31 Aralık 2012 Pazartesi


Allah'ın Ruhunu Taşıdığını Bilen Bir İnsan Nasıl Yaşar?

Dış dünya bizim için yalnızca bir hayal olarak yaratılır ve biz de tüm bunları Allah'a ait olan ruhumuz ile izleriz. Bu gerçeğin şuuruna varan her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah'a ait olduğunu kavrar ve Rabbimiz'in bu üstün yaratışının hikmetlerini anlamaya çalışır. Dünya hayatının, kendisine gösterilen görüntüler doğrultusunda yaşadığı bir imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın ise sonsuz ahirette yaşanacağının farkına varır. Dünya hayatının geçici bir hayalden ibaret olduğunu anlayınca, maddi hiçbir varlığı olmadığını anladığı dünyaya ve dünya metaına karşı olan bağlılığından da vazgeçer. Asıl sevgisini, bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış olan, sonsuz kudret sahibi Rabbimiz'e yöneltir. Hırs ve tutkuyla, hayalden ibaret olan bir dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını anlar. Asıl olarak, varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışır. Allah'ın sevgisinin, hoşnutluğunun, rızasının ve cennetinin, hayal olarak yaratılan dünyadaki hiçbir şeyle değişilemeyecek kadar kıymetli olduğunu anlar.
manzara
Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah'ın bizim için yarattığı imtihanın bir parçasıdır. Bizim sorumluluğumuz ise, bunlar karşısında Allah'ın en razı olacağı umulan ahlakı gösterebilmektir..
Bu gerçeği kavramasıyla birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya hayatı için hırslara kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için çabalamak, bunun için zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek yerine, nimetlerin sonsuz olanının dilediği an insana sunulduğu cennet hayatını kazanmayı hedefler. Kendisine verilen kısa ömür sürecini, en güzel ahlakı göstererek, en güzel davranışlarda bulunarak geçirmeye çalışır. Her şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut eder ve bu sonsuz hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla çabayı harcar. Rabbimiz'in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe, Allah'ın cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap yarattığını anlar.
Tüm dünyasının gölge varlıklardan oluştuğunu ve mutlak var olanın yalnızca Yüce Rabbimiz olduğunu anlayan bir kişi için, dünyanın geçici hırsları değerini kaybeder. En korkutucu, en üzücü olduğunu sandığı olaylara karşı olan tüm bakış açısı değişir. Çünkü her şey, Rabbimiz'in kontrolünde, Allah'ın dilemesiyle yaratılan hayali varlıklardan ve hayali olaylardan oluşmaktadır. Rüyadan uyandığımızda, rüyamızdaki üzüntüler, sıkıntılar ve zorluklar nasıl tüm önemini kaybederse, bu gölge dünyada var olan olaylar, üzüntüler ve sıkıntılar da aynı şekilde önemsizdir. Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah'ın bizim için yarattığı imtihanın bir parçasıdır ve bizim sorumluluğumuz da bunlar karşısında Allah'ın en razı olacağı ahlakı gösterebilmektir. Bu imtihan içerisinde yaratılan hayali görüntüler, ahirette varlıklarını ve önemlerini tam anlamıyla yitireceklerdir. Geriye kalan sadece bunlara karşı gösterilen davranışlar, Allah rızası için yapılan salih ameller olacaktır. İnsan, bu gerçeği şimdi kavrasa da kavramasa da, ahiret hayatının başlamasıyla birlikte, dünyadaki her şeyin hayalden ibaret olduğunu, asıl gerçeğin ise Rabbimiz ve O'nun yarattığı ahiret olduğunu anlayacaktır. Bir ayette bu durum şöyle bildirilir:
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
manzara
İnsan, nasıl bir televizyon ekranına bakarken, oradaki karakterlerin tamamının hayali olduğunun farkında ise; onların yaptıklarına kızmıyor, başlarına gelenlere üzülmüyorsa, dünya hayatında da bu yanılgıya düşmemesi gerekir. Çünkü dünya hayatı, tıpkı televizyon ekranından seyrettiğimiz bir film gibi sürekli olarak bize izlettirilmekte olan görüntülerden oluşmaktadır. Rüyasında karşısındaki kişiye kızıp bağıran veya başına gelen olaylara üzülen bir insan, nasıl kalktığında boşa üzülüp kızdığını anlarsa, dünya hayatı için de aynı şeyler geçerlidir. İnsan, maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığını ister dünyada anlasın ister ahirette, yaşadığı endişelerin son derece anlamsız ve boş olduğunu eninde sonunda fark edecektir. Bu görüntüler, yalnızca birer deneme olarak yaratılmaktadır. Asıl olan bunların bir hayal olduğunun farkına varıp, Allah'ın rızasına uygun davranmak ve bu amaç için yaşamaktır.
Allah, insan için görüntüden ibaret olan bu dünyayı yalnızca bir deneme olarak yaratmış olduğunu ayetlerinde şu şekilde haber verir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, 'tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Dünya hayatını asıl hayat zannedenlerin durumunu ise   Allah Kuran'da şöyle haber verir:
İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
İnsanlar, dünya hayatında sahip olduklarını sandıkları şeylerin gerçekte bir hayal olduğunu kavradıklarında, boşa üzülüp hırslandıklarını, boşa vakit geçirip oyalandıklarını, maddi istek ve hırslarına boşa önem verdiklerini anlayacaklardır. Büyüklük tasladıkları insanların bir anda hayal varlıklar olduklarını görecek ve kibirlerinin yersiz olduğunu fark edeceklerdir. Her şeyi yaratan Allah'a karşı boyun eğici olmaları gerektiğini kavrayacak, daha huzurlu ve güzel bir hayat yaşayacaklardır. Kendilerini insanlara kanıtlamaları, onların gözünde nasıl göründüklerini sınamaları gerekmeyecek, insanlara karşı kin, nefret, kıskançlık gibi olumsuz duyguları yaşamayacaklardır. Her şeyin hayalden ibaret olduğunu bilen insanlar, hayali varlıklarla rekabet içinde olmayacak, birbirlerine bu yüzden kin ve düşmanlık beslemeyeceklerdir. Herkesin kendini sadece    Allah'a teslim ettiği bir ortamda, tevazu, teslimiyet, şefkat, sevgi ve samimiyet hakim olacaktır.
İnsan, tüm bu gerçekleri bu dünyada kabul etmek istemese de, ölüm ile karşılaştığında ve ölümünün ardından ahirette tekrar diriltildiğinde, her şeyi çok net olarak görmüş olacaktır. O gün, ayette belirtildiği gibi insanın "görüş gücü keskinleşecek" (Kaf Suresi, 22) ve insan her şeyi çok daha açık fark edecektir. Eğer dünyadaki yaşamını hayali amaçlar peşinde koşarak harcamışsa, orada hiç yaşamamış olmayı dileyecektir. Kuran'da bildirildiği gibi, "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) diyerek pişman olacaktır.
Tek mutlak varlığın Rabbimiz olduğu gerçeğini dünyada fark edenler, bu gerçekle birlikte, ahirette büyük pişmanlığı yaşamaktan da kurtulmuş olurlar. Dünya hayatında kendilerine verilen süreyi Allah'ı razı edebilmek, Rabbimiz'in dilediği şekilde yaşayıp O'nun emirlerini uygulamak için kullanırlar. Dünyaya değer vermenin anlamsızlığını; rahatlık, huzur ve mutluluk getirecek olanın, dünya hırslarına kapılmadan, yalnızca Allah için yaşamak olduğunu anlarlar. Bu, büyük bir nimet ve büyük bir kolaylıktır. İnsanı yıpratan yalancı hırslar, yalancı beklentiler, var olduğunu sanarak ilah edindikleri putlar (Allah'ı tenzih ederiz) tamamen ortadan kalkar. Her şeyi ve her yeri sarip kuşatanın bir ve tek olan Rabbimiz olduğunu kavrarlar. Allah'a teslim olarak, en büyük güveni ve rahatlığı kazanmış olurlar. Bir ayette, dünyaya dair sahte ilahlar edinen insanlar ile yalnızca Allah'ı İlah edinen kişi arasındaki fark şöyle haber verilmiştir:
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)
Allah'a inanan bir insan için, maddenin aslına dair gerçeği bilmek ve bunu derinlemesine düşünmek çok önemlidir. Çünkü Allah'ın her şeyi ve her yeri kapladığını bilen bir insan, Allah'a karşı hayatının her anında samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu dünyanın sona ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını aklından çıkarmaz. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz güzellikleri ve nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.

Maddenin Gerçeği ve Yok Olan Materyalizm

Bir materyalist için, maddesel dünya ile hiçbir zaman muhatap olmadığımız gerçeğini anlamak büyük bir yıkımdır. Bir materyalist için, Allah'ın verdiği bir ruh ile yaratılmış olmamız ve bize ait tüm maddesel dünyanın bu ruha gösterilen görüntülerden ibaret olması, -kendi çarpık materyalist bakış açısına göre- korku ve dehşet uyandırıcıdır. Çünkü bir materyalist için madde sözde bir ilahtır (Allah'ı tenzih ederiz). Materyalistler oluşturdukları sahte "maddecilik" dininde maddeye tapar (Allah'ı tenzih ederiz), yeryüzünde amaçsızlık, bilinçsizlik ve tesadüflerin var olduğuna inanırlar. "Yaratıldıkları" gerçeğine karşı çıkabilmek için, bir başlangıç ve bir son olduğunu reddederler. Açıklanamaz bir şekilde evrenin ezeli ve ebedi olduğu yanılgısını savunurlar. Bir insanın da, bir kuşun da, bir solucanın da hareketlerinin kaynağının şuursuz süreçler olduğu aldatmacasını öne sürerler ve bunların her birinin materyalist dünyanın birer ürünü olduğunu iddia ederler. Materyalizmin bu çarpık anlayışına göre, insanın iç dünyasında algılayan, düşünen, karar veren bir varlık yoktur. Sözde her şey, insanı meydana getiren "maddelerin" yani şuursuz hücrelerin, organellerin ve atomların sonucudur. Kısacası materyalizmin sahte dünyasında, madde dışında bir varlığa yer yoktur. Materyalizmin bu mantığının en önemli sebebi ise, Allah inancına karşı çıkabilmek, Allah'a ve ahirete iman etmekten kaçmaya çalışmaktır.
Materyalistlerin, Allah'ın varlığına iman etmemek için kendilerince öne sürdükleri en büyük dayanak ve delil, maddenin varlığıdır. Oysa bu kitap boyunca anlatılmakta olanlar, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçeği, yani dışarıda var olan maddenin bizim için yalnızca bir kopya olarak var olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bu bilgilerle, materyalizmin elindeki en büyük delil ortadan kalkmakta ve açıkça yok olmaktadır.
Maddenin aslı gerçeği, işte bu nedenle materyalistleri son derece rahatsız etmektedir.
Maddenin aslı konusu, geçmişte belli birkaç düşünürün ve bilim adamının görüp fark ettiği ve dile getirdiği bir kavram iken, bugün artık dünya tarihinde ilk defa bu kadar kesin ve karşı konulamaz bir gerçek olarak açıklanmaktadır. Büyük ve kesinleşmiş bilimsel bulgularla gündeme getirilen bu konu, bilimin gözardı edeceği, materyalist bilim adamlarının da inkar edebilecekleri gibi değildir. Kuantum fiziğinin ortaya koyduğu gerçekler ışığında materyalistlerin tek güvencesi olan madde, Allah'ın insan için yarattığı algı dünyasında bir hayale dönüşmüştür. Tüm dünyayı ve tüm varlığımızı kaplayan en somut olduğu sanılan şey, bir anda soyut bir kavram haline gelmiştir. Materyalistlerin, Allah inancına karşı en güçlü şekilde kullanabileceklerini sandıkları büyük delil, tüm bu bilimsel bilgiler ışığında aniden ortadan yok olmuştur. Yok olan yalnızca atomlar, moleküller değildir. Evler, arabalar, dev gemiler, gökler, dağlar, gezegenler, uzay ve nihayet insanın kendi bedeni, tümüyle hayal haline dönüşmüştür. Materyalistlerin kendilerine put ve ilah edindikleri (Allah'ı tenzih ederiz) madde iddiası artık son bulmuştur.
Artık materyalizmin tutunabileceği hiçbir delil yoktur. Materyalistlerin, kendilerince Allah'a karşı mücadele ederken güç bulup güvendikleri maddenin varlığı, artık açıklanamaz durumdadır.
Bu, Allah'ın inkarcılara kurduğu muhteşem bir tuzaktır.  Allah'a karşı mücadele edebileceklerini sananlar, bu gerçekle birlikte, çok güvendikleri ve sarsılmaz gördükleri sahte putlarının insan için bir hayale dönüştüğünü anlamışlardır. Çok güçlü sandıkları maddecilik iddialarının en temel dayanağını kaybetmişlerdir. Allah'ın sonsuz gücü ve kudreti açıkça karşılarındadır. Kuşkusuz ki, onların kurdukları tüm tuzaklar, yok olup gitmeye ve çöküşe uğramaya mahkumdur.
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.(Al-i İmran Suresi, 54)
Allah'ın muhteşem düzeni ile tüm varlıklarını yitiren materyalistler, dünya hayatında inkar ettikleri ahiret gerçeği ile er-geç buluşacak ve tüm diğer insanlar gibi Rabbimiz'in huzurunda hesap vereceklerdir. Dünyada sözde maddeyi ilah edinenler (Allah'ı tenzih ederiz), ahirette bir rüyadan uyandıklarını anlayacak, dünyada bir hayal uğruna mücadele vermiş olduklarını kavrayacaklardır. Ancak ahiretteki pişmanlık, geri dönüşü olmayan bir pişmanlıktır.
Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
"Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı."
"Artık bizim için ne bir şefaatçi var,"
"Ne de candan-yakın bir dost."
"Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik."
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
 (Şuara Suresi, 96-103)
Dünyada bulunduğu süre boyunca, insanın doğruyu görmeye ve Allah'a yönelmeye hala fırsatı vardır. Yaşam boyunca materyalizme inanmış olmak, yaşamın sonuna kadar aynı yanılgıyı sürdürmeyi gerektirmez. Ölmüş ve toprağa gömülmüş bir felsefe için mücadele etmek, insanın yegane fırsatı olan dünya hayatını buna harcaması, akıllı ve vicdanlı bir insanın yapabileceği bir şey değildir. Önemli olan, gerçeği gördükten sonra buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık anlaşılacak olan bu gerçeği geç olmadan anlamaktır.
şelale