31 Aralık 2012 Pazartesi


Materyalizm Yıkıma Uğramış,
Yok Olmuştur

Bir Devrin Hurafesi: Materyalizm

manzara
Eski Yunan düşünürleri, tüm cisimlerin atom denilen küçük parçacıklardan meydana geldiğini düşünüyorlardı. Evreni ve tüm canlıları; hiçbir yönlendirme olmadan, hiçbir bilinçli müdahaleye maruz kalmaksızın, bu atomların şekillendirdiğini iddia ediyorlardı. Bu inanışa göre, madde ezeli ve ebedi idi ve maddenin dışında hiçbir varlık söz konusu değildi. Varlıkların yapı ve davranışlarında doğaüstü olayların müdahalesi kabul edilemezdi. Her şey, maddenin mutlak varlığı inancına dayanıyordu. Madde ezeli olduğuna göre, evren de ezeliydi ve bu anlayış ateizmin temelini oluşturuyordu. Tüm evren ezeli olarak varsa, sapkın materyalist inanışa göre maddenin ve evrenin yaratılmış olması imkansızdı.
Materyalizme göre, evren sonsuzdu ve dolayısıyla evrende bir amaç ve özel yaratılış da yoktu. Evrendeki tüm denge, ahenk, uyum ve düzen, materyalistlere göre sadece tesadüflerin eseri idi. Materyalizm her şeyin, şuursuz atomların rastgele bir araya gelmeleri sonucunda meydana geldiğini ve dış dünya her ne kadar mükemmel bir komplekslik, denge ve müthiş bir düzen sergilese de, tüm bunların amaçsız tesadüflerin bir sonucu olduğunu iddia ediyordu. Materyalist zihniyet, bu akıl dışı önkabule eski Yunan'dan beri sahipti.
Materyalizm, "amaç" ve "yaratılmışlık" fikirlerini reddettiği için, bir Yaratıcı'nın varlığını da reddediyordu. Daha doğru bir deyişle materyalizm, Allah'ın varlığını reddetmek için ortaya atılmış bir felsefe idi. Yeryüzünde Allah inancını inkar eden pek çok akım, ideoloji ve fikir sistemi, materyalizmi kendisine temel edinmişti. Yani dinsizliğin en etkin dini materyalizm olmuştu.
Virginia Üniversitesi'nden fizik profesörü Stanley Sobottka, materyalizm sapkınlığını şöyle tanımlamaktadır:
dna
Stanley Sobottka
Eğer biz buna (materyalist görüşe) inanırsak, buna göre yaşarsak, kendimiz de dahil tüm yaşantımızın tamamiyle fizik kanunlarına göre yönetildiğini kabul etmek durumunda kalırız. Bu durumda isteklerimize, arzularımıza, ümitlerimize, ahlaki düşüncelerimize, hedeflerimize, amaçlarımıza ve kaderimize hükmeden tek kanun, fizik kanunlarıdır. Madde ve enerji bizim birinci asıl hedefimiz, tüm tutkularımızın ve isteklerimizin amacı olmalıdır. Özellikle bunun anlamı, yaşantılarımızın vücutlarımızı da içeren maddiyatı elde etme amacına dayalı olması, buna odaklanması gerekmektedir veya maksimum maddesel hoşnutluğu, tatmini, zevki elde edebilmek için en azından bu maddi şeyleri düzenlemek veya değiştirmek gerekmektedir. Başka hiçbir amaç gözetmeden sadece tüm enerjimizi bu yönde harcamalıyız. Tüm bunlardan başka hiçbir seçeneğimiz yoktur çünkü tamamiyle fizik kanunlarına göre yönetilmekteyiz. Bu inançlar veya istekler tarafından kendimizi tuzağa düşmüş gibi hissedebiliriz ancak bunları başımızdan bir türlü defedemeyiz. Bize tamamen bu materyalist sistem hakim olur.
Kısaca özelleştirirsek bu materyalist felsefenin özeti "Ben bir vücudum" şeklindedir.1   
Eski Yunan'da, materyalizme göre dindar insanlar bilimselliğe karşıydılar. İşte bu yüzden materyalistler tarih boyunca Allah inancı ve bilim arasında bir anlaşmazlık varmış gibi bir görünüm ortaya koymaya çalıştılar. Oysa bilim Allah'ın varlığına dair deliller göstermekteydi, Allah inancı ile mücadele halinde olan ise materyalist zihniyet idi. (Bu elbette Darwinizm'i de kapsıyordu. Darwinizm ile mücadele, asıl olarak onun materyalist kaynaklı olması nedeniyledir.) Materyalistler, tarih boyunca varlıkların bir atom yığınından oluştuğunu, insan beyninin de bir hücre ağından başka bir şey olmadığını iddia ettiler. İnsan zihnine bir açıklama getiremediler; bunu, nöronların etkileşmesi olarak açıklamaya çalıştılar.
Materyalistler, kendilerini de bir hayvan veya makine olarak tanımlamaktan çekinmediler. Şuurlu bir varlık statüsünde olduklarını inkar ettiler. Kendilerini tesadüflerin var ettiğini iddia ettiler. Oysa bu büyük bir aldanış ve Allah'ı inkar etmek için kurgulanmış büyük bir yalandı.
Maddenin mutlak gerçekliğine inanan bu insanlar aslında, Delaware Üniversitesi Bartol Araştırma Enstitüsü'nden kuantum parçacık fizikçisi Stephen M. Barr'ın ifadesiyle eski dönem paganistlerinden neredeyse farksızdılar. Materyalistler, insanı, tıpkı eski paganlar gibi insandan aşağı varlıklar olarak tanımlamaktaydılar. Paganlar bunu, sözde maddeyi ilahlaştırarak yapmıştı; materyalist ise aynı şeyi, ruhu inkar edip her şeyi madde seviyesine indirgeyerek gerçekleştirdi. Paganlar, hareketlerin yörüngeler ve yıldızlar tarafından kontrol edildiğini söylemişti; materyalistler ise, kendilerinin, beyinlerindeki elektronların yörüngeleri tarafından kontrol edildiklerini iddia ettiler. Paganlar, ibadet etmek için hayvanların önünde eğilmişti; materyalistler ise kendilerinin hayvandan başka bir şey olmadığını iddia ettiler.2
Oregon Üniversitesi Kuramsal Bilimler Enstitüsü fizik profesörü Amit Goswami, materyalizmin insanlara aşılamak istediği temel mantığı şu şekilde açıklamıştır:
Bizler, birer makine olduğumuza inanmaya şartlandırıldık. Buna göre tüm hareketlerimiz; aldığımız uyarılar ve geçmişteki şartlanmalar tarafından kontrol edilmektedir. Tıpkı sürgünler gibi, hiçbir sorumluluğumuz veya hiçbir seçimimiz yok.3
Amit Goswami
Amit Goswami
Oysa insanı Allah yaratmıştır. İnsan, amaçsız ve sorumsuz bir varlık değildir, materyalistlerin iddiasının aksine şuursuz bir makine değildir. İnsan, Allah'a karşı sorumlu bir varlıktır ve yaptıklarının tümünden ahirette sorguya çekilecektir. 
İnsanları bu gerçekten uzaklaştırmaya çalışan materyalist mantık, eski Yunan'dan beri tarihin her döneminde aynı anlayış ile tarih sahnesinde yerini almıştı. Ama bu inanışın asıl olarak yaygınlaşıp yerleşik bir fikir sistemi halini aldığı asır 19. yüzyıl oldu. 19. yüzyılda, klasik fizikçilerin büyük bir çoğunluğu, maddenin ana öğelerinin tıpkı bilardo topları gibi, cansız, bölünemeyen atomlardan oluştuğunu ve evrendeki mükemmel düzen ve kompleksliğin kaynağının atomların rastgele hareketlerinin bir sonucu olduğunu sanıyorlardı. Onlara göre, yeryüzündeki canlılık da dahil olmak üzere her şey, bilinçsiz bir süreç içinde tesadüf eseri var olmuştu. Atomlar; bilinçsiz, şuursuz birliktelikler kurmuşlar ve şu anda karşımızda gördüğümüz mükemmel özellikleriyle dünyayı, dahası akıl ve şuur sahibi olan bizleri meydana getirmişlerdi. Materyalistler, bu iddiaları sıralayarak insanın bir Yaratıcı tarafından yaratılmadığını ve maddesel bir varlıktan öte bir şey olmadığını insanların zihinlerine kazımak istiyorlardı. Oysa insanın mükemmel sistem ve mekanizmalarla, olağanüstü bir akıl ve zihin gücüyle yaratılmış olduğu açık bir gerçektir. Yeryüzünde, materyalistlerin iddia ettikleri gibi bilinçsiz ve şuursuz olaylar, bunun sonucunda oluşan bilinçsiz yapı ve sistemler yoktur. Her şey, kimi zaman insanın kavrama gücünü aşan komplekslikler ve üstünlükler sergiler ve bu detaylar, hiçbir tesadüfi müdahaleye mahal vermeyecek derecede mükemmeldir. Yeryüzü, olağanüstü yaratılışın delillerini gösterir niteliktedir.
Bu gerçeklere rağmen, materyalistler şuursuz atomların her şeyin temeli olduğuna dair iddialarında ısrarlıydılar. Peki materyalistlere göre her şeyin sebebi olan atom nasıl bir şeydi?
atom
Atom, bir bakıma bir boşluktur ve bu gerçekten de doğrudur. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Nötron ve protonların birlikte oluşturduğu atom çekirdeğini, sadece 1 mm çapında, bir toplu iğne başı büyüklüğünde kabul edersek; çekirdeğin etrafında dönen elektron bu çekirdekten tam 100 metre uzaklıkta bir noktada bulunmaktadır.4
Çekirdekle elektronlar arasındaki bu büyük mesafe içinde ise var olan şey sadece boşluktur. Hiçbir şeyin, hiçbir maddenin bulunmadığı bu 100 metrelik boşluk, gerçek anlamda bir "boşluk"tur. İşte bu nedenle uzmanların atomu bir boşluk olarak kabul etmeleri bir bakıma doğrudur. İngiliz fizikçi Sir Arthur Eddington'un belirttiği gibi, "madde çoğunlukla hayalet gibi boş alandan oluşmaktadır."5
Daha kesin konuşmak gerekirse, atomun %99.9999999'unda hiçbir şey yoktur.
Kaliforniya Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, atomla ilgili olarak bu gerçeği şu şekilde açıklamıştır:
... bizim yaşadığımız gezegendeki hayatın, evrenin ne kadar boş olduğunu düşündüğümüzde, bir sürpriz olduğunu anlayabiliriz. Aslında, evrenin %99'dan fazlası hiçbir şeydir! Evrenin endişe verici bir hızla genişlemekte olduğunu dikkate alırsak, daha önce hiç olmadığı kadar çok hiçlik meydana gelecektir! Buna bu şekilde bakmak bizde hayranlık uyandırıcı bir saygı oluştururken, atom altı parçacıkların mikrodünyasını dikkate aldığımızda, durum daha da fenalaşır. Deyim yerindeyse, hiçbir şey yoktur.6
20. yüzyılın başlarında her şeyin en ufak parçası olarak kabul edilen atomun içinde dev bir boşluk olduğu, bu boşluğun içinde de bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlar olduğu biliniyordu. Maddenin de, atomun da, onun içindeki temel parçacıkların da işlevleri yalnızca genel hatlarıyla anlaşılmıştı. Peki atom çekirdeğinde, 10-18 metrelik bir alanda, yani santimetrenin milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda biri kadarlık bir alanda ne vardı? İşte bilim adamları bunu bilmiyorlardı.
atom1960'lı yıllarda, bilimsel alanda çok önemli bir keşif gündeme geldi. Protonun derinliklerinde, ismine kuark denilen parçacıklar olduğu fark edildi. Bu olağanüstü küçük parçacıklar, protonun artı yükünün ve nötronun yüksüzlüğünün sebebiydiler. Zamanla yapılan araştırmalar sonucunda anlaşıldı ki, atomun 0.0000001'ini oluşturan hacmin içinde müthiş bir dünya var.
Materyalistler, atomun derinliklerine doğru indikçe ve maddenin en küçük yapı taşının olağanüstü detaylarını gördükçe, çözümü bu konudaki teorilerini farklı bir yönde geliştirmekte buldular. Tüm evrenin bilinçsizce, rastgele bir şekilde ortaya çıkması için, yalnızca atomların değil, atomun içindeki dünyanın, yani atom altı parçacıklarının parçacık hareketlerinin de nasıl meydana geldiğini açıklamaları gerekiyordu. Yegane varlığın madde olduğu iddiası, materyalist zihinlerdeki yerini korumaktaydı. Ta ki, kuantum fiziği keşfedilinceye kadar...
Allah yaratmayı başlatır…sonra onu iade eder,
sonra da siz O'na döndürülürsünüz. (Rum Suresi,11)
manzara

Materyalizmi Bilimsel Olarak Yok Eden Keşif: Kuantum Fiziği

Isaac Newton
Isaac Newton
Fiziki evrenin inşa edilme şekli, ruhun varlığına işaret etmeye yeterlidir. Benim ruhu bulduğum noktalar kuantum mekaniğinin işleyişi ya da kuantum fiziği diyebiliriz, bunlar, fiziki dünyanın ardında ruhla bağlantılı bir temel olabileceğini gösteriyor.7 (Kaliforniya Üniversitesi'nden ünlü parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf)
Isaac Newton'a göre ışık, "corppuscule" adı verilen bir madde akımıydı. Tümüyle parçacıklardan oluşuyordu. Bir başka deyişle kuantum fiziği keşfedilene kadar kabul gören geleneksel Newton fiziğinin temeli, ışığın bir parçacık yığını oluşuna dayanıyordu. 19. yüzyıl fizikçilerinden James Clerk Maxwell ise ışığın dalga davranışı gösterdiğini öne sürüyordu. Kuantum teorisi, fiziğin bu en büyük tartışmasını uzlaştırdı.
1905 yılında Albert Einstein, ışığın kuantalara, yani enerji paketçiklerine sahip olduğu iddiasını ortaya attı. Bu enerji paketçiklerine foton adı veriliyordu. Parçacık olarak adlandırılsalar da, fotonlar 1860'larda James Clerk Maxwell'in iddia ettiği gibi dalga hareketine eşit şekilde gözlemlenebiliyordu. Dolayısıyla ışık, dalga ve parçacık arasında bir geçiş gibiydi.8 Ancak bu durum, Newton fiziği açısından oldukça büyük bir çelişki sergiliyordu.
Isaac Newton
Max Planck
Einstein'ın hemen ardından Alman asıllı fizikçi Max Planck, ışık üzerinde çalışmalar yaparak, ışığın hem dalga hem de parçacık halinde bulunduğu değerlendirmesini yaptı ve tüm bilim dünyasını şaşırttı. Kuantum teorisi adı altında ortaya attığı bu teoriye göre enerji, düz ve sürekli değil, kesik, kopuk ve noktasal paketçikler halinde yayılıyordu. (Kuantum kelimesi, Latince'de "nicelik", fizikte ise "parçacık" anlamına gelmektedir.) Bu düşünce Planck sabiti olarak matematiğe kazandırıldı. Kuantum olayında ışık, hem madde hem de dalga özelliği göstermekteydi. Foton denilen maddeye, uzayda bir de dalga eşlik etmekteydi. Yani ışık, uzayda yol alırken dalga gibi, önüne engel çıkınca aktif bir parçacık gibi davranmaktaydı. Bir başka deyişle ışık, önüne bir engel çıkana kadar bir enerji şekline bürünüyor, bir engelle karşılaştığında ise sanki maddesel bir varlığı varmış gibi kum tanelerini andıran parçacıklar şeklini alıyordu. Bu teori, Planck'ın ardından Albert Einstein, Niels Bohr, Louis De Broglie, Erwin Schroedinger, Werner Heisenberg, Paul Adrian Maurica Dirac ve Wolfgang Pauli gibi bilim adamları tarafından geliştirildi. Her birine bu büyük buluştan dolayı Nobel ödülü verildi.
 
light
Amit Goswami, ışığın bu yeni keşfedilmiş özelliği ile ilgili şunları söylüyordu:
Işık, dalga olarak görülebildiği zamanlarda, aynı anda iki veya daha fazla yerde olma yeteneğinde olur. Bir şemsiyenin deliklerinden geçer ve dağılma özelliği gösterir. Ancak ışığı bir fotoğraf filminde yakaladığımızda, parçacık taneleri gibi aralıklı ve nokta nokta bir özellik gösterir. O halde ışık hem parçacık hem de dalga olmalıdır. Çelişkili, değil mi? Söz konusu olan eski fiziğin siperlerinden biri: birden fazla yoruma yer vermeyen kesin bir izah. Söz konusu olan bir diğer şey de nesnellik kavramı: Işığın doğası, yani ışığın ne olduğu, onu nasıl gözlemlediğimize mi bağlı?9
Bilim adamları, artık maddenin cansız, kör ve anlaşılmaz parçacıklar olduğuna inanmıyorlardı. Bir başka deyişle kuantum fiziği, materyalist bir anlam taşımıyordu. Çünkü maddenin özünde, maddesel olmayan bir şeyler vardı. Einstein, Phillip Lenard ve Compton ışığın tanecik yapısını araştırırken, Louis De Broglie de dalgaların yapısını incelemeye başladı. Broglie'nin keşfi ise olağanüstüydü. Yaptığı çalışmalar sonucunda atom altı parçacıkların da dalga özellikleri gösterdiklerini gözlemlemişti. Elektron, proton gibi parçacıklara da dalga boyu eşlik etmekteydi. Yani materyalizmin mutlak madde olarak tanımladığı atomun içinde, materyalistlerin inancının aksine madde değil, aslında var olmayan enerji dalgaları vardı. Atomun içindeki bu küçük parçalar, tıpkı ışık gibi, istedikleri zaman dalga gibi davranıyor, istedikleri zaman da parçacık özelliği gösteriyorlardı. Yani materyalist yoruma göre atomun içinde "mutlak şekilde var olan madde", materyalistlerin beklentilerinin aksine kimi zaman görülebilir oluyor, kimi zaman da yok oluyordu. Bu önemli keşif, gerçek dünya zannettiğimiz görüntülerin birer gölge varlık olduğunu, maddenin, fizikten tamamen uzaklaştığını ve metafiziğe yöneldiğini gösteriyordu.10
ışığın hareketi
20. yüzyılın başlarında Max Planck, ışığın hem dalga hem de parçacık özelliği gös-terdiği değerlendirmesini yaparak "kuantum teorisini" ortaya attı.
Fizikçi Richard Feynman, atom altı parçacıkları ve ışıkla ilgili bu ilginç gerçeği şu sözlerle açıklıyordu:
"Elektronların ve ışığın nasıl davrandıklarını artık biliyoruz. Nasıl mı davranıyorlar? Parçacık gibi davrandıklarını söylersem yanlış izlenime yol açmış olurum. Dalga gibi davranırlar desem, yine aynı şey. Onlar kendilerine özgü, benzeri olmayan bir şekilde hareket ederler. Teknik olarak buna "kuantum mekaniksel bir davranış biçimi" diyebiliriz. Bu, daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir davranış biçimidir... Bir atom, bir yay ucuna asılmış sallanan bir ağırlık gibi davranmaz. Çekirdeği saran bir bulut veya sis tabakasına da pek benzemez. Daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir şekilde davranır. En azından bir basitleştirme yapabiliriz: Elektronlar bir anlamda tıpkı fotonlar gibi davranırlar; ikisi de aynı şekilde "acayiptir". Nasıl davrandıklarını algılamak bir hayal gücü gerektirir; çünkü algılayacağınız şey bildiğiniz her şeyden farklıdır... Bunun neden böyle olabildiğini hiç kimse bilemiyor."11
Tüm bunları özetlersek, kuantum mekanikçilerinin söyledikleri, nesnel dünyanın bir illüzyon olduğuydu.12 Max Planck Institude of Physics (Max Planck Fizik Enstitüsü) yöneticisi Prof. Hans-Peter Dürr, bu gerçeği şu şekilde özetliyordu:
Madde her ne ise, maddeden yapılmamıştır.13
1920'lerde en ünlü fizikçiler, Paul Dirac'tan Niles Bohr'a, Albert Einstein'dan Werner Heisenberg'e kadar herkes, kuantum deneylerinin sonuçlarını açıklamak için uğraştı. Sonunda, 1927'de Brüksel'deki beşinci Solvay Fizik Kongresi'nde bir grup fizikçi –Bohr, Max Born, Paul Dirac, Werner Heisenberg ve Wolfgang Pauli– Kuantum Mekaniğinin Kopenhag Yorumu olarak adlandırılan bir uzlaşmaya vardılar. Bu isim, grubun liderliğindeki Bohr'un çalıştığı yerin adıydı. Bohr, kuantum teorisinin öngördüğü fiziksel gerçekliğin, bir sisteme dair bizim sahip olduğumuz bilgi olduğunu ve bu bilgiye dayanarak ortaya attığımız tahminler olduğunu öne sürdü. Ona göre bizim beynimizdeki bu "tahminler", "dışarıdaki" gerçek ile alakasızdı. Yani "içimizdeki dünya", Aristo'dan bu yana fizikçilerin merak ettiği başlıca konu olan "dışarıdaki gerçek" dünya ile ilgili değildi. Fizikçiler, bu görüş ile ilgili eski düşüncelerini bir kenara atmışlar ve kuantum anlayışının fiziksel sistem üzerinde yalnızca "bizim bilgimizi" temsil ettiği konusunda hemfikir olmuşlardı.14 Bir başka deyişle bizim algıladığımız maddi dünya, yalnızca bizim beynimizdeki bilgiler ile var oluyordu. Yani dışarıdaki maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olamıyorduk.
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü,durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.  (Araf Suresi,54)
kolaj
ay
Kuantum fiziğine göre maddenin varlığı, bir "algılayanın" varlığına bağlıdır. Dolayı-sıyla, biz Ay'a bakmadığımız zaman Ay olarak gördüğümüz cisimden yayılan dalgalar söner ve dalga artık zaman-mekan kavramı içinde var olmaz. Kuantum fiziğine göre, gözlemci olmadığı sürece, Ay gökyüzünde değildir.

Jeffrey M. Schwartz, Kopenhag yorumuna göre ortaya çıkan sonucu şu şekilde tanımlıyordu:

Fizikçi John Archibald Wheeler'ın söylediğine göre: "Hiçbir olay, gözlemlenmeden, bir olay değildir."15
Özetle, kuantum mekaniğinin tüm geleneksel yorumu, bir "algılayanın" varlığına bağlı idi.16
Amit Goswami, bu gerçeği şu şekilde tanımlamıştı:
Şunu sorduğumuzu varsayalım: Yukarıya bakmadığımızda da Ay hala yerinde midir? Ay, sonuçta bir kuantum objesi olduğu için (tamamen kuantum objelerinden oluştuğu için), fizikçi David Mermin'in de belirttiği gibi buna hayır demeliyiz.
The Mind and The Brain (Zihin ve Beyin) kitabı
Zihin ve Beyin
Belki de en önemli ve çocukluğumuzda özümsediğimiz en sinsi zan, dışarıda var olan objelerin maddesel dünyasının, gözlemleyenlerin oluşturduğu objelerden bağımsız olduğudur. Bu zannın lehinde dolaylı kanıtlar bulunmaktadır. Örneğin biz Ay'a baktığımızda, onun klasik olarak hesaplanmış yörüngesinde olmasını beklediğimiz yerde buluruz. Doğal olarak, biz ona bakmasak bile, zaman-mekan kavramı içinde Ay'ın mutlaka orada olduğunu zihnimizde tasarlarız. Kuantum fiziği ise buna hayır der. Biz Ay'a bakmadığımızda, her ne kadar çok küçük miktarlarda da olsa, Ay'ın olası dalgaları yayılır. Biz ona baktığımızda, dalga hemen söner ve dalga artık zaman mekan kavramı içinde olmaz. İdealist bir metafizik varsayımı belirtmek daha anlaşılır olacaktır: Eğer ona bakan bilinçli bir kişi bulunmuyorsa, zaman mekan kavramı içinde hiçbir obje yoktur.17
Bu elbette bizim algı dünyamız için geçerlidir. Elbette dış dünyada Ay'ın varlığı aşikardır. Ama biz baktığımızda ancak Ay'ın kendi algı dünyamızdaki varlığı ile karşılaşırız.
Kaliforniya Üniversitesi'nden nörobilimci ve psikiyatri profesörü Jeffrey M. Schwartz ise, kuantum fiziğinin gösterdiği bu gerçekle ilgili olarak The Mind and The Brain (Zihin ve Beyin) kitabında şu satırlara yer vermiştir:
Kuantum fiziğindeki gözlem güçlü bir şekilde ifade edilememektedir. Klasik fizikte (Newton fiziği) gözlemlenen sistemler, onu gözlemleyen ve araştıran bir bilincin varlığından bağımsız olarak bir varlığa sahiptir. Ancak kuantum fiziğinde, yalnızca gözlemleme sonucunda fiziksel bir niceliğin gerçek bir değeri olur.18
Jacob Bronowski'nin "The Ascent of Man" kitabı
İnsanın Yükselişi
Jeffrey M. Schwartz, çeşitli fizikçilerin konuyla ilgili yorumlarını ise şu şekilde özetlemiştir:
Jacob Bronowski'nin "The Ascent of Man" kitabında belirttiği gibi: "Fizik bilimlerinin bir amacı, maddesel dünyanın tam bir görüntüsünü vermekti. 20. yüzyılda fizikteki en büyük başarılardan biri ise, bu amacın elde edilemez olduğunu kanıtlamak oldu."
Heisenberg'e göre ise, objektif gerçeklik "buhar olup uçmuştur". 1958 yılında şunları itiraf etmiştir: "Kuantum teorisinde matematiksel olarak formüle ettiğimiz doğanın kanunları, artık doğrudan parçacıklarla ilgili değildir, parçacıklar hakkındaki bilgimizle ilgilidir."
Bohr ise, "Fiziğin görevinin, doğanın nasıl olduğunu bulabilmek olduğunu düşünmek yanlıştır. Fizik, doğa hakkında bizim ne söyleyeceğimizle ilgilidir." demiştir.19
Ülkemizde de gösterilen "What the Bleep Do We Know" (Ne Biliyoruz ki?) belgesel filimindeki konuk fizikçilerden Fred Alan Wolf ise bu gerçeği şu şekilde tanımlamıştır:
Nesneleri oluşturanlar, daha fazla nesneler değildir. Nesneleri oluşturanlar fikirler, kavramlar ve bilgidir.20
80 yıl süren insan zekasının gerçekleştirebileceği en ilginç ve hassas deneylerden sonra kesin ve bilimsel olarak ispatlanmış olan kuantum fiziğine karşı hiçbir karşıt görüş yoktur. Yapılmış deneylerin getirdiği sonuçlara önerilebilen bir karşıt görüş de yoktur. Kuantum teorisi, yüzlerce farklı yönden mümkün olan her türlü denemeye tabi tutulmuş ve bilim adamlarının geliştirdiği her türlü testi geçmiştir.21 Sayısız bilim adamına Nobel ödülü kazandırmıştır ve hala kazandırmaktadır. Koşulsuz olarak tek gerçek şeklinde kabul edilmiş Newton fiziğinin getirdiği en temel kavramı, mutlak madde kavramını ortadan kaldırmıştır. Eski fiziğin destekçileri, maddenin tek ve gerçek varlık olduğuna inanan materyalistler, kuantum fiziğinin getirdiği "maddesizlik" gerçeği karşısında gerçek bir bocalama yaşamışlardır. Artık tüm fizik yasalarını metafizik içinde aramak zorundadırlar. Bu büyük şok, 20. yüzyıl başlarında, materyalistlere, şu an bu satırlarda tarif edilemeyecek kadar büyük bir şaşkınlık yaşatmıştır. Kuantum fizikçisi Bryce Dewitt ve Neill Graham bu durumu şu şekilde tarif etmektedirler:
Modern bilimin hiçbir gelişmesi, insan düşüncesi üzerinde kuantum teorisinin ortaya çıkışından daha derin bir etki bırakmamıştır. Yüzyıllar boyunca oluşan düşünce kalıplarından acı çeken bir kuşak öncenin fizikçileri, yeni bir metafiziği kucaklamak zorunda kaldılar. Bu yeni yönlenmenin yol açtığı sıkıntı günümüze kadar devam etti. Temel olarak fizikçiler ciddi bir kayıpla karşılaştılar: Gerçeğe olan bağlılıkları.22