31 Aralık 2012 Pazartesi


Bizim İçin "Gerçek" Nedir?

"Kendilerini gördüğümüz ve dokunduğumuz için ve bize algılarımızı verdikleri için nesnelerin varlığına inanırız. Oysa algılarımız sadece zihnimizde var olan fikirlerdir. Şu halde algılar aracılığıyla ulaştığımız nesneler fikirlerden başka bir şey değildirler ve bu fikirler, zihnimizden başka yerde bulunmazlar zorunlu olarak… Bütün bunlar mademki sadece zihinde var olan şeylerdir, öyleyse evreni ve şeyleri zihnin dışında varlıklar olarak hayal ettiğimizde, yanılmaların içine düşmüş oluyoruz demektir…"65
George Berkeley
Herhangi bir varlığı görmemiz, onun sesini duymamız veya ona dokunmamız, dışarıdaki maddesel dünyanın niteliği hakkında hiçbir bilgi vermemektedir. Bizim için bir maddeyi madde yapan, onun fiziksel varlığına dair bize delil veren şey, onu algılıyor oluşumuzdur. Ama aslında bizim algı dünyamızda, algının gerçekleştiği merkez olan beynin içinde ne görüntü, ne ses, ne lezzet, ne de koku vardır. Beynin içi zifiri karanlıktır, beynin içi sessizdir. Beynin içinde kokuyu algılayan, oluşan görüntüleri izleyen küçük varlıklar yoktur. Dolayısıyla, beynin içinde görüntülerin ve seslerin oluşması mantıksızdır, anlamsızdır ve bilimsel olarak imkansızdır. Ancak bizler, bu zifiri karanlık ve sessiz mekanın içinde, hayranlık uyandırıcı derecede mükemmel, renkli, hareketli ve net bir dünya görürüz. Bu öyle bir dünyadır ki, yalnızca beynimizin içinde oluşan bir algı dünyası olmasına rağmen, gerçekliği oldukça ikna edicidir.
Beyinde, dünyanın en mükemmel kamerasından daha kaliteli görüntü sağlayan, en gelişmiş üç boyutlu sinema ve televizyondan daha net ve renkli bir görüntü meydana gelmektedir. Beyinde, en gelişmiş müzik sisteminden daha mükemmel olan, daha net ve çok boyutlu, gerçeğinden ayırt edilemeyen sesler meydana gelmektedir. Yine beyinde, parfümün, gülün kokusu oluşmakta; sıcak, soğuk hissi mükemmel şekilde meydana gelmektedir. Bu kusursuz netlikteki dünya, Allah'ın dilemesi ile kesintisiz olarak bizlere sunulmaktadır.
Kalabalık bir pazar yerinde etrafına bakan insan, etrafta koşuşturmakta olan çocukları, alışveriş yapan birbirinden farklı insanları, rengarenk vitrinleri, yiyecekleri, yol boyunca dolaşıp duran sokak kedilerini, sıcak havayı, civardaki kafeteryalardan yükselen yemek kokularını aynı anda algılayıp hissedebilmektedir. Kimi zaman yanındaki kişiyle sohbete dalmakta, yanından geçen tanıdığı kişilere selam vermekte, etraftaki çiçekleri koklamaktadır. Ama aslında bu insan, sadece beyninin içinde oluşan bir görüntüyü izlemektedir. Etrafında gördüğü kalabalık, gözlemlediği detaylar, burnuna gelen hoş kokular, beyninin içindeki hayali ekranda oluşmaktadır. O ise, duyuları vasıtasıyla kendisine izlettirilen görüntüyü seyretmekte ve hissetmektedir. Bunların tümü, bu kişinin yaşantısıdır ama aslında her biri onun beyninde oluşan algılar bütününden başka bir şey değildir.
Gerçekte içinde bulunduğu ortam, yani bu dünyanın aslı, kişinin kendisine hissettirilen gibi midir? Bunu bilemeyiz. Gerçekten etrafında kalabalık insanların olup olmadığı veya çiçeklerin kokusunun bütün ortamı kaplayıp kaplamadığı konusuyla ilgili bir bilgi edinmemiz mümkün değildir. Bize gösterilen, yalnızca ortamın algıladığımız şeklidir. Bizim için dış dünya, yalnızca algıladığımız dünyadır. Organlarımızın bize ilettiği elektrik sinyalleri ortadan kalktığında, dışarıda bir dünya olmasına rağmen, bizim dış dünyamız da ortadan kalkacaktır.
Biz; bize iletilen, ulaştırılan ve gösterilen kadarını bilebiliriz. O da zihnimizin içinde olan bitenlerin tamamıdır.
Gerard O'Brien, dış dünya ile algıladığımız dünya kavramını şu şekilde açıklar:
Bizim yaşadığımız dünyanın, bir anlamda kafalarımızın içinde oluşturulan dünyanın, gerçekte dünyanın aslı olup olmadığı ile ilgili bir soru akla geliyor. Çünkü eğer bir dizi teorisyenin benimsediği gibi dünyanın aslında beynimizde oluşturulduğunu kabul edersek, bu durumda bizim dünyada tecrübe ettiklerimiz ile deneyimlerimiz dışındaki gerçek dünya arasındaki benzerlik gerçek bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor. Eğer bizim dünyadaki deneyimlerimiz ile dünyanın gerçekte nasıl olduğu arasında büyük uyuşmazlıklar olduğunu düşünüyorsanız, bu durumda bizim gördüğümüz dünyanın ve deneyimlerimizin bir bakıma hayal olduğu düşünülebilir.66 (vurgu orijinaline aittir.)
hayat
Bizler; bize iletilen, ulaştırılan ve gösterilen kadarını bilebiliriz. O da zihnimizin içinde olan bitenlerin tamamıdır. İnsanın çalıştığı iş yeri, evi, yaşantısı, aslında tümüyle zihnindedir. Bizler, dışarıda var olduğuna emin olduğumuz o maddesel dünyanın yalnızca hayali bir kopyasını görmekteyiz.
Şu durumda bize göre gerçek nedir?
İnsanın gerçeklik dediği şey, beyninin ve hislerinin dışında maddi olarak var olan bir gerçek dünyaya işaret eder. İnsan, bu dünyayı gözlemlese de gözlemlemese de bunun varlığına olan inancı tamdır. Sabah kalktığında kendi odasının içinde olduğundan emindir. Bürosunu ve bürosundaki bilgisayarının tam olarak bulundukları yerde olduklarını varsayar, ertesi sabah tekrar işe gittiğinde bunları burada bulacağından da emindir. Günün sonunda eve gitmek için yola çıktığında evinin orada olacağını farz eder. Arkadaşlarının, ailesinin, tanıdıklarının, akrabalarının, onları görse de görmese de var olduklarını kabul eder. Her gün yaşadığı ve tekrarladığı bu günlük tecrübelerin çoğu, tüm bu durumları sorgulamaya mahal vermemekte, hatta tam tersine tüm bunları teyid edecek şekilde gerçekleşmektedir.
Ama aslında bunların tümü zihnimizdedir. Bize hissettirilen şeylerdir. Dışarıda var olduğuna emin olduğumuz o maddesel dünyanın yalnızca hayali bir kopyasını görmekteyiz. Bizim dünyamızı, sadece sahip olduğumuz algılar meydana getirmektedir.
Susan Blackmore, beynin içindeki bu dünyayı, şu şekilde tanımlamıştır:
Zihin, kişisel bir tiyatro gibidir. Ben, bu tiyatronun içinde, kafamın içinde bir yerlerdeyim ve gözlerimden dışarı doğru bakıyorum. Ama bu, çok duyulu bir tiyatrodur. Bu nedenle, dokunuşları, kokuları, sesleri ve hisleri de tecrübe edebiliyorum. Ayrıca ben, hayal gücümü de kullanabiliyorum. İç gözüm veya iç kulağım sayesinde zihinsel bir ekran üzerinde görüntüleri ve sesleri görünür hale getirebiliyorum. Bunların tümü benim bilincimi oluşturuyor ve "ben" bunları tecrübe eden izleyiciyim.67
Bizim gözlemlediğimiz dünya, yalnızca bir kopya dünyadır. Işıklarla donatılmış bir lunapark, beyinde oluşan bir kopya görüntüdür. Kaynağı yalnızca elektrik sinyalleridir. Çevremizdeki insanların, yakınlarımızın, etraftaki kuşların sesleri, beynimizin içinde oluşan kopya seslerdir. Kaynağı yalnızca elektrik sinyalleridir. Yediğimiz bir meyvenin tadı ve kokusu, beynimizde oluşan kopya lezzet ve kopya kokudan ibarettir. Meyvenin aslını yememiz imkansızdır. Beynimizdeki meyvenin her türlü özelliğinin kaynağı elektrik sinyalleridir. Hiçbir zaman Güneş'in gerçek sıcaklığını, denizin gerçek serinliğini ve bir buz parçasının gerçek soğukluğunu hissetmiş değiliz. Çünkü Güneş'in, denizin ve buzun asıllarına hiçbir zaman ulaşamadığımız gibi, onların bizde meydana getirdiği etkiler de yalnızca elektrik sinyalleridir.
Karşımızda duran su bardağı, aslında bizden uzakta değildir. Karşımızda durmamaktadır. O, beynimizin içindedir. Onun görüntüsünü beynimizin içinde görürüz. Bardağın cam yüzeyine dokunduğumuzu zannettiğimizde, aslında bardağın aslına dokunmayız. Çünkü dokunmayı hisseden parmaklar değil, beynimizdir. Bu durumda insan, hiçbir zaman gerçek bir bardağa dokunamaz. O bardaktaki suyu içemez. İçtiği su, yine insanın kendi beyninde oluşan algıların verdiği bir su içme hissinden ibarettir.
Ülkemizde de gösterime giren What The Bleep Do We Know? (Ne Biliyoruz ki?) belgesel filminde Atlanta Georgia'da Life Üniversitesi'nden tıp doktoru Joe Dispenza, "beyniniz şurada (dışarıda) olanla burada (beynin içinde) olan arasındaki farkı bilmez" diye belirtmekte, aynı belgeselde Fred Alan Wolf ise, "'burada' (beynin içinde) olandan bağımsız bir 'şurada' (dışarıda olan) yoktur"68 demektedir.
Yaşadığımız hayat, söz konusu kopya algıların bir bütünüdür. Bunların gerçekçi görüntüsü ise oldukça aldatıcıdır. Biz, karşımızdaki kişinin de bizimle aynı şeyleri algıladığını düşünür, onunla bu konuda hemfikir olur ve algıladığımız dünyanın gerçek halini gözlemlediğimizi zannederiz. Oysa gördüğümüz ve duyduğumuz şeyler konusunda bizimle hemfikir olan karşımızdaki kişi de, bizim beynimizde oluşan bir görüntüden ibarettir. Ayrıca, onun algıladığı şeylerin bizimkinden farkının ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz. Bizim için yeşilin nasıl bir şey olduğunu, ıhlamur kokusunun neye benzediğini ona tarif edebilmemiz mümkün değildir.
Bu durumda gerçek nedir? Joe Dispenza, konuyla ilgili olarak şu soruları sorar:
Bilimsel deneyler gösterdi ki, eğer bir kişiyi alıp beynini belli PET taramalarıyla veya bilgisayar teknolojisiyle incelerken belli bir nesneye bakmalarını istersek beynin belli bölgeleri aydınlanıyor. Sonra gözlerini kapatıp aynı nesneyi hayal etmeleri istendiğinde, sanki o nesneye gerçekten gözle bakıyormuş gibi, beynin aynı bölgeleri aydınlanıyor. Bu, bilim adamlarının şu soruyu sormasına neden oldu: O zaman kim görüyor? Beyin mi görüyor? Yoksa gözler mi? Gerçek ne? Gerçek olan beynimizle gördüğümüz mü? Yoksa gözlerimizle gördüğümüz mü? Ayrıca gerçek şu ki, beyin çevresinde gördükleriyle hatırladıkları arasındaki farkı bilmez. Çünkü aynı özel sinir ağları ateşlenir. Bunun üzerine bilim adamları yine aynı soruyu sorar: Gerçek nedir?69
"What the Bleep Do We Know?" belgeselinde J. Z. Knight, gerçekliği şöyle tanımlamıştır:
Bu gerçekliğe gerçek demeye izin verdik... hayal gücüyle... hareketsizliği kırmak, kaostan çıkmak ve onu biçiminde tutmak için ona "madde" diyoruz.70
Bizler, yalnızca bize ait olan bir algı dünyasının içinde yaşarız. Bu dünyadaki görüntüler, başka kimsenin bizimle paylaşamayacağı, kimsenin onaylayamayacağı görüntülerdir ve biz bu görüntüleri gerçek olarak kabul ederiz. Bu durumda, gerçek sadece bir hayal midir? Sadece bize hissettirilenlerden mi ibarettir? Kendi bedenimiz olarak sahiplendiğimiz beden, kendi yaşamımız diye kabul ettiğimiz yaşam, bizim zihnimizde sadece bir hayal olarak mı var olmaktadır?
Bunların tümü gerçekten de birer hayaldir. Kendi beynimizin içinde var edilen bir hayal aleminin içinde varlığımızı sürdürürüz. Dışarıdaki gerçek dünyayı izlediğimizi düşünürüz. Ama aslında bizim için beynimizde yaratılan yepyeni bir dünya vardır ve bizim bunun dışına çıkmamız imkansızdır.
Filozof Geoff Haselhurst, bizim beynimizde oluşturduğumuz gerçeklik kavramı konusunda bilimin açıklamasız kaldığını şu sözlerle açıklar:
İkinci olarak, (ve hayal kırıklığına uğratıcıdır ki) algılarımız bizi aldatırlar. Felsefeciler, binlerce yıldır zihnimizin algılarımızı temsil ettiğini ve bu nedenle bizim gördüğümüz, tattığımız ve dokunduğumuz dünyanın, bizim algılarımıza sebep olan gerçek dünyadan farklı olduğunu biliyorlardı. Renk algımız, zihnimizin nasıl belirli bir ışık frekansını temsil ettiğine çok açık bir örnektir. Dahası, eğer gerçekliği tanımlayacaksak, bunu algılarımızı meydana getiren gerçek varlıklardan yola çıkarak yapmamız gerekir, aslını tam temsil etmeyen duyularımızdan değil.  Bu nedenle bilim, deneysellik üzerine kurulmuş olduğundan, gerçekliği tanımlama konusunda pek başarılı olmamaktadır.71
Peter Russell ise şu açıklamaları yapar:
Öncelikle, modern fiziğin vardığı sonuçların bizim deneyimlerimizden veya gerçeklerden çok uzaklaştığını şaşırtıcı bulabiliriz... Ama bundan daha şaşırtıcı olan, insan beyninde oluşan gerçeklik görüntüsünün, her şeyin aslına uygun olan tam bir görüntüsü olmasıdır... Maddesel dünyadan bahsettiğimizde, genellikle onun altında yatan gerçekliği kastederiz – bizim "dışarıda" olarak algıladığımız dünyayı. Ama aslında biz sadece gerçeğin görüntüsünü tarif ederiz. Bizim tecrübe ettiğimiz maddesellik, hissettiğimiz katılık, bildiğimiz "gerçek dünya"nın tümü, zihinde yaratılan görüntünün parçalarıdır. Bunların tümü gerçeği yorumlama şekilleridir. Her ne kadar kulağa çelişkili gelse de, madde, zihinde yaratılan bir şeydir.72  (vurgu orijinaline aittir.)
Bu durumda bizim için gerçek, dışarıda aslına hiçbir zaman ulaşamayacağımız madde değildir. Beynimizde bunların tümünün elektrik sinyallerinden oluşan bir görüntüsü meydana geldiğine göre, gerçek, bizim beynimizde oluşan dünya da değildir. Bu dünya tümüyle hayaldir, bir illüzyondur. Biz bu dünyayı izleyerek yanılır, aldanırız. Dolayısıyla "gerçek", bizim için ne dışarıda, ne de beynimizin içindeki görüntüdedir.
Gerçek (hak) Rabbinden (gelen)dir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.
(Bakara Suresi, 147)
manzara
Peki bu durumu fark edip kabullenmek zor mudur? Fred Alan Wolf, insanların içinde yaşadıkları hayal dünyasına olan alışkanlıklarını ve "asıl gerçeklik" kavramından nasıl uzak durmaya çalıştıklarını şu sözlerle özetler:
Bizler bilinçsizce içimizde gömülü olan bu sırrı saklama çabası içindeyiz... Bir başka deyişle, bizler bilinçsizce, her şeyin gördüğümüz şekilde olduğu illüzyonun altında yaşamayı seçiyoruz. Bu yalnızca benim veya sizin için geçerli olan önemli bir gerçek değil, bu evrenin varlığının en derin sırrıdır... Bunun (bu sırrı saklama çabasının) sonuç vermesinin tek nedeni, buna inanmakta hepimizin hemfikir oluşumuzdur. Eğer buna inanmayı bir dakika veya sadece bir saniye, hatta tek bir milisaniye kadar durdurursak ve bilincimizin bunu durduğumuzun farkına varmasını sağlarsak, bu sırrın açığa kavuştuğunu görürüz.
Yaşantımızın bazı noktalarında, bir şekilde, bir yerlerde, sadece bir anlığına, bu büyük sırrın ortaya çıktığı zamanlar olur... Ama hiçbir zaman "yaşasın" diye bağırmayız. Tiyatro salonunda kimsenin şaşkınlıktan nefesi kesilmez. Tek bir yaratıcı eylem sırasında, bir şey hiçlikten ayırt edilir olur, ama kendimizi kandırarak bunu görmeyiz. Bu, bu şekilde devam eder. Etrafı alkışlar doldurmaz. Arkamıza dayanır, gösteriyi izler, derin bir nefes alır ve şöyle deriz: "Biz bunu hiçbir zaman çözemeyeceğiz, en iyisi sadece kabul edelim."
... Pek çoğumuz alışkanlık olarak bu konuda bilinçsiz şekilde kalır ve varlığımızın son nanosaniyesine kadar bu hayale sıkıca yapışmış olarak yaşarız. Okyanus ile yeryüzü arasındaki hava, yer ve su arasındaki sınıra bakarız. Kabaran kuma, suya ve havaya bakar ve farkları hatırlarız. Aynı şekilde, yaşamımızı görünmeyen bir zarın bizi "oradaki dış dünyadan" ayırdığı oldukça rahat bir zan içinde geçiriyoruz. "İçeride", zihnimizin içinde, bizim hayal gücümüzün iç dünyasında, güvenlikte ve yalnızız. Hiçbir şekilde, hiç kimse veya hiçbir şey bizim zihin dünyamızın içine izinsiz giremez. Bedenimizdeki her duyu, bize sürekli olarak bunun gerçek olduğunu söyler, her birimiz yalnızızdır. "Dışarıdaki" ve "içerideki" dünyaları birbirinden ayıran algısal gösterilerimizle yüzleştirecek her türlü bilgiyi, her düşünceyi, her algıyı, her hayali hikayeyi inkar ederiz. Bize farklı bir hikaye anlatan kişilere şüpheyle bakar ve muhtemelen onların yanlış yola sapmış olduğunu düşünür, hatta deli olduklarına kanaat getirerek onları başımızdan atmaya çalışırız.73
Beynimizde oluşan dünyanın gerçek olmadığını kavramak ve bunu kabullenmek, bir materyalist için oldukça zordur. Ama bu, bugün bilimin doğrulamış olduğu bir durumdur. Buna rağmen, Fred Alan Wolf'un da belirttiği gibi, bu büyük gerçek görmezden gelinir. Bir hayal dünyasında yaşamakta olmamız, sıradan bir bilimsel buluş gibi yansıtılır ve çözülemeyen bir problem olarak kabul edilir. Bunun tek nedeni, bizim için "gerçek" olanın, materyalist zihniyet için "kabul edilemez" oluşudur. Materyalistlerin kabul edemedikleri ve bilim adamlarının arayıp durdukları bu "gerçek", insana ait ruhtur. Bu dünyada mutlak olan ve ahirette sonsuza kadar varlığını sürdürecek olan insan ruhudur. Bu ruhu insana veren Allah'tır. İnsanın dışında var olan madde de, insanın kendi bedeni de, zihninde meydana gelen hayatı da bir gün yok olup gidecektir. Baki ve Mutlak olan, Yüce Allah'ın dilediğine verdiği Kendi emrinden olan "ruh"tur.
Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti.
"Onu bir biçime sokup, ona Ruhum'dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." (Sad Suresi, 71-72)

Rüyadaki Gerçeklik

Rüya gördüğümüz sırada, aslında hiç kimseyle konuşmayız. Hiç kimseyi görmeyiz, gözlerimiz kapalıdır. Koşmayız, yürümeyiz. Karşımızda ürküp kaçmamıza neden olan varlıklar veya güzelliğini izlediğimiz yemyeşil ve geniş bir çimenlik veya aşağıya bakmaya korktuğumuz dev gökdelenler veya kalabalık insan toplulukları yoktur. Bizler, karşımızda tüm bu görüntüler varken, aslında yatağımızda yalnız başımızayız. Etrafımızda olduğunu zannettiğimiz kalabalığın çıkardığı şiddetli gürültü, sessiz odamızda bize hiçbir zaman ulaşmamaktadır. Hızla koştuğumuzu zannettiğimiz bir anda aslında neredeyse hiç hareket etmemekteyiz. Yanımızdaki insan ile hararetli bir konuşma yaparken aslında ağzımızı bile açmayız. Ama rüya gördüğümüz sırada, tüm bunları net olarak yaşarız. Çevremizdeki insanlar, ortam, yaşadığımız olaylar o kadar gerçekçidir ki, rüya sırasında bunları gerçekte yaşadığımızdan hiçbir zaman şüphe duymayız.
rüya
Rüya gördüğümüz sırada, kapkaranlık sessiz bir ortamda yalnız başımızayızdır. Gözlerimiz kapalıdır, koşmayız, konuşmayız, hiç kimseyi görmeyiz. Ama rüya sırasında çevremizdeki insanlar, ortam, yaşadığımız olaylar o kadar gerçekçidir ki, tüm bunları gerçekte yaşadığımızdan hiçbir zaman şüphe duymayız. Rüya örneği, bize dış dünyanın algılardan oluştuğunu kanıtlayan önemli bir delildir.
Rüyamızda bize araba çarptığını görebilir ve bununla ilgili hisleri net olarak algılayabiliriz. Araba yaklaşırken hissettiğimiz korkuyu, arabanın geliş şeklini ve hızını, bize çarptığında bedenimizde meydana gelen acıyı gerçekte olduğu şekilde yaşar ve bu olayın gerçekliğine dair hiçbir kuşku duymayız. Havanın sıcaklığı, insanların bakışları, giydiğimiz kıyafetler, her şey son derece gerçekçidir. Ama aslında bunların hiçbirini yaşamamışızdır. Bize ulaşan hiçbir ışık, hiçbir ses yoktur. Görüntünün, sesin, kokunun oluşması için hiçbir sebep yoktur. Dış dünya dediğimiz kavram, yok olmuştur. Sadece zihnimizde yaşanan bir hayat vardır. Ama bunun bu şekilde olduğunun farkında olmayız. Rüya gördüğümüz sırada bize tüm bunların bir rüyadan ibaret olduğu hatırlatılacak olsa, buna ihtimal vermez, içinde yaşadığımız dünyanın gerçekliğine oldukça ikna oluruz. Bizim için, rüya sırasında gördüğümüz, kokladığımız, dokunarak hissettiğimiz ve duyduğumuz şeylerin kesin bir gerçekliği vardır. İşte bu nedenle, rüya sırasında korkularımız, sevinçlerimiz, endişelerimiz gerçektir. Bütün fiziksel deneyimleri, uyanıkken yaşadığımız şekli ile yaşarız. Rüya sırasında, rüyada olduğumuzdan şüphelenmemizi gerektirecek hiçbir delil söz konusu değildir.
Rüya örneği, bize ait dış dünyanın bir algıdan ibaret olduğu gerçeğini kanıtlamak için oldukça etkili bir örnektir. Rüya sırasında insan, çevresindekilerin gerçek olmadığına ikna olamadığı gibi, gerçek hayat dediği bu dünya içinde yaşarken de, bunun yalnızca zihnimizde algılanan bir gerçeklikten ibaret olduğuna ikna olmakta oldukça zorluk çeker. Oysa "gerçek hayat" dediğimiz görüntüleri algılayış biçimimiz, rüyaları algılayış biçimimizle tamamen aynıdır. Her iki görüntü de zihnimizde oluşur. Her iki görüntüyü de izlerken bunların gerçekliğinden şüphe duymayız. Oysa rüyaların gerçek olmadığına dair elimizde gerçek bir delil vardır. Rüyadan uyandığımızda, "demek ki gördüklerim sadece bir rüyaymış" deriz. Öyle ise, şu anda gördüklerimizin bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz?
Allah, ayetlerinde bu gerçeği şöyle haber verir:
Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu,  Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş"(Yasin Suresi, 51-52)
Şu anda bunun ispatı, bize bilimsel olarak verilen delillerdir. Rüyadan uyanacağımız an ise, yaşamımızın sona ermesi ile başlayacaktır. Şu durumda, asıl doğru olan bu dünyanın bizler için sadece bir hayal, bir rüya gibi zihinde yaşandığını kabul edip ona göre davranmaktır.
Peter Russell, rüyadaki gerçeklik ile yaşadığımız dünyaya ait gerçekliği şu şekilde karşılaştırır:
Dünya algımız, "dışarıda" olanın oldukça ikna edici bir görüntüsüdür. Ama bizim gece gördüğümüz rüyalardan daha "dışarıda" olan hiçbir şey yoktur. Rüyalarımızda etrafımızda görüntülerin, seslerin ve hislerin olduğunun farkında oluruz. Kendi bedenimizin farkında oluruz. Düşünür ve karar veririz. Korkuyu, kızgınlığı, mutluluğu ve sevgiyi yaşarız. Diğer insanları, bizimle konuşan ve bizimle etkileşim içinde olan ayrı ayrı kişiler olarak algılarız. Rüya, bizim etrafımızdaki "dışarıdaki" dünyada gerçekleşiyor gibidir. Sadece uyandığımızda, bütün bunların rüya olduğunu anlarız – her şey zihnimizde yaratılmaktadır.
"Bu sadece rüyaymış" dediğimizde, bu deneyimlerimizin fiziksel bir gerçekliğe dayanmadığını kastederiz. Bunlar; hatıralardan, umutlardan, korkulardan ve diğer faktörlerden oluşmaktadır. Uyanık haldeyken, bizim dünya görüntümüz, kendi fiziksel çevremizden aldığımız duyusal bilgilere dayanmaktadır. Bu durum, uyanıkken yaşadığımız deneyimlere bir tutarlılık ve rüyalarda olmayan bir gerçeklik hissi verir. Ama gerçekte, uyanıkken yaşadığımız deneyimler de, rüyalarımızda olduğu kadar zihnimizin ürünüdür.74
Descartes ise bu gerçeği şu şekilde tanımlamıştır:
Rüyalarımda şunu bunu yaptığımı, şuraya buraya gittiğimi görürüm; uyanınca da hiçbir şey yapmamış, hiçbir yere gitmemiş olduğumu, uslu uslu yatakta yattığımı anlarım. Benim şu anda rüya görmediğim, hatta bütün hayatımın bir rüya olmadığı güvencesini bana kim verebilir?75
Elbette ne etrafımızdaki insanlar, ne de algılarımızın sahibi olan biz şu anda yaşadığımız hayatın bir rüya olmadığı güvencesini hiçbir zaman veremeyiz.
Rüya sırasında bir buza dokunduğumuzda, onun soğukluğunu, ıslaklığını, şeffaf görüntüsünü beynimizde mükemmel şekilde algılarız. Bir gülü kokladığımızda, gülün kendine has kokusunu kusursuz şekilde hissedebiliriz. Bunun nedeni, bir gülü gerçekte koklarken de, onu rüyamızda gördüğümüzde de beynimizde aynı işlemlerin meydana gelmesidir. Bu durumda, hangi durumda gülün gerçek görüntüsü ve gerçek kokusu ile muhatap olduğumuzu bilemeyiz. İşin aslı ise, her iki durumda da gerçek gül ile muhatap olmadığımız ve her iki durumda da gülün görüntüsünün de kokusunun da beynin hiçbir yerinde var olmadığıdır. Bu durumda her ikisi de gerçekliği temsil etmemektedir. Gerald O'Brien, bu durumu şu sözlerle tarif etmiştir:
Yatağımızda uyuyoruz, gözlerimiz kapalı, ama yine de birçoğumuz çok canlı görsel deneyimler yaşıyoruz. Bu görsel deneyimlerde insanların bulunduğu bir dünyadayız, çevremizde olaylar oluyor ve biz bu rüyayı görürken, bu ortam, bir biçimde bize gerçekten dünyadaymışız gibi görünüyor. Şimdi bu gerçekten önemli, çünkü bize beyinlerimizin aslında görme deneyimini rüyalarımızda olduğu şekilde üretme yeteneği olduğunu gösteriyor. Bu da bazı felsefeciler ve zihin üzerinde çalışan teorisyenler için genel anlamda şunu gösteriyor, belki de bizler uyanıkken ve dünyayı gözlemlerken, yanlış bir anlayışa sahibiz. Belki de gerçekten tüm deneyimlerimizi, dünyayla ilgili tüm görsel tecrübelerimizi bir biçimde beynimiz şekillendiriyor ve bizim dünyayla doğrudan bağlantı halinde oldu ğumuz ile ilgili genel kabul tümüyle yanlış.76
koku
Rüya sırasında bir çiçeği kokladığımızda, o çiçeğin kendine has kokusunu kusursuz şekilde hissedebiliriz. Bunun nedeni o çiçeği gerçekte koklarken de, onu rüya-mızda gördüğümüzde de beynimizde aynı işlemlerin meydana gelmesidir.
İnsan rüya gördüğü sırada, bir rüyada olduğunu bilse, üzerine doğru gelen araba onu korkutmaz, elde ettiği mal ve paranın geçici olduğunu bilir, bunun için hırs yapmaz. Sahip olduğu nimetlerin ve güzelliğin, uyanması ile son bulacağını bilir, büyüklenmez. Rüya sırasında, insanların kendisine karşı olumsuz tutumları ve tavırları bir öneme sahip değildir. Çünkü hem bu ortamın hem de bu insanların gerçek olmadıklarını bilir. Rüya sırasında, mutlaka rüyadan uyanacağını bilir; işte bu yüzden dünyevi hırsların peşinde koşmaz, dünyevi huzursuzluklara yanaşmaz, bu yaşamı hiç bitmeyecek zannedip menfaat peşinde koşmaz. Rüya ortamının dışında gerçek bir hayat olduğundan emindir. İşte bu nedenle, rüya gördüğünü bilen bir insan için rüya sırasında içinde bulunduğu ortamın hiçbir önemi ve değeri yoktur.
Rüya için verebileceğimiz bu örnek, gerçek hayat olarak adlandırdığımız bu hayat için de geçerlidir. Bu hayatın gerçek olmadığını, yalnızca bir algı olarak gösterildiğini bilen bir kişi için, burada dünyaya yönelik olarak yaşadıklarının ve duyduklarının hiçbir önemi yoktur. Çünkü tıpkı rüyada olduğu gibi, gerçek olmayan bir hayatın içinde yaşarken, bunun sahteliğini fark etmiştir. Kendisinden menfaat gözetmek isteyen kişilerin gerçekte var olmadıklarını, çevresindeki aldatıcı güzellik ve metaların gerçekte bir hayalden ibaret olduğunu artık bilmektedir. Dolayısıyla, dünyada var olan şeyler üzerinde hırs yapmasının, menfaat edinmek için çaba sarfetmesinin bir anlamı yoktur. Gelip geçici bir rüyanın içinde yaşamaktadır ve asıl hayatın bundan sonra başlayacağını bilmektedir.
Yazar Remez Sasson, konuyla ilgili olarak şu sözleri söylemektedir:
Bu sanki bir film gösterimi gibidir. Filmi seyreden kişi, karakterlere ve ekranda olanlara tamamen kendisini kaptırmıştır. Kahramanlarla birlikte mutlu olur veya üzülür, sinirlenir, bağırır ya da güler.
Eğer belirli bir anda ekranı artık izlememeye karar verirse ve dikkatini oynayan filmden geri çekmeyi başarabilirse, filmin meydana getirdiği illüzyondan sıyrılarak kendine gelir. Film makinesi ekrana görüntüler vermeye devam edecektir. Ama o artık bunun sadece filmden ekrana yansıtılan ışık olduğunu bilmektedir. Ekranda gördükleri gerçek değildir, ama yine de oradadır. Filmi izleyebilir veya gözlerini ve kulaklarını kapatmaya ve ekrana bakmamaya karar verebilir.
Bir film seyrederken, herhangi bir anda makaranın sıkışması veya elektrik kesintisi yüzünden filmin durduğu oldu mu? Televizyonda ilginç, sürükleyici bir film seyrederken aniden araya reklamlar girdiğinde size ne oluyor? Etrafınızdaki illüzyondan kurtularak kendinize geliyorsunuz. Siz uyurken ve rüya görürken, birisi sizi kaldırsa, bir dünyadan başka bir dünyaya sürüklenmiş olduğunuzu hissedersiniz. Bu, bizim gerçeklik dediğimiz dünyada da böyledir. Bundan uyanmak mümkündür.77
Yaşadığımız dünya da, tıpkı rüyalar gibi hayal görüntülerden, hayal kokulardan, hayal tatlardan ve hayal hislerden oluşmaktadır. Elbette, bu hayatın sonu gelmeden evvel isteyen bu rüyadan uyanıp gerçekleri görebilir. Bu rüyadan uyanmak, gerçek olanın bu dünya olmadığını fark etmek, asıl gerçekliğin ahiret olduğunu anlamayı sağlayacaktır. Ahireti kavrayan bir kişi ise, dünyanın geçiciliğinin farkında olur, ahirette kurtuluşa ermek için Allah'ı razı etmesi gerektiğini bilir ve bu amaç uğruna yaşamaya başlar. İnsana dünyada ve ahirette sonsuz nimetleri getirecek olan gerçeklerden biri, işte budur. Ayetlerde, kıyamet gününde uyandırılan insanlar şu şekilde haber verilmektedir:
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 20-22)

Beyinde Algı Bozuklukları ve Farklı Bir Dış Dünya

Dünyanın gerçek görüntüsünü gördüğümüze dair bizi ikna eden beş duyumuz, söz konusu algıları meydana getiren elektrik sinyallerinden mahrum kaldığında, dış dünya da ortadan kalkar. Bu, bilimsel bir gerçektir. Beş duyu, ancak elektrik sinyalleri yoluyla bize bilgi verir. Dış dünyada herhangi bir bilgi olsa, fakat ilgili elektrik sinyalleri bize ulaşmasa, bundan haberimiz olmayacaktır.
Beyinde algı yanılmaları, bu gerçeği bize açıkça gösteren en önemli delillerdendir. Örneğin karşımızdaki odaya bakar ve odanın tamamını mükemmel şekilde gördüğümüzü zannederiz. Ama gerçek bu şekilde değildir. Karşımızdaki odanın küçük bir noktasını hiçbir şekilde göremeyiz. Bu, sadece bu odayla sınırlı bir durum değildir. Baktığımız her yerde o kayıp alan mutlaka vardır. Hayatımız boyunca gördüğümüz görüntü karelerinin her birinde aslında o küçük noktayı hiçbir zaman görememişizdir. Bu, her insanda var olan "kör noktadır".
Bu körlüğün sebebi, gözü beyne bağlayan sinirlerin gözün bir noktasında bulunmamasıdır. Ancak buna rağmen, karşımızdaki görüntüyü daima eksiksiz görürüz. Bunun nedeni, beynin tamamlayıcı özelliğidir. Kör nokta nedeniyle görünmeyen alan, beynin "boyama" ve arka plandaki diğer görüntüler ile "tamamlama" yeteneği nedeniyle görünür hale gelir. Bu, aslında olağanüstü bir durumdur. O noktada bizim için gerçek anlamda hiçbir şey yoktur. Beynin orada var ettiği şey tamamen hayalidir. Ve biz, o noktayı "göremediğimizi" asla bilmeyiz. Beyin kör noktayı, orada olması gerektiğine karar verdiği en iyi tahminle, yani arkadaki fonla doldurur. Bu tahminin nasıl oluştuğu, bilim adamları için hala bir soru işaretidir. Kaliforniya Üniversitesi, Psikoloji Bölümü ve Nörobilim Programı profesörü ve Beyin ve Algılama Merkezi Başkanı Vilayanur S. Ramachandran, bu sırrı şu şekilde tanımlar:
Örneğin kör noktanızı bir karenin köşesine "hedeflemeye" çalışabilirsiniz. Diğer üç noktayı fark eden görme sisteminiz eksik köşeyi tamamlayacak mı? Bu deneyi kendinizde uyguladığınızda aslında köşenin gözden kaybolduğunu, "ısırılmış" ya da bulanıklaşmış olduğunu göreceksiniz. Görünüşe bakılırsa kör nokta üzerinde tamamlama yapan sinir mekanizması köşeler ile başa çıkamıyordur, doldurulabilecek veya doldurulamayacak şeylerin bir sınırı vardır.78
Peki beyindeki bu tamamlama işlemi üzerinde bizim bir tercihimizin olması mümkün müdür? Ramachandran, bu soruya da şu cevabı verir:
Görmeyle bağlantılı eksikleri tamamlama çok farklıdır. Kör noktanızı bir halı deseni ile doldurduğunuzda, bu noktayı neyin tamamladığıyla ilgili tercihleriniz yoktur, zihninizi bu konuda değiştiremezsiniz. Görsel boşlukları doldurma görevini görmeyle ilişkili nöronlar yerine getirir. Onlar bir kez karar verdikten sonra onların bu kararı geri çevrilemez: Diğer beyin merkezlerine bir kez "evet, bu kendini tekrar eden bir desendir" veya "evet, bu düz bir çizgidir" talimatları gittiğinde, algıladığınız şeyi geri alamazsınız.79
Kör nokta ile ilgili konuyu daha iyi kavrayabilmek için yukarıdaki testi yapabilirsiniz.
Sağ gözünüzü kapatın ve kitabı 50 cm.'lik mesafeden gözünüze doğru yakınlaştırın. Baştan itibaren gözünüzü sadece artıya odaklayın. Yakınlaştıkça belirli bir süre için soldaki siyah noktanın yok olduğunu göreceksiniz. Beyin görmediği siyah noktayı beyaz zeminle tamamlamıştır.
Biz bir masaya bakarken, görme sistemimiz masanın öncelikle kenarları hakkında bilgi edinmekte ve masanın çizili haline benzer bir temsili resmini zihnimizde meydana getirmektedir. Görme sistemi, bunun ardından masanın rengini ve malzemesini seçer. Bunlar, "tamamlama" işlemi için önemli unsurlardandır. Edinilen bu bilgiler sonrasında beyin, karşısındaki görüntü ile ilgili genel bir tahmin yapar. Beynimiz, karşımızdaki görüntünün her detayını incelemek zorunda kalmaz ve detaylı hesaplamalara girişmez.80 Beynimiz, karşımızda, "ihtimal dahilinde" olan görüntüyü var etmiştir.
Dolayısıyla beyin, bizde var olduğuna inandığımız bir illüzyon meydana getirir. Söz konusu kör noktadaki görüntü, karşımızdaki gerçek görüntü değildir. Ama biz bunun farkında olmayız. Fakat ilginç olan, görüntünün bütününün gerçek olduğuna dair de hiçbir kanıtımızın olmamasıdır. Gerçekte kör noktadaki var olmayan görüntü de, tıpkı diğer görüntüler kadar gerçektir. Günlük hayatımızda sahip olduğumuz kör noktanın nerede bulunduğunun farkında bile olmayız. Bu durumda gün içinde edindiğimiz görüntülerin de birer hayal olup olmadığını bilemeyiz. Bize "gerçekçi" görünmeleri, gerçek olduklarına inanmak için yeterli değildir.
Beyindeki diğer algı yanılmaları veya algı bozuklukları da bu gerçeği delillendirmektedir. Bunlardan biri kortikal renk körlüğüdür. Eğer beynin her iki yarım küresinde de renklerle ilgili bölüm olan V4 hasar alırsa, söz konusu hastalık ortaya çıkar. Bu hastalığa sahip olan kişiler dünyayı grinin gölgeleri şeklinde görürler. Her şey sanki siyah beyaz bir film gibidir. Ama gazete okumak, insanların yüzünü tanımak veya hareketleri ve yönleri seçebilmek konularında hiçbir problemleri yoktur.81 Buna karşılık eğer orta temporal alan (MT) hasar görürse, hasta hala kitap okuyabilir, renkleri görebilir ama bir şeyin hangi yöne doğru gittiğini ve hangi hızda gittiğini anlayamaz. Prof. Ramachandran, bu konuyla ilgili şunları yazmıştır:
(Beyinde), bir ya da daha fazla alan hasar gördüğünde birkaç nörolojik hastada gözlemlenen çelişkili zihinsel durumlar ile karşılaşırsınız. Bunların içinde nörolojik anlamda en bilinen örneklerden birisi "hareket körlüğü" bulunan İsviçreli bir kadın (ona Ingrid diyeceğim) ile ilgilidir. Ingrid'in beyninde orta temporal (MT) alanda çift taraflı bir hasar meydana gelmişti. Birçok açıdan normal görüyordu, cisimlerin şekillerini söyleyebiliyor, insanları tanıyabiliyor ve hiçbir sorun olmaksızın kitap okuyabiliyordu. Fakat koşan bir insana ya da yolda ilerleyen bir araca baktığında, düzgün ve sürekli hareketler görmek yerine hareketsiz, hızla yanıp sönen kesik ve ani hareketler görüyordu. Gelen arabaların modelini, rengini ve hatta plakalarını tespit edebilmesine rağmen, onların hızını tahmin edemediği için caddenin karşısına geçmekten korkuyordu. Birisiyle yüz yüze konuşmanın telefonla konuşmaya benzediğini, çünkü normal bir konuşma sırasında kişinin yüz ifadesinin değiştiğini görmediğini söylüyordu. Hatta bir fincan kahve ikram etmek bile büyük bir sıkıntı vesilesiydi, çünkü sıvı kaçınılmaz olarak taşıyor ve yere saçılıyordu. Ne zaman yavaşlaması ve ne zaman kahve cezvesinin açısını değiştirmesi gerektiğini bilemiyordu, çünkü sıvının fincanın içinde ne hızla yükseldiğini öngöremiyordu. Bu beceriler sizin ve benim için çok zahmetsiz olabilir ve bunları oldukça doğal karşılarız. Fakat ancak bir şey ters gittiğinde, örneğin bu alan hasar gördüğünde görmenin ne kadar karmaşık olduğunu anlamaya başlarız.82
Halisünasyonlar da, algı yanılmalarının bir diğer örnekleridir. Genellikle beyinde meydana gelen bir hasar, çeşitli ateşli hastalıklar, kullanılan ilaçlar veya yaşlılık ve bunama sonucunda oluşan halisünasyonlar, kişinin, karşısında aslında var olmayan şeyleri var olarak algılamasıdır. Halisünasyonlar, kişilerin etraflarında olmayan görüntüleri görmeleri ve olmayan sesleri duymaları şeklinde meydana gelir. Bu kişiler, halisünasyon gördüklerinde bilinçli ve uyanık durumdadırlar. Görüntülerin, gören kişi için gerçekliği oldukça ikna edicidir.
Saydığımız sendromlar, beyinde meydana gelen hasarlar veya başka sebepler sonucunda oluşan hastalıklardan sadece birkaç tanesidir. Bu hastalıklar sonucunda, insanların bazıları olmayan görüntüleri görmekte, gerçekte görmediği ama kendisi için çok net olan bir hayat yaşamaktadır. Bazıları için dışarıdaki renkler bambaşkadır. Gördüğümüz rengarenk dünya onlara neredeyse siyah-beyaz bir film gibi görünür. Eğer gerçekten dış dünyanın kendisi ile muhatap isek, eğer yaşadığımız dünya beynimize gelen elektrik sinyallerinden ibaret değilse, bu durumda bu insanlar neden farklı bir algıya sahiptirler? Dış dünya eğer "tek"se, neden onlar da dış dünyayı bizim algıladığımız şekilde algılamamakta, neden aynı şeyleri aynı şekilde görememektedirler?
Tüm bunların açıklaması şudur: Bizler, dış dünyayı mükemmel şekilde algıladığımızdan ve algılarımızın bir bütün olduğundan şüphe etmeyiz. Ama kimi zaman halisünasyon gören bir kişi için de aynı şey geçerlidir. O da gördüğü hayali görüntülerin gerçekte var olduğunu düşünmektedir. Bu durumda, beynimizde oluşan dış dünyanın neye benzediği veya diğer kişilerin algılarından farklı olup olmadığı konusunda söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktur. Bu, 21. yüzyılın bilimi ile hiçbir şekilde test edilemeyecek, deneylerle saptanamayacak bir gerçektir. Her birimiz için var edilen dünyanın nasıl bir dünya olduğunu bilmemiz imkansızdır. Bizler, bu dünyanın içinde, yalnızca bize algılatılanlarla muhatap oluruz. Bunların dışına çıkmamız, bunun fazlasını düşünmemiz mümkün değildir.
Duyularımızla iletilen elektrik sinyalleri, bizim için dış dünyanın kopyasını meydana getirirler. Ama temelde, bu dış dünyayı algılayan, algıladığı şeylerden anlam çıkaran, endişelenen, sevinen, üzülen, heyecanlanan, düşünen, tanıyan, analiz yapan bir "benlik" bulunmaktadır. "Ben" dediğimiz bu varlık, acaba beynin içinde bir yerlerde midir? Nöronların birbirleriyle etkileşimleri bizi düşündürüp mutlu eder mi? Çalan bir müzikten hoşlanmamızı sağlar mı? Bu etkileşim, bir manzaraya bakmaktan veya lezzetli bir yemeği yemekten zevk duymamızın kaynağı mıdır?
Elbette akıl ve vicdan sahibi bir insan bunların hiçbirine "evet" cevabı veremez. Benliğimiz, beynin tamamen dışında bir şeydir ve bunun adı "ruh"tur.
Sana ruhtan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbim'in emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)