31 Aralık 2012 Pazartesi


Bilincin Kaynağı: İnsan Ruhu

Buraya kadarki açıklamalar dahilinde, algıladığımız dış dünyanın bilincin içinde meydana gelen bir gölge dünyadan ibaret olduğunu ve maddesel varlığın aslına ulaşamadığımızı delillendirdik. Bu gerçekler ışığında, materyalist felsefenin öngördüğü "mutlak madde" kavramı tam olarak geçersiz kalmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, yine de açıklanması gereken önemli bir soru karşımıza çıkar. Peter Russell, bu soruyu şöyle özetlemiştir:
Bilim adamları, kompleks nöron ağının, nasıl bilinçli bir deneyim sağlayabildiğini soruyorlar. Bilinç gibi maddesel olmayan bir şey, nasıl maddesel dünya gibi bilinçsiz bir şeyden meydana gelebilir? Bu acaba verilerin sinir ağı boyunca kompleks bir biçimde şekillendirilmesinin bir sonucu mudur? Nöronların içindeki mikrotüplerin, kuantum uyumluluk etkilerinden mi kaynaklanıyor? Ya da başka bir şey midir?..105
Ki o, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale’den). Basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?
(Secde Suresi, 7-9)
manzara
Bu iki gerçekliği birbirinden ayırt ettiğimizde, bu soru tam tersi şekle dönüşür: Madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe ettiğimiz diğer tüm özellikler nasıl bilinçte meydana gelmektedir? Zihnin içinde bunu meydana getiren yöntem nedir?
Bu, gerçekten de açıklanması gereken önemli bir sorudur. Bilinç neden yapılmıştır? Bilinçte tüm bu hareketli dünyayı meydana getiren nedir? Bu soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim adamlarının halen cevabını aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları, konferanslar düzenledikleri, çözmeye çalıştıkları ama her nedense çözüm getirmekten çekindikleri bir sorudur. Bilincin kaynağının ne olduğu sorusu üzerine yazılmış yüzlerce kitap ve makale ve sayısız bilim adamının yorumu bu konuda beklenen açıklamayı vermemiştir. Bilinç konusu, 21. yüzyılın en büyük gizemlerinden biri olarak kabullenilmiş ve konuyla ilgili hemen her araştırmacı, yazar, profesör, bu konunun açıklamasız olduğunu belirterek sözlerine başlamış ve bu açıklamasızlığı vurgulayarak sözlerini bitirmiştir. Jeffrey M. Schwartz'ın şu sözleri, buna bir örnektir:
... Fiziksel beyin aktivitelerini zihinsel olaylarla bağlamak tartışılamaz bir bilimsel zafer olmasına rağmen, beyin üzerine çalışma yapan kişilerin pek çoğunu tatminsiz bırakmıştır. Çünkü ne nörobilimciler ne de filozoflar, nöronların davranışlarının, nasıl olup da öznel olarak hissedilen zihinsel durumları doğurduğunu, tatmin edici bir şekilde açıklayamamıştır. Aksine, nörobiyolog Robert Doty 1998 yılında, "nöronların faaliyet şekillerinin nasıl öznel farkındalığa dönüştüğü bilmecesinin insan varlığının ana gizemi olmaya devam ettiğini" savunmuştur.106
manzara
Bilinç konusu, materyalist bilim adamlarının empoze etmeye çalıştıklarının aksine açıklamasız değildir. Kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalistler her ne kadar bunu inkar etmek isteseler de, şuurlu bir insan, sahip olduğu üstün ruhun hiç tartışmasız farkında olacaktır.
Acaba bu konu gerçekten açıklamasız mıdır? Yoksa, bilim adamlarının görmek istemedikleri, beklemedikleri bir gerçeğe mi işaret etmektedir? Acaba kuantum fiziğinin savunucusu bilim adamları, yıllarca doğru kabul ettikleri materyalizmin etkisi altında mıdırlar? Yoksa onların gerçeği görmelerini engelleyen bir sebep mi vardır?
Bilinç konusu, kuşkusuz ki açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içindeki sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu gerçeğin fark edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının "hala çözümlenemeyen bilinç" iddialarının temel sebebi budur. Ruhun mutlak varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar "açıklamasız" damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh olduğu, insana ait gerçekliğin, "ben benim" diyen varlığın ruhuna ait olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran'da, insanı önce bedenen yarattığını, sonra da ona "ruhundan üflediğini" bildirmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi, 28 - 29)
Bilinç konusunu araştıran bilim adamlarının kabul ve itiraf etmeleri gereken en önemli gerçek budur. Stanford Üniversitesi madde bilimi ve mühendisliği profesörü William Tiller, bu gerçeği itiraf eden bilim adamlarındandır:
Benim modelime göre, gözlemci, dört katmanlı biyolojik bedenin içindeki ruh. Bu yüzden, o makinedeki hayalet gibi. 
Göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen, insanın "ruhudur".107

İnsan Ruhu ve Yok Olan Materyalizm

 Hayatınızı yaşamanızın yalnızca iki yolu vardır: Birincisi sanki hiçbir şey mucize değilmiş gibi yaşamak. Diğeri ise, sanki her şey mucizeymiş gibi yaşamak. Ben ikincisine inanıyorum.108
Albert Einstein
Ruhun varlığı, materyalistlerin yüzyıllardır uğruna mücadele ettikleri dinsizlik ilkesini bilimsel olarak ortadan kaldırmaktadır. Ruhun varlığı, materyalizmi öldürmekte, Allah'ın mutlak varlığını göstermektedir. Algılayanın, görenin, duyanın, idrak edenin, mutlu olanın, bir çiçeğin kokusundan zevk alanın, müzik dinlerken keyiflenenin, bu bedenden bağımsız bir ruh olduğunu bilmek, tüm insanların Allah'a karşı sorumluluklarını bilerek yaşamasını gerektirecektir. Tüm canlıların; tesadüfen, birbirlerinden evrimleşerek geliştiklerini ve nihayet insanın da şempanzelerle ortak bir ataya sahip olduğunu iddia eden evrim teorisi, ruh gerçeğinin kabulü ile yerle bir olacaktır. Dolayısıyla, materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda, yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist dünya düzeni ve görüşü, ruhun bilimsel kabulü ile altüst olacaktır.
materyalizm
Materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda, yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist dünya düzeni ve görüşü, ruhun varlığı ve bilimsel kabulü ile altüst olmuştur.
Materyalist bilim adamları, insanı insan yapan vasfın, insanın ruhu olduğunu bilirler. Ancak tüm bu sebeplerden dolayı, bilmediklerini iddia ederler.
Fred Alan Wolf, bu gerçeği şu şekilde ifade eder:
Günümüzde, Allah, bilim, ve ruhun birbiriyle örtüşmesini açıklamaya çalışan, en son yayımlanmış kitapların çoğunu incelediğinizde şu gerçeği hemen göreceksiniz: Ruh; sahip olduğu en temel özellikler (bunlar kutsallık ve ölümsüzlüktür) ve temel amacı (bilincin var olması için gerekli olduğu) ihmal edilerek, maddesel bir süreç olarak tanımlanmaya çalışılmakta veya ön plana çıkan kitap adlarına rağmen hiçbir zaman tartışılmamaktadır.109
Bilim adamlarının sözlerinden de anlaşıldığı gibi bilimsellik, sadece maddecilik üzerine kurulmuş bir kavram haline gelmiştir. Bilimsellik adına yapılan şey ise, salt ortaya çıkan gerçeği kabul etmektense, bunun materyalizme uyarlanmış şeklini kabul etmektir. Bu durumda, bugün karşı karşıya olduğumuz şey, oldukça büyük bir çelişkidir. Çünkü bilim, insan bilinci ile ilgili olarak insanın muhatap olduğu tüm maddesel dünyayı reddetmekte ama sözde bilimsellik adına bu bilimsel gerçek göz ardı edilmektedir.
Kaliforniya Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, bir bilim adamı olarak, bilimselliğin nasıl olması gerektiğini şu şekilde tarif etmektedir:
Bilimin farklı aşamalarından çıkan ve beni asıl endişelendiren kendi kibirim olmuştur. Benim bilimsel görüşüme uygun olmayan başkalarının fikirlerini küçümserken ne kadar da kibirli davranmışım. Dünyayı gezip yerli halklar ve insanlar ile tanışıp vakit geçirince, kibirimin uygun olmadığını anladım. H.G. Wells'in hikayesinde anlattığı adam gibi bilimsel açıdan kör olan bir ülkede tek gözlü adam kral olabilir. Aslında asıl kör olan bendim. Bilgi donanımı açısından yetersizdim. Bilimsel görüşlerime bağlı kaldıkça göremiyordum. Ben her şeyi gördüğümü düşünüyordum, fakat aslında hiçbir şeyi göremiyordum. Bu yüzden önceden gerçek zannettiğim şeyleri bırakmak zorunda kaldım ve böylece bu insanların görebildiklerini ben de gördüm. Sonunda bu yeni vizyona sahip olduğumda bilime bakış açım tamamıyla değişti. Böylece bilimi sadece bir araç olarak görmeye başladım; evrende tek önemli olan veya var olan şey olarak değil. Bilim, insan olabilmenin ne anlama geldiğini daha derinlemesine araştırmamıza yardımcı olacak bir araçtır. Fakat sanırım henüz bu noktaya gelemedik. Sanırım henüz uyanmış değiliz. Şu an hala hepimiz uyuyor ve sürekli içinde olduğumuz bataklıktan bizi kurtarması için zihnimize mekanik olarak güvenip rüya görüyor, umut ediyor ve istiyoruz. Ne zaman kalbimizi ve ruhumuzu beynimiz ile birlikte kullanırsak, işte o zaman bilim yeni bir dünya düzenine uyum sağlamaya başlayacak.110
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik: (artık o) ya şükredici olur ya da nankör.  (İnsan Suresi, 2-3)

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.  (Bakara Suresi, 164)
manzara
Fred Alan Wolf'un burada vurguladığı gerçek, bilimin, evrende hakim olan yaratılışı anlamak için yalnızca bir araç olduğu gerçeğidir. Bu üstün yaratılış ise yalnızca Allah'a aittir. Her şeyin sahibi tek gerçek Varlık Allah'tır. İnsan, beynini ve bilimi kullanarak Allah'ın yarattıklarını görebilir, onları keşfedebilir, bunların üzerindeki sanatı ve üstünlüğü kavrayabilir. Bilim, Allah'ın eserlerine ulaşmak ve onlardaki detayları görebilmek için yalnızca bir araçtır.
Bu gerçeğin farkına varmış bir diğer yazar ise What is Enlightenment? dergisinin editörlerinden Craig Hamilton'dır:
Yıllar geçtikçe dinden uzak bir anlayışla yetiştirilmiş olmama rağmen, kendimi manevi bir arayışa adadım ve kısa süre içinde bilimle ilgili ders kitaplarında tarif edilenin çok ötesinde derin bir gerçekliği hissetmeye başladım. Anlam, amaç ve gizemle dolu bu dünya ortaya çıktıkça, bilimin tüm gerçekliği açıklayabildiği iddiasını kabul etmem giderek güçleşti.
Evrimci biyologların, çocuklarımızı amaçsız bir evrende yaşadıklarına inandırmak için neo-Darwinizm'in henüz ispatlanmamış dogmalarını kullandıklarını görüyorum ve bir kez daha bilim adına duyduğum sempatiyi kaybediyorum.111
Materyalist bilim adamlarının da bu gerçeği fark etmeleri önemlidir. Çünkü "algılayan kim?" sorusunun tek bir cevabı vardır ve bu cevap artık fiziksel bir anlam taşımamaktadır: Algılayan, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. İnsanlar, bunu bilmedikleri veya bilmiyormuş gibi davrandıkları sürece, bilinç ile ilgili yaptıkları çalışmaların ve açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Kuantum fiziğinin vermiş olduğu delillerin gösterdiği gerçek açıkça göz ardı edilmiş olacaktır. Açıktır ki, insanı insan yapan şey, materyalistlerin iddia ettikleri her türlü maddesel kavramın ötesindedir. Buna maddesel bir açıklama aramak, gerçeği tam anlamıyla görmezden gelmektir ve bir zaman kaybıdır.
Beynimizdeki görüntüyü izleyen ruhumuzdur. Beynimizdeki kokuları, tatları alan, birisine dokunduğu zaman onu hisseden, karşımızdaki kişinin konuşmasını dinleyen ruhumuzdur. Sayısız delille anlattığımız ve günümüzde bilimsel olarak kanıtlanmış olan gerçek, algılayanın beyin olmadığıdır. Ünlü felsefeci Bergson'un belirttiği gibi, "dünya imgelerden yapılmıştır, bu imgeler ancak bizim bilincimizde vardır; beynin kendisi ise bu imgelerden bir tanesidir".112 Şu durumda, izleyen, sevinen, düşünen, şefkat duyan, yemeği lezzetli bulan, zevk alan, yumuşaklığı hisseden, yalnızca ruhumuzdur. İnsanı insan yapan vasıf, insanın kendi bedeninden bağımsız bir şeydir. Bir manzarayı seyretmekten zevk alan, küçük bir serçeye şefkat duyan, bir yemeğin lezzetinin farkına varan, güzel bir müzik dinlemekten keyif duyan, zor kararlar alabilen, düşünüp doğruyu bulabilen, kendi benliğini araştıran ve sonuçlara varan, insanın sahip olduğu ruhtur.
çocuklar
Bilinç, bedenin herhangi bir yerinde saklı değildir. İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu ruh, yalnızca Rabbimiz olan Yüce Allah'a aittir.
Kuantum fiziğinin kaşiflerinden ünlü fizikçi Erwin Schrödinger, yalnızca maddesel bedenin, algı dünyasının açıklaması olamayacağını şu şekilde açıklamaktadır:
...Çocuğunuzun ona yeni bir oyuncak aldığınız zaman size doğru gülümsemesindeki pırıltılı, sevinçli gözleri anımsayın ve sonra bırakın doktor size bu gözlerden hiçbir şeyin yayılmadığını anlatsın. Gerçekte, onların (gözlerin) nesnel olarak tek hissedilebilir işlevi, sürekli çarpan ışık kuantumlarını kabul etmektir. Gerçekte! Acayip bir gerçek! Onda (bu gerçekte) eksik bir şeyler varmış gibi görünüyor...113
Acaba, insanın düşüncelerinin, muhakeme ve yargı yeteneklerinin, karar alma mekanizmalarının, sevinç, heyecan, hayal kırıklığı gibi duygularının beyindeki nöronların hareketlerinin bir sonucu olduğunu düşünmek mantıklı mıdır? Şuursuz atomlar bir araya gelerek sevinmeyi, üzülmeyi, lezzeti, dostluğu, sohbet zevkini bilebilirler mi? Şuursuz atomlar bir araya gelerek, beyni inceleyen, bunun üzerine yorumlar yapan, bilinç konusu üzerine kafa yoran ve bir sonuç çıkarmaya çalışan bilim adamlarını meydana getirebilirler mi? İnsanı insan yapan, ona dış dünyayı algılatan, yalnızca bedeninin içinde dolaşan elektrik sinyalleri midir?
Bir şeye karar veren, bir şeyi özleyen, bir şeye sempati duyan, bir şeyin güzelliğine hayran kalan beyindeki hangi nörondur? Eğer bunların tümünü bilinç gerçekleştiriyorsa, bilinç beyindeki hangi nörondadır? Yeri neresidir? Hangi kimyasal reaksiyon bilinci meydana getirmektedir? Hangi kimyasal reaksiyon bir insanın elmayı sevmesine, ıspanaktan hoşlanmamasına karar vermektedir? Eğer her şey beynin içinde oluyorsa, bu durumda düşünen hangi nörondur? Karar veren hangisidir? Kararlarından dolayı heyecan duyan nöron nerededir? Materyalistlerin tüm bunların cevabını vermeleri gerekmektedir. Eğer "her şeyin kaynağı bilinç" sonucuna ulaştılarsa, bu durumda beynin içinde bilincin yerini göstermelidirler. Eğer her şey maddesel dünyadan ibaretse, bunu yapmaları gerekir. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bu demektir ki, insan bir nöron veya atom yığınından ibaret değildir. Bilincin var olduğu yer, beynin gizli bir bölmesi değildir. Bilinç bedenin herhangi bir yerinde de saklı değildir. İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu ruh, yalnızca Allah'a aittir.
Freud'un çalışma arkadaşlarından ünlü İsviçreli psikiyatrist Carl Jung, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
... Bilimin tamamı, tüm bilginin içinde kök saldığı ruhun bir fonksiyonudur. Ruh, bütün evrensel mucizelerin en büyüğüdür, bir nesne olarak o dünyanın conditio sine qua non'udur (olmazsa olmaz koşul – zaruri şart). Batı dünyasının (çok nadir istisnaları dışında) bu varlığı bu denli az değerlendiriyor gibi görünmesi son derece şaşırtıcıdır.114
kuş
İnsan, Allah'ın Ruhu'na sahip bir varlıktır. ve sonsuz olan bu ruhtur. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada bırakacak ama ruhu sonsuz varlığını ahirette sürdürecektir.
İnsan, sahip olduğu ruh ile onur, sevgi, saygı, dostluk, vefa, dürüstlük gibi kavramlara sahip olan, fikir yürütebilen, fikirlere karşı çıkabilen bir varlıktır. Nasıl parmağımızın ucundaki tek bir hücre düşünüp karar verme, üzülüp sevinebilme gibi yeteneklere sahip olamazsa, beyindeki benzer yapıya sahip nöronların da bu metafizik vasıflara sahip olma imkanları yoktur. Bu, insanların tümünün rahatlıkla görebileceği, bilimsel delillere ihtiyaç duymadan kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçektir. Nitekim, materyalistler de bu gerçeğin farkındadırlar. Ancak materyalist ön yargıları, bilimselliği yalnızca maddesel varlıklardan ibaret sanma yanılgısı, onları gerçekleri çarpıtma yoluna itmektedir. Oysa materyalizmi savunmak adına kabul ettikleri şeyler, ciddi bir mantık çöküntüsünün göstergesi olmaktadır. "Düşüncelerimiz atomlarımızın ürünüdür" diyen bir insanın, rüyalarını gerçek zanneden veya akıl almaz masallar uydurup sonra bunlara inanan bir insandan hiçbir farkı yoktur. Ancak materyalistler, her nedense, Allah'ın varlığını kabul etmek yerine, bu küçük düşürücü duruma düşmeyi göze almaktadırlar.
Gerçek olan şudur: İnsan, Allah'ın kendisine verdiği ruh ile algılayan, bu ruh ile düşünen, bu ruh ile konuşan, sevinen, mutlu olan, kararlar alan, ülkeler yöneten, topluluklara hükmeden bir varlıktır. İnsan, Allah'ın ruhuna sahip bir varlıktır ve sonsuz olan bu ruhtur. Beden, bu dünya için yalnızca bir araçtır. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada bırakacak ama ruhu varlığını sürdürecektir. Bu defa yaşamını sürdürdüğü yer, ya sonsuz cennet ya da sonsuz cehennem olacaktır.
Dereceleri yükselten Arş'ın sahibi (Allah), 'toplanma ve buluşma' günü ile uyarıp-korkutmak için, Kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine indirir. O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar olan Allah'ındır." Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mümin Suresi, 15-17)

Tek Mutlak Varlık, Rabbimiz olan Yüce Allah'tır

Tarih boyunca materyalistler, Yüce Rabbimiz'in her şeyin Yaratıcısı ve hakimi olduğu gerçeğini inkar edebilmek için, "maddenin mutlak olduğu" kandırmacasına büyük bir hırsla sarılmışlardır. Maddenin aslına dair açıklamalar işte bu yüzden son derece önemlidir. Çünkü bu bilgiler, yüzyıllardır sürdürülmeye çalışılan bu aldatmacanın geçersizliğini ispat etmektedir. Maddenin yalnızca bir kopyasıyla muhatap olabildiğimizi anlamak, insanın yalnızca etten kemikten oluşan bir madde yığını değil, ruh ve bilinç sahibi bir varlık olduğunu da kavramamızı sağlar. İnsandaki bu ruh ve bilinci yaratan ise Yüce Rabbimiz'dir ve insan, Allah'a ait bir kuldur. Dolayısıyla, yerlere ve göklere hakim olan tek Varlık, yalnızca Yüce Rabbimiz'dir.
Bu ise, Allah'ın kudreti, hakimiyeti ve sanatındaki mükemmelliğe karşı büyük hayranlık uyandıracak bir gerçektir. Allah; adeta kusursuz ve sayısız detaya sahip devasa evreni, hem dışarıda maddesel olarak var etmekte hem de bunu her insanın beyninde ayrı ayrı ve yalnızca bir hayal olacak şekilde yaratmaktadır. Her insanın beynindeki bu hayal içerisinde, evrendeki tüm ayrıntılar kesintisiz ve eksiksiz olarak sürekli var edilmektedir. Allah'ın bu yaratışı o kadar kusursuz ve mükemmeldir ki, hayalden ibaret olduğu çok açık olduğu halde, en küçük detaylara kadar her şey son derece gerçek ve inandırıcı görünmektedir. Rabbimiz'in bu yaratışında hiçbir eksiklik ya da kusur yoktur. Aklını kullanmayan insanlar bu kusursuzluğa aldanmakta, maddenin gerçeği ile muhatap olduklarını sanmakta ve gördükleri görüntünün hayal olabileceğinden bir an bile şüphe etmemektedirler.
manzara
Tüm bunları izleyen ise ruhumuzdur. Yeryüzündeki milyonlarca insan, her an kendisine gösterilmekte olan görüntüyü izlemektedir. Bu görüntülerle sevinç duymakta, düşünmekte, kararlar almaktadır. İnsanın tüm bunları yapabilmesi ancak ruhu sayesindedir. Bu ruh ise, Rabbimiz'in Kendi ruhundan üflediği bir parçadır. Bu da, tek mutlak Varlık'ın, bu ruhun gerçek sahibi olan Yüce Rabbimiz olduğunu açıkça göstermektedir. Allah'ın varlığı, kudreti ve gücü her şeyi ve her yeri kuşatmıştır. Algıladığımız madde sanılan tüm varlıklar, gerçekte Rabbimiz'in yarattığı bir görüntüdür. Bu görüntüyü seyreden de, Allah'ın Kendi ruhundan yarattığı varlıklardır.
Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
İnsan, Rabbimiz'in yaratışındaki bu harikalığı ve algıladığı dünyanın aslını görüp kavrayabilmek için Allah'a dua etmelidir. Çünkü tüm bunları yaratan Allah'tır ve dilediği anda bunları insana kavratacak olan da ancak O'dur. Bu gerçeğin farkına varmış olan bilim adamlarından Peter Russell bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
Sanırım benim gerçekliğim, tek gerçeklik. Ancak bazen, etrafımdakileri görmenin başka yolları da olduğunu anlıyorum. Ama bunun ne olduğunu bilmiyorum. Kendi kendime bunu anlayamıyorum; yardıma ihtiyacım var. Ama yardım için nereye gidebilirim? Diğer insanlar da benimle aynı düşünce sistemine yakalanmışlar. Benim yardım için gideceğim yer bunlardan çok daha derindir, materyalist anlayışın ötesinde bir bilinç düzeyidir – Allah'ın Kendisi'dir. Yardımı Allah'tan istemeliyim. Bunun için dua etmeliyim."115
Maddenin gerçeğini kavrayan insan, Allah'tan başka güç sahibi bir varlık olmadığını da kesin olarak kavramış olur. Bu kavrayış da, insanın kendisine yalnızca Allah'ı İlah edinip, samimiyetle Rabbimiz'e yönelmesine neden olur. Çünkü ruhun varlığını anlamak, insanın Allah'a kul olmasını engelleyen tüm materyalist iddiaları geçersiz kılar. Kişi, Allah'tan başka İlah edinebileceği başka hiçbir varlık olmadığını açık bir gerçek olarak görecektir. Dolayısıyla da dünya hayatına dair kendisine sunulan materyalist açıklamalara inanmayacaktır. Bu kavrayış ile birlikte, dünyaya olan tutkulu bağlılık, maddi çıkara dayalı hırslar, büyüklenme isteği ve menfaat beklentileri son bulacaktır. Her şeyin hayal olduğu bir dünyada kibirlenmenin, hırs yapmanın, övünmenin, maddi üstünlük elde etmenin hiçbir anlamı olmadığını anlayacaktır. Kişinin tek hedefi Allah'ı razı etmek ve asıl sonsuz hayatını yaşayacağı ahirette cenneti kazanmak için çaba harcamak olacaktır.
Allah'ın Yüce varlığı her yeri ve her şeyi kuşatmıştır. İnsanın dünya hayatında muhatap olduğu küçük büyük her türlü detay, Rabbimiz'in aklının, sanatının, kudretinin varlığının birer delilidir. Ancak materyalist felsefenin etkisinde kalarak maddeyi tek mutlak varlık zanneden insanlar, tüm bu mükemmelliği atfedebilecekleri yine maddesel olan bir varlık ararlar. Bu da yine, bir hayal içerisinde yaşadıklarını kavrayamamalarından kaynaklanır. Her şeyi sarıp kuşatan, zamandan ve mekandan münezzeh ve Yüce olan yegane Varlık, ancak Rabbimiz'dir. Allah bir ayette bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder... (En'am Suresi, 103)
Allah, bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi ve tüm varlığımızı kuşatmıştır. Allah'ın bilgisi dışında hiçbir şey yapamayız, hiçbir söz söyleyemeyiz, nefes dahi alamayız. Maddenin bizim için bir hayalden ibaret olduğu gerçeği ve ruhun varlığı, bu açık gerçeği kesin olarak göstermektedir. Tek mutlak Varlık olan Yüce Rabbimiz, insan için bir hayal olarak yarattığı dünyayı ve ruhundan üflediği insanı, kuşkusuz ki her yönüyle bilmektedir. Bu, Allah için çok kolaydır. "Dış dünya" olarak düşündüğümüz algıları izlerken, yani yaşarken, bize en yakın olan, etraftaki hayali nesneler ve insanlar değil, Rabbimiz'dir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)
Bir insan, eğer maddenin aslı ile muhatap olduğuna inanır, kendi bedeninin de maddeden oluştuğunu zannederse, büyük bir yanılgının içine düşer ve bu büyük gerçeği fark edemez. Allah'ın, gökte veya kendisinden uzakta olduğunu zanneder (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ın ona kendi bedeninden bile daha yakın olduğunun farkına varmaz. Oysa, dışarıda var olan maddeye asla ulaşamayacağını, her şeyin zihninde yaşadığı kopyalar olduğunu kavradığında, artık içerisi, dışarısı, arabası, kendisinden uzakta zannettiği Güneş, yıldızlar, tek bir satıhtadır. Allah, kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve kendisine sonsuz yakındır. Allah bu gerçeği, "Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım..." (Bakara Suresi, 186) ayeti ile haber vermiştir.
İnsanın bu gerçeği bilerek yaşaması çok önemlidir. Bunun farkında olmayan insan, yalnızca imtihan olmak için gönderildiği geçici dünya hayatını asıl hayat zanneder, tüm hırslarını, beklentilerini ve zevklerini bu dünyada yaşaması gerektiğini düşünür. Maddenin aslına ulaşabildiğine dair kesin inancı, onu Allah inancından uzaklaştırabilir ve ölüp ahirette Allah'ın huzuruna çıkarılacağı gerçeğini unutturabilir. Dünyayı mutlak zannedip bu hayali metaları kazanmak adına, ahirette büyük bir hüsran ile karşılaşabilir. Allah Kuran'da, bu gerçekle ilgili olarak insanları şöyle uyarmıştır:
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır(Fussilet Suresi, 54)