinist-komünist ideolojinin en büyük icraatı, insanlara olabildiğince hayvan muamelesi yapmak, vahşi hayvanlar gibi zincirlere vurmak, acı ve korku yoluyla kendince "terbiye etmek" ve gerektiğinde boğazlamak olmuştur. Bu çarpık ideolojinin en açık örneklerini Lenin'in Rus halkı üzerine yaptığı uygulamalarda görürüz.
Lenin, hayvanlar üzerinde gerçekleştirdiği şartlı refleks deneyleriyle ünlenen Rus bilim adamı Pavlov'la özel olarak görüşmüş ve Pavlov'un yöntemlerini Rus toplumu üzerinde uygulamak için girişimde bulunmuştur. Tarihçi Orlando Figes, "Bir Halkın Trajedisi: Rus Devriminin Tarihi" adlı kitabında, Lenin'in Rus halkını bir havyan terbiyecisi gibi eğitme amacını şöyle anlatır:
... Lenin büyük fizyolojist I. P. Pavlov'un laboratuvarına onun şartlı refleks çalışmaları vasıtasıyla, insan beyninin bolşeviklerin insan davranışını kontrol etmede yardımcı olup olamayacağını öğrenmek için gizli bir ziyarette bulundu. "Rus kitlelerinin komünizm çizgisini düşünmelerini ve buna göre davranmalarını istiyorum" diye açıkladı Lenin... Pavlov hayretler içinde kalmıştı. Lenin ondan köpekler için yaptığı şeyi insanlar için yapmasını istiyordu. "Rus kitlelerini bir standart haline getirmek istediğinizi mi söylüyorsunuz? Hepsinin aynı şekilde davranmasını sağlamak mı istiyorsunuz?" diye sordu... "Aynen" diye cevap verdi Lenin. "İnsanlar doğru olmalı. İnsanlar biz nasıl istersek o şekle getirilmelidir..." (Orlando Figes, A People's Tragedy, A History Of The Russian Revolution, Penguin Books Ltd, 1997, USA, s. 733)
İnsanları bir hayvan gibi gören ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan Darwinizm kökenli komünist ideolojinin Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla öldüğünü sanmak büyük bir gaflet olur. Komünizm hala ayaktadır, ama farklı isimler altında gizli gizli taraftar toplamaya çalışmaktadır. Türk halkı komünist ideolojinin bu oyunlarını geçmiş yıllarda fark etmiş ve milli bilinciyle bu oyunu bozmuştur. Bugün de komünizmi aynı son beklemektedir.
lenin

Komünistler Terörü ve Zulmü Tek Yönetim Şekli Olarak Kabul Ederler

Darwinist-materyalistler, Rusya'daki maddi ve manevi yıkımın sonucunda komünizmi tek çare olarak gösterme niyetindeler. Ancak dünya, komünistlerin insanlığa getirdiği şiddetli bela ve acıları unutmadı. Bu dinsiz, vicdansız, insanlık dışı ideoloji bir daha geri gelemeyecek. Komünist liderlerin ifadeleri tarihe vahşetin ve zulmün en şiddetli örneği olarak geçmiştir.
• Bir işçi toplantısında söz alan Lenin, "terörün" devrimci sınıfın adaleti olduğunu şöyle ifade ediyor:
"Eğer kitleler kendiliğinden ayağa kalkmazsa hiçbir şey başaramayız. Spekülatörlere karşı terör uygulamadığımız – hemen oracıkta kafalarına bir kurşun sıkmadığımız- sürece hiçbir yere varamayız." (V.İ. Lenin, Polnoye sobraniye soçineniy, Moskova, 1958-1966, cilt 35, s.311)
• 1918'de, İçişleri Halk Komiserliği tarafından bütün Sovyetlere yollanan duyuru:
"Bu uyuşukluk ve duygusallığa son vermenin zamanıdır. Subaylar ve burjuvalar arasından çok sayıda rehine alınmalıdır. En ufak bir direnişte kitlesel idamlara girişilmelidir... Kitlesel terör uygulanmasında hiçbir zayıflık ve çekingenliğe göz yumulmamalıdır." (İzvestiya, 4 Eylül 1918)
rusya, komünizm, zulüm
 
Komünizm Rusya'ya acı ve beladan başka bir şey getirmedi. Milyonlarca insan öldürüldü, sakat bırakıldı, evsiz kaldı, yurtlarından sürüldü.
• 14 Şubat 1922'de bir müfettiş şöyle anlatıyor:
"Tutuklanan köylüler sistematik biçimde sağlıksız hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor. Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını dolduramayanlar, elleri kolları bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan çukurlara konuluyor...." (Nicholas Werth, Komünizmin Kara Kitabı, s. 159-160)
Acımasızlıklarına, vahşet ve katliamlarına Darwinizm'i dayanak olarak gösteren komünistler, 20. yüzyılda tarihin en büyük insanlık suçunu işlediler. Ancak 21. yüzyılda Darwinizm'in geçersizliğini bilen insanlık, komünizme geçit vermeyecektir.
Türk Milleti 80 yıl önce de bu gerçeğin farkındaydı, bugün de farkında.
rusya, zulüm, komünizm
 
Halkını hayvanlardan farksız gören komünist yönetim, kendisine inanan insanlara açlık, sefalet ve eziyetten başka hiçbir şey vermemiştir. Rusya'daki halkın içler acısı durumunda günümüzde de hiçbir değişiklik olmamıştır.
 
Bunlar komünist Rusya'daki zulmü belgeleyen resimlerden yalnızca birkaçıdır.

Komünizm Donuk, Kasvetli, Sevgisiz, Sanattan ve Estetikten Uzak Bir Toplum Modeli Hedefler

Komünist ideolojinin temel dayanağı olan Darwinist-materyalist felsefe insanı sadece maddeden ibaret bir varlık olarak görür. Bu çarpık düşünceye göre insan sevgiden, merhametten, şefkatten, fedakarlıktan ve diğer insani duygulardan uzak, gelişmiş bir makinedir. Sahip olduğu bütün düşünce ve duygular ise bu makinanın içindeki kimyasal reaksiyonların bir sonucudur. Bu materyalist anlayışın bir sonucu olarak komünist ülkelerde sanat ve estetik kavramları tamamen ortadan kalkmıştır. Komünistler, on milyonlarca insanı acımasızca katlettikleri gibi, insanlığın sanat, estetik, bilim, düşünce gibi vasıflarını da bir anlamda öldürmüşlerdir.
poster, afiş, rusya, komünizm
Komünist Rusya'da, yönetim sanatın gereksiz olduğunu düşünüyor, sanatçılara neler çizmeleri ve yazmaları gerektiğini kendileri bildiriyorlardı. Komünist yönetim boyunca Sovyet sanatçılarının hemen hepsi orak veya çekiç tutan Sovyet köylü ve işçilerini, kendilerini saran zincirleri parçalayarak ayağa kalkan öfkeli proletarya figürlerini, kızıl bayrakların gölgesinde ve Lenin'in önderliğinde koşturan silahlı askerleri çizdiler. Komünist yönetimin onayından geçen bu resimler, heykeller, posterler ve mimari tasarımlar estetikten uzak, soğuk, donuk ve kaba hatlarla doluydu. Encyclopedia Britannica'daki tanımla, komünist sanata tam bir "anti-estetizm" hakimdi.
Rus yazarlar, yönetimin emrettiği şekilde komünist militanların mücadelesini ve halkın ne kadar mutlu olduğunu anlattılar. Gerçekte ise komünist devrim halka mutluluk değil açlık, baskı ve ölüm getirmişti. Ama Stalin ne yazılmasını istiyorsa, o yazılıyordu. Bugün hala komünist ülkelerde insani duygulardan uzak bu hayata bakış açısının derin izlerini hayatın her alanında görmek mümkündür.
Oysa sanat ve estetik duyguları Allah'ın insanlara verdiği çok büyük bir nimettir. İnsan için, Allah'ın eşsiz yaratış delilleri olan doğadaki harikalara, güzelliklere, nimetlere karşı duyduğu güçlü sevgiyi ifade edebileceği bir yoldur. Sanata ilham veren duyguların başında ise insanların Allah sevgisinden aldıkları manevi şevk ve heyecan gelir. Dinin ortadan kaldırıldığı bir toplumda insanların bu şevki ve heyecanı yitirmeleri, manevi buhranlara kapılarak amaçsızlaşmaları kaçınılmazdır.
komünizm, afiş, tanıtım

Darwinist-Komünist Devlet, Şiddet Yoluyla Vatandaşını Ezer

Darwinist-komünist devlet, insanları hayvan sürüsü olarak gördüğü için milletini sevmez, ona değer vermez ve güvenmez. Bu nedenle sürekli bir korku, baskı ve sindirme politikası izler. Komünist liderler Lenin ve Troçki'nin sözleri, komünizmin nasıl bir ölüm ve işkence makinası olduğunu anlamak için yeterlidir:
Lenin: "Proleterya egemenliğindeki devlet, burjuvaziyi ezmek için kullanılan bir makinedir. Diktatörlük doğrudan şiddete dayanan ve hiçbir yasayla kısıtlanmamış iktidardır. Proleteryanın devrimci diktatörlüğü, proleteryanın burjuva sınıfına uyguladığı şiddet sayesinde ayakta duran bir iktidardır, hiçbir yasayla da kısıtlanamaz." (Lenin, Proleterya Devrimi ve Dönek Kautsky, s.53)
kıtlık, sefalet, açlık
Troçki: "... Ülkede iktidarın kimde olacağı sorunu, yani burjuvazinin yaşatılıp yaşatılmayacağı sorunu, anayasa maddelerine değil, şiddetin her biçimine başvurarak çözülecektir... Kızıl terör, ölmeye mahkum ve buna katlanamayan bir sınıfa karşı kullanılan bir silahtır." (L. Troçki, Defense du Terorisme, s. 57, 82)
Darwinist-komünist devletin, milletini sevmemesi ve onları düşman olarak görmesi, 20. yüzyılda on milyonlarca insanın kendi devleti tarafından öldürülmesine veya zulme uğramasına neden oldu. İnsanlık geçmişten gereken dersleri almalı, aynı hataları tekrarlamamalıdır. Bugün komünizme yol verenlerin, yarın zulüm  kendi kapılarına geldiğinde, sevdiklerine, yakınlarına acı çektirdiğinde pişman olmaları fayda getirmeyebilir.
Asırlardır Kuran ahlakı ile yetişen merhametli, şefkatli ve vicdanlı Türk Milleti ise bu tehlikenin bilincindedir ve Darwinist-komünist düşünceye asla izin vermeyecektir.
O, iş başına geçti mi  yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter;   ne kötü bir yataktır o.(Bakara Suresi, 205-206)

Komünizmin Kanlı Bilançosu: 100 Milyon Ölü

Komünist ideologlar, ideolojilerinin propagandasını yaparken 20. yüzyıl boyunca  insanların yaşadığı büyük zulmü gizler, yapılan katliamları görmezden gelir ve herşeyi toz pembe göstermeye çalışırlar. Onlara göre komünizm eşitlik, adalet demektir.
lenin, kominist bayrağı, komünizm
Oysa birbiri ardına ortaya çıkan  tarihi belgeler  onları yalanlamakta, komünist vahşetin kanlı yüzünü gözler önüne sermektedir.
Ünlü Fransız L'Histoire dergisinin Ekim 2000 tarihli "Les Crimes Du Communisme" (Komünizmin Cinayetleri)  isimli özel sayısında Rusya'da, Çin'de, Kamboçya'da yaşanan büyük zulüm detaylı bir şekilde incelenmekte, pek çok tarihçinin komünizmin cinayetleri konusundaki fikirleri ortaya konmaktadır. Komünist cinayetlerde yaklaşık 100 milyon kişinin öldüğünün vurgulandığı dergide, bu sayının çok daha fazla olduğuna da işaret edilmektedir. Aynı dergide verilen katliam kronolojisi ise bu büyük zulümle ilgili hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır:
1921-1922 SSCB'de kasıtlı açlık politikası nedeniyle 5 milyon ölü
1932-1933 SSCB'de kasıtlı açlık politikası nedeniyle 6 milyon ölü
1937-1938 Yapılan katliamlarda 690.000 ölü
1940 Katyn katliamında 4.500 ölü
1946-1947 SSCB'de açlıktan 500.000 ölü
1958-1962 Çin'de Büyük Atılım Projesi nedeniyle 30-50 milyon ölü
1966-1971 Çin'de Kültür Devrimi sırasında 2-3 milyon ölü
1975 Kamboçya'daki katliamlarda 1-2 milyon ölü

Rusya'nın Çeçen Zulmü Neden Bitmiyor Biliyor musunuz?

Rusya'nın Müslüman Çeçen halkına uyguladığı zulüm hala devam ediyor. Anneler, babalar, eşler, kardeşler, kaybolan yakınlarını, Rusların meydana getirdikleri toplu mezarlarda arıyorlar.
kenya, işkence
Son zamanlarda Grozni'deki Rus askeri bölgesinin yakınında onlarca ceset bulundu. Bunun, savaşın başlamasından bu yana bulunan en büyük toplu mezar olduğu bildiriliyor. Elleri ve ayakları bağlı olan cesetler, ya silahla vurularak ya da bıçak darbeleriyle öldürülmüşler. Taisa Imakayeva isimli bir kadın erkek kardeşinin 6 Mart 2000'de nasıl kaybolduğunu şöyle anlatıyor:
" Köyümüz bombalandıktan sonra 25 kişi yürüyerek köyü terk ediyorduk. Rus askerleri kadınları ve çocukları, erkeklerden ayırdılar ve ordu kamyonları ile kontrol noktasına götürdüler. Sonra aynı kamyon erkekleri toplamaya gitti. Ancak onları bir daha hiç görmedik. 42 yaşındaki kardeşimin sarası var ve kalbi zayıf. Ayrıca sakat. Yanında da ayakları felçli olan bir adam vardı."
38 yaşındaki Adam Chimayev'in ailesi ise onu, her yolu deneyerek aramışlar. Ve sonunda Grozni'deki toplu mezarda, kalbine üç kurşun sıkılmış olarak  cesetlerin arasında bulmuşlar. Bu arada kaybolma olayları hala devam ediyor. Nisan ayında Alleroi köyünden 3'ü çocuk 4 Çeçen çoban, hayvanlarını köyden biraz uzakta bir yere otlamaya götürmüşler. Ertesi gün Rus ordusunun kamp kurduğu yerin yakınında, kafalarına kurşun sıkılmış olarak cesetleri bulunmuş.
Rusya'nın gerçek yüzü görülmediği, komünizmin Rusya'nın hakimiyetinde pusuda beklediği anlaşılmadığı ve gereken önlemler alınmadığı sürece, bu zulüm artarak devam edecektir. Buna dur demenin tek yolu, Rusya'nın gerçek ve gizli ideolojisini bilimsel ve felsefi alanda yıkmaktır. Bu ise Darwinizm'i ve materyalizmi ilmi bir hamle ile çökertmekle olur.

Darwinist-Komünist Devletlerin Ölüm Makinaları, Milyonlarca İnsanı Katletti

Darwin, Marx ve Engels'in "insanlık tarihi savaş ve çatışma ile gelişir" ve "güçlü olan hayatta kalır" iddialarının peşinden giden 20. yüzyılın komünist liderleri kendi milletlerini birbirine kırdırdılar. Aynı vatanın evlatları birbirine düşman oldu, babalar, oğullar, kardeşler, komşular, arkadaşlar birbirini katletti. Dünyanın dört bir yanında on yıllar boyunca eşi benzeri görülmemiş işkenceler, katliamlar birbirini izledi.
Stalin'in Kızıl Ordusu, Mao'nun Kızıl Muhafızları, Pol Pot'un Kızıl Khmerleri, Ho Chi Minh'in Vietminh'i gibi ÖLÜM MAKİNALARI, diyalektik materyalizmin ve Darwinizm'in ÇATIŞMA-KAVGA-HAYATTA KALMA MÜCADELESİ ilkelerini uygulamak için kuruldular.
İnsanları diri diri yakan, daha canlıyken etlerini parçalayan, insanları açlığa, türlü işkenceye maruz bırakan, ölüm tarlaları, ölüm çukurları açan, profesörleri, sanatçıları, yazarları hayvan kılığına sokarak caddelerde dolaştırıp, sonra en ağır işkencelerle öldüren, ailelere çocuklarını takas ettirerek onlara birbirlerinin çocuklarını yedirten, insanları açlığa, sefalete mahkum bırakan bu ÖLÜM MAKİNALARIna, öldürdükleri veya işkence yaptıkları insanların birer hayvan oldukları telkin ediliyordu.
Örneğin Pol Pot ve Kızıl Khmerler yönetimindeki hayat şöyleydi:
"Demokratik Kamboçya'da cezaevi, mahkeme, üniversite, lise, para, posta, kitap, spor, eğlence yoktu... Yirmi dört saatlik iş gününde, ölüm bir an bile eksik değildi. Günlük yaşam şu şekilde bölünüyordu: On iki saat bedensel çalışma, yemek için iki saat dinlenme ve eğitim için üç saat, yedi saat uyku. Devasa bir toplama kampında bulunuyorduk. Artık adalet de mevcut değildi. Yaşamımızın tüm eylemlerini kararlaştıran Angkar'dı (Kızıl Khmerlerin yeraltı örgütü)... Kızıl Khmerler bireyi bir öküzle kıyaslıyorlardı: 'Şu sabanı çeken öküzü görüyorsunuz. Yemesi buyrulursa yer. Yeterli otun bulunmadığı bir tarlaya götürülse yine de otlar. Yer değiştiremez. Gözlem altındadır. Ona sabanı çekmesi söylenince, saban çeker. Asla karısını ve çocuklarını düşünmez." (Pin Yathay, L'Utopie meurtriére:un rescapé du génocide cambodgien témoigne, Brüksel, complexe, 1989, s. 305)
İşte insanları hayvan gibi gören Darwinist komünistlerin insanlık için uygun gördükleri hayat şekli budur. Komünizm hangi ülkede hakim olduysa, o ülke halkını bu şekilde insanlık dışı ortamlarda yaşatmıştır.
Dünyanın Darwinist komünist beladan kurtulması için, ciddi bir fikri mücadele şarttır. Türk Milleti bu mücadelenin öneminin farkındadır ve bu nedenle komünizmi hiçbir zaman yaşatmamıştır.
mao, pol pot, stalin

Komünist Vahşet Tüm Hızıyla Devam Ediyor

Darwinizm'in insanların gelişmiş hayvanlar olduğuna dair iddiaları, komünizmin acımasız liderlerine büyük bir destek vermiş, onların suç işlemelerine bir "kılıf" oluşturmuştur. Stalin'in Darwinist-materyalist devleti, insanların hayatlarını ve insani değerleri kesinlikle hiçe saymış, milyonlarca insanı vahşice katletmiştir. Ukrayna kamplarından birinin şefi Martin Latsis, raporlarından birinde Stalin'in kurduğu ölüm kamplarını şöyle itiraf etmiştir:
"Maykop yakınlarındaki bir kampta toplanan  rehineler -kadınlar, çocuklar ve yaşlılar - çamur içinde ve ekim soğuğunda korkunç şartlarda yaşıyor… Sinekler gibi ölüyorlar… Kadınlar ölmemek için herşeyi yapmaya hazır. Kampı korumakla görevli askerler bu kadınların ticaretini yapmak için bu durumdan yararlanıyorlar." (RTHIDNI (Rusya Çağdaş Tarih Belgelerinin Korunması ve İncelenmesi Merkezi), 17/S4/75/59)
Günümüzde Darwinist-komünist Rus zulmü aynen devam etmektedir. Rus hükümetinin gerek Çeçen halkına gerekse kendi halkına karşı devam ettirdiği insanlık dışı uygulamalar buna en açık örnektir. Geçtiğimiz aylarda 118 vatandaşını derin sularda ölüme terk eden Darwinist-komünist düşünce, benzer vahşi uygulamalarıyla sık sık gündeme gelmektedir.
Komünist düşünce ve bu düşünceyi besleyen Darwinizm fikren ortadan kalkmadığı sürece komünist zulüm hızını kesmeden devam edecektir.
stalin, katliam

"Darwinizm Zaten Bitti" Diyenler Büyük Bir Yanılgı İçindeler

Bugün kimi Müslümanlar Darwinizm'in insanlığa getirdiği belalardan habersiz şekilde yaşıyorlar. Bu tehlikenin yıllar önce son bulduğunu zannediyorlar. Oysa günümüzde dinsizliğin en güçlü dinlerinden biri Darwinizm'dir. Apaçık olan yaratılış gerçeğine karşı çıkan herkesin sarıldığı ip Darwin'in evrim teorisidir.
Dünya halkları evrim teorisine inanmasa da, onun iddialarını pek tanımasa da devlet idareleri bu teoriye dört elle sarılmış durumdalar. Özellikle Çin, Rusya gibi birçok ülkede bu teori mecburi bir inanç olarak görülüyor ve resmi devlet desteği ve himayesi ile gençlere telkin ediliyor.
Örneğin Çeçenistan'da Müslümanların maruz kaldıkları zulmün temelinde de, Rus Devleti'nin Darwinist hezeyanları var. Tıpkı önderi Stalin gibi Putin de, insanları evrim sürecinde geri kalmış, hayvandan farkı olmayan yaratıklar olarak görüyor. Ve evrim teorisinden aldığı destekle gözünü kırpmadan, vicdan azabı yaşamadan onları öldürtebiliyor, aç ve çaresiz bırakabiliyor, onlara rahatlıkla zulmedebiliyor.
İşte bu yüzden akıl ve vicdan sahibi her insanın tüm dünyayı kaplamış, belki yarın kendi kapısına da dayanabilecek olan bu büyük tehlikenin farkına varması ve hemen tedbir alması gerekmektedir. Bu beladan kurtulmanın tek yolu, Darwinizm'in iddialarını ve bundan kaynaklanan diyalektik materyalizmin hezeyanlarını fikren çökertmektir. Türk Milleti bu büyük tehlikenin şuuruna varmıştır. Bu akımlara geçit vermeyeceğini, yaptığı kültür atağı ile tüm dünyaya göstermektedir.
putin, rusyada zulüm

Tarihteki Darwin Tutkunları İnsanlığa Zulümden Başka Hiçbir Şey Getirmediler

mao, darwin
Komünist ideoloji ile yönetilen ülkelerin insanları, daima ezilmiş, zulüm görmüşlerdir. Bunun asıl sorumlusu ise Darwinizm'dir; çünkü Marksist düşünce, Darwinizm kaynaklıdır. Hatta Marksist felsefenin kurucusu olan Karl Marx "Das Kapital" adlı yapıtını hayran olduğu Darwin'e ithaf etmiştir. Dünyaca ünlü Marksist-evrimci bilim adamı Stephen Jay Gould da "Ever Since Darwin" adlı kitabında şunları yazmıştır:
"... Marx ile Darwin yazışırlardı ve Marx, Darwin'e büyük saygı gösterirdi... Aslında Darwin ... bir devrimciydi" (Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası, s. 9)
Rusya'daki Ekim Devrimi'nin liderlerinden biri olan Trotsky ise "Evrim ve devrim aynı sürecin iki ayrı tarafıdır" sözleriyle Darwinizm-komünizm ilişkisini açıkça ortaya koymuştur.
Evrim ile özdeşleştirilen komünist devrim, şiddet, zulüm, acı, felaket getiren bir süreçtir. Devrimin ilkeleri evrim teorisinin ilkelerine göre belirlenmekte, Darwinizm'in güçlü olanla zayıf olan arasındaki yaşam mücadelesi iddiası toplumlara uygulanmaktadır. "Devrim"in tanımını Çin'in kanlı komünist lideri Mao Tse-Tung şu çarpıcı sözlerle açıklar:
"Bir devrim, bir ziyaret partisi ya da bir makale yazmak ya da bir resim çizmek ya da nakış işlemek değildir; o kadar kibar ve zarif, acele etmeden ve nazik, o kadar ılımlı, kontrollü ve yüksek ruhlu olmamalıdır. Devrim, bir isyan ve ayaklanma, bir sınıfın diğerini devirdiği bir şiddet hareketidir.(Mao Tse-Tung, Kızıl Kitap, 2. Bölüm: Sınıflar ve Sınıf Mücadelesi)
Ateşli Marksistler'in tüm bu sözleri, geçmişte Rusya, Çin gibi ülkelerde yaşanmış olan ve bugün Çeçenlere, Doğu Türkistan'daki Müslümanlara yapılan acımasız zulmün arkasında yatan ideolojinin Darwinizm olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu zulmün sona ermesi, dünyada barış ve huzurun hakim olması için Darwinist iddiaların geçersizliğinin ortaya konması gerekmektedir.
Bu fikri mücadelenin öncülüğünü de tarih boyunca her türlü sapkın ideolojiye karşı mücadele veren Türk Milleti yapmaktadır.
infaz, mao, işkence

Komünist Çin Yönetimi Mao'nun Katliamlarını Devam Ettiriyor

Komünist liderlerin en büyük yalanları "Komünizmin yaşandığı ülkelerde barışın, adaletin ve huzurun yaşanacağına" dair hayali  vaatleridir. Oysa komünizm tarih boyunca hiçbir ülkeye barış ve huzur getirmemiştir. Aksine komünizmle birlikte katliamlar, cinayetler, bombalamalar, saldırılar bizzat devlet eliyle yapılır hale gelmiş, masum insanlara zulüm adeta bir devlet politikası olmuştur. Bunun en açık örneklerinden biri Komünist Çin yönetiminin Doğu Türkistan'daki Türklere yarım asırdır yaptığı büyük zulümdür.
1949 yılından beri yaklaşık 35 milyon Türk, acımasız komünist lider Mao ve onun takipçileri tarafından katledilmiş, sağ kalanlar diri diri toprağa gömülmüş, insanlık dışı işkencelere maruz kalmış, dinlerini yaşamalarına izin verilmemiştir. Ancak bu büyük zulüm Mao'nun ölümüyle sona ermemiş, günümüze kadar devam etmiştir. Şu anda da sebepsiz tutuklamalar, işkenceler, faili meçhuller, halk üzerinde devam eden nükleer denemeler, zoraki kürtajlar yeni yönetimin Mao'dan hiç de aşağı kalır yanı olmadığını göstermiştir.
çinde zulüm, çin politikası

Maocu Kızıl Çin'de Uygur Kadınları Kürtaja Zorlanıyor, Bebekler Doğar Doğmaz Öldürülüyor

uygur çocukları, cinayet, kürtaj, doğu türkistan
Maocu Kızıl Çin Uygur Türklerine bir çocuktan fazla çocuk sahibi olma hakkını tanımamaktadır. İlgili birimler tarafından, ikinci çocuğa hamile olan kadınların tespiti halinde, hamilelik safhası 9. ayında bile olsa bu durumdaki kadınlar, polis tarafından evlerinden alınarak, sağlıksız ve teknik donanımdan yoksun sözde sağlık merkezlerinde kürtaj edilmektedirler. Bunun neticesinde de birçok Uygur kadını hayatını  kaybetmektedir.
Kürtaj bahanesiyle yapılan soykırıma bir örnek şöyledir: Ağustos 1997 tarihinde, Doğu Türkistanlı bir kadın kürtaj olmaya zorlanmış, ayrıca kocası da ağır para cezasına çarptırılmıştır. Zorla evinden alınan kadın bir fırsatını bularak sağlık merkezinden kaçmış ve bir mezarlıkta kendi başına bebeğini dünyaya getirmiştir. Daha sonra birinin yardımıyla mezarlıktan alınarak evine götürülen kadın bir ihbar üzerine yeniden yakalanmış ve götürüldüğü polis merkezinde bebeği sıcak suya batırılmak suretiyle katledilmiştir.
Bu örnek Doğu Türkistan'da katledilen binlerce anne ve bebekten sadece bir tanesidir.
Tüm dünya ile bağlantısı kesilen ve komünist Maocuların zulmü altında yaşayan Müslüman Türkler çaresizlik içinde yardım beklemektedirler. Onların tek kurtuluşu ve hamisi üstün vicdanı ile Türk Milleti'dir. Türk Milleti, öncelikle yaptığı kültür atağı ile, Mao hayranı komünistlere gereken cevabı vermekte ve onların ideolojilerini dayandırdıkları Darwinist felsefeyi yerlebir etmektedir. Bundan sonraki aşama ise Türk İslam ahlakının hakimiyetidir.

Mao Hayranları, Komünist Maocu Çin'in Doğu Türkistanlı Soydaşlarımıza Uyguladığı Zulmü Görmüyorlar mı?

Mao, 1949 yılından sonra 35 milyon Uygur Türkü'nü katlettirdi. Sağ kalanlar ise diri diri toprağa gömüldüler, öldüresiye dövülerek çıplak halde karlarda yatırıldılar, iki bacağı iki ayrı öküze bağlanarak ortalarından ikiye bölündüler. Dinlerini yaşamalarına izin verilmedi.
Bugün Komünist Mao'nun Kızıl Çin'i aynı zulme devam etmektedir. Hiçbir insan hakları kurumunun girmesine izin verilmeyen, haberleşmesinin tamamen komünist Maocu Çin devletinin kontrolü altında olan Doğu Türkistan'da soydaşlarımız büyük bir zulüm altında yaşamaktadırlar.
  • İki yıl içinde (1995-1997) Çinliler tarafından sebepsiz yere tutuklanan Uygur Türklerinin sayısı 560 binden fazladır.
  • 1995 ile 1997 yılları arasında Doğu Türkistan'ın genelinde Kızıl Çin'in işkencesi sonucunda öldürülen ve kaybolanların sayısı 5000'den fazladır.
  • Milli ve dini değerlerini korumak için ölüm kalım savaşı veren Doğu Türkistanlı soydaşlarımıza dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak işkenceler uygulanmaktadır. Önce ayaklarının altı çivilenen masum insanlar, daha sonra saatlerce buz üstünde tutulmakta, elleri ve ayakları donunca da kesilmektedir.
  • 1964'den bu  yana Çin'in, Doğu Türkistan'da bulunan nükleer merkezinde yaptığı 44 nükleer deneme sonucunda 210 bin insan hayatını kaybetmiştir, binlercesi ise sakat kalmış, kanser gibi hastalıklara yakalanmış, binlerce çocuk sakat doğmuştur.
Komünist Çin bugün soydaşlarımızı Türk ve Müslüman oldukları için soykırıma uğratırken, bazı Maocular'ın halen Mao hayranlıklarını dile getirebilmeleri çok vahim bir durumdur. Zayıf bırakılmış, dünya ile irtibatı kesilmiş, çaresizlik içinde yardım bekleyen bu insanlara yardım elini uzatacaklarına, onlara zulmedenlerin önderlerini övecek kadar ileri gidenler, Türk Milleti'nin güçlü vicdanında yargılanmaktadır.
Türk Milleti Maocular'a, Marksist Leninistler'e cesaret veren Darwinizm kökenli Diyalektik Materyalizm gibi felsefelerin  önünü keserek, insanlığa büyük bir hizmette bulunmaktadır.
doğu türkistani uygur Türkleri, komünist çin
Tarihin en zalim diktatörlerinden biri olan Mao, 35 milyon UygurTürkü'nü katlettirdi. Sağ kalan halk diri diri toprağa gömüldü, öldüresiye dövüldü, işkencelere maruz bırakıldı. Bu zulüm hiç azalmadan aynı şekilde devam etmektedir. Komünist Çin hükümeti hala Uygur Türkleri'ni nükleer denemelerle, akıl almayacak işkencelerle katletmeye devam ediyor.

Komünist Mao, Kanlı Devrimini Darwinizm'e Dayandırmıştı

kültür devrimi, çin, idam, komünizm
Kültür Devrimi sırasında suçsuz yere idam edilen bir Çinli
Çin'de kanlı ve acımasız bir devrim yapan Mao, Darwinizm'in Çin devrimi için önemini ise şöyle açıklamıştı:
 "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve evrim teorisine dayanmaktadır" (K. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt, 1977)
Darwinist Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği militanlar, ülkeyi tam bir terör ortamına sürükledi. Mao'nun direktifleriyle 6 ila 10 milyon arasında kişi doğrudan öldürüldü, on milyonlarca karşı devrimci ömürlerinin önemli bir bölümünü cezaevlerinde geçirdi ve 20 milyonu buralarda öldü. Mao'nun, insanları hayvan gibi gören ve dolayısıyla hayatlarına önem vermeyen Darwinist projelerinin feci bir sonucu olarak 20 ile 40 milyon arasında insan ise açlıktan öldü.
Kızıl muhafızların yaptıkları zulüm, Le Livre Noir du Communisme (Komünizmin Kara Kitabı) isimli kitapta, şöyle bir örnekle anlatılmaktadır:
"Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı. Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu. Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi. Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi."
Bugün Mao yaşamıyor. Ancak buna rağmen Çin devleti Darwinist Mao'nun ilkelerinden ve zalimliğinden vazgeçmiş değil. Doğu Türkistan halkına uygulanan zulüm bunun sadece bir örneği. Asıl tehlike ise, Mao gibi 20. yüzyılın en acımasız ve zalim diktatörlerinden birini, değerli bir entellektüel gibi göstermeye çalışan günümüz komünistleridir.
Bu sinsi tehlikeye karşı kullanılacak en etkili yöntem Darwinizm'in, komünizmin ve Mao'nun gerçek yüzünü insanlara ilmi ve tarihi delilleri ile anlatmaktır. Türk Milleti, ne Darwinistler'e, ne Marksistler'e, ne de Maocular'a fırsat vermeyecek kadar şuurlu ve akıllı bir millettir.

Maoculuğun Propagandasını Yapanlar, Neden Doğu Türkistanlı Masum Halka Yapılanları Görmezlikten Geliyorlar?

anne, işkence, zulüm
Mao, 20. yüzyıla kanlı bir devrimin eli kanlı lideri olarak geçti. Ancak onun tüm insanlığa yaptığı en büyük kötülük, arkasında sayıları milyonları aşan bir taraftar kitlesi bırakması oldu. Mao'nun kanlı mirasçıları hergün yeni bir zulümle gazetelerde yer alıyorlar. Bir gün savunmasız insanları idam ediyor, ertesi gün bebekleri öldürüyor, başka bir gün insanlar üzerinde nükleer denemeler yapıyorlar…
Maocu vahşetin en büyük hedefi ise Doğu Türkistan'da yaşayan Uygur Türkleri. Hem Müslüman oldukları, hem de etnik bir azınlık oluşturdukları için Pekin rejiminin hedefi haline gelen Uygur Türkleri, Mao'nun iktidara geldiği 1949 yılından itibaren kesintisiz bir soykırımla karşı karşıyalar.
Müslüman Uygurların bir taneden fazla çocuk sahibi olmalarının yasaklandığı Doğu Türkistan'da, bu yasağa uymayanların çocukları "nüfus planlaması" adı altında daha anne rahminde iken kürtajla katlediliyor veya doğduktan sonra boğularak öldürülüyorlar. Gazetede yer alan bir haber ise bu vahşetin insanlık dışı bir yönünü daha ortaya koyuyor. Buna göre her bölgede çalışan doktorlara imha edecekleri cenin miktarı için bir kota oluşturuluyor ve doktorlar bu kotayı aşabilmek için adeta birbirleri ile yarışıyorlar. Ayrıca Müslüman annelerin erken doğum yapmaları için üzerlerine çıkılıp karınları eziliyor…

Mao'nun Ülkesi Çin = Cinayetler, İdamlar, Katliamlar…

Mao, insanlık tarihinin en büyük katillerinden, Çin'de gerçekleştirdiği devrimi ise insanlık tarihinin en kanlı dönemlerinden biridir. Mao, ardında 50 milyona yakın ölü, on milyonlarca işkence mağduru insan bırakmıştır. Ne var ki onun 1976 yılındaki ölümü de Çin halkı için hiçbir şey değiştirmemiş, karanlık ideolojisi ile eğitilen yeni katiller masum insanların katletmeye devam etmişlerdir.
Darwinizm'e olan bağlılıklarıyla, insani değerlerden ve dinin güzelliklerinden uzak, sevgisiz, insaniyetsiz ve şiddetten zevk alan insanlar olan Maocular bugün hala aynı vahşeti yaşatmaktadırlar. Her gün toplu idamların gerçekleştiği Çin'le ilgili geçtiğimiz hafta gazetelerde çıkan bir haber, Maoculuğun kanlı yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.
Bir aileye 1'den çok çocuk hakkı tanınmayan Çin'de, insanlar dünyaya gelen bebeklerini sokaklara terk etmektedirler. Aşağıdaki resimde görülen yeni doğmuş bebek de ailesi tarafından işlek bir yol üzerinde terk edilmiş ve yüzlerce insanın umursamaz bakışları arasında çırpınarak can vermiştir. Bu resimler hala Maoculuğun savunuculuğunu yapan ya da komünizmin öldüğünü iddia edenlere bir cevap niteliğindedir.
çin, bebek cinayeti, mao

Maocu Çin'de Komünizm En Vahşi Haliyle Yaşamaya Devam Ediyor

Mao'nun döneminde Çin'de, insanlar ortada somut bir neden olmadan Kızıl Muhafızlar tarafından evlerinden, sokak ortasından alınarak hapsediliyor, işkenceye uğruyor veya öldürülüyorlardı. Mao bugün yaşamıyor, ancak ilkeleri Çin devleti tarafından sadakatle korunuyor.
Çin'in en büyük gazetelerinden biri olan Halkın Günlüğü'nde geçtiğimiz günlerde çıkan bir haber, Çin toplumuna yapılan zulmün ve adaletsizliğin bugün de aynı hızla devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu haberde, Devlet Başkanı Jiang Zemin tarafından 7 Nisan'da Fujian eyaletinde başlatılan, daha sonra ülke geneline yayılan kampanya çerçevesinde 10 bin kişinin gözaltına alındığı, 500 kişinin ise idam edildiği ifade edilmiştir. Genellikle kafaya kurşun sıkılarak idam etme yöntemi kullanılan Çin'de, bir yılda idam edilenlerin sayısının, dünyanın diğer ülkelerinde bir yılda idam edilenlerin toplamına eşit olduğu belirtiliyor.
Bu haberdenden açıkça anlaşıldığı gibi Çin hala bir "Mao çılgınlığı" ile yaşamaktadır. Bu durum komünizmin insanlık için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu bize bir kez daha göstermektedir. İşte bu sinsi tehlikenin ve insanı hayvan gibi gören tüm kanlı ideolojilerin dayanak noktası Darwinizm'dir. Bu nedenle Darwinizm'in gerçek yüzünün ilmi ve tarihi delilleri ile anlatılması, komünizmin sinsi yüzüyle nasıl gizlenerek pusuda beklediğinin insanlara fark ettirilmesi çok önemlidir.
mahkeme, mao, darwin

Komünist Çin'de, Mao Döneminde Yaşanan Zulüm Hala Bitmedi

1949 yılında Mao'nun komünist gerillalarının iktidarı ele geçirmeleriyle birlikte Çin'de büyük bir zulüm başlamıştı. Mao'nun Büyük Atılım politikasını takip eden 1958-1961 yılları arasındaki suni kıtlık sırasında tam 40 milyon Çinli hayatını kaybetti. Doğrudan Mao'nun direktifleriyle 6 ila 10 milyon kişi katledildi. 20 milyon kişi ömürlerinin büyük bir bölümünü cezaevlerinde geçirdi. Kültür devrimi sırasında da milyonlarca insan vahşice öldürüldü, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Mao 1976 yılında öldü ve arkasında 50 milyonu aşkın ölü, on milyonlarca işkence görmüş insan ve karanlık bir ideoloji bıraktı. Ancak Çin'de zulüm bitmedi.
Çok yakın bir zamanda Çin'de "toplu bir idam gösterisi" gerçekleştirildi. İlk önce adeta bir geçit törenindeymiş gibi polis eşliğinde, elleri bir aracın demirlerine kelepçeli olarak halka teşhir edilen 113 kişi, ibret olsun diye saatlerce halkın içinde dolaştırıldı. Daha sonra da büyük bir stadyumda, halkın gözleri önünde idam edildi. Ancak bu Çin'deki ne ilk ne de son idam gösterisiydi. Uluslararası Af Örgütü'ne göre, 1999'da Çin'de 1263 kişi idam edildi ve bu sayının sadece idamların bilinen kısmı olduğu da ifade edildi.
İşte bu gerçekler komünizm öldü diyenlere bir cevap niteliği taşımaktadır.
hapishane, çin zulmü

Darwinist-Faşistler, Katilleri Kahraman İlan Ederler

Faşistler, aşırı duygusallık ve coşku ile kitleleri kendilerine bağlayarak, yönlendirirler. Bunun için türlü taktikler kullanırlar. Amerikalı araştırmacılar Baigent, Leigh ve Lincoln Nazilerin ünlü Nürnberg  mitinglerindeki romantik beyin yıkama yöntemlerini şöyle tarif ederler:
hitler, psikopat
"Kötü şöhrete sahip Nürnberg mitinglerinde... herşey -üniformaların ve bayrakların renkleri, konuşmacıların yeri, programın gece yarısına denk getirilmesi, spot ışıklarının kullanımı, zamanlama- çok dikkatli şekilde hesaplanırdı. Bu mitinglerde çekilen filmler, insanların adeta kendi kendilerini sarhoş ettiklerini, kendilerini bir tür transa soktuklarını, "Sieg Heil" şeklindeki Nazi sloganını sürekli tekrarlayarak Hitler'e adeta taparcasına Nazi selamı verdiklerini göstermektedir. Kitlelerin yüzünde bomboş bir zihnin getirdiği mutluluk okunmaktadır... " (The Messianic Legacy, Corgi Books, s. 194)
İşte Hitler, insanlara birbirlerini ırklarından dolayı öldürmeyi, savaşı, acımasızlığı bu "romantik milliyetçi" yöntemlerle meşru gösteriyordu. Romantik milliyetçiliğin kökeni ise Darwinizm'di. Ünlü araştırmacı Daniel Gasman, Darwinizm'in, bu aklı kapatan, insanları coşturarak cinayet işlemeye kadar teşvik eden romantik akım üzerindeki etkisini şöyle açıklar:
"Denebilir ki, Darwinizm, Almanya'da Alman romantizminin bir izdüşümü  olmuştur... Darwinizm'in Almanya'da aldığı şekil, bir tür sahte bilimsel doğa dini, ırkçılıkla karışık bir doğaya tapınma mistisizmidir."
Türk Milleti akılcılıktan tamamen yoksun bu tür safsatalara hiçbir zaman izin vermemiş, derhal önünü kesmiştir. Bugün de faşizmin Darwinizm'den kaynaklanan bu karanlık yüzünü tüm dünyanın gözleri önüne sermektedir.

Darwinist Faşist Mussolini'ye Göre Barış Zararlıydı

Mussolini: "Faşizm devamlı sulhun zararlı olduğuna inanmıştır. İnsan kudretini en yüksek mertebesine çıkaran savaştır" der. Diğer bir ifadesinde ise; "Faşizm, bütün dünyanın birbirleriyle kucaklaşmasını reddeder. Medeni milletler topluluğu içinde yaşamakla beraber, her birine meydan okuyarak bakar" ifadelerini kullanmıştır.
Yukarıdaki sözlerinden de anlaşıldığı gibi Mussolini bir evrimci olarak, Darwin'in "Hayat bir savaştır, yaşam mücadelesinde güçlü olanlar kazanır, zayıf olanlar kaybeder" prensiplerine inanmıştır. Bu fikirleri doğrultusunda İtalyan halkını savaşa zorlamış; Arnavutluk, Habeşistan ve Yugoslavya'nın Fiume limanı başta olmak üzere pek çok yeri işgal etmiştir. Bu ülkelerin halklarını öldürmüş, onlara zulmetmiş; hatta Habeşistan halkının üzerinde zehirli gaz kullanarak insanların acı çekerek ölmelerine sebep olmuştur.
Mussolini'nin kendisi gibi bir Darwinist faşist olan Hitler ile birlikte sebep oldukları savaşın faturası son derece ağırdır. İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en yıkıcı, en ölümcül savaşı olarak tarihe geçmiştir.
Ancak yaşanan acılar insanlara çok büyük bir tecrübe kazandırmıştır. Tarihin tekerrürünü önlemek için ilk yapılması gereken şeyin Darwinizm'le ve Darwinist liderlerle mücadele etmek olduğu anlaşılmıştır.
mussolini, diktatör, rejim

Faşizm Sinsice Şekil Değiştiriyor

Charles Darwin evrim teorisiyle insan ırklarının kıyasıya bir yaşam mücadelesi sürdürdüklerini iddia etmişti. Dahası, bu mücadelenin evrimsel gelişme için gerekli olduğunu, yani bazı insan ırklarının yok edilmesinin insanlığın gelişmesini sağladığını savunmuştu.
sırp katliamı
Evrim teorisinin insan toplumlarına uygulanmasıyla ortaya çıkan "Sosyal Darwinizm" 1850'lerden bu yana gelişen bütün ırkçı düşüncelere ilham verdi. 20. yüzyılda dünyayı kana bulayan Hitler, Mussolini, Franco ve diğer faşist liderlerin yaptıkları katliamlar ve zulümler, Darwin'in evrim teorisinin "güçlüler yaşar, zayıflar ölür" prensibinden kaynaklanıyordu.
Faşizm savunucuları milyonlarca masum insanı katlederken, bu korkunç cinayetleri  "ırkın saflaştırılması" ve "aşağı ırkların temizlenmesi" adı altında sözde "bilimsel" bir temele dayandırmışlardı.
Günümüzde, Darwinizm'in ırkçı yorumu olan faşizm bu kez  "nasyonalizm" adı altında sinsice şekil değiştirerek insanlığı tehdit etmektedir. Bu sinsi tehlikeye karşı her zaman dikkatli ve temkinli olmak şarttır.
Faşizmin çarklarına kapılan insanların çoğu bu tehlikenin farkında olmayabilir. Ancak ırklar arasında eşitsizliği, üstün ırkların hegemonyasını savunan faşizm, insancıllıktan, medeniyetten, sevgi ve hoşgörüden, sanat ve estetikten, güzel ahlaktan yoksun bir toplum meydana getirir. "Yaşam bir mücadeledir; güçlü olan zayıfı yokeder ve böylelikle hayatta kalır" anlayışını toplumlara sinsice empoze eder.  21. yüzyılda nasyonalizm maskesinin arkasından çirkin yüzünü gösteren faşist ideoloji ve insanlığı 150 yıldır zulüm ve kaosa sürükleyen Darwinizm, bazı çevrelerce ısrarla ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bugün tüm bu belalara karşı en etkili mücadele yöntemi, sorunu kökünden çözmek ve Darwinist düşünceyi fikren mağlup etmektir.
Vicdan ve iman sahibi, milli ve manevi değerlerine bağlı olan Türk Milleti, bu konunun önemini ve aciliyetini kavramış, insanlığı Darwinizm tehlikesine karşı uyarmayı kendisine ulvi bir görev kabul etmiştir.

Darwin'in Teşvik Ettiği Irkçılık, Avrupa'da Hala Hüküm Sürüyor!

Darwin, ırkçılığın babasıdır. İnsanın Kökeni isimli kitabında ırkçı görüşlerini şöyle açıklamıştır:
"Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır."
ırkçılık, soykırım
Darwin'den sözde bilimsel bir destek alan ırkçılık bugün hala Avrupa'da ve Amerika'da büyük bir oranda sürdürülmektedir. Son zamanlarda gazetelerde ırkçılıkla ilgili çıkan haberlerden sadece birkaçı bu büyük tehlikenin önemini göstermektedir:
"İngiltere hükümeti; Tamiller, Rumlar, Somalililer, Arnavutlar, Afganlar, Çinliler ve Rumenler'e sınır kapılarında "farklı muamele" yapma kararı aldı." (4 Mayıs 2001)
"250 çocuk köle taşıyan hayalet geminin Ekvator Ginesi'nin başkenti Malabo'da olduğu belirlendi. Kaptanın yakalanmamak için çocukları denize atmasından korkuluyor... Siyah kölelerin denize atılması, tarihte de çok yaygın uygulanan bir yöntem. Yasadışı köle ticareti yapılan  gemilerin yakalanma riski belirince köleleri bir zincire bağlayarak denize attıkları biliniyor." (17 Nisan Salı)
"Moskova'da Kafkas kökenlilerin satış yaptığı bir pazara, ırkçı dazlakların saldırısında 10 pazarcı yaralandı. Kremlin sarayındaki bir başka saldırıda ise bir Çeçen genç bıçaklanarak öldürüldü." (22 Nisan 2001)
"ABD'nin en yoksul eyaleti Mississippi'de düzenlenen referandumda beyazlar, ırk ayrılığının simgesi konfederasyon bayrağından vazgeçmedi." (19 Nisan 2001)
Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. (Hucurat Suresi, 13)

Günümüz Batı Dünyası Darwinist Hitler'in İzinde

Hitler, Mussolini, Franco gibi faşist liderlerin tarihin derinliklerine gömülmeleri, onların savundukları Darwinist fikirlerin de yok olduğu anlamına gelmemektedir. Bugün onların düşüncelerini kendilerine örnek alan pek çok faşist örgüt Avrupa ülkelerinde faaliyettedir. Özellikle de 80'li yıllardan beri, dünyanın birçok ülkesinde evrim teorisinin körüklediği ırkçı ve neo-faşist hareketler yeni bir uyanış içindeler. Almanya'da, Belçika'da, Avusturya'da, İngiltere'de, İsveç'de, İtalya'da, İspanya'da ve Amerika'da hergün yeni bir saldırı, yeni bir kundaklama, yeni bir bombalama ya da taciz olayı meydana geliyor. Yurt dışındaki Türk halkı ölüm korkusu içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışıyor, okula ya da işe gidemiyor, geceleri sokağa çıkamıyor, kendi dillerini konuşamıyorlar.
dazlaklar, nazi, beyaz ırk, Türk düşmanlığı
İsimleri holigan, dazlak, neo-nazi de olsa bu Darwinist-faşist grupların tek bir yerden kumanda edildikleri gerek dış görünüşlerinden, gerek kullandıkları sembollerden, gerekse söylemlerinden anlaşılıyor. Hepsi Hitler gibi konuşuyor, Nazi subayı gibi giyiniyor, dergilerinde ve  şarkılarında şiddeti ve ırkçılığı övüyorlar. Amaçları ise aynı: Darwin'in Türklerle ilgili hezeyanlarına inandıkları için gelişmesini tamamlayamamış ilkel hayvanlar olarak gördükleri Türkleri yıldırmak, korkutmak, kaçırmak, uzaklara sürmek, süremedikleri takdirde ise yok etmek. Böylece sözde tüm etnik, dinsel ve kültürel kirlenmelerden arındırılmış, 500 milyon kişilik beyaz ırktan oluşan arınmış bir toplum oluşturmak.
Ancak Türk halkı faşizmin bu hızlı yükselişinin farkındadır ve geçmişte olduğu gibi bugün de faşizme geçit vermeyecektir.

"Hitler'in Çocukları" İçlerindeki Kin ve Nefreti Göstermek İçin Her Yolu Kullanıyorlar

Hitler, Alman ırkı dışındaki tüm ırkların yok edilmesi gerektiğine inanıyor ve onları birer hayvan gibi görüyordu. "Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın, geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz" şeklindeki sözlerini de bizzat kendisi hayata geçirmiş ve tarihin en büyük katliamlarından birine imza atmıştı. Bu sözleri söylerken de en büyük desteği, Charles Darwin'in evrim teorisinden alıyordu. Darwin ise büyük milletimiz hakkında şu hezeyanlarda bulunmuştu:
"Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York:D. Appleton and Company, s.285-286)
Belki Hitler ve onun gibi düşünenler tarihin kanlı sayfaları içinde hakettikleri yeri aldılar. Ama "Hitler'in çocukları" faşizmin, türlü isimler altında hala faaliyette olduğunu bizlere kanıtlıyorlar. Neo-faşistlerin internet sayfalarında, dergilerinde ve şarkı sözlerinde bu kin ve nefreti görmek mümkün. Örneğin "Halkın Öfkesi" isimli neo-nazi grup bir şarkısında "Biz Almanya'yı temizleyen gücüz" diyor. Bir diğer şarkısında ise Türkleri kastederek "Onları hapse atın veya bir yerlere kapatın. Çöl bile olabilir, yeter ki kapatın onları." diyerek kinlerini dile getiriyorlar. Endsieg isimli müzik grubu ise içlerindeki Türklere karşı olan nefretlerini, "Onları çiviyle çakmalı, Onları öldürmeli, Onları zindana atalım, Toplanma kamplarına tıkalım" cümleleriyle ifade ediyor.
Bilinmelidir ki, şerefli Türk Milleti'ne karşı düşmanca tavırlar içinde olan ırkçı hareketler, 21. yüzyılda kendilerine hayat sahası bulamayacaklardır. Çünkü Türk Milleti dünyada tekrar harekete geçen faşist hareketlerin temel dayanağının Darwinizm olduğunu fark etmiş ve bu çarpık ideolojinin önünü kesmek için tüm önlemleri almıştır. 21. yüzyılda dünya milletleri Darwinizm ile birlikte faşizmin de ortadan kalkışına şahit olacaklardır.
neo naziler, ırkçılık, Türk düşmanlığı

Türk Düşmanlığının Kökenleri 19. Yüzyılda Aranmalıdır

türk düşmanlığı, darwin
türk düşmanlığı, darwin,
Türk düşmanlığı, Osmanlı'nın duraklama devirlerinde "Türkler Avrupa'dan silinip atılmalıdır" diyen Avrupalı devlet adamları ile başlamış, ardından Osmanlı'nın parçalanmasını hedefleyen politikanın temel düşüncelerinden birini oluşturmuştur. Kendilerini sözde "ileri ve medeni milletler" olarak nitelendiren kimi Avrupalılar, Türk Milleti'ni olabilecek en uzak coğrafyaya kadar sürülmesi gereken, güya "geri ve ilkel" bir unsur olarak görmüşlerdir. Bu görüşlerinin sözde bilimsel temelini de Türkleri "ilkel ve geri bir ırk" olarak gören Charles Darwin'in evrim teorisinden almışlardır.
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa başkentlerinde büyük yankı uyandıran Türk düşmanlığı fikrinin eskide kaldığını düşünmek büyük bir yanılgıdır. Son günlerde yüksek sesle dile getirilen "Türkleri Avrupa'dan uzaklaştırma" mesajları Türk düşmanlığının hala hayatta olduğunu göstermektedir.
O dönemlerde "...Fanatik cahil insanlar, barbar millet… Türkler daima Türk kalacaklar, hiçbir zaman Avrupalılaşamayacaklar…" diyen dönemin İngiltere Başbakanı Lord Salisbury'nin yerini, bugün çeşitli suni vesilelerle Türkleri Avrupa'dan uzaklaştırmak isteyen Avrupa devletleri almışlardır. (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Eylül 1982, s. 77)
"İstanbul Türkler'den tamamen alınmalı, bir veba tohumu, savaşların yaratıcısı, komşuları için bir hakaret olan Türkler Avrupa'dan silinmelidir…" diyen Amerikalı senatör Lodge'un yerini ise, günümüzde necip Türk Milleti'ni soykırım yapmakla suçlayan Amerikan senatörler almıştır. (İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s. 210)
Ancak Türk Milleti oynanan bu oyunların farkındadır, tuzaklarını birlik ve beraberlik içinde bozacaktır. Şerefli tarihi Türk Milleti'nin üstün ahlak ve karakterinin bir delilidir.
türk düşmanlığı, dazlaklar, ırkçılık

Türk Milleti'ni Parçalamak İsteyenlerin Hezeyanları Darwinizm Kaynaklıdır

Bugün Avrupa'nın Türklere karşı tutumunun, asılsız Ermeni soykırımı iddialarının, İtalya ve Fransa'nın Türkiye aleyhinde yürüttüğü faaliyetlerinin, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi kabul etmemekteki kararlılığının ve neo-Nazilerin Türk düşmanlıklarının altında Darwin'in Türk Düşmanlığı fikri yatmaktadır. Bu, etkisini Sevr'den önce de göstermiş bir düşmanlığın günümüze yansımalarıdır.
ırkçılık, türk düşmanlığı, darwinizm
19. yüzyılda İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone, sömürgeci İngiliz İmparatorluğu için Türkleri tehlike olarak görüyordu. Türk Milleti aleyhine çirkin bir propaganda başlatmış ve şöyle demişti:
"Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz."
İngilizler, Türkleri yok etmek için kendilerine "bilimsel" (!) bir dayanak bulmakta da gecikmediler. Irkçı İngiliz Charles Darwin onlara tam da istedikleri açıklamayı yaptı:
"Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş YÜKSEK IRKLAR TARAFINDAN ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) GÖRÜYORUM."(Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, s.285-286)
Darwin'in bu sözlerinden yola çıkan Avrupalı bazı devletler, Türkiye'yi çıkarları için bir tehlike olarak görmekte ve ülkemizin parçalanmasını beklemektedirler. Sevr Anlaşması döneminde olduğu gibi bugün de, topraklarını parçalayarak dağıtma peşindedirler.
Ancak, Türk Milleti bu gibi emellerin gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Yönetmek, huzur ve güven getirmek Türk Milleti'nin fıtratındadır. Türk Milleti bölünemeyeceği gibi, tüm Asya Türklerini, Ortadoğu'yu ve Müslümanları bir çatı altında toplayarak, kökü mazide olan bir geleceği hazırlamaktadır.

Günümüzün İki Önemli Tehlikesi, Darwinizm'i Doğru Zannetmek veya Bir Tehlike Olarak Görmemektir

Darwinizm, hayatın kökenine açıklama getirme iddiasında olan herhangi bir teori değildir. Darwinizm'in iddiaları, insanları bir Yaratıcı olmadığına, gelişmenin ve hayatta kalmanın ancak çatışma ve mücadele ile olacağına inandırmak için 150 yıldır bilinçli ve planlı olarak insanlara telkin edilmektedir. 20. yüzyılda Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin, Mao gibi en kanlı diktatörler, rejimlerinin ideolojilerini Darwinizm'e dayandırmışlardır. Dini ise ideolojilerinin ve Darwinizm'in önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir.
minare
İnsanlığın bu tür belalardan, acımasız diktatörlerden ve Darwinizm'den destek alarak katliamlar yapan, terör ortamı oluşturan gruplardan kurtulabilmesi için Darwinizm'in kesin olarak bilim ve felsefe alanında çökertilmesi şarttır.
Bugün Darwinizm'in kesin ve hızlı çöküşünü engelleyen iki önemli tehlike bulunmaktadır.
1. Darwinizm'in hipnozuna kapılarak Kuran'da da evrimin anlatıldığını öne süren dindarlar: Oysa Kuran'da evrimden bahsedilmemektedir. Kuran'da canlıların mükemmelliği ve oluşum evreleri anlatılır. Allah tüm canlıları "OL" emriyle var ettiğini bildirir.
2. "Darwinizm tehlikesi artık yoktur, yıllar önce bu tehlike ortadan kaldırılmıştır" diyenler: Bu da büyük bir yanılgıdır, çünkü bugün birçok ülkede halk Darwinizm'e inanmasa bile idareciler Darwinizm'i savunmakta ve okullarında bu asılsız teorinin eğitimini vermektedirler. Hatta Çin ve Rusya gibi birçok ülkede Darwinizm mecburi bir inanç gibi devlet tarafından insanlara öğretilmektedir.
    Dolayısıyla Darwinizm tehlikesini görmezden gelmek veya bu teoriyi bir acz içinde kabullenmek, Kuran'a uygun göstermeye çalışmak, vicdana ve akla uygun değildir. Bugün Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da, Kosova'da ve daha pek çok yerde insanlar Darwinizm'in destek verdiği ideolojilerin takipçileri tarafından zulme uğramaktadırlar.
    kosova, çeçenistan, minare

    Marx ve Engels'in Cehaleti

    Marx ve Engels, canlıların diyalektiği iddialarına, Darwin'in evrim teorisinin bilimsel bir destek sağladığını zannediyorlardı. Oysa büyük bir yanılgı içindeydiler. Bu yanılgılarının en önemli nedenlerinden biri ise, yaşadıkları dönemde bilimsel seviyenin oldukça geri olması idi.
    • O dönemde kullanılan mikroskoplarda hücre basit bir leke gibi görülüyordu. Oysa bugün, hücrenin dev bir uzay gemisinden çok daha kompleks bir yapıya sahip olduğunun tespit edilebildiği elektron mikroskopları kullanılmaktadır.
    • O dönemin laboratuvarları birkaç deney tüpünden ve basit birkaç aletten oluşuyordu. Günümüzde ise, son derece işlevsel bilgisayarlar ve en ileri teknolojiye sahip cihazlarla donatılmış laboratuvarlar bilim adamlarının hizmetinde.
    mikroskop, deney, bilim
    O dönemin geri kalmışlığı içinde hücrenin ne olduğundan bile haberi olmayan Engels, Doğanın Diyalektiği isimli kitabında evrim teorisinin ispatlanmış bir gerçek olduğunu söylemekte bir sakınca görmemiş ve şöyle demişti:
    "... Bütün çok hücreli organizmalar –gerek bitkiler, gerek insan dahil hayvanlar - her durumda hücrenin bölünmesi yasasına göre bir hücreden gelişiyorsa, bu organizmaların sonsuz çeşitliliğinin kaynağı nedir? Bu soru, ilk kez Darwin tarafından kapsamlı şekilde ortaya konan ve kanıtlanan evrim teorisi ile yanıtlandı." (Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, s. 251-252)
    Marx ve Engels evrim teorisinin ispatlandığını zannedecek kadar bilimsel gerçeklerden uzaktılar.
    Oysa günümüzde en koyu evrimciler dahi evrim teorisinin ispatlanmadığını itiraf etmektedirler:
    Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci):
    Şu çok acıklı: Biz bilim adamları şu ana kadar hiçbir bilim adamının kanıtlayamadığı evrimi kanıtlamaya çalışıyoruz.
    Herribert Nillson (evrimci bilim adamı):
    Evrimi bir deney ile ispat etme girişimlerim 40 seneden fazla sürdü ve başarısızlıkla sonuçlandı.
    Günümüzün Darwinist-Marksistler'i, 19. yüzyılın son derece ilkel koşullarında, cahilce üretilmiş fikirleri, 21. yüzyılda büyük bir bağnazlıkla savunmaya devam etmektedirler.  Bu bağnazlığa göz yumulmamalı, genç nesillere 21. yüzyılın bilimsel gerçekleri anlatılmalıdır.
    modern bilim, teknoloji, gelişme

    Komünist Aklı Felaket Getirir

    Geçtiğimiz yüzyılda komünist ideoloji yüzünden on milyonlarca insan katledilmiştir. Komünizm, bununla da kalmayıp insanlığın sanat, estetik, bilim, düşünce gibi vasıflarını öldürmek için de her türlü yolu denemiştir. Komünist ideolojinin insanlığa indirdiği darbeyi görmek için, komünist bilim anlayışını incelemek yeterlidir. "Lysenko olayı" bu konudaki en bariz örneklerdendir.
    Lysenko, evrim teorisinin iddialarına körü körüne bağlanmış koyu bir Darwinist'ti. Sovyetler Birliği'nde 1930'lu yıllarda yaşanan tarımsal kriz sırasında çok daha büyük, güçlü ve verimli bir tahıl üretimi sağlayacağını vaat etmişti. Ne var ki Stalin dönemindeki Sovyet bilimine damgasını vuran Lysenko'nun "tarım politikası", tonlarca tohumun zayi olmasına, insanların boşuna emek harcamasına yol açmıştır. Lysenko'nun hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan, hatta akla ve mantığa da şiddetle aykırı olan çok sayıdaki Darwinist düşünce ve uygulamalarından birkaçı şöyledir:
    -Uygun çevre koşullarında yetiştirilen buğday bitkilerinin çavdar tohumları vermeye başlayacağını öne sürmüş ve bu akla uyularak yapılan tarımsal girişimler büyük ziyanla sonuçlanmıştır.
    -Ekilecek tohumların, eğer uzun süre soğuk suda bekletilirlerse soğuk hava şartlarına uygun bir yapı kazanacaklarını ileri sürmüştür. Lysenko'nun bu iddiası doğrultusunda, Rusya'da tonlarca tohum soğuk suda bekletildikten sonra Sibirya steplerine ekilmiştir. Elbette tohumların hepsi zayi olmuştur.
    Lysenko olayı, materyalizme ve evrim teorisine olan körü körüne bağlılığın bilime ve topluma ne kadar büyük zararlar verdiğini gösteren tarihi bir belgedir.
    lysenko, tarım, köylü

    Komünist Kore'de Koskoca Bir Nesil Açlıktan Ve Bakımsızlıktan Yok Oluyor

    Komünizm ile yönetilen ülkelerin hali tüm insanlığa ders olmalıdır. Bugün komünist Kuzey Kore'de çocuklar açlıktan ölüyorlar. Sağlık sistemi tamamen çökmüş durumda; ilaç bulunamıyor, ameliyatlar dahi anestezi kullanılmadan yapılıyor. Beslenme yetersizliğinden dolayı bir nesil ya sakat ya ağır hasta ya da zihinsel özürlü olarak hayata başlıyor.  Ülkede elektrik ve su yok, bu nedenle de halk şiddetli salgın hastalıklarla mücadele ediyor. Fabrikalar çalışmadığı için ilaç ve diğer zaruri ihtiyaçlar üretilemiyor. Halk denizden yosun toplayıp bunları kurutarak çocuklarını beslemeye çalışıyor. New York Times gazetesinin haberine göre ayda 10.000'den fazla çocuk hayatını kaybediyor. Bu yıl başında ise yaklaşık 2 milyon Kuzey Koreli'nin açlıktan öldüğü belirtiliyor. Ancak komünist Kuzey Kore yönetimi gazetecilerin ülkeye girmelerini yasakladığı gibi dışarıya bilgi de vermiyor.
    Bugün Kuzey Kore'nin halkına uyguladıkları, geçmişte Lenin'in, Stalin'in, Mao'nun uygulamalarıyla aynıdır. Halklarını birer hayvan gibi gören, onlara değer vermeyen Darwinist-komünist yönetimler daha önce de Rusya'da, Ukrayna'da, Çin'de on milyonlarca insanı açlıktan, sefaletten ve hastalıklardan öldürmüştü.
    Darwinizm ve komünizm bir tehlike değil diyenler, bir daha düşünsünler:
    KUZEY KORE'DEKİ ÇOCUKLARI KİM, NASIL KURTARACAK?
    Asil Türk Milleti, Darwinizm ve komünizm ile fikri mücadelesi ve manevi değerlere verdiği önem ile, dünyayı karanlıklardan aydınlığa çıkaracaktır.
    kuzey kore, çocuklar, açlık

    Darwinizm'in Savunulması İnananlar İçin Önemli Bir Tehlikedir

    İman eden bazı kimseler, Darwinizm'in hipnozunun etkisine kapılmakta ve bu gerçek dışı teorinin Kuran ile çelişmediğini söylemektedirler. Oysa Darwinizm yalanı hem Kuran ile çelişir, hem de Darwinizm yalanını savunmak zulme, inkara, savaşa kapı açmaktır.
    darwin
    Kuran'da, Darwinizm'in iddia ettiği evrimi destekleyen hiçbir ayet bulunmamaktadır. İnsanın oluşumunu anlatan ayetler, yaratılışın evreleridir ve Darwin'in insanın hayvandan evrimleştiği iddiasını kesinlikle desteklememektedir.
    Darwinizm'i bilimsel bir gerçek zannetmek, "bilime karşı biz ne diyebiliriz" diyerek Darwinizm'i kabul etmek de büyük bir yanılgıdır. Çünkü Darwinizm bilimsel bir teori değildir ve çok az bir araştırma ve inceleme dahi bu teorinin tüm bilimsel açmazlarını, mantıksızlıklarını, akılsızlıklarını ortaya koymaya yeterlidir.
    Bu nedenle, acizlik ve çaresizlik içinde, insanlığa zulüm ve acı getiren bu teori kabul edilmemelidir. Aksine vicdan sahibi inananların bu teoriye karşı fikri alanda etkin, samimi ve şevkli bir mücadele içinde olmaları gerekir. Vicdanlı ve akıl sahibi insanlar bu konuda ittifak ettikleri takdirde, bu nesil dünyadan dinsizliğe ait tüm ideolojilerin hızla silindiğini ve yerine Kuran'daki güzel ahlakın hakim olduğunu görecektir.
    Batıl olanı kabul etmek doğru değildir. Doğru olan, batılın üzerine hak olanı fırlatmaktır. O zaman Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi "batılın beyni darmadağın" olacaktır.

    Darwinizm = Materyalizm = Marksizm = Anarşizm

    Karl Marx: "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor."
    Stalin: "Genç nesillerin zihnini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek bir şeyi öğretmeliyiz: Darwin'in öğretilerini"
    Lenin: "Marx'ın teorisinin tümü, evrim teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş kapitalizme uygulanmasıdır. Marx'ın açıklamalarının büyük değeri, burada da, materyalist diyalektiği, evrim teorisini, tutarlı biçimde uygulamak ve komünizmi, kapitalizmden itibaren gelişen bir şey olarak düşünmektir."
    Mao: "Çin sosyalizminin temeli Darwin'e ve evrim teorisine dayandırılmıştır."
    Engels: "Tabiat metafizik olarak değil, diyalektik olarak işlemektedir. Bununla ilgili olarak herkesten önce Charles Darwin'in adı anılmalıdır."
    Trotsky: "Darwin'in buluşu, tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu."
    engels, zalim liderler, lenin, mao, darwin
    20. yüzyılın kanlı liderlerinin övgüyle bahsettikleri Darwinizm, materyalizmi, komünizmi, bölücü terörü, anarşizmi doğuran sapkın bir inanç sistemidir. Tüm insanların başıboş ve sorumsuz olduklarını ve dünyada var olan tüm canlıların yaşamak için savaşmak zorunda olduklarını, diğer canlılar gibi insanların ve tarihin de gelişmek için çatışması gerektiğini savunan bu tesadüf felsefesi, 150 yıldan beri bütün dünyayı kan gölüne çevirmiştir.
    Darwinist propagandanın ve onun desteklediği diyalektik materyalizmin etkisinin kalkması ve gençlerin bu safsatalardan uzak bir biçimde eğitilmesi ile, birçok tehlikeli ideolojinin de hayat damarları kesilmiş olacak ve dünya bu belalardan temizlenecektir.
    Kuşkusuz bu konuda en önemli görev, yüzyıllardır İslam'ın bayraktarlığını yapmış, akıl ve basiret sahibi Türk Milleti'ne düşmektedir. Milletimiz, Kuran ahlakının güzelliklerini anlatarak, tüm bu ideolojilerin çirkinliklerini dünyaya duyurmaktadır.

    Süslü Kelimelerle Anlaşılmaz ve Derin Gösterilmeye Çalışılan Marksist-Leninist Felsefenin İddiaları Son Derece Basit ve Sıradandır

    Komünistlerin fikirlerini anlatırken başvurdukları yöntemlerden biri, tıpkı Darwinistler gibi süslü kelimeler kullanmaktır. Herkesin aslında çok iyi bildiği bir kelimeyi halkın aşina olmadığı bir başka kelime ile ifade ederek, Marksist-Leninist felsefeyi anlaşılmaz, erişilmez ve karmaşık göstermek isterler.
    marx, engels
    Bugün Marksist Leninist görüşü savunan dergi ve gazetelerde özellikle anlaşılmaz ve karmaşık hale getirilmiş bu üslubu görmek mümkündür.
    Örneğin "Diyalektik Materyalizm" kavramını, aslında maddeciliği tarif etmek için kullanırlar. Diyalektik pek kullanılmayan bir kelime olduğu için halk bu kelimenin çok şey ifade ettiğini zanneder.
    Oysa 19. yüzyılda Marx ve Engels'in Darwinizm'in de etkisinde kalarak ortaya attıkları iddialar son derece sıradan, hiçbir derinliği olmayan, basit varsayımlardır. Ancak, süslü anlatımlarla doldurulmuş ciltlerce kitap ve bir de Marx'ın ve Engels'in ağır filozof edasıyla verilmiş pozları halkın karşısına çıkartılınca, onlar da bu kitapların çok yüksek seviyeli eserler olduklarını zannetmektedirler. Halbuki Marx'ın da Engels'in de sahip oldukları bilgiler bugün bir lise öğrencisinin sahip olduğu bilgilerden çok daha azdır. Ancak, bu filozoflar özel telkin metodlarıyla insanların gözünde büyütülmeye çalışılmaktadır.
    Bu tür içi boş ve tehlikeli felsefelerle en etkin mücadele yöntemi, doğru ve hak olanı yalın, sade ve samimi bir üslupla tüm insanlara anlatarak tehlikeyi açık ve anlaşılır hale  getirmektir.

    Korku ve Tehdit Üzerine Kurulu Komünist Devlet, Kendi Askerlerine Dahi İşkence Uyguluyor

    rus ordusu, işkence, asker
    Darwinist fikirler üzerine bina edilmiş olan komünist devlet, insanları hayvan sürüsü olarak görür ve milletine hem değer vermez, hem de güvenmez. Bu nedenle korku, baskı ve dehşet ortamları oluşturarak, onlar üzerinde denetim sağlamaya çalışır. Herkesi potansiyel şüpheli, suçlu veya hain olarak görür. Lenin'in şu sözleri, Darwinist-komünist devletin halkına bakış açısını göstermesi açısından önemlidir:
    "Diktatörlük doğrudan şiddete dayanan ve hiçbir yasayla kısıtlanmamış iktidardır." (Lenin, Proleterya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 53)
    Bu sapkın fikirlerin mirasçısı Rus Devleti, milletine zulmetmeye devam etmektedir. Dünya basınına yansıyan bazı haberler şöyledir:
    Rusya'da her yıl 500 asker subayları tarafından sebepsiz yere öldürülüyor. Ve bu cinayetler intihar olarak rapor ediliyor. Genç yaştaki Rus askerler, ailelerine kendilerini bu zulümden kurtarmaları için yalvaran gizli mektuplar yolluyorlar. Ancak aileler bir süre sonra oğullarının işkence veya dayakla öldürülmüş cesetlerini buluyorlar.
    Komünist ideolojiyi savunanlar, bunları bir daha düşünmelidirler: Kendi evlatları işkence ile öldürülüyor olsaydı, komünizme arka çıkarlar mıydı?
    Bir felakete veya tehlikeye ciddi önlemler almak için, o tehlike ile yüzyüze gelmek şart değildir. Dünya üzerinde o tehlike altında yaşayan kimseler olması, vicdan sahibi insanları harekete geçirmelidir.

    Diyalektik Materyalizmin Sinsi Taktiği: Bir Adım İleri, İki Adım Geri

    Günümüzde Darwinizm'den güç alan komünizmin artık bir tehlike olmadığını, yıllar önce çöktüğünü zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü komünizm yıkılmamış, diyalektik materyalizmin en önemli ilkesine uygun olarak iki adım geri atmıştır.
    diyalektik, materyalizm, lenin, marx
    Lenin'in üzerine kitap yazdığı bu "Bir Adım ileri, İki Adım Geri" ilkesine göre komünistler hedeflerine ulaşmak için gerektiğinde birkaç adım geri atarak sanki hedeflerinden uzaklaşmış gibi görünürler. Komünist Çin'deki okul çocuklarına, bu nedenle üç adım ileri, iki adım geri esasına dayanan "diyalektik yürüme yolu" öğretilir.
    Bu gerçeği ortaya koyan en somut örneklerden biri komünistlerin aile kurumu hakkındaki düşünceleridir. Diyalektik Materyalizmin kurucusu Karl Marx'a göre evlilik kurumu kaldırılmalıdır.Komünist Manifesto'da Marx; "proleterler arasında aile kurumunun hemen hiç görülmediği ve fuhuşun çok yaygın olduğunu" söyler, ve bundan şu sonuca varır:
    "...burjuva ailesinin ortadan kalkması gerekmektedir."
    Komünistler bu hedeflerine ulaşmak için, diyalektik materyalizmin ilkelerine uyarlar. Aile kurumunu kaldırmak için güçlü bir devlete ihtiyaçları vardır. Ancak güçlü bir devlet için önce aile kurumunun güçlü olması gerekir. Bu nedenle önce geri adım atarak, aileyi güçlendirirler. Bu sayede komünist devlet güçlenir ve  bir aşama sonra aile kurumunu tamamen ortadan kaldırır. (Komünistler Nasıl Yalan Söyler, Dr. Fred C. Schwarz, s. 215-216)
    Bu örnekten anlaşıldığı gibi, komünistlerin "komünizm yıkıldı", "Rusya'da aile bağları daha da güçlendi" gibi sloganları insanları aldatmamalıdır. Bu, diyalektik materyalizmin çok bilinen bir taktiğidir. Komünizm, bir bukalemun gibi renk değiştirmiş, tekrar adım atmak için uygun zeminin hazırlanmasını beklemektedir.
    Bu nedenle komünizmin ana felsefesi olan diyalektik materyalizm ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm ile fikri alanda ciddi bir mücadele şarttır. Aksi takdirde, komünistler ileri atacakları kanlı ve zalim adımlar için pusuda beklemektedirler.
    Liselerde, üniversitelerde bu ideoloji giderek yayılma göstermektedir. Türkiye'de tarihin en büyük komünist bölücü tehlikesi yaşanmaktadır. Ama uyanık ve zeki yapısıyla Türk Milleti bu tehlikeyi fark etmiştir ve bu zulüm ideolojisine geçit vermemektedir.
    İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.(Bakara Suresi, 205)

    Terörü ve Şiddet Olaylarını Durdurmanın Yolu, Darwinist Eğitime Son Vermekten Geçer

    Günümüzde tüm dünya ülkeleri milli gelirlerinin büyük bir bölümünü savunmaya ayırmaktadırlar. Çünkü alınan polisiye tedbirler, mahkemeler, cezaevleri şiddetin ve terörün önünü kesmekte yeterli olmamakta, suç olaylarının sayısı gün geçtikçe daha da artmaktadır.
    Bunun tek nedeni bu ülkelerin gençlerini Darwinist ve materyalist ideolojiyle yetiştirmeleridir. Okulun ön kapısından iyi bir eğitim almak için giren bir genç, arka kapısından "komünist" ya da "faşist" olarak çıkmaktadır. İnsanın gelişmiş bir hayvan türü, hayatın ise acımasız bir mücadele meydanı olduğunu, sadece güçlü olanların hayatta kalacağını, zayıf olanların eleneceğini, ayakta kalabilmek için her türlü ahlaksızlığı yapmanın meşru olduğunu öğrenen bir gençten başka birşey beklemek de mümkün değildir. Çünkü bu eğitim gençlere güzel ahlakın yerine şiddeti ve saldırganlığı, şefkatin yerine öfkeyi ve kini, paylaşmanın yerine bencilliği ve çıkarcılığı öğretmektedir.
    Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır... Gerçekten Allah azizdir, intikam sahibidir. (İbrahim Suresi, 46-47)
    İşte bu nedenle de şiddetin ve terörün önünü kesmek için atılması gereken ilk adım, Darwinizm'in ve materyalizmin safsatalarının gençlere sanki birer gerçekmiş gibi öğretilmesini engellemektir.
    Unutulmamalıdır ki, gençleri bu şekilde eğittikten sonra, "Niye terörist oldun?" demek büyük bir samimiyetsizliktir. Eğer gençlere vatan ve millet sevgisi aşılayan, güzel ahlakı öğreten eğitim kurumları kurulup, Darwinist-materyalist eğitime geçit verilmezse bu büyük sorun da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
    Darwinizm'in gençleri nasıl bir bataklığa sürükleyebileceğinin farkında olan Türk Milleti gereken önlemleri almış, bu yönde büyük bir kültür seferberliği başlatmıştır. Bu yolla Darwin'in bilimdışı safsatalarını gözler önüne sermektedir. Milletimiz bu kültür atağı ile 21. yüzyılda layık olduğu noktaya varacaktır.
    okul, suç, hapishane, darwinist eğitim
    OKUL
    KARAKOL
    dejenerasyon, darwinist eğitim

    Darwinist Eğitim Bela Getirir

    Darwinist eğitim uygulayan Batılı toplumlarda bireylerin büyük bölümü manevi ve milli değerlerinden uzak kalmış ve materyalist safsataların çarkına kendilerini kaptırmış durumdadır. Böyle toplumlarda vefanın, sadakatin, şefkatin, fedakarlığın hiçbir önemi yoktur. Gençler, kendilerine verilen eğitim sonucu, bu dünyada tesadüfler neticesinde var olduklarını, bir gün ölüp yok olacaklarını zannederler. Dolayısıyla dünyada çok az zamanları olduğuna inanır ve bütün bencil tutkularını tatmin etmeye çalışırlar. Bu materyalist anlayış zamanla bireylerin insani özelliklerini yitirmelerine sebep olur.
    İşte Darwinist eğitimin temeli budur; "HAYVAN BENZERİ  İNSAN TOPLULUKLARI  MEYDANA GETİRMEK, HAYVAN SÜRÜLERİNE DARWINİZM'İN GELİŞMİŞ HAYVANLAR OLARAK TANIMLADIĞI İNSAN SÜRÜLERİ KATMAK"...
    Böyle toplumsal bir felakete uğramamak için, 7'den 70'e herkese Darwinizm'in bilimsel geçersizliğinin anlatılması şarttır. Bireylerine vatan ve millet sevgisi aşılayan, manevi değerlerini korumayı öğreten, eğitim sistemini bu anlayış çerçevesinde şekillendiren milletler, geleceğe güvenle bakabilir.
    Müslüman Türk Milleti, bu gerçeği görmüş ve vicdanlı, milli ve manevi değerlerine sahip çıkan bir gençlik yetiştirmiştir. Bu üstün özellikleri, ona 21. yüzyılda, Darwinizm tehlikesine karşı tüm insanlığı uyarma ve koruma misyonunu yüklemiştir. Yüce milletimizin bu tarihi misyonu layıkıyla yerine getirmekte olduğuna şüphe yoktur.
    masum, afrika halkı, kobay

    Darwinist Bilim Adamlarının Irkçı Uygulamalarının Hedefi Masum Afrika Halkı

    Charles Darwin'in insanın evrimleşmiş bir hayvan türü olduğu yönündeki iddiası sosyal yaşam üzerinde çok derin izler bıraktı. Çünkü bu düşünceye göre farklı ırklar, hastalar, zayıflar, fakirler, özürlüler evrimleşme sürecini tamamlamamış aşağı bir tür olarak görülüyordu. Bu bakış açısına sahip olan evrimci bilim adamları yüzyıllar boyunca aşağı ırk olarak nitelendirdikleri yerli kabileleri vahşice katlettiler, üzerlerinde deneyler yaptılar ve bir hayvan gibi sergilediler.
    Günümüz evrimci bilim adamları da atalarının izinden gidiyorlar ve masum insanları sözde bilimsel amaçlı çalışmalarında kobay olarak kullanıyorlar. Mayıs 2001 tarihli ünlü Fransız La Recherche dergisi, "Tıp Kobaylarını Buldu mu?" başlığıyla yayınladığı geniş haberde bilim adamlarının bu ırkçı yaklaşımlarına yer veriyor. Özellikle de son yıllarda AIDS gibi tehlikeli hastalıklarla ilgili araştırmaların, -oluşabilecek tehlikelerden haberdar olmayan- Afrikalı masum insanlar üzerinde gerçekleştirildiğine dikkat çekiliyor. Ya da bazı hastaların "hastalığın gelişiminin izlenmesi amacıyla" özellikle tedavi edilmeyip, insanların ölüme terk edildikleri vurgulanıyor.
    Ancak Türk Milleti'nin de katkılarıyla Darwinist bilim adamlarının bu ırkçı yaklaşımları tüm gerçekliğiyle gözler önüne serilmiştir ve serilmeye de devam edecektir. Milletimiz, Darwinizm'e karşı başlattığı kültür atağında tüm dünyaya örnek olmaktadır.

    Okul Sıralarında Gençleri Darwinist Yalanlarla Eğitenler, Oluşturdukları Tehlikenin Farkında Değiller

    Terör belasının körükleyicisi, gençlere hayvanlardan evrimleştiklerini, dolayısıyla hayvanlar gibi her türlü ahlaksızlığı ve suçu işleyebileceklerini telkin eden Darwinist-materyalist eğitimdir. Eğer dünyanın dört bir yanındaki eğitim kurumlarında bu eğitim verilmeye devam edilirse, terörden kurtulmak da mümkün olmayacaktır.
    Okul sıralarında Darwinist-materyalist kitaplar okuyarak, sadece maddeye değer veren, tüm ahlaki değerleri reddeden ve hiç kimseye karşı sorumlu olmadıklarına inanan gençlerin önünde terör belasına saplanmaktan başka bir seçenek yoktur.
    Bu, bir çiftlikte yıllarca uğraşıp zehirli yılanlar yetiştirip, daha sonra bu yılanları serbest bırakıp, yılanlar insanları sokmaya başladığında da  "niye bu yılanlar insanları sokuyor?" demeye ve onları tek tek toplamak için uğraşmaya benzer. Önemli olan o zehirli yılanları baştan yetiştirmemektir.
    Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe" girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin...(Bakara Suresi, 208)
    Dünya ülkeleri terörle mücadele konusunda büyük bir yanılgıya kapılmakta ve sadece "iyi takip, iyi tespit, iyi yakalama, iyi yargılama"yı esas almaktadırlar. Oysa tarihi deneyimler, "takip, yakalama ve yargılama" ile terör batağının kurutulamadığını bizlere göstermiştir. Önemli olan insanları teröre iten nedenlerin bulunması ve bunların iyi bir eğitimle ortadan kaldırılmasıdır.
    Tarih boyunca bu tür safsatalara karşı her zaman uyanık olan Türk Milleti, bu tehlikenin de farkındadır. Komünist fraksiyonlara asla geçit vermemektedir. Dünya gençliğini de bu büyük beladan kurtaracak olan yine Türk Milleti olacaktır.
    öğrenci, suç, hapishane, darwinist eğitim

    Güçsüzler Yok Edilmelidir Diyen Darwinizm, Dünyadaki Zulmün En Büyük Sorumlusudur

    Vicdan sahibi insanlar, kendileri güvenlik içerisinde, sıcak ve huzurlu bir evde otururken, bir başka ülkede milyonlarca insanın acımasızca katledildiğini unutmazlar.
    Örneğin Keşmir'de yıllardır Müslümanlar zulüm görüyorlar. Bugüne kadar on binlerce Keşmirli Müslüman öldürüldü, kadınlara tecavüz edildi. Uluslararası örgütlerin raporlarına göre binlerce kişi sakat kaldı, evler kundaklandı, dini  eğitim veren okullar kapatıldı ve binlerce insan hapislerde... İnsanlar hala mağara benzeri yerlerde, çok zor şartlar altında hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Keşmir'deki mülteci kamplarını ziyaret eden bir gazetecinin, kamptaki hayatı tasvir ettiği şu cümleleri bu açıdan çok önemlidir:
    "Hayat standartları normalin çok çok altında. Küçük küçük toprak evlere insanlar adeta tıkışmış. Evler genellikle iki odalı. Odalarda birkaç tane kullanılamayacak çanak çömlek. Bir veya iki tane yatak... Yataklara yatak demek için bin şahit gerekli... Kimi zaman içerisinde tutuşturulmuş üç beş dal parçasının bulunduğu toprak ocakta kaynayan bir kazan. Etrafta yaş yiyecek adına hiçbirşey yok! Ama utandığım için hiçbir kazanın kapağını açma cesareti bulamadım. Hangi çadıra girdiysek ortada ne yiyecek adına, ne yatacak adına hiçbir şey görmedik! Çadırların birinde yerde küçük eski bir bez seriliydi. Belli ki yatak olarak kullanılıyordu. "Bu çadırda kaç kişi kalıyor?" diye sorduğumda aldığım cevap "11 kişi" idi..."
    Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
    İnsanların bu zulümden kurtulmaları ve insan gibi yaşayabilmeleri için onlara zulmedenlerin felsefesi ortadan kaldırılmalıdır. Zulmün felsefesi Darwinizm'dir. Dünyadaki muhtaç insanlar için birşeyler yapmak ve onların kurtuluşuna vesile olmak istiyorsanız, Darwinizm'in bilimsel çöküşünü anlatan eserleri okuyun ve herkese anlatın. Şerefli Türk Milleti'nin bu zulmün önüne geçebilecek tarihi bir mirasın sahibi olduğunu sakın unutmayın.
    keşmir, zulüm
    KEŞMİR'DEKİ ZULÜM
    Keşmir'deki binlerce masum ve muhtaç insan yıllardır zulüm görüyor. Bu resimlerdeki tablolar, vicdan sahibi her insanı harekete geçirmeli, zulmün felsefesi olan Darwinizm'e karşı yürütülen çalışmalar desteklenmelidir. Bu, tüm inananların üzerine düşen bir sorumluluktur.

    Karşıt Fikirleri Kavga, Zulüm ve Korku Yoluyla Susturmak İsteyenler Tarih Boyunca Yenilgiye Uğramışlardır

    Darwinizm'den ilham alan diyalektik materyalizme göre tarih zıt fikirlerin çatışması ve kıyasıya mücadelesidir. Bu inançları gereği 20. yüzyılda faşistlerle komünistleri birbirine kırdırmışlar, aynı vatanın evlatlarını birbirlerine düşman etmişler ve dünyayı kan gölüne çevirmişlerdir. Bunun sonucunda da kendi ideolojilerinin galip geleceğini sanmışlardır. Ancak, bu mücadeleden komünizm galip çıkamamış, diyalektik materyalizmin tarihin diyalektiği iddiası da çökmüştür.
    Tarihte, karşı karşıya gelen iyiler ve kötüler hep olmuştur. İyilerin kötülerle mücadelesi de fikir alanında gerçekleşmiştir. Bu mücadeleden galip çıkan ise daima iyilerdir. Çünkü Allah'ın Kuran'da gösterdiği mücadele yöntemleri insanlara barış, huzur ve dostluk getirmeye,  çelişki ve düşmanlıkları ortadan kaldırmaya yöneliktir.
    Örneğin, Allah Hz. Musa'ya Firavun'u doğru yola çağırmasını bildirmiştir. Hz. Musa ve Firavun iki zıt fikrin savunucularıdır. Ancak, Allah bu iki zıt tarafı karşılaştırırken, Hz. Musa'ya ve kardeşi Hz. Harun'a  şöyle demiştir:
    "İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 43-44)
    Allah'ın emrine uyan Hz. Musa kardeşiyle birlikte Firavun'un karşısına çıkmış ve ona Allah'ın emirlerini, doğru yolu ve iyiliği türlü yöntemler deneyerek, sabırla anlatmıştır. Onun bu fikri mücadelesinin sonunda ise gerçekleri göremeyen ve iyilere zulmetmeye yeltenen Firavun, denizde boğularak ölmüş, Hz. Musa ve yanındakiler kurtulmuşlardır.
    Bu örnek insanlık tarihinin bir özetidir. Tarihte hiç kimse birbiriyle çatışıp, yumruklaşıp, kan dökerek üstün gelmemiştir. Üstün gelenler, daima barış ve huzura çağıran, mücadelesini fikir alanında yaparak insanları düşünmeye sevkeden inananlardır.
    mısır, firavun
    Firavun baskıcı ve zalim bir yšönetime sahipti ve bununla da kendince gurur duyuyordu. †Üstte Mısır Firavununu muhaliflerinin kafasını parçalarken tasvir eden bir kabartma yer alıyor.

    Türk Milleti Balkanlar'dan Ortadoğu'ya, Adriyatik'ten Çin'e Nizam Getirmiş Olan Yegane Gücün Şerefli Mirasçısıdır

    Bugün Balkanlar, Türki Cumhuriyetler ve Ortadoğu'daki Müslümanlar barış, huzur, refah ve güvene muhtaçtırlar. Bunun sağlanması için en akılcı çözüm yakın geçmişte bu bölgelerde istikrarı sağlamış olan Türk ordusunun yeniden hakimiyetidir.
    Dünyanın en akılcı, vicdanlı, disiplinli, adaletli ve güvenilir ordusu olan Türk ordusunun nizamı ile bu bölgeler müreffeh ve barış içinde bir hayata kavuşabilirler.
    türkiye, harita, Türk İslam birliği
    Türk ordusunun akılcı nizamı ile, bölge ülkelerinin tüm sorunları çözülür. Bölgeyi tehdit eden dış tehlike kalmaz. Dolayısıyla savunmaya ve askeri harcamalara ayrılan bütçe çok düşeceği için halkın refah seviyesi artar. Bu sayede bilim, sanayi ve kültür daha da gelişir. İthalat ve ihracatta, gümrük kapılarında, ulaşımda yaşanan zorluklar kalkar. Bu geniş bölgenin sahip olduğu maden, tarım ve diğer doğal zenginlikler en verimli şekilde değerlendirilir.
    Bölgede sağlanan istikrar ve barış ise tüm dünyayı olumlu yönde etkileyecektir.
    SONUÇ OLARAK DÜNYA, MÜSLÜMAN TÜRK ORDUSUNUN VİCDANINA, ADALETİNE, HOŞGÖRÜ VE NİZAMINA MUHTAÇTIR.
    Türkiye 21. yüzyılda tarihsel mirasını en hayırlı şekilde kullanacak, tüm dünyada barış ve huzurun teminatı olacaktır.

    III. Bölüm: Çözüm Kuran Ahlakı

    Dünya Artık Kavgaların, Adaletsizliklerin, Çatışmaların Sona Ermesini İstiyor

    Dünyada barış ve huzurun en büyük teminatı Türk Milleti ve kahraman Türk ordusudur.
    Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Türk Milleti Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Orta Asya'da önemli bir denge unsuru olacak, tüm bu milletleri barış ve güvenlik şemsiyesi altında toplayacaktır.
    Bu şemsiyenin altında Ermeniler de, Yahudiler de, Filistinliler de rahat ve güven içinde yaşayabilirler.
    Türki Cumhuriyetler zaten uzun zamandır bunun özlemi içindedirler. Ortadoğu'da ve Balkanlar'da ise insanlar barışı temin edecek bir kurtarıcı beklemektedirler.
    Artık her gün gazetelere bakıp, bu insanlar için üzülmenin, hayıflanmanın zamanı geçti.
    Zaman, çözüm zamanıdır.
    Türk Milleti, vicdanı, aklı ve yüksek ahlakı ile, insanların zulümden, kargaşadan, savaşlardan kurtulmalarına vesile olacak, onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak yegane millettir.
    dünya, harita, zulüm

    Bir Yanda Açlık, Bir Yanda İsraf

    Dünyadaki mevcut besin kaynakları her insanın günlük ihtiyacını karşılayabilecek düzeydedir. Ama buna rağmen dünyada halen 800 milyondan fazla insan açlık çekmektedir.
    Bugün dünyanın kimi ülkelerinde, kişisel çıkarlar uğruna ve sadece ürün fiyatını artırmak amacıyla kamyonlar dolusu sebze ve meyve çöpe atılıp israf edilmektedir. Dünya üzerinde, israf edilen bu ürünlere muhtaç olan ve açlık sınırında yaşayan insanların varlığı ise hiç hesaba katılmamaktadır.
    Oysa, Allah israfı haram kılmıştır. Buna karşı, mevcut kaynakların akılcı ve verimli biçimde kullanılmasını, iyi planlama yapılmasını ve verilen nimetlerin hakkını vermeyi öğütlemiştir.
    ...Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (En'am Suresi, 141)
    İnsanlığın yaşadığı bu sorunlar, imanlı, vicdanlı, şefkatli, merhametli ve fedakar bireyler tarafından çözülecektir.
    açlık, afrika, kıtlık
    Aç İnsanlar

    domates, israf, atık,
    Çöpe Atılan Sebzeler

    Yıllarca Darwinist-Materyalist Felsefe ile Yönetilen Rus Milletinin Sonu Tüm Dünyaya İbret Olmalıdır

    Rusya'da bugün belanın, derdin, sıkıntı ve zorluğun her türlüsü yaşanıyor. Halk aç ve işsiz, insanlar verem, AIDS gibi salgın hastalıklardan ölüyorlar, gençler uyuşturucu batağının içine saplanmış durumda, ahlaki dejenerasyon sürekli tırmanıyor.
    soykırım, rusya, gazete küpürü
    Rusya'da yaşananlar, Darwinist-materyalist-komünist ideolojilerin koskoca bir ülke halkını ne hale getirdiğinin ibret tablosudur. On yıllardır manevi değerlerden yoksun, Allah'ın varlığını inkar eden, insanları hayvan gibi, hayatı ise hayvanların hayatta kalma mücadelesi gibi gören felsefelerle yetiştirilen Rus milleti, büyük bir çöküşün eşiğinde.
    Bu çöküşü ise Putin gibi komünistten dönme faşistlerin engelleyemeyeceği ortada.
    Çözüm: Darwinist-materyalist felsefenin reddi ve Kuran ahlakının kabulüdür.
    İnsanları Allah'ın yarattığı ruh sahibi varlıklar olarak tanıtan, insanlar arasında fedakarlığı, merhameti, şefkati, dayanışmayı esas kabul eden Kuran ahlakı, sadece Rus halkının değil, tüm dünyanın kurtuluşu ve refahı için tek çözümdür.
    Türk Milleti, aklı ve vicdanı ile tarih boyunca yanıbaşındaki Darwinist-komünist tehlikeden korunmayı bilmiştir. Tüm dünyayı bu tehlikeye karşı uyaran da yine Türk Milleti'dir.

    Açlık ve Sefaleti Ortadan Kaldırmak İçin Çözüm: Kuran Ahlakı

    Geçtiğimiz haftalarda yapılan bir araştırma dünya üzerinde yoksulluğun gün geçtikçe arttığını göstermiştir. BM raporları 900 milyonu Asya'da olmak üzere 1.2 milyar kişinin açlık sınırında yaşadığını ortaya koymaktadır. Ancak bunun nedeni dünyadaki besin kaynaklarının yetersiz olması değildir. Çünkü yeryüzündeki besin kaynakları tüm dünya nüfusunun ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilecek miktardadır.
    Açlık çeken insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak yılda yaklaşık 40 milyar dolara mal olmaktadır. Bu ise, dünyanın en zengin 225 insanının toplam mal varlığının yalnızca % 4'üdür. Dünya üzerindeki zengin kişilerin vicdanlı, merhametli, şefkatli, adaletli davranmaları durumunda, dünyada açlık diye bir sorun kalmayacaktır. Ancak bugün dinden uzak olan servet sahipleri, "Ve onların mallarında belirli bir hak vardır. Yoksul ve yoksun olan(lar)için" (Mearic Suresi, 24-25) ayetinde haber verilen sorumluluklarının bilincinde değildirler. Bu nedenle de açlık, yoksulluk gibi pek çok konu insanlara çözümsüz olarak sunulmaktadır.
    Oysa çözüm çok kolaydır. Dinin getirdiği güzel ahlakın dünya genelinde yaşanması, tüm bu sorunların tek köklü çözümüdür. Merhameti, şefkati, vicdanı ve adaleti ile tüm dünyaya nizam getirmiş olan Türk Milleti, Türk İslam ahlakını dünyaya hakim kılarak, dünyadaki tüm kötülükleri güzelliklere çevirmeye taliptir.
    yoksulluk, grafik

    Çelişkiler Barış ve Hoşgörü ile Giderilir, Kavga ve Boğuşma ile Değil

    Diyalektik materyalizm, insanlar arasında sürekli bir çelişki olduğunu ve bu nedenle daimi bir kavga ve savaş ortamı olması gerektiğini iddia eden bir zulüm felsefesidir. Sözde bilimsel temeli Darwin'in evrim teorisidir. Bu felsefeyi savunan komünistler, kıyamete kadar sürdürmeye niyetli oldukları acı, zulüm, kan dökme, boğuşma ve katliam ortamları oluşturmuşlardır.
    Diyalektik materyalizm yüzünden, 20. yüzyılda komünizmi ve faşizmi benimseyenler birer kan dökme makinasına dönüşmüş ve her iki taraf birbirinin kanı ile beslenmiştir.
    Oysa çelişkiler, vahşet ve katliam yapılmasını gerektirmez. Her çelişki, Kuran'da bildirildiği gibi akıl ve vicdan sahibi insanlar tarafından barış, huzur ve hoşgörü ortamında çözülür. Bunun için hayvanlar gibi kapışmak, saldırmak, parçalamak, kırıp dökmek gerekmez. Diyalektik materyalizmin aldatmacasına inanan milletlerin evlatları, birbirleri ile yıllarca savaşmışlar ve milletçe güçten düşmüşlerdir. Böylece Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir gerçek tecelli etmiştir:
    Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
    Kuran ahlakına uymak, insanlara ve milletlere güç veren tek kaynaktır. Darwinizm'den güç alan diyalektik materyalizm gibi aldatmacalara asla kanmayan Türk Milleti, güzel ahlakı ile tarih boyunca kardeşliğin ve dayanışmanın en güzel örneklerini göstermiştir.
    huzur, saldırgan, vahşet

    Yeryüzündeki Zulmü Durdurmak İçin...

    Dünyanın dört bir yanında sürüp giden savaşlarda masum insanların, küçücük çocukların öldürülmesi vicdanınızı rahatsız ediyorsa, sırf belli bir ırka mensup oldukları için pek çok insanın haksız yere katledilmesi hamiyetinize dokunuyorsa, bilmelisiniz ki sadece sessizce eleştirmekle bu zulmün sonu gelmez. Kötülüklerin son bulmasını ve yeryüzüne iyiliğin hakim olmasını gerçekten istiyorsanız, son derece cesur davranmanız, zulmün yerini iyiliğin alması için çaba göstermeniz gerekmektedir.
    "Peki ne yapmam gerekiyor?" diyorsanız, yapacağınız tek şey Allah'ın emrettiği güzel ahlakı uygulamak, hiç kimseden çekinmeden güzel ahlakta kararlı davranarak insanları doğru yola davet etmektir.
    "İnsanlar ne derler?" diye düşünenler Allah yolunda gereği gibi cesaret gösteremezler. İman eden bir insan yalnızca Allah'tan korkmalı, yalnızca O'nun rızasını aramalıdır. Allah'ın sınırlarını korumak, O'nun insanlar için seçip beğendiği ahlakı uygulamak ve uygulatmak konusunda son derece azimli olmalıdır. İşte Allah bu kişilerden razı olur, bu kişileri cenneti ile müjdeler.
    Kuran'da haberleri verilen peygamberler ve salih kimseler, cesaret konusunda müminlere örnektirler. Onlar, Allah yolunda büyük bir gayret göstermiş, Allah'tan başkasından hiçbir şekilde korkmamış, O'nun emrettiği güzel ahlakı sabır ve şevkle insanlara anlatmışlardır.
    Müslümanlara düşen de bu üstün ahlakı örnek almak ve aynı şevkle dini yaşamak ve yaşatmaktır. Bu konuda kararlılık gösteren insanların sayısı arttıkça, dünyadaki zulüm de yok olmaya mahkumdur.

    Zulme Karşı Duyarsız Olmak, Zulmedenlere Ortak Olmaktır

    filistin, zulüm
    "Bir Yılbaşı gecesi; El Halil kentinde sokağa çıkma yasağına uymadığı belirtilen bir Filistinli İsrail askerleri tarafından durdurulup, silahsız ve karşı eylemde bulunmadığı halde ayaklarından vuruluyor. Filistinli gencin ayağı parçalanmış halde "Beni Neden Vurdunuz" diye yerde kıvranırken İsrail askerleri hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlar."(03.01.2001 Milliyet Gazetesi)
    Bu, gazetelerde her gün yer alan pek çok zulüm haberinden yalnızca biridir. İnsanlar bu gibi haberleri sıradan olaylar olarak görür ve konunun kendilerini o kadar da ilgilendirmediğini düşünürler. Oysa zulme  karşı duyarsız olmak ve sessiz kalmak, zulme ortak olmak, ona yol açmaktır.
    Gazetelerde ve televizyonlarda bu gibi haberlerle karşılaşmak istemiyorsanız siz de birşeyler yapabilirsiniz. "Ben ne yapabilirim ki" diye düşünmeyin. Unutmayın ki tüm bu vahşetin, zulmün kaynağı dinsizliktir. Dünyada hakim olan zulmü durdurmak için tek çözüm ise şefkat ve merhameti, adalet ve hoşgörüyü emreden Kuran ahlakıdır. Tarih boyunca Kuran ahlakının güzelliklerini yaşamış olan Türk Milleti, zalimlere engel olmaya kararlıdır.
    Unutmayın, zulmün bir gün sizin kapınıza da gelmesinden güvende değilsiniz!

    Şeytanın Bir Silahı: Romantizm

    Bugüne kadar romantizmi insanlara has güzel bir özellik olarak düşünmüş, romantizme özenmiş, hatta insanları duyguları doğrultusunda hareket etmeleri için teşvik etmiş olabilirsiniz. Oysa  gerçekte romantizm gerek insanlar, gerekse toplumlar için büyük bir tehdit, büyük bir beladır. Çünkü romantizm, insanın akılcı düşünmesini ve dini yaşamasını engellemek isteyen şeytanın bir silahıdır.
    Romantizm belası hayatın her anına yayılmıştır: Kimi zaman bir faşistin öfkeyle sıkılmış yumruğu, kimi zaman bir komünistin şiddet ve kin ile söylediği bir marş, kimi zaman da sevdiği kıza aşkına karşılık vermezse intihar edeceğini söyleyen bir gencin sözleri bu büyük belaya işaret   eder. Ancak romantizmin asıl tehlikeli yönü, insanların çok büyük bir bölümünün bunu bir tehlike değil, bir güzellik olarak görmeleridir.
    İnsanlığı bu tehlikeden kurtarmanın tek yolu ise, onlara Kuran'daki üstün ahlakı ve Allah'a tevekkülü öğretmektir.
    romantizm, şeytan, koz

    Cihan Hakimiyeti, Türk'ün Fıtratında Vardır

    Batılı ülkelerde birer birer gündeme getirilen sözde Ermeni Soykırımı iddiaları, Türkleri dünya üzerinden silmek isteyen Darwinci zihniyetin bir devamıdır ve gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Oysa Batılı devletler de Türklerin adaletli, vicdanlı, yüksek karaktere sahip, merhametli ve hoşgörülü ahlakını çok iyi bilmektedirler.
    türk milleti, Türk İslam birliği
    Necip Türk Milleti 6 asrı aşkın süren şanlı tarihiyle bu üstün ahlakını tüm dünyaya kanıtlamıştır. Soykırım iddialarına verilebilecek en güzel yanıt işte bu tarihtir. Çünkü bu kadar uzun süre her dilden, dinden ve ırktan insanı dostça, kardeşçe, barış ve hoşgörü içinde huzurlu bir şekilde yönetmeyi başarmış yegane millet Türklerdir. Bu gerçeği bizzat yabancıların ağzından dinlemek de mümkündür:
    İsveç kralı XII. Charles'ın Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldığındaki izlenimleri şöyledir:
    "Şefkatin, cömertliğin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı!...."
    18. yy'da Osmanlı topraklarında yaşayan Comte de Bonneval:
    "Çünkü Türkleri seviyorum. Onlar (sanki) cennetten bir köşe olan bu eşsiz memlekete yakışan eşsiz insanlar. Yaratılışlarında gökyüzüne mahsus bir yücelik, gönül alışlarında ise bir tevazu var. Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz. Lakin Türkler de aziz ve çok aziz."
    Fransız şair Lamartin:
    "Türkler bir ırk ve bir millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve yücedir... Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır... Bütün hareketleri asilanedir ve vecd ile yaşayan duygulu bir millettir. Onların yurdu efendiler diyarıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun."
    Daha bunlar gibi pek çok hükümdar, devlet adamı, tarihçi ve siyasetçi benzer ifadelerle Türkler hakkındaki görüşlerini dile getirmişlerdir. Bu nedenle Türk Milleti'ne yakıştırılan asılsız iddialar sonuçsuz bir çabanın ürünüdür. Türkler gerek Balkanlar'daki, gerek Orta Asya'daki, gerekse Ortadoğu'daki devletlerle kuvvetli tarihsel bağlarla birbirine bağlıdır. Bölgede modern, akılcı, milliyetçi ve güçlü bir yönetime ihtiyaç olduğu açıktır. Bu görevde ehliyet sahibi olan yegane millet ise Türk Milleti'dir. Bu şekilde kurulacak güçlü bir birlikteliğin NATO'dan da, AB'den de daha güçlü olacağı açıktır. Böyle bir sistemde Ermenilerin de, Yahudilerin de, Filistinlilerin de rahat edeceği tarihle sabit bir gerçektir.

    Harun Yahya'nın Dünya Dillerine Çevrilen Eserleri Müslümanlar İçin Büyük Bir Şevk Kaynağı Oluyor

    Harun Yahya'nın eserlerini okuduktan sonra samimi duygularını büyük bir içtenlikle yazıya döken okuyucuların gönderdikleri mesajlardan bazı örnekler şöyle;
    Michael Ellison, Amerika
    Bu mektubumu yazmamın sebebi, Harun Yahya'nın çalışmalarının İngilizce'ye çevrilerek, burada, Amerika'da satılmalarından duyduğum memnuniyeti ifade etmektir. Ben içimde, sürekli olarak beni Yaratan'a ve etrafımdaki dünyaya dair düşünceler taşıyan bir Müslümanım. Oldukça gencim ve Harun Yahya abimin yazıları gerçekten, başka bir entelektüel seviyeye ulaşmama yardımcı oldu. Kendisine Allah tarafından ilim ve kavrayış verilmiş olduğundan hiçbir şüphem yok. Ve Allah'ın izniyle bu ilmi çalışmaları vasıtasıyla dünyanın her tarafında insanları dine çağırmaktadır.
    Asim Qureshi, Londra, İngiltere
    Mükemmel kitaplar! Evrim Aldatmacası, Düşünen İnsanlar İçin, Dünya Hayatının Gerçeği ve Kavimlerin Helakı kitaplarınızı okudum ve özellikle ilk üçünden çok keyif aldım. Benim favori yazarımsınız. Oxford Üniversitesinde fizik okudum fakat kitabınızı okuyuncaya kadar, Darwin'in evrim teorisi ve İslamla ilgili daima bir problem taşımıştım. Bu konu üzerinde daha önce hiç kitap okumamıştım ancak reddetmeyi düşünme zahmetine girmek için bile teorinin çok fazla delili olduğunu sanmıştım. Web sitenizde bu kadar çok sayıda yayınlanmış kitabınız olduğunu görünce çok şaşırdım... Böylesine harika kitaplar yazmaya devam etmeniz için dua ediyorum ve bunun için Allah sizi mükafatlandırsın.
    Moussa Chahine, Sidney, Avustralya
    Bu büyük İslam dinini tebliğ etmek için yaptığınız hizmetlerden ötürü Allah sizi dünyada ve ahirette başarı ile mükafatlandırsın. Harun Yahya'nın tüm çalışmalarının en yakın zamanda İngilizce olarak temin edilebilmesi için Allah'a dua ediyorum. Çünkü onun broşürlerinin metodolojisi okuyucuları kendine çekmekte ve batı toplumlarında yaşayan insanlar için son derece faydalı.
    Inayat Bunglawala, İngiltere
    Allah'ın muhteşem yaratması konusundaki fevkalade kitap seriniz için size teşekkür etmek istiyorum. Kitaplarınızın şu anda İngilizce olarak beş tanesi bende mevcut. Kitaplarınızın kalitesinden ve sizin dünyaya ilişkin materyalist-Darwinist izahlara karşı meydan okumadaki yürekli tavrınızdan çok fazla etkilendim... Cesur çabanızdan ötürü Allah sizi ödüllendirsin...
    Moez Massoud, Danimarka
    Bu mesajı Sayın Harun Beyin okuması için şu anda Allah'a dua ediyorum. Elhamdülillah kitabınız şevklendirmenin de çok çok ötesinde. Bu herşeye kadir olan Allah'ın apaçık rahmetinin bir işareti...
    Sizi Allah için seviyorum.
    Sohail Yousuf, Karaçi, Pakistan
    Pakistan Karaçi'de bir bilimsel derginin editörüyüm. Sizin İslam'a ve bilime yapmış olduğunuz çok büyük hizmetinizi duydum ve size bütün kalbimle saygı duyuyorum. Lütfen yakında Pakistan'a geleceğinizi söyleyin çünkü sizi görmek istiyorum. Lütfen bir de bana kitaplarınızın tamamını nereden temin edebileceğimi söyleyin. Sağlıklı, uzun bir ömür sürmeniz için Allah'a dua ediyorum.
    Waheed Dabbaagh, Manchester, İngiltere
    Allah ilminizi ve hikmetinizi arttırsın.  Gerçeği arayan, yolunu şaşırmış bir ruhun açlığını gideren çalışmalarınızdan olağanüstü etkilendim. Sizinle tanışmak ve doğrudan sizin yol göstericiliğinizde, çalışmak ve öğrenmek için size eşlik etmek istiyorum. Allah'ın hoşnutluğu dışında başka hiçbir amacım yoktur. Bilginiz benim ruhumu aydınlatmakta. Sizin Allah'ın en büyük dostlarından biri olduğunuza inanıyorum.
    Syed Irfan Ahmed, Hamdard-e- Sehat Karachi Dergisi Yardımcı Editörü, Pakistan
    "Kavimlerin Helakı" kitabınızı okudum. Kitap ümmet için bir ders vermektedir. Bu kitap farkedilir bir çaba içeriyor. Bu çaba elbette bir çözüm yolu ortaya koyuyor. Herşeye Kadir olan Allah'ın size daha da fazlasını yapmanız için daha fazla cesaret vermesi için dua ediyorum... Ve eğer izin verirseniz ben bu kitabı Urducaya çevirebilirim. Bu benim için çok büyük bir zevk olur.
    Mushfiqur Rahman, Kuzey Virginia, Amerika
    Kitaplarınızdan birini ("Evrim Aldatmacası") okuduğumdan beri, sizin kim olduğunuzu, İslama katkıda bulunmak üzere, rasyonel bilimsel argümanlar kullanarak, böylesine mükemmel bir işi yapan kişinin kim olabileceğini merak ediyordum. Daha sonra burada Amerika'da bulabildiğim tüm kitaplarınızı topladım. Allah yaptıklarınız için sizi korusun ve Allah rızası için daha fazlasını yapabilmeniz için size sebat versin... Ben yeni Müslüman olanları ve Müslüman-olmayan ancak ilgi duyan kişileri destekleyen bir grubun koordinatörüyüm. ...Yaptığınız büyük işlerden dolayı size bir kez daha teşekkür etmek istiyoruz. Allah çok çok daha fazlasını yapmanızı nasib etsin. Buradaki arkadaşlarım adına size selamlarımızı ve Ramazan tebriklerimizi sunuyorum.
    Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.  (Al-i İmran Suresi, 104)

    21. Yüzyıl, Allah'a Yönelişin Müjdesini Vermektedir

    Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (Nasr Suresi, 2-3)
    batı dünyası, ünlüler
    batı dünyası, ünlü, sanatçı
    19. yüzyılda Charles Darwin'in evrim teorisiyle birlikte materyalist ve dinsiz ideolojiler, 20. yüzyılda insanlar arasında hızla yayıldılar. Bunun sonucunda zayıfı ezen, her türlü manevi değeri reddeden, dinden uzak nesiller ortaya çıktı. İşte bu nedenle de 20. yüzyıl bu nesillerden destek gören faşizm ve komünizm gibi ideolojilerin zulümlerine, toplu katliamlarına ve ırkçı saldırılarına sahne oldu, belaların ve sıkıntıların çağı olarak anıldı.
    21. yüzyılda materyalist felsefenin, hangi isimle anılırsa anılsın, insanlığa beladan başka bir şey getirmediği anlaşıldı ve insanlar yaşadıklarından ders alarak, dine sarıldılar. 20. yüzyılın son dönemlerinde başlayan bu dine ve maneviyata geri dönüş, hızlı bir akımla tüm dünyayı sarıyor. Allah'a inanan, dua eden, yaratılış delillerini gören, aile, devlet, millet, ahlak gibi kavramlara hak ettikleri gerçek değeri veren toplumlar oluşmaya başladı.
    Televizyonlarda, gazetelerde gördüğünüz politik liderler, bilim adamları, sporcular, yazarlar, sanatçılar Allah'a inançlarını samimi ifadelerle dile getiriyorlar.
    21. yüzyıl Allah'ın izniyle inancın, barışın, huzurun hakim olacağı bir dönem olacaktır. Bu Allah'ın tüm insanlara bir vaadi ve müjdesidir.

    IV. Bölüm: Canlılardaki İman Delilleri

    Koalanın Üstün Tıp Bilgisi

    okaliptus, koala
    Avustralya'da okaliptüs ağacının 600'den fazla türü vardır ve her ağacın yapraklarının barındırdığı kimyasal maddeler birbirinden farklıdır. Koalalar, üstün bir seçicilik örneği göstererek bu 600 ağaçtan sadece 35'ini tercih ederler ve yaşamlarını bu ağaçların yapraklarını yiyerek sürdürürler.
    Bir okaliptüs ağacında iki farklı tipte yaprak mevcuttur ve koala vücut sıcaklığına göre bu iki tür yapraktan birini yer. Vücut sıcaklığı düşükse, yani üşüyorsa "phellandren" yağı içeren yaprağı yiyerek vücut ısısını yükseltir. Vücut sıcaklığı yüksekse, o zaman da "cineol" içeren yaprakları çiğneyerek vücudunu serinletir. Bunun dışında koala, okaliptüs yapraklarında bulunan başka yağları kullanarak kan basıncını düşürebilir ve kaslarının dinlenmesini sağlayabilir.
    Acaba koala vücut ısısını düzenlerken hangi tür yapraklardan yemesi gerektiğini nereden bilmektedir? Dahası, ihtiyaç duyduğu yaprağın, 600 okaliptüs ağacı türünden hangisinde olduğunu nasıl tespit etmektedir?
    Elbette, koalanın böyle bir seçimi kendi aklı ve iradesi ile yapabilmesi mümkün değildir. Ona bu seçimi yapmayı öğreten; herşeye gücü  yeten, bütün canlıları yönlendirerek, onlara yapmaları gerekenleri ilham eden Allah'tır.

    Her Organı Kusursuzca İnşa Eden Hücreler Birer Yaratılış Mucizesidir

    İnsan vücudunun her organı ve her parçası çok orantılı bir şekle sahiptir. Bu organlara şekil veren, onları adeta bir heykeltraş gibi ustaca çalışarak biçimlendirenler ise, gözle görülmeyecek kadar küçük hücrelerdir.
    Hücreler, inşa işlemine daha ana rahmindeyken başlar. İlk önce bir hücre yığını oluşur. Sonra bu hücre yığını kendi içinde grup grup ayrılmaya başlar. Daha sonra aynı organı oluşturacak olan hücreler biraraya gelerek yapışırlar. Bu yoğun faaliyetin ardından, bazı hücre grupları kemikleri, bazıları akciğeri, bazıları deriyi, bazıları kan damarlarını, bazıları kafatasını oluşturacaktır.
    Bu arada hepsi en uygun yerde ve en uygun zamanda işine başlar. Örneğin kafatasını oluşturan hücrelerin bulunduğu yer tam olması gereken yerdir. Omuriliği oluşturanlar da kafatasına göre bulunmaları gereken en uygun yeri seçip öyle inşa işlemine başlar. Akciğeri yapacak olan hücreler ise daha içerilere doğru ilerler. Ve nerede durup işlerine başlamaları gerektiğini çok iyi bilirler. Hiçbir zaman beynin bulunması gereken yerde akciğerleri inşa etmezler. Veya göğüs kafesini ve akciğerleri birbirleriyle orantılı büyüklükte yaparlar. Hatta akciğerin göğüs kafesine sıkışmaması için genişleme payı dahi bırakırlar. Ya da kafatasının ebatlarını öyle iyi ayarlarlar ki, kafatası beyne hiçbir zaman baskı yapmaz.
    organların oluşumu, hücre farklılaşması
     
    Resimlerde sırasıyla damarların aşama aşama nasıl oluştuğu gösterilmektedir.
    Hücreler, zamanlama konusunda da çok titiz ve ileri görüşlü davranırlar. Örneğin kan damarları oluşmadan kanı yapmazlar. Kafatasını ve kafatasındaki göz çukurunu yapmadan gözleri inşa etmezler.
    Üstelik organların şekillerini, milyonlarca yıldır milyarlarca insanda hiçbir değişiklik olmadan aynı şekilde yaparlar. Örneğin akciğerin şekli hep olması gerektiği gibidir. Beynin kıvrımlarını, şeklini, kafatasının içine sığacak büyüklükte olmasını, bombelerini  en güzel ve titiz şekilde, sanki usta bir heykeltraşın elinden çıkmış gibi yaparlar. Hiçbir taşma, dışarıda kalan fazla bir parça veya pürüz bırakmadan her dokuyu olması gerektiği gibi inşa ederler.
    Şuursuz, akılsız, bilinçsiz, eli, beyni, gözü olmayan hücrelerin kendi iradeleriyle ve tesadüfler sonucunda böyle kusursuz bir eser meydana getirmeleri kesinlikle imkansızdır. Darwinistler'in hiçbir açıklama getiremedikleri bu gerçek, samimi düşünen her insan için büyük bir yaratılış mucizesidir.

    Hücrelerinizin Sizi Düzgün Bir İnsan Haline Getirmelerini Sağlayan Allah'tır

    Ellerinizin, gözlerinizin, burnunuzun düzgün bir şekil almalarını sağlayan hücrelerinizdir. Siz daha anne karnındayken işe başlayan hücreleriniz, bir estetik uzmanından daha iyi çalışarak sizi şekillendirirler. 
    Hücreleriniz hiçbir fazlalık, hiçbir taşırma olmadan her organınızı sanki ellerinde bir kalıp varmış gibi kusursuz bir düzenle yaparlar. Örneğin parmaklarınızın kaç tane olacağını, uzunluklarını ve şekillerini tam gerektiği gibi hesaplarlar. Bu, çok şaşırtıcı ve heyecan verici bir gelişimdir.
    Hücrelerin, organlarınızı üretirken elde ettikleri başarı vücudun her milimetrekaresi için geçerlidir. Örneğin sadece göze ait 40 farklı parça vardır. Gözün fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için tüm parçalarda orantılı bir büyümenin olması, aralarındaki bağlantının sağlam olması, hepsinin kendi yerinde bulunması gerekir. Aksi takdirde göz göremez.
    fetüs, embriyo, bebek, cenin
    Embriyo 4 haftalık olduğunda başının her iki tarafında birer oyuk oluşur. 6. haftada bu oyuğu oluşturan hücreler muhteşem bir plan içinde hareket etmeye başlarlar. Bazı hücreler korneayı, bazı hücreler göz bebeğini, bazı hücreler de merceği yaparlar. Her hücre inşa ettiği bölümün bitiş sınırına geldiğinde durur. Her biri ayrı bir parçayı oluşturur, sonra mükemmel bir şekilde birleşirler. Gözbebeği yerine başka bir tabaka oluşmaz, herşey yerli yerindedir. Bu işlemler aylar boyunca devam eder ve ortaya son derece estetik ve işlevsel gözler çıkar.
    Embriyoyu oluşturan hücrelerin her birinin vücudun genel planından da haberi vardır. Adeta bir anlaşma yapmışçasına, birbirlerinden farklı özelliklere sahip yapılar meydana getirirler.
    Peki hücreler nereye gideceklerini ve ne oluşturacaklarını nereden bilirler? Birlikte hareket ettikleri diğer hücrelerle nasıl bu kadar uyumlu olabilmektedirler?
    Hücrelere şifrelenmiş olan bu muhteşem planı yaratan Allah'tır. Hücrelere neler yapmaları gerektiğini ilham ederek bu planın kusursuzca işlemesini sağlayan da Allah'tır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
    De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?... (Fatır Suresi, 40)

    Parmaklarınızı İnşa Eden Hücreler, Allah'ın Emrine İtaat Ederler

    Anne rahmindeki embriyonun gelişimi mucizelerle doludur. Bu gelişimi an an izleme imkanımız olsaydı, aynı anda hem inşaat mühendisliği hem de inşaat işçiliği yapan hücrelerin akıllı, bilinçli ve son derece organize davranışlarını görerek hayrete düşerdik.
    Vücudumuzun her parçasını tek tek inşa eden hücreler, altıncı haftadan sonra ellerimizi de inşa etmeye başlarlar. El ilk olarak oluştuğunda parmaklar yoktur, tek parçadan ibaret bir yelpaze gibidir. Ancak, bu aşamada mucizevi bir olay gerçekleşir ve eli oluşturan hücrelerden bazıları teker teker intihar etmeye başlar. Diğer hücreler ölü hücreleri yerler ve bu bölgelerde boşluklar oluşur. Bu boşluklar parmaklar arası boşluklardır. Böylece parmaklar şekillenir.
    Dikkat edin. Parmakları oluşturacak hücreler hiçbir zaman intihar etmezler. İntihar edenler parmak arası için yer açması gereken hücrelerdir. Ve bu kararı aynı anda ve tam zamanında alırlar. Şuur, akıl ve bilgiden yoksun bu varlıklara intihar emrini veren, parmakları kusursuz bir tasarımla, insan için en uygun şekilde inşa eden kimdir? Elbette, her varlığı kusursuzca var eden, yerin, göğün ve ikisinin arasındakilerin Yaratıcısı olan Rabbimiz'dir.
    ellerin oluşumu, parmak arası boşluk, hücre intiharı
    omurga, iskelet, omurilik

    Vücudunuzdaki Kemiklerin Adeta Bir Sanat Eseri Gibi, İnce İnce Yontulduğunu Hiç Düşünmüş Müydünüz?

    Vücudunuzdaki 306 kemiğin büyük bir bölümü şekil olarak birbirinden farklıdır. Onların bu farklılaşmaları ilk ortaya çıktıkları anda, henüz anne karnındayken başlar. Tek bir yumurta hücresinin döllenmesiyle bölünmeye başlayan zigot, oldukça büyük bir hızla çoğalır. Bir süre sonra bu çoğalan hücreler, sanki vücudun hangi bölümünün hücresi olmaları gerektiği kendilerine öğretilmiş gibi, farklılaşmaya başlarlar.
    Kimi hücreler kemikleri, kimi hücreler karaciğeri, kimi böbrekleri, kimi de gözleri oluşturur. Ancak karaciğeri, kemiği veya gözleri oluşturacak olan hücrelerin sadece biraraya toplanması yeterli değildir. Bunların kendi aralarında da farklılaşmaları gerekir. Örneğin kemik hücreleri, oluşturacakları kemiğin vücudun hangi bölgesinde olacağını bilerek ona uygun şekil almalıdırlar.
    Ayaklardaki kemik hücreleri adeta profesyonel bir heykeltraş gibi çalışarak kavisli, parmaklar için girinti ve çıkıntıları olan, bilek için eklem yeri hazır olan kusursuz ayak kemikleri oluştururlar. Kafatasını oluşturan kemik hücreleri de beynin ölçülerini bilircesine, tam ona uygun, girintisi ve çıkıntısı olmayan, beyni kusursuz şekilde saracak, yuvarlak bir kemik tabakası meydana getirirler. Ne daha küçük yapıp beyni sıkıştırırlar, ne daha büyük yapıp insanın kafasını taşımasını zorlaştırırlar.
    Kendilerine ne şekil vermeleri gerektiğini, ne hücresi olmaları gerektiğini çok iyi bilerek, kemiklere kusursuz bir biçim veren hücrelerin bu şuuru nereden kaynaklanmaktadır?
    Onlara bu ince planı ilham eden Allah'tır. Allah'ın eşsiz ilmine bir ayette şöyle dikkat çekilmektedir:
     
    "...Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz..." (Bakara Suresi, 259)

    Sinir Hücrelerini Koruyan Mikroskobik Kılıflar

    sinaps, nöron, sinir hücresi
    Miyelin kılıf
    İnsanın hem beynindeki hem de omuriliğindeki sinir liflerinin etrafı, koruyucu bir madde ile sarılıdır. "Miyelin" olarak adlandırılan bu madde sinir liflerini bir kılıf gibi korur. Miyelin, bir elektrik kablosunun etrafını saran plastiğe benzetilebilir. Nasıl ki plastik, elektrik iletiminde oluşabilecek kısa devreleri önlemeye yarıyorsa, miyelin de sinir hücrelerinde gerçekleşen elektrik iletiminde bir yalıtkan görevi yapar.
    Miyelin kılıf, aynı zamanda sinir hücrelerinin uzantıları olan aksonların uyarı iletimini de kat kat artırır. Sinir liflerindeki iletim hızı, miyelinsiz  liflerde 0.25 m/sn  iken, çok kalın miyelinle kaplı olan liflerde 100 m/sn kadardır. Bu hız,1 saniye içinde uyarıların bir futbol sahasının uzunluğu kadar mesafeyi gidip gelmesiyle eşdeğer bir hızdır.
    Mikroskobik miyelin kılıflarının hız artırma özelliği bizim için hayati önem taşır. Bu kılıf zarar gördüğünde beyinden çıkan ya da beyne giden elektrik akımlarında yavaşlama olur. Bunun sonucunda da elektrik akımları ilgili yerlere gerektiği anda ulaşamaz ya da yanlış yerlere doğru yönlenir. Bu ise vücudun çeşitli yerlerinin hissizleşmesi hatta ilerleyen safhalarda yürüyememe gibi çok daha ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
    Yağa benzeyen bir maddenin insanın sinir sistemi için bu kadar hayati önem taşıması elbette ki tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur. Yalnızca miyelin kılıfının eksikliği dahi insanın bedeninin işlevlerini yerine getirememesi için yeterli bir nedendir. Miyelinin sahip olduğu özellikler, bulunduğu yer ve sinir hücreleri üzerindeki etkisi gibi detayların tümü özel olarak tasarlanmıştır. Miyelindeki bu kusursuz tasarım Allah'a aittir.

    Allah'ın Varlığının Delilleri Her Yerde

    fagositoz, mantarlar
    Fagositoz, bakterilerin, mikropların, mantarların, ölü hücrelerin, vücutta kullanılamaz hale gelen dokuların hücreler tarafından sindirimi demektir. Bunu gerçekleştiren fagosit hücrelerinin yok edecekleri hedeflerin tespitinde son derece seçici olmaları gerekir. Aksi takdirde vücudun normal yapıları ve hücreleri de sindirilerek imha edilir. Sağlıklı hücrelerin fagosit hücreleri tarafından yok edilmesi demek, vücutta tam anlamıyla bir anarşinin çıkması demektir. Fakat böyle bir karmaşa hiçbir zaman yaşanmaz. Çünkü bunun için gereken tedbir alınmıştır.
    Fagositozun olup olmaması özellikle üç seçici işlemle belirlenir:
    • -İlk olarak vücuttaki yapıların pek çoğu, ölü dokuların ve yabancı maddelerin aksine fagositoza dirençli olan pürüzsüz yüzeylere sahiptir.
    • -İkincisi vücut hücrelerinin çoğu fagositleri iten koruyucu protein kılıflarına sahiptir. Diğer yandan ölü dokuların ve yabancı maddelerin çoğunda genellikle koruyucu kılıf yoktur, bu da onları fagositoz için uygun hale getirir.
    • -Üçüncü olarak, vücutta yabancı maddeleri fark eden özel bir sistem vardır.
    Eğer tüm bunlar olmasaydı vücudumuzda kendi kendini yiyen bir mekanizma faaliyet halinde olacak ve bu eninde sonunda canlının yok olması gibi bir sonucu da beraberinde getirecekti.
    Böylesine ince bir düzenin olduğu yerde şuursuz bir tesadüften bahsetmek, evrim gibi çürük bir iddiayı öne sürmek elbette ki anlamsızdır.

    Proteinlerin Hayret Verici Sindirimi Yaratılış Delillerinden Biridir

    Besinlerle aldığımız proteinlerin sindirimi midede başlar. Midede proteinleri bekleyen bir enzim vardır. Pepsin adı verilen bu enzim ette bulunan kollajen denen lifleri parçalar ve böylece hücresel proteinleri sindirilebilir hale getirir.
    Proteinlerin büyük ölçüde sindirimi ise pankreastan salgılanan enzimlerle gerçekleşir. Pankreastan salgılanan tripsin ve bazı başka enzimler parçalanmış proteinleri daha da ufak parçalara ayırırlar.
    Son olarak protein sindirimi ince bağırsaklarda bulunan hücrelerde gerçekleşir. Bu hücrelerin dış yüzünde bulunan enzimler parçalanmış proteinleri daha küçük zincirlere parçalar. Parçalanan küçük amino asit grupları ise hücre içine alınarak burada bulunan diğer enzimlerle tek tek parçalanır ve bu parçalanma sonucu ortaya çıkan amino asitler bu hücrelerden kan dolaşımına verilir.
    pepsin enzimi, mide, gastrit
    mide
    pepsin enziminin üretildiği ana hücreler
    gastirit bezi
    Bu anlatılanların işaret ettiği bir gerçek vardır. Vücudumuza daha proteinler girmeden, protein denen bazı moleküllerin var olduğu ve besinler yoluyla vücuda gireceği önceden bilinmektedir. Hatta proteinlerin moleküler yapısı en ince ayrıntısına kadar tespit edilmiştir, bunları parçalayacak enzimler mükemmel yapıları ile tasarlanmışlardır, ilgili hücreler sindirim sistemimizi oluşturan organlarda uygun yerlere yerleştirilmişlerdir, bu hücrelerin vazifeleri genetik şifrelerle kodlanmıştır.
    Tüm bu ayrıntılar ilk insandan beri eksiksiz ve kusursuz olarak mevcuttur. Bugün modern bilimin ışığında ortaya çıkan bütün detaylar kusursuz bir yaratılışın delilleridir. Şüphesiz, gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyen, kalpleri olup da hissetmeyenler, bu yaratılış delilleri karşısında yine cahillik etmekte ve inkarlarında diretmektedirler.

    1 Gram Dna Molekülü =1 Trilyon Cd Dolusu Bilgi

    Geleceğin bilgisayarlarını tasarlayan mühendisler insan genomunu "erişilmesi imkansız" bir tasarım olarak nitelendiriyorlar. Bunun nedenini anlamak için küçük bir karşılaştırma yapalım.
    İnsan vücudundaki yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde yer alan DNA, o kimseye ait tüm özellikleri içeren bilgiyi depolamıştır. DNA akıl almaz derecede üstün bir tasarıma ve bilgi depolama kapasitesine sahiptir. Öyle ki 1 gram DNA molekülü, 1 trilyon CD'ye eşit bilgi barındırır. (Discover, Cilt. 21, No. 4, Nisan 2000) Bir tek CD'ye yüzlerce kitap dolusu bilginin sığdığı düşünülecek olursa 1 trilyon CD'lik bilgiyi barındıran DNA'nın kapasitesi daha iyi anlaşılabilir.
    DNA'daki bilgi depolama sistemi, bilgisayar mühendislerinin henüz taklit etmeyi bile hayal edemedikleri kadar mükemmel bir yapıya sahiptir.
    DNA molekülü, istisnasız her insanda ve her hayvanda ilk yaratıldıkları andan itibaren vardır. Bu hatırlandığında, ne kadar üstün bir yaratılışla yaratıldığımız açıkça ortaya çıkmaktadır.
    Böyle küçük bir yerde, belli bir kod sistemiyle dizilmiş atomlarda, canlıların yapısına dair tüm bilgilerin saklı olması, herşeyin Yaratıcısı olan Allah'ın eşsiz gücünü ve sonsuz aklını göstermektedir.

    Böbrek Hücrelerinin Sahip Olduğu Bilgi ve Şuur Nereden Geliyor?

    Sodyum, vücut dokularında ve kanda bulunur. Böbrek hücrelerinin bazıları kandaki sodyum miktarını algılayabilecek özelliklere sahiplerdir. Eğer sodyum miktarında bir düşüş olursa, bu hücreler durumu derhal böbreklerde bulunan sodyum emici hücrelere haber verirler. Vücuttan atılacak olan sıvının içine, böbreklerdeki süzülme sırasında bir miktar sodyum karışmıştır. Söz konusu hücreler böbrek sıvısının içindeki bu sodyum moleküllerini yakalar ve onları vücuda geri kazandırırlar. Böbreklerdeki algılayıcı hücrelerin üzerine bu iş için özel pompalar yerleştirilmiştir. Acil durumlarda bu pompalar devreye girer ve sodyum molekülleri yakalanarak vücuda geri kazandırılır.
    Eğer böbreklerdeki bu geri emilim mekanizması olmasaydı aşırı besin ve sıvı kaybından dolayı ölüm kaçınılmaz olurdu.
    böbrek, sodyum
    Böbreklerde, gelen kanın içindeki sodyum gibi maddelerin süzüldüğü yer
    Burada verilen bilginin, üzerinde düşünülmesi gereken önemli noktaları vardır. Herşeyden önce, vücudumuzda yaşamımız için gerekli olan maddelerin eksikliğini veya fazlalığını algılamak üzere özel olarak tasarlanmış hücreler bulunmaktadır. Bu hücrelerin tesadüfen oluşmadıkları, özel olarak yaratılarak böbreklere yerleştirildikleri son derece açıktır. Ayrıca bu hücreler, vücut içinde bulunan maddeleri birbirinden ayırt etme yeteneğine de sahiptirler. Örneğin sodyumu, potasyumdan, amino asitlerden, kalsiyumdan, proteinlerden, üreden ayırabilmekte, seçip kana geri gönderebilmektedirler. Bu maddeleri ayrı ayrı bir insanın önüne koysanız, bunları birbirinden ayıramayacaktır. Küçücük bir hücreye, çoğu insanın dahi sahip olmadığı, böylesine muazzam bir bilgiyi ve şuuru veren elbette tesadüfler değildir.
    Verilen örneklerde de görüldüğü gibi böbreklerdeki bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, Darwinistler'in mantık çöküntüsünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu sistem, Allah'ın sonsuz  ilminin, aklının ve gücünün göstergelerinden yalnızca biridir.
    Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)

    İnsan Vücudundaki Güvenlik Görevlileri: Mikroorganizmalar

    Her insanın bağırsaklarında 400 farklı bakteri türü bulunur. İyi huylu olan bu bakteriler vücuda yarar getirmek üzere görevlendirilmişlerdir. Vücudumuz için besinleri sindirmekten, vitaminleri yararlı hale getirmeye hatta gerektiğinde vitamin üretmeye kadar pek çok önemli sorumlulukları vardır.
    Araştırmacılar, bağırsaklarımızdaki bakterilerin, hastalık yapan bakterilere karşı bizi koruduklarını keşfetmişlerdir.
    Ancak bu ilginç durum sadece bakteriler için geçerli değildir. Bakterilerin yanısıra yine bize hiçbir zararları bulunmayan mikroorganizma toplulukları da vücudumuzda yaşamaktadır. Bu mikroorganizmalar da savunma sistemimizi dışarıdan gelen mikroplara karşı desteklerler.
    Bu desteğin son derece şaşırtıcı bir nedeni vardır.
    bakteri, mikroorganizma
    Herhangi bir mikrobun vücuda girmesi demek bu canlıların yaşama alanlarının da işgal altına girmesi demektir. İşte bu nedenle mikroorganizmalar ve bakteriler vücudumuza dışarıdan gelen düşmanlara karşı savunma sistemimizle birlikte büyük bir savaş verirler. Bunlar adeta vücudun ücretli güvenlik görevlileri gibi hareket ederek bulundukları bölgeyi korurlar.
    Kesinlikle şuura ya da akla sahip olmayan organizmaların böyle bir sorumluluk üstlenmiş olmaları elbette ki düşündürücüdür. Bu canlılar kendilerinden tamamen farklı yapıdaki başka bir canlıya yani insana nasıl yarar getireceklerini bilmektedirler. Üstelik vücudumuzun düşmanını ve dostunu ayırt edebilmektedirler.
    Şuursuz hücrelerin bütün bunları kendi akılları ile başarmaları imkansızdır. Bütün bunlar çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlar. Allah insan bedenini buna benzer vesileler ile korumakta ve bize eşsiz yaratma sanatını göstermektedir.

    Elektrik Sinyalleriyle Açılıp Kapanan Hücre Kapıları

    Sinir hücreleri diğer hücrelerden farklı olarak elektrik sinyalleri ile çalışan hücrelerdir. Bu hücrelerin zarlarında elektrik sinyalleri ile açılıp kapanan kapılar bulunur. Protein yapısı ihtiva eden bu kapılar sadece potasyum, kalsiyum, sodyum gibi belirli iyonların hücre içine girmesine izin verirler ve bu konuda çok titiz ve seçicidirler. Eğer bu seçicilik olmasaydı, hücreye zararlı olabilecek maddeler, iyon veya moleküller bu kapılardan geçerek hücrenin ölümüne sebep olabilirlerdi.
    Hücre kapılarındaki bu seçicilik, kapıyı oluşturan proteindeki bazı özel uzantıların sadece belli iyonlar ile işbirliği yapmasından kaynaklanır. Böylece bazı iyonlar bu kapıdan daha kolay geçerken diğerleri için bu hemen hemen imkansız hale gelmektedir. Kapı proteinlerinin çok özel yapıları hücrenin genetik şifresinde kodlanmıştır ve ilk insandan beri tüm insanlarda hiç değişmeden aynı mükemmellikte bulunmaktadır.
    • Peki sinir hücrelerindeki kapılarda bu olağanüstü seçim yeteneği nasıl ve neden oluşmuştur?
    • Bu kapılar hücre için  hangi iyonların faydalı olacağını nereden bilmektedirler?
    • Dahası kapılardaki bu elektrik sinyalleriyle işleyen mekanizma nasıl ve kim tarafından  oluşturulmuştur?
    Hücreyi yaratan Akıl, sinir hücresi zarına bu mükemmel kontrol mekanizmasını yerleştirerek hücrenin yaşamını sürdürebilmesi için en uygun şartları da oluşturmuştur. Hücre zarındaki bu kusursuz tasarım elbette ki evrimcilerin iddia ettiği gibi kör tesadüflerin değil, sonsuz akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah'ın eseridir.
    nöron, sinir hücresi, akıl
    Resimde, bir sinir hücresinin elektrik sinyalleri ile gerektiği zaman açılıp kapanan kapıları görülüyor.

    Bilim, Yaratılışın Delillerini Keşfetmeye Devam Ederken, Tesadüf Teorisini Bir Kez Daha Yerle Bir Etti

    İnsan Genomu Projesi, canlılığın ne kadar kusursuz bir tasarıma ve tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu proje dahilinde insan DNA'sındaki muazzam bilgi okunmaya çalışılıyor.
    İnsan vücudunda 100 trilyon hücre vardır ve her hücrenin çekirdeğinde insana ait bilgilerin saklandığı DNA molekülü bulunur. Yani DNA, canlıya ait bir bilgi bankasıdır. Bu banka ise hayret verici büyüklükte bir bilgi kapasitesine sahiptir. Bu kapasiteyi "500'er sayfalık 900 ciltlik ansiklopediyi dolduracak kadar muhteşem bir bilgi" olarak ifade edebiliriz. Daha da muhteşem olan ise bu bilginin olağanüstü bir paketleme sistemi ile milimetrenin yüzbinde biri kadar bir yere sığdırılmış olmasıdır. Üstelik bu olağanüstü bilgi yaşamış ve yaşamakta olan milyarlarca insanın trilyonlarca hücresinin her birinde mevcuttur.
    Onlarca yıldır dünya çapında akıl, bilinç ve bilgi sahibi yüzlerce bilim adamı, en son teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarda bu bilgiyi okuyabilmek için geceli gündüzlü çalıştılar. Ve buna rağmen daha ancak bu bilgiyi oluşturan harflerin bir kısmını yanyana dizmeyi başarabildiler.
    Ama bu olağanüstü duruma rağmen, evrimciler hala DNA'da yer alan bu muazzam bilginin, taşın, toprağın, gazların tesadüfen biraraya gelerek, oluştuğunu iddia etmektedirler. Kuşkusuz evrimcilerin bu iddialarının, 900 ciltlik ansiklopedideki bilgilerin, yere atılan milyarlarca harfin tesadüfler sonucunda yanyana dizilmeleri ile oluştuğunu iddia etmekten bir farkı yoktur.  
    DNA'daki her bilginin Allah'ın sonsuz ilmi ve kudreti ile yaratıldığı ve şifrelenerek hücrenin çekirdeğine yerleştirildiği ise açıktır. Evrimciler, insan genleriyle ilgili yeni çalışmaların ortaya koyduğu mucizevi yapıyı görmezlikten gelmek için ne kadar uğraşsalar da, artık bu yenilginin geri dönüşü yoktur.

    Suyu Zehirli Bir Maddeye Dönüştüren Atom

    Hayatımızda büyük bir önemi olan su, iki hidrojen ve bir oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelir. Ama bu iki atomu su molekülünü oluşturacak şekilde birleştirmek oldukça zordur. Suyu meydana getiren şartlar biraz bile değiştiğinde ortaya çok önemli sonuçlar çıkmaktadır.
    Örneğin suyu oluşturan atomlar belirli sıcaklık ve enerji seviyelerinde bir başka oksijen atomuyla daha birleşirler. Bu birleşme sonucunda H2O formülü H2O2 haline gelir. Bu görünürde küçük bir değişikliktir, gerçekte ise suyun özelliklerini tamamen değiştirir ve ortaya hidrojen peroksit denen zehirli maddenin çıkmasına neden olur.
    Görüldüğü gibi tek bir atom, canlılar için hayati önemi olan suyu, canlılar için son derece zararlı, ölümcül etkileri olan bir zehire dönüştürebilmektedir.
    Tek bir atomun, bir molekülün niteliklerini tamamen değiştirebilecek, onu faydalı iken zararlı hale getirebilecek özelliklere sahip olması, atomlarda ve moleküllerdeki özel tasarımın bir göstergesidir. Tesadüfler zinciri ile böyle ince ve hassas bir denge oluşmaz.  Allah herşeyi belli bir düzen içinde yaratan, en  güzel şekliyle var edendir.
    atom, elektron, nötron,

    Yeryüzündeki Suyun Neden Hiç Tükenmediğini Biliyor musunuz?

    Su, bir oksijen atomunun iki hidrojen atomuyla birleşmesi sonucu ortaya çıkar. Hidrojen atomları oksijen atomunun iki yanına 105 derecelik bir açı oluşturacak şekilde bağlanırlar. Hidrojen bağı adı verilen bu bağı oluşturmak için gereken enerji öyle fazladır ki, yarım litrelik suyu oluşturmak için serbest kalan enerji bir ampulü tam bir gün boyunca sürekli yakabilir.
    Bu noktada hemen şu sorunun sorulması gerekir: Hidrojen atomları oksijen atomunun iki yanına yerleşmeyi, üstelik bu yerleşmeyi belli bir açı doğrultusunda yapmayı nereden bilmektedirler? Bu formülü nasıl ve nereden öğrenmişlerdir? Herhangi bir kimya bilgisine sahip olamayacak atomlar nasıl açı hesaplayabilmektedirler? Elbette ki, tüm evrenin sahibi olan ve herşeyi kusursuzca var eden Allah atomları da yaratan, bütün özelliklerini onlara verendir.
    Bir başka soru ise, yeryüzündeki suyun nasıl olup da hiç tükenmediğidir. Yeryüzündeki suyun tamamı dünyanın ilk evrelerindeki müthiş ısı sayesinde meydana gelmiştir. Yani eğer dünyanın başlangıcında gereken yoğunlukta ısı oluşmuş olmasaydı, bugünkü su olmayacaktı. İşte bu mükemmel denge, üstün güç ve akıl sahibi Allah'ın canlılığın devamı için gerekli olan tüm ihtiyaçları bilip, herşeyi buna göre yarattığının delillerinden biridir.
    su molekülü, yeryüzü, su
    Su molekülü
    Oksijen
    Hidrojen
    Hidrojen
    H2O
    =
    +
    +

    Su Bitkisi Vallisnerya Uzay Teknolojisi ile Boy Ölçüşüyor

    Bir su bitkisi olan vallisneryanın çiçekleri, bitkinin su içinde kalan bölümlerinde oluşur.
    Suyun içindeyken, bitkinin taç yaprakları portakal kabuğu gibi çiçeğin etrafını sarar. Bu sayede suyun içeri girerek polenleri bozması önlenmiş olur. Çiçekler yüzeye çıktığında kapalı olan taç yaprakları açılarak su yüzeyine yayılır. Polenleri taşıyan erkek organlar taç yaprakların üzerinde yükselerek adeta bir yelken işlevi görürler.
    Dişi bitkinin çiçekleri ise, farklı bir yerde uzun bir sapın ucunda ve su yüzeyinde yer alırlar. Dişi çiçeğin yaprakları, su yüzeyinde ve suda hafif bir çöküntü yaratacak biçimde açılmıştır.  Bu çöküntü erkek çiçeğin kendisine yaklaşmasını sağlayan bir çekim oluşturur. Erkek çiçek  dişi çiçeğin yanından geçerken bu çekime kapılır. Böylece çiçekler birleşir, polenler dişi çiçeğin üreme organına ulaşır ve döllenme gerçekleşir.
    Yeryüzünde yaratılan ilk vallisneryadan beri, çiçekteki bu üreme sistemi eksiksiz ve mükemmel bir şekilde çalışmaktadır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi üreme sisteminin kademeli olarak gelişmesi imkansızdır. Çünkü bu sistemin eksik çalışması durumunda erkek çiçek dişi çiçeği dölleyemeyecek, bu bitki yeryüzünden yok olup gidecekti. Vallisnerya bitkisindeki bu kusursuz tasarım Allah'ın sonsuz aklının ve örneksiz yaratma gücünün bir göstergesidir. Bütün bu harikalar, düşünen ve akleden bir insan için büyük bir delildir. Allah, bu örneklerle biz insanlara yaratıştaki sanatını tanıtmakta ve sonsuz kudretini göstermektedir.
    Vallisnerya, su bitkisi, uzay mekiği
    erkek organ
    dişi bitki
    erkek bitki
    çiçek
    Uzay mekiğinin, uzay istasyonu ile kenetlenmesi, vallisneryanın erkek çiçeklerinin dişileriyle buluşması ile kıyaslanabilir. Hatta vallisneryanın sisteminin daha üstün olduğunu söylemek mümkündür. Uzay mekiğinin kenetleneceği noktaya kadar kontrol edilmesi gerektiği halde, erkek vallisneryanın sadece dişisinin yanına yakınlaşması birleşme için yetmektedir.

    Deniz Salyangozunun Olağanüstü Zehir Üretme Tekniği

    Nudibranch, olağanüstü renklerle süslenmiş, kabuğu olmayan, son derece yumuşak bir salyangoz türüdür. Bu deniz salyangozu kuvvetli bir zehir taşıyan "ısırgan hücreleri" sayesinde düşmanlarından kolaylıkla korunur.
    Salyangoz bu ısırgan hücreleri, kendi vücudunda üretmez. Ancak, hyroid isimli zehirli bir canlıyı tehlike anında devreye sokmak üzere vücudunda saklar. Hyroidlerle beslenen deniz salyangozu, onları sindirim sisteminde öğütmek yerine koruyucu bir tabakayla kaplar ve depolar. Koruyucu tabakayla kaplandığında zehiri salyangoz için etkisiz hale gelen hyroidler, bundan böyle ısırgan hücreleri olarak düşmanlara karşı koruma sağlayacaklardır.
    Kuşkusuz bir deniz salyangozunun, hyroidlerin zehirli olduğunu bilmesi İMKANSIZDIR. Deniz salyangozunun bu zehiri etkisiz hale getirmek için hyroidi bir tabakayla kaplamayı akletmesi İMKANSIZDIR. Koruyucu tabakayla kaplanan hyroidi bir savunma silahı olarak kullanabileceğini düşünmesi İMKANSIZDIR. Deniz salyangozunun tüm bunları deneyerek öğrenmesi de İMKANSIZDIR.
    O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü'min Suresi, 65)
    İşte bu noktada tüm evrende apaçık olarak görülen gerçek bir kez daha karşımıza çıkar. Deniz salyangozlarına yapması gerekenleri ilham eden, vücutlarında hyroidlerin zehirini etkisiz hale getirecek bir sistem yaratan, sonsuz akıl ve ilim sahibi olan Allah'tır.
    nudibranch, deniz salyangozu

    nudibranch, deniz salyangozu

    Papağan Balıklarını Ölümden Koruyan Uyku Tulumu

    Papağan balıkları, geceleri solungaç boşluklarının üst kenarlarındaki salgı bezinden jelatin benzeri bir madde salgılar. Bu madde bir süre sonra balığın tüm vücudunu saran şeffaf bir uyku tulumu halini alır. Uyku tulumu, papağan balığını koku yoluyla bularak avlayan müren balıklarına karşı eşsiz bir kalkan vazifesi görür ve hayvanı yem olmaktan korur. Koku izolasyonu sebebiyle müren, papağan balığının yanından geçerken avına çarpsa bile, onu fark edemez.
    Papağan balıkları geceleri kullandıkları bu koruyucu kılıfı nasıl elde etmişlerdir? Düşmanları olan müren balıklarının kuvvetli koku alma duyusunu aşabilecek, geceyi rahatlıkla geçirmelerini sağlayacak böylesine önemli bir maddeyi nasıl keşfetmişlerdir?
    Kuşkusuz kimyasal bir maddeyi kendi vücudunda üretip kendisini bu maddeyle kaplamayı bir balığın akletmesi, planlaması ve uygulaması mümkün değildir.
    Böyle usta bir kamuflaj yönteminin bilinçli bir tasarım ürünü olduğu çok açıktır; papağan balığını korunma sistemi ile yaratan göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır.
    uyku tulumu, papağan balığı

    Doğadaki Her Canlı Allah'ın Kusursuz Yaratışının Delilidir

    Golyan balığı sürüsü saldırıya uğradığında balıklar saldırganın etrafında çılgınca hareket etmeye başlar ve bazıları saldırgana "karşı saldırı" düzenler. Tüm golyan sürüsünün tek bir birey gibi hareket etmesine sebep olan faktör, yaralı balığın kanında var olan ve yaralanma sonucu ortaya çıkan bir salgıdır.
    Hiç şüphesiz bu hayvan bir akla ve şuura sahip değildir. O halde;
    • Kendi cinslerine saldırıyı haber veren kimyasal maddeyi nasıl oluşturmuştur?
    • Bu kimyasal maddeyi üretecek mekanizmayı nasıl tasarlamış ve kendi vücuduna nasıl yerleştirebilmiştir?
    • Saldırı anında, başka bir golyan balığının salgıladığı kimyasal maddeyi, kendi bünyesinde nasıl tehlike sinyali olarak algılayabilmektedir? Bu algı mekanizmasını kendi vücudunda nasıl oluşturmuştur?
    Kuşkusuz bu sorulara, evrimciler gibi "tesadüf eseri" cevabını vermek akla ve mantığa aykırıdır.  Dünya üzerinde yaratılan ilk golyan balığından beri, milyonlarca yıldır bütün golyan balıkları bu kusursuz sisteme sahip olarak var olmuşlardır.
    Canlılardaki kompleks sistemler, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmıştır. Allah bu gibi mucizevi örneklerle insanlara  kendi ilmini ve kudretini göstermektedir.
    golyan balığı, balık,
    Altın yağmur kuşu

    70 Gram Yakıtla Kesintisiz 4000 Km. Uçuş

    200 gr. ağırlığındaki altın yağmur kuşu, her yıl Alaska'dan Hawaii'ye kadar 4000 km'lik bir yolu, 88 saat (3,5 gün) boyunca hiç durmadan kanat çırparak kateder. Bilim adamları kuşun böyle bir yolculuk için yakıt olarak kullanacağı 82 gr. yağının olması gerektiğini hesaplamışlardır.  Oysa, altın yağmur kuşunun sadece 70 gram yağı vardır. Buna rağmen hiçbir altın yağmur kuşu yakıtı bittiği için denize düşmez. Peki bu canlılardaki bu kusursuz işleyişin sırrı nedir?
    Altın yağmur kuşları V şeklinde dizilerek sürü halinde uçarlar. Bu, hava direncini azaltarak kuşlara % 23'lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu durumda, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Bu artan yağ, rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak yedek yakıttır.
    Altın yağmur kuşu, uçuş mesafesini ve yakıt olarak kullanacağı yağ miktarını nasıl hesaplayabilmektedir?
     
    amerika kıtası, kuşlar, harita
    ALASKA
    HAWAİ
    Altın yağmur kuşu 70 gr. yağ yakarak 4000 km. uçabilirken, bir Boeing 737-100 uçağının aynı mesafeyi uçabilmesi için 16 tondan fazla yakıta ihtiyacı vardır.Ancak bu uçağın yakıt kapasitesi 14.2 ton olduğu için yakıt ikmali yapmadan böyle bir uçuşu gerçekleştiremez.
    Bu hesaplardaki kusursuzluk ve şaşmazlık, yön bulmadaki beceri, toplu uçuş yapabilme kabiliyeti, hiç şüphesiz kuşların kendi iradeleriyle gerçekleştirdikleri başarılar olamaz. Bunların hepsi, her canlıyı ihtiyacı olduğu sistemlerle donatan Allah'ın ilhamıyla gerçekleşir. Nitekim Kuran'da "dizi dizi uçan kuşlar"a dikkat çekilmekte ve bu canlıların Allah'ın kudretiyle uçabildikleri haber verilmektedir:
    "Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir." (Mülk Suresi, 19)

    Allah Her Canlıya İlhamla Yol Gösterir

    Tunus'un Akdeniz kıyısındaki Mahore's yakınlarında yaşayan siyah çöl karıncası kusursuz bir yön bulma yeteneğine sahiptir.
    Karınca, sabah güneşinin yükselmesiyle 70 dereceye kadar yükselen çöl kumunun sıcağında, yuvasından besin aramak için çıkar. Çöl karıncası yuvasından başlayarak 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler. Ama bu zikzakların bütün karmaşıklığına rağmen, yiyeceğini bulduğunda, hemen yuvasına doğru düz bir çizgi izleyerek geri döner. Karıncanın bu yolculuğu, boyu ile kıyaslandığında, bir insanın çölde 35-40 km dolaştıktan sonra başladığı noktaya doğrudan dönmesine denktir.
    Ne bir pusulası ne de haritası olmayan karıncanın gözlerine yerleştirilmiş olan yön tayin sistemi son derece üstündür ve insanların sahip olmadığı bir özellikte yaratılmıştır: Çöl karıncası ışığı polarize edebilir. Yani insanın göremediği bazı ışınları da görebilen karınca, bunlardan istifade ederek yön tayini yapabilir. Böylece her an yuvasının ne tarafta olduğunu tahmin edebilen bu hayvan, geri dönerken hiçbir zorluk çekmez.
    Bir karıncanın teknolojik çalışmalar neticesinde keşfedilmiş olan "ışığın polarizasyon özelliği"ni bilmesi ve bundan bir pusula gibi faydalanması mümkün müdür? Şüphesiz bu yetenek ve bilgi, üstün ilim sahibi, tüm canlıların yaratıcısı olan Allah'ın eseridir ve çöl karıncası Allah'ın ilhamıyla her seferinde doğru yönü tespit edebilmektedir.
    yön tayini, pusula, çöl, karınca,

    Karıncalardaki Mucizevi Asit Fabrikası

    Karıncaların vücutlarında formik asit (H2CO2) isimli kimyasal maddeyi üreten bezler vardır. Antibiyotik etkisine sahip bu maddeyi düzenli olarak vücutlarına süren karıncalar, hem yuvalarında hem de kendi üzerlerinde bakteri ve mantar oluşumunu engellerler.
    Kuşlar ise karıncalar gibi kimyasal maddeler salgılayamazlar. Ancak sık sık karınca tepelerine giderek buralara sürünen kuşlar, karıncaların tüylerinin arasında dolaşmalarına izin verirler. Bu sayede bütün vücutları formik aside bulanan kuşlar tüm parazitlerinden kurtulmuş olurlar. 
    Karıncanın formik asidin formülünü bilmesi ve onu üretecek bir bezi geliştirmesi imkansızdır. Kuşların karıncalarla bu şekilde profesyonel bir işbirliği içinde parazitlerini temizlemeyi akletmeleri, bunun için karınca yuvalarına gitmeye karar vermeleri de imkansızdır.
    Gerek kuşlara gerek karıncalara formik asitten faydalanmayı ilham eden, alemlerin Rabbi olan Allah'tır. O tüm canlıların ihtiyacını bilen ve eksiksiz karşılayandır.
    folik asit, karınca, asit,

    Kelebeklerden, Isınan Bilgisayar Çiplerine Çözüm

    Kelebek kanatlarındaki mükemmel tasarım bir mucizeyi de beraberinde taşıyor. ABD'de Tufts Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kelebeğin kanatlarında özel bir soğutma sistemi olduğunu ortaya çıkardı. Kelebekler soğukkanlı canlılar oldukları için vücut ısıları devamlı olarak düzenlenmek zorundadır. Bu, çok büyük bir problemdir. Çünkü böcek uçarken kanatlarda yüksek derecede ısı oluşur. Çözüm ise, kanın kanatlardaki çok ince film yapıların içinden geçirilmesi ile sağlanır. Kelebeğin vücudunda oluşan fazla ısı, kanatlardaki ince damarlarda kanın dolaşmasıyla birlikte dışarı atılır.
    Kelebeklerdeki bu özel soğutma sistemi bilgisayar çiplerindeki sistem ile karşılaştırılmış ve çok üstün bir performansa sahip olduğu görülmüştür.
    Bilgisayar çipi teknolojisi geliştikçe ortaya çıkan ısı problemi de büyümektedir. Daha hızlı çipler, daha fazla ısı anlamına gelmektedir. Bu ısının giderilmesi problemi çip üreticilerinin gündemini oluşturmaktadır. Bu konuda yürütülen çalışmalar sonucunda kelebek kanatlarındaki teknolojinin 2 yıl içinde üretime girmesi planlanmaktadır
    .Bilim adamları doğadaki canlıları örnek alarak tasarımlar yapmaktadırlar. Kısacası canlılardaki benzersiz sistemler, teknolojinin gelişmesinde ve yeni çözümler bulmasında yol gösterici olmaktadır.
    kelebek, bilgisayar, çip

    Sinek Kulağındaki Tasarım İşitme Aletinde Devrim Yapacak

    "Ormia Ochracea" isimli sinek, yumurtalarını cırcır böceğinin üzerine bırakır ve yumurtalardan çıkan  larvalar cırcır böceği ile beslenirler.  Ormanın içinde bir cırcır böceğinin yerini bulmak ise, oldukça zordur. Ama Ormia sineği, bu iş için özel tasarlanmış hassas kulakları sayesinde, böceğin yerini kolay bir şekilde bulabilir.
    sinek, kulak, tasarım
    İnsan beyninde de sesin yerini tespit için aynı yöntem kullanılır. Bunun için, sesin önce yakındaki kulağa, daha sonra uzakta kalan kulağa ulaşması yeterlidir. Sesin iki ayrı kulağa kaç milisaniye farkla ulaştığını hesaplayan beyin, böylece sesin geldiği yönü saptar. İnsanda bu hesaplama 10 milisaniyede sonuçlanmaktadır. Oysa Ormia sineği, aynı hesabı toplu-iğne başı büyüklüğündeki beyniyle üstelik insandan 5000 kat daha hızlı bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.
    Doğadaki tasarımlar insan için her zaman tükenmez bir ilham kaynağı olmuştur. Modern teknolojik ürünlerin büyük bölümü doğadaki tasarımların taklididir. Milyonlarca yıldır kusursuz bir şekilde işleyen sistemleri taklit etmek şüphesiz tasarımcıların işini oldukça kolaylaştırır. Sineğin kulağındaki bu mükemmel tasarım da, günümüzde "ORMİAFON" adı altında, işitme aleti ve dinleme cihazlarının yapımında taklit edilmeye çalışılmaktadır.
    Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)