12 Ocak 2014 Pazar

İsa Mesih (as), Hz. Mehdi (as) ve İttihad-ı İslam

Bediüzzaman Said Nursi'nin İslam Birliği Hakkındaki Sözleri

İttihad-ı İslam en büyük farz vazifedir

İhfa (gizlenmek), havf (korkmak); riyadandır. Farzda riyâ yoktur. BU ZAMANIN EN BÜYÜK FARZ VAZÎFESİ (GÖREVİ), İTTİHAD-I İSLÂMDIR. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib (kollara ayrılmış), muhit (her şeyi kuşatan), merâkiz (karar yerlerini) ve maâbid-i islâmiyeyi (islamın ibadet yerlerini) birbirine rabtettiren (bağlayan) bir silsile-i nuraniyi (nurani silsileyi) ihtizaza getirmekle (harekete geçmekle) onunla merbut (bağlanmış) olanları ikaz (uyarma) ve tarîk-ı terakkiye (yükselme, ilerleme yoluna) bir hâhiş (istek) ve emr-i vicdanî (vicdani emir) ile sevk etmektir. BU İTTİHADIN MEŞREBİ MUHABBETTİR. HUSUMET, CEHALET VE ZARURET NİFAKADIR. GAYR-I MÜSLİMLER EMİN OLSUNLAR Kİ, BU İTTİHADIMIZ BU ÜÇ SIFATA HÜCUMDUR. GAYR-I MÜSLİME KARŞI HAREKETİMİZ İKNÂDIR (RAZI ETMEKTİR). ZİRA ONLARI MEDENÎ (FAZİLETLİ, TERBİYELİ) BİLİRİZ. VE İSLÂMİYETİ MAHBUP (SEVGİLİ) VE ULVÎ (YÜCE) GÖSTERMEKTİR. Zira onları munsif (insaflı) zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî olan ittihad-ı islâmın efkâr (fikirler) ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye (Halkın fikirlerine) arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. (Hutbe-i Şamiye, s. 94)

Bediüzzaman Hazretleri, İttihad-ı İslam’ın Türkiye’nin öncülüğünde olacağına işaret ediyor

Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslamiyet'tir. VE HİLAFET-İ OSMANİYE VE TÜRK ORDUSUNUN O MİLLİYETE BAYRAKTARLIĞI İTİBARİYLE , o İslamiyet milliyetinin sadefi (incisi) ve kal'ası (kalesi) hükmünde Arab ve Türk hakiki iki kardeş, o kal'a-i kudsiyenin (o mübarek kalenin) nöbettarlarıdırlar. İşte bu kudsi milliyetin rabıtasıyla, umum ehl-i İslam bir tek aşiret hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslam taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslamiye (İslam kardeşliği) ile mürtebit (bağlanır) ve alakadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslam taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağlıdır. (Hutbe-i Şamiye, s. 54)

Bediüzzaman, “İttihad adet olduğu için değil ibadet olduğu için yapılmalı” diyor

Tekraren söylüyorum ki, ittihad-ı islâm hakikatında olan ittihad-ı Muhammedînin cihetü'l-vahdeti (birlik yönü) Tevhid-i İlâhîdir (Allah'ın birliğine imandır). Peyman (Ahd) ve yemini de îmandır. Müntesibîni (intisab edenleri), umum mü'minlerdir. Nizamnâmesi (tüzük metni), sünen-i Ahmediyedir (peygamberin sünnetidir) (a.s.m.). Kânunu (yasası), evâmir (emirleri) ve nevâhi-i şer'iyedir (İslam ahlakının yasakladığı şeylerdir). BU İTTİHAD; ÂDETTEN (GELENEKTEN, ALIŞKANLIKTAN) DEĞİL, İBÂDETTİR. (Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)

Bediüzzaman'ın Müslümanların birlik ve kardeş olmalarıyla ilgili sözleri

... İŞTE, EY MÜ'MİNLER! EHL-İ İMÂN AŞİRETİNE KARŞI TECAVÜZ VAZİYETİNİ ALMIŞ NE KADAR AŞİRET HÜKMÜNDE DÜŞMANLAR OLDUĞUNU BİLİR MİSİNİZ? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. HER BİRİSİNE KARŞI TESANÜD EDEREK, EL ELE VERİP MÜDAFAA VAZİYETİ ALMAYA MECBURKEN, ONLARIN HÜCUMUNU TESHİL ETMEK (GERİ ÇEVİRMEK), ONLARIN HARÎM-İ İSLÂMA (İSLAMIN NAMUSUNA) GİRMELERİ İÇİN KAPILARI AÇMAK HÜKMÜNDE OLAN GARAZKÂRÂNE TARAFGİRLİK VE ADÂVETKÂRÂNE İNAT, HİÇBİR CİHETLE EHL-İ İMANA YAKIŞIR MI? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan (dinsizlikten) tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl (kötülüklerine) ve mesâibine (zorluklarına) kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. BÜTÜN BUNLARA KARŞI KUVVETLİ SİLÂHIN VE SİPERİN VE KALEN, UHUVVET-İ İSLÂMİYEDİR (İSLAM KARDEŞLİĞİDİR) . Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İSLÂMIN VE BEŞERİN HIRS VE ŞİKAKINDAN İSTİFADE EDEREK, AZ BİR KUVVETLE NEV-İ BEŞERİ HERCÜMERC EDER VE KOCA ÂLEM-İ İSLÂMI ESARET ALTINA ALIR." (Mektubat, 22. Mektup)
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız (Yaratıcınız) bir, Mâlikiniz (Sahibiniz) bir, Mâbudunuz (İbadet ettiğiniz) bir, Râzıkınız (Rızık vereniniz) bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir.
Bu kadar birler vahdet ve tevhidi, vifak (birleşme) ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti (din kardeşliği) iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak (ayrılık) ve nifaka (riyaya), kin ve adâvete (düşmanlığa) sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete (birlik bağına) hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf (küçümseme) ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf (haksızlık) olduğunu, KALBİN ÖLMEMİŞSE, AKLIN SÖNMEMİŞSE ANLARSIN.... Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü'minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır... (Mektubat, 22. Mektup)
"Harici düşmanların zuhur ve tehacümünde (saldırısında) dahili adavetleri (iç düşmanlıkları) unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi (sosyal düzeni) en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslamiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm (hücum) vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz'i (küçük, kişisel) adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslamiyeye (İslam toplum düzenine) bir hıyanettir." Evet, vahşiyane tecavüzlere karşı "tesanüd ederek, el-ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecbur iken; onların hücumunu teshil etmek (kolaylaştırmak), onların harim-i İslama (İslam'ın namusuna) girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkarane (haset dolu) tarafgirlik ve adavetkarane (düşmanca) inad; hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?(Mektubat, s. 269)

Bediüzzaman Hazretleri, İttihad-ı İslam’ı Hz. Mehdi (as)'ın sağlayacağını söylüyor

Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı (değerlisi) olan iman-ı tahkikîyi (sarsılmaz imanı) neşir (yaymak) ve ehl-i imanı (iman sahiplerini) dalâletten (hak yoldan, dinden sapmaktan) kurtarmak cihetiyle (sebebiyle), o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde keşfen (gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm edilmesi yoluyla bilinmesiyle) görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine (hizmetkarına) vermişler, o hâdime (hizmetkara) mültefitane (iltifat ederek) bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur'u bir programı olarak neşir (yayacak) ve tatbik edecek (yerine getirecek).
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (İslam dinini) icra ve tatbik etmektedir (yerine getirmektedir). Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad (inanç) ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O ZATIN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ, HİLÂFET-İ İSLÂMİYEYİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİNE) BİNA EDEREK, İSEVÎ RUHANÎLERİYLE (HIRİSTİYANLARLA) İTTİFAK EDİP DİN-İ İSLÂMA (İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR . Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun (herkesin) ve avâmın (halkın) nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile (açıklamaya) muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler (atılırlar). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)

İttihad-ı İslam, Müslümanların bayramı ve kurtuluşu olacaktır

Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İNŞAALLAH, ÂLEM-İ İSLÂMIN (İslam aleminin) DA BÜYÜK BİR BAYRAMINA YETİŞİRSİNİZ. CEMAHİR-İ MÜTTEFİKA-I İSLÂMİYENİN (Birleşik İslam Cumhuriyetlerinin) KUDSÎ (Mukaddes) KANUN-U ESASİYELERİNİN (Anayasasının) MENBAI OLAN (kaynağı olan) KUR'ÂN-I HAKÎM, İSTİKBALE (geleceğe) TAM HÂKİM OLUP BEŞERİYETE (insanlığa) TAM BİR BAYRAMI GETİRECEĞİNE ÇOK EMARELER (işaretler-deliller) VAR.
Saniyen (İkinci olarak): Şüphe kalmadı ki, Nur Risaleleri ve talebeleri, hıfz ve inayet-i İlâhiyeye (Allah'ın koruması ve yardımına) mazhardırlar (şereflenmişlerdir) ki, bu zamanın hassasiyetle (titizlikle) ve bazı keyfî (isteğe bağlı) kanunlarla pek hiddetli bir inatla uzun zamandan beri Nur talebelerine ancak yüzde bir nisbetinde (oranında) zarar verebildiler. Nurun faal talebelerinden altı yüz talebesinin mahkemelerle meşgul edilmesine dehşetli bir plân varken, yalnız altı talebeye muvakkaten (geçici olarak) ilişildi. Hattâ Nur kahramanının yazdığı gibi, yirmi beş adliye mahkemeleri yüz binler nüshalarında (yazılı belgelerde) ve yüz binler talebelerinde medâr-ı mes'uliyet (sorumluluk sebebi) birşey bulamıyorlar. Ve o kesretli (çeşitli) adliyelerin "Nurlarda suç yok ve bulamıyoruz" demeleri kat'î (kesin) bir delildir. (Emirdağ Lahikası, s. 315)
Hâmisen: Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka (inançsızlık) ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyunluğa (maddeciliğe) karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var. O da Kur'ân'ın hakikatlerine sarılmaktır. Yoksa koca Çin'i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye (insanlara gelen belâ ve musîbetler), siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur'âniye (Kuran'ın hakikatleri)dir.
Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir (Kadir gecesi) meselesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa'da eseri (izi) görülüyor. Onun için, ŞİMDİKİ BU HÜKÛMETİMİZİN HAKİKİ (ASIL) KUVVETİ, HAKAİK-İ KUR'ÂNİYEYE (KURAN'IN GERÇEKLERİNE) DAYANMAK VE HİZMET ETMEKTİR. BUNUNLA, İHTİYAT (YEDEK) KUVVETİ OLAN ÜÇ YÜZ ELLİ MİLYON UHUVVET-İ İSLÂMİYE (İSLAM KARDEŞLİĞİ) İLE İTTİHAD-I İSLÂM (İSLAM BİRLİĞİ) DAİRESİNDE KARDEŞLERİ KAZANIR. ESKİDEN HIRISTİYAN DEVLETLERİ BU İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİNE) TARAFTAR DEĞİLDİLER. FAKAT ŞİMDİ KOMÜNİSTLİK VE ANARŞİSTLİK ÇIKTIĞI İÇİN, HEM AMERİKA, HEM AVRUPA DEVLETLERİ KUR'ÂN'A VE İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİNE) TARAFTAR OLMAYA MECBURDURLAR...
Kardeşiniz Said Nursî (Emirdağ Lâhikası, s. 297)