5 Ocak 2014 Pazar

İsa Mesih (as), Hz. Mehdi (as) ve İttihad-ı İslam

Hutbe-i Şamiye'de Baştan Sona İttihad-ı İslam ve İslam Ahlakının Dünya Hakimiyeti Anlatılır

İstikbal yalnız İslamiyet'in olacak

Birinci kelime: "El-emel". Yani, Rahmet-i İlahiye'den kuvvetli ümit beslemek. Evet ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen: Ey İslâm cemaati! Müjde veriyorum ki: Şimdiki Alem-i İslâm'ın saadet-i dünyeviyesi, bahusus (en çok) Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslâm'ın terakkisi onların intibahıyla (hassasiyetiyle) olan Arab'ın saadetinin fecr-i sadıkının (ufuğunun aydınlanmasının) emareleri inkişafa başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarak (Haşiye) ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-ı kat'iyyemle derim: İSTİKBAL YALNIZ VE YALNIZ İSLÂMİYET'İN OLACAK. VE HÂKİM, HAKAİK-İ KUR'ANİYE VE İMANİYE OLACAK.(Hutbe-i Şamiye, Sf. 20-21)
Hutbe-i Şamiye sf, 20, 21

Hicri 1371'den 30-40 sene sonra (Hicri 1401/Hicri 1411) fecri sadık çıkacak

Hutbe-i Şamiye, 27Hasıl-ı kelâm: Biz Kur'an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana (delile) tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden (akılcı delillere dayanan) ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek. Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına (açılmasına) ve beşeri tenvir etmesine (aydınlatmasına) mümanaat eden (mani olan) perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler (mani olanlar) çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emâreleri göründü. YETMİŞ BİRDE (H. 1371'de –M. 1952-) FECR-İ SÂDIKI BAŞLADI VEYA BAŞLAYACAK. EĞER BU FECR-İ KÂZİP DE OLSA, OTUZ-KIRK SENE (H. 1401/H. 1411 – M. 1981/M. 1991) SONRA FECR-İ SÂDIK ÇIKACAK.(Hutbe-i Şamiye, Sf. 27)
Fecr-i Kazib : Sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık.
Fecr-i Sadık : Fecr-i Kazib'den sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma
1371 + 30 = 1401 = 1981
1371 + 40 = 1411 = 1991
Evet şimdi olmasa da (H. 1371'DEN) 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllahYARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 30)
1371 + 30 = 1401 = 1981
1371 + 40 = 1411 = 1991
YARIM ASIR SONRA: 1371 + 50 = 1421 = 2001
Mektubat, sf 124

İslam ahlakı mutlaka hakim olacak, gerçek İsevilerle Müslümanlar ittifak edecek ve İsevilik Müslümanlığa tabi olacak

Avrupa ve Amerika, İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hâmile olup bir Avrupa devleti doğurdu.
Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler (açıklamalar) netice vermiyor mu ki; İSTİKBALİN KIT'ALARINDA HAKİKÎ VE MANEVÎ HÂKİM OLACAK VE BEŞERİ, DÜNYEVÎ VE UHREVÎ SAADETE SEVKEDECEK YALNIZ İSLÂMİYETTİR VE İSLÂMİYETE İNKILAB ETMİŞ VE HURAFATTAN VE TAHRİFATTAN SIYRILACAK İSEVÎLERİN HAKİKÎ DİNİDİR Kİ KUR'AN'A TÂBİ OLUR, İTTİFAK EDER. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 32)
Hutbe-i Şamiye, sf 32

Her kışın bir baharı vardır, İslamiyet güneşi muhakkak doğacaktır

Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata (ilerlemeye) vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab (sebepler) varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me'yus (ümitsiz) olup ye'se (ümitsizliğe) düşüyorsunuz ve Alem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini (manevi gücünü) kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümidsizlikle zannediyorsunuz ki, dünya herkese ve ecnebîlere terakki (ilerleme) dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedenni (geri kalma) dünyası oldu diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.
Madem meyl-ül istikmal (olgunlaşma eğilimi) kâinatta fıtrat-ı beşeriyede fıtraten dercedilmiş (içine işlenmiş). Elbette beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa; İSTİKBALDE HAK VE HAKİKAT, ÂLEM-İ İSLÂM'DA NEV'-İ BEŞERİN ESKİ HATİATINA (hatalarına) KEFFARET OLACAK BİR SAADET-İ DÜNYEVİYEYİ DE GÖSTERECEK İNŞÂALLAH…
Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim (düz bir hat) üzerine hareket etmiyor ki, mebde (başlangıcı) ve müntehası (sonu) birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir.
HER KIŞTAN SONRA BİR BAHAR, HER GECEDEN SONRA BİR SABAH OLDUĞU GİBİ, NEV-İ BEŞERİN (insanlığın) DAHİ BİR SABAHI, BİR BAHARI OLACAK İNŞÂALLAH. HAKİKAT-I İSLÂMİYENİN GÜNEŞİ İLE, SULH-U UMUMÎ DAİRESİNDE (dünya genelinde barışı) HAKİKÎ (gerçek) MEDENİYETİ GÖRMEYİ, RAHMET-İ İLAHİYE'DEN BEKLİYEBİLİRSİNİZ. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 37-38)
Hutbe-i Şamiye, 37, 38

Yeis (ümitsizlik) dehşetli bir hastalıktır

Her halde çabuk başında bir kıyamet kopmazsa, hakaik-i İslâmiye, beşeri esfel-i safilîn derece-i (en aşağı derecedeki) sukutundan kurtarmaya ve rûy-i zemini (yeryüzünü) temizlemeğe ve sulh-u umumîyi (dünya barışını) temin etmeğe vesile olmasını Rahman-ı Rahîm'in rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz.
YEİS EN DEHŞETLİ BİR HASTALIKTIR Kİ, ÂLEM-İ İSLÂM'IN KALBİNE GİRMİŞ. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garbda bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-ı umumiyeyi (genelin menfaatini) bırakıp menfaat-ı şahsiyeye (kişisel menfaate) nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i maneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde; o kuvve-i maneviye-i hârika, me'yusiyetle (ümitsizlikle) kırıldığı için, zalim ecnebiler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeis ile başkasının lâkaydlığını ve füturunu (gevşekliğini) kendi tenbelliğine özür zannedip "Neme lâzım" der, "Herkes benim gibi berbaddır" diye şehamet-i imaniyeyi (imani cesareti) terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor. Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor; biz de o katilimizden kısasımızı alıp (manen) öldüreceğiz. "Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin" (Yusuf Suresi, 87) kılıncı ile o yeisin başını (fikirle) parçalayacağız. "Bir şeyin tamamı elde ediilmezse tamamı da terk edilmez" hadisinin hakikatıyla belini kıracağız inşâAllah.
YEİS; ÜMMETLERİN, MİLLETLERİN "SERETAN" (kanser) DENİLEN EN DEHŞETLİ BİR HASTALIĞIDIR. Ve kemalâta mani ve "Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87) hakikatına muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe'nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe'ni değildir. Hususan Arab gibi nev'-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe'ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab'ın metanetinden ders almışlar.İnşâAllah yine Arablar ye'si bırakıp İslâmiyet'in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur'an'ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 43-45)
Hutbe-i Şamiye 43
Hutbe-i Şamiye, 44,45

Tüm Müslümanların, "neme lazım" demeyip İttihad-ı İslam ve İslam ahlakının hakimiyeti için gayret etmesi gerekir

çiçeklerEy bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî'deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn! "Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mazuruz." diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. TEMBELLİĞİNİZ VE "NEME LÂZIM" DEYİP ÇALIŞMAMANIZ VE İTTİHAD-I İSLÂM İLE, MİLLİYET-İ HAKİKİYE-İ İSLÂMİYE İLE GAYRETE GELMEDİĞİNİZ, SİZLER İÇİN GAYET BÜYÜK BİR ZARAR VE BİR HAKSIZLIKTIR.
İşte seyyie (kötülükler) böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene -yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik- yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana manen faide verebilir. Hayat-ı maneviye ve maddiyesinin rabıtasına kuvvet verebilir. Onun için "Neme lâzım" deyip kendini tenbellik döşeğine atmak zamanı değil!..
Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet'in mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.
Ben kusurlu fehmimle (aklımla) şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur.ONUN İÇİN İTTİHAD-I İSLÂMIN TAM ZAMANI GELMEYE BAŞLIYOR. BİRBİRİNİZİN ŞAHSÎ KUSURLARINA BAKMAMAK GEREKTİR. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 56-58)
Hutbe-i Şamiye, 56-57
Hutbe-i Şamiye, 58

İttihad-ı İslam bu devrin en büyük farz vazifesidir

Tekraren söylüyorum ki, İttihad-ı İslâm (İslam Birliği) hakikatında olan İttihad-ı Muhammedînin (Hz. Muhammed (sav)'e tabi olanların birliğinin) cihetü'l-vahdeti (birlik yönü) tevhid-i İlâhîdir (Allah'ın birliğine iman ve ondan başka ilah olmadığını tasdik etmektir). Peyman (büyük yemin) ve yemini de îmandır. Müntesibîni (Intisab edenleri, girenleri), umum müminlerdir. Nizamnâmesi (tüzük metni), sünen-i Ahmediyedir (asm) (Peygamber (sav)'in sünnetidir). Kânunu (yasası), evâmir (emirleri, kanunları) ve nevâhi-i şer'iyedir (Kuran ahlakında yasaklanan şeylerdir). BU İTTİHAD (BİRLİK) ÂDETTEN (GELENEKTEN, ALIŞKANLIKTAN) DEĞİL, İBÂDETTİR.
İhfa (gizlenmek), havf (korkmak); riyadandır. Farzda riyâ yoktur. BU ZAMANIN EN BÜYÜK FARZ VAZİFESİ (GÖREVİ), İTTİHAD-I İSLAMDIR. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib (kollara ayrılmış), muhit (her şeyi kuşatan), merâkiz (karar yerlerini) ve maâbid-i islâmiyeyi (islamın ibadet yerlerini) birbirine rabtettiren (bağlayan) bir silsile-i nuraniyi (nurani silsileyi) ihtizaza getirmekle (harekete geçmekle) onunla merbut (bağlanmış) olanları ikaz (uyarma) ve tarîk-ı terakkiye (yükselme, ilerleme yoluna) bir hâhiş (istek) ve emr-i vicdanî (vicdani emir) ile sevk etmektir. BU İTTİHADIN MEŞREBİ MUHABBETTİR. HUSUMET, CEHALET VE ZARURET NİFAKADIR. GAYR-I MÜSLİMLER EMİN OLSUNLAR Kİ, BU İTTİHADIMIZ BU ÜÇ SIFATA HÜCUMDUR. GAYR-I MÜSLİME KARŞI HAREKETİMİZ İKNÂDIR (RAZI ETMEKTİR). ZİRA ONLARI MEDENÎ (FAZİLETLİ, TERBİYELİ) BİLİRİZ. VE İSLÂMİYETİ MAHBUP (SEVGİLİ) VE ULVÎ (YÜCE) GÖSTERMEKTİR. Zira onları munsif (insaflı) zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî olan ittihad-ı islâmın efkâr (fikirler) ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye (Halkın fikirlerine) arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 90-91)
Hutbe-i Şamiye, 90-91

"Yabancılar İttihad-ı İslam'a müsaade etmez" mantığı doğru değildir. İttihad-ı İslam'ın asıl engeli cehalet, zaruret ve nifaktır.

Beşinci Vehim: Ecnebilerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var?pembeli çiçek
Elcevab: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir (ürkektir). Zira merkez-i taassublarında İslâmiyet'in ulviyetine dair konferanslarla (Haşiye) takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i'lâ-yı Kelimetullah'a (İslam ahlakına) mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır (cahillikle Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine karşı olmaktır). Ve zaruret ve onun semeresi (neticesi) olan sû'-i ahlâk (kötü ahlak) ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.
Altıncı Vehim: Bazıları, "Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden ittihad-ı İslâm, hürriyeti tahdid eder (engeller) ve levazım-ı medeniyeye (medeniyete, modernliğe) münafîdir (karşıdır)" diyorlar.
Elcevab: Asıl mü'min, hakkıyla hürdür. Sâni'-i Âlem'e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. (Hutbe-i Şamiye, Sf. 96-97)
Hutbe-i Şamiye, 96-97