30 Ocak 2013 Çarşamba

Allah Korkusu


Allah'tan Korkan Bir İnsan
Nasıl Bir Ahlaka Sahiptir?


Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik. Takva (Allah korkusu) ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Kuran'ın pek çok ayetinde Allah'tan korkan müminlerin tavır ve davranışlarından örnekler verilmiştir. Bu örnekler ışığında Allah'tan korkan kişilerin sahip oldukları temel ahlak özelliklerini açıklayarak şöyle maddelendirebiliriz:

Yalnızca Allah'tan Korkar

Mümin, "... onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz" (Bakara Suresi, 150) ayetinin hükmü gereği, Yüce Allah'tan başka hiçbir kimse ya da topluluktan korkmaz ve çekinmez. Yarar ve zararın, hayır ve şerrin yalnızca Allah'tan gelebileceğinin, başına gelecek tüm olayların ancak Allah'ın dilemesi ve yaratması ile, Allah'ın belirlediği bir kader üzere gerçekleşebileceğinin bilincindedir.
Bu özellik, Allah'ın dinini tebliğ ederken çoğu zaman tüm kavimlerini karşılarına alan, buna rağmen vazifelerinden en ufak taviz vermeyen bütün elçilerde görülür. Allah elçilerini bir ayetinde şöyle örnek vermektedir:
Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 39)
Allah'a iman eden insan da peygamberlerin bu üstün özelliğini kendine örnek alır ve yaşar.

Sadece Allah'ı Hoşnut Etmeye Çalışır

Mümin, Allah'ın herşeyin hakimi olduğunu, yegane güç ve kuvvet sahibi olduğunu, herşeyin Allah'ın dilemesi ile var olup, varlıklarını sürdürdüklerini bilir. Bu yüzden, gerçekte hiçbir güç ve kuvvete, etkiye sahip olmayan yaratılmışların rızasını gözetmenin faydası olmayacağının bilincindedir. Bu dünyada Allah'tan korkarak O'nun rızasını araması, onu, ahiretteki korkunç azaptan kurtaracaktır:
Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o.(Al-i İmran Suresi, 162)
Küçük büyük herşeyin ortaya döküleceği, ellerin ve derilerin şahitlik edeceği bir vakit gelecektir. Bundan korkan mümin hayatını bu gerçeğe göre yaşar ve Allah'ın rızasından kesinlikle hiçbir şart ve koşulda taviz vermez. Hz. Yusuf'un tavrı bu konuda çok güzel bir örnektir. Yusuf Peygamber kendisiyle birlikte olmak isteyen kadının tüm tehdit ve entrikalarına rağmen iffetini korumuş, Allah’ın rızasından asla taviz vermemiş ve O'nun sınırlarını çiğnemektense zindana girmeyi tercih etmiştir. Allah bu üstün ahlakı ayetlerinde şöyle bildirir:
Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." (Yusuf Suresi, 32-33)



Her Zaman Vicdanıyla Hareket Eder

Allah'a kulluk eden kişi, nefsinin istek ve arzularına itaat etmez. Bile bile böyle davrandığı takdirde dünyada ve ahirette Allah'ın gazabına uğramaktan şiddetle çekinir. Aksi bir tavır gösterdiği takdirde aşağıdaki ayetlerin hükmüne gireceğinden korkar. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. (Rum Suresi, 29) Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)



Kuran'da Tarif Edilen Tüm Güzel Ahlak Özelliklerini Yaşar

Allah'tan korkan kişi, sadakat, vefa, doğruluk, dürüstlük, samimiyet gibi tüm güzel ahlaka ait tavırları gösterir. Kuran'ın birçok yerinde bu üstün ahlak özelliklerini sergileyen müminlerden bahsedilir. Gerçekte, tüm insanların özlemini duyduğu insan modeli de budur. Fakat, Allah korkusu olmadığı takdirde bir insanda bu özelliklerin gerçek anlamda ve devamlı bulunması asla mümkün değildir. Çünkü Allah'tan korkmayan bir kişi kendi menfaatleriyle çatıştığı anda Kuran ahlakını değil, çıkarlarının gerektirdiği davranış biçimini benimseyecektir. Allah'tan, O'na hesap vermekten, cehenneme girip kötü davranışlarının karşılığını görmekten korkmadığı için böyle davranmasını engelleyen bir endişesi yoktur.

Kimse Görmediğinde de Allah'ın Sınırlarını Korur

Allah'a karşı derin bir haşyet duyan kişi, insanların arasında bulunduğu zaman da, kimsenin görmediği ortamlarda da Allah'a karşı gelmekten aynı titizlikle sakınır. Çünkü bir kötülüğü, ister herkesin içinde isterse yalnız başına yapsın, ister açığa vursun isterse saklasın, Allah'ın bunu bileceğini, Allah'ın açığı da gizliyi de, gizlinin gizlisini de bildiğini ve kendisini tümünden sorguya çekeceğini bilir. Bu konudaki samimiyetini Allah'ın deneyeceğini ve imtihan kastıyla kendisine çeşitli fırsatlar, uygun ortamlar yaratacağını da bilir. Allah bir ayetinde müminlere şöyle emretmiştir:
Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir. (Enam Suresi, 120)

Her Durumda Allah'a Yönelip Döner

Allah'tan gereği gibi korkup sakınan müminler Allah'tan karşılık görme konusunda son derece hassastırlar. Öyle ki kendilerine isabet eden bir musibet karşısında veya işlerinde bir olumsuzluk hissettiklerinde ya da herhangi bir sıkıntıya uğradıklarında hemen bir vicdan muhasebesi yapar, Allah'ın hoşnut olmayacağı bir şey yapıp yapmadıklarını gözden geçirirler. Ve Allah'tan bağışlanma dileyip, O'na dua ederler. Allah'ın rızasını kazanmaya olan düşkünlükleri ve aynı şekilde O'nun rızasını kaybetmekten duydukları korku, onları son derece duyarlı hale getirmiştir. Bu konuda da Hz. Davud Peygamberin tavrı müminler için güzel bir örnek teşkil eder. Kuran'da Hz. Davud'un Allah'a gösterdiği derin saygı bu mübarek peygamberin yaşadığı bir olay anlatılarak şöyle haber verilir:
Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud'un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı. Davud'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki: "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet." "Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen "Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat" dedi ve bana, konuşmada üstün geldi." (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır." Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rüku ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-döndü. Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 21-25)
Ayette görüldüğü gibi, Hz. Davud son derece adaletli bir karar verdiği ve hükmünün doğruluğu açıkça belli olduğu halde Allah korkusu ile Rabbimiz’e yönelmiş ve yine de bağışlanma dilemiştir. Kuşkusuz içte yaşanan bu korkunun taklidi mümkün değildir. Bu, ancak Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edenlerin O'na olan sevgisinden ve saygısından dolayı, Rabbimiz’in rızasını kaybetme korkusudur.
Tüm peygamberlerin ve salih müminlerin üsluplarına baktığımızda ortak bir nokta dikkatimizi çeker. Hepsi Allah'tan saygıyla korkan, azabından şiddetle çekinen kullardır. Fakat bu haşyetin ardında aynı zamanda çok içli bir sevgi ve dostluk hissedilir. Daima Allah'ı tesbih etmeye ve yüceltmeye devam etmeleri onların Allah'a kararlılıkla bağlandıklarının bir göstergesidir.

Allah Korkusunun
Müminlere Kazandırdığı Özellikler

Allah Katında Üstünlük


... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca (Allah korkusunda) en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Elbette ki bir insanın Allah Katındaki üstünlüğü, Allah'ı gereği gibi takdir ettiği, Allah'ın razı olduğu hayırlı işlerde bulunduğu, Kuran'ın hükümlerini yerine getirdiği, Allah'ın beğendiği ahlakı üzerinde taşıdığı, samimi ve ihlaslı olduğu oranda olacaktır. Allah'a yakınlaştıran tüm bu özelliklere de kişi Allah'tan korkup sakındığı ölçüde sahip olabilir. İşte bu nedenle kişinin kalbinde taşıdığı Allah korkusunun derecesi onun Allah Katındaki üstünlük derecesinin de bir göstergesidir.

Doğruyu Yanlıştan Ayıran Bir Nur ve Anlayış

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Doğruyu yanlıştan ayıran bir nur, mümine verilen akletme yeteneğidir ve kuşkusuz insana dünyada verilebilecek en büyük ve en değerli nimetlerdendir.
Doğruyu yanlıştan ayırabilen bir akla sahip olan insanın her sözü, her tavrı, aldığı her karar, verdiği her tepki isabetlidir. İyiyle kötüyü derhal ayırt edebildiği için Allah'tan korkan bir insan, her işinde Allah'ın rızasına uygun hareket eder. Kararsızlık, çözümsüzlük, tereddüt, vesvese, aklının karışması gibi sorunları olmaz. Bunun tam tersi, yani insanın böyle bir yetenekten mahrum olması ise dünyada da ahirette de kişiyi helaka sürükleyecek bir eksikliktir.

Allah'ın Rahmetinden İki Kat Vermesi

Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size Kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Allah Kuran'da, Kendisi'nden korkup sakınarak hareket eden kullarını hem dünyada hem de ahirette maddi manevi nimetlerinin içinde yaşatacağını vaat eder. Çünkü ayette haber verildiği gibi, "Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlar"dır. (Maidesi Suresi 120) Bir mümin için Allah'ın kendisini rahmetine alması kuşkusuz herşeyin üzerindedir.
Unutulmamalıdır ki Allah dünyada bir insana güzellikler, bolluk, bereket, huzur ve güvenlik duygusu verebilir. Ahirette ise Allah'tan korkan bir insan için, dünyadakilerle kıyas edilemeyecek üstünlükte nimetler ve Allah'ın sonsuz rahmeti vardır.
 

İbadetlerin Kabulü

Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder." (Maide Suresi, 27)
Görüldüğü gibi Hz. Adem'in oğullarından biri "ancak Allah'tan korkan kimselerin amellerinin Allah Katında makbul" olduğunu söylemektedir. Çünkü Allah korkusu olmayan bir kimse en başta Allah'ın kudretini gereği gibi takdir edemeyen, Allah'a karşı duyması gereken saygıyı hissedemeyen bir kimse demektir. Böyle bir kişi zaten temelinde bozuk ve yanlış bir bakış açısına, Allah'ın razı olmadığı, beğenmediği bir ahlak yapısına sahip olduğu için, yaptığı işlerin de Allah Katında hiçbir değeri olmayabilir. Bu nedenle Allah, insanın herşeyden önce Allah korkusu ve rızası temeline dayanan bir kişilik edinmesi gerektiğini, aksine bir yapının hüsranla sonuçlanacağını şöyle bir örnekle bildirmiştir:
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Diğer yandan Allah korkusu ve rızası taşımayan bir kimsenin ibadetleri hiçbir zaman gerektiği gibi ihlaslı ve samimi olamaz. Yaptığı işlerin, ibadetlerin altında gösteriş, büyüklenme, başkalarının rızasını arama, rekabet hissi gibi çarpık niyet ve arayışlar bulunur. Bu yüzden hayatı boyunca yaptığı tüm işler -tevbe edip Allah'a yönelmezse- boşa gitmiş olur.

İşinde Bir Kolaylık Gösterilmesi

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
Allah, Kendi rızasını gözeten ve sınırlarını koruyan müminlere her an, onlar üzerindeki rahmetini, korumasını ve desteğini hissettirir. Yaptıkları işlerde önlerini açar ve bir başka ayetin ifadesiyle "kolay olanda başarılı kılar" (Ala Suresi, 8). Bu kolaylık maddi ve manevi her konu için geçerlidir ve bazen açık, bazen de gizli olarak kullarına ulaşır.

Allah'ın Çıkış Yolu Göstermesi

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir. (Talak Suresi, 2)
Allah'ın takva kulları için hiçbir işte çözümsüzlük ya da tıkanma söz konusu olmaz. Rabbimiz’in kendilerine verdiği akıl ve anlayış sayesinde her türlü engeli aşabilecek güçtedirler. En açmaz gibi görünen durumlarda dahi Allah kendilerine mutlaka bir çıkış gösterir. Ve zorlukları açıp giderinceye kadar onları içinde bulundukları durumda bırakmaz. Bu Allah'ın inananlara vaadidir.

Allah'ın Kötülüklerini Örtmesi, Bağışlaması ve Ecirlerini Artırması

Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür. (Talak Suresi, 5)
Ölümlerinden sonra Allah'ın huzurunda sorguya çekilen müminler için kolay bir hesap olacaktır. Çünkü iman edenler dünyadaki yaşamlarını, kendilerini yaratan Rabbimiz’in istediği şekilde sürdürmüşlerdir. Elbette hatasız değildirler, günahları da olmuş olabilir ama sonsuz rahmet sahibi olan Allah bunları bağışlayacağını ayetlerinde bildirmiştir. Zümer Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
"(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
Allah'ın günahlarını bağışladığı kişiler böylece dünyada yaptıklarının ecrini fazlasıyla alacakları, sınırsız nimetlerle dolu cennete kavuşurlar.
Allah'ın sonsuz şefkati müminler üzerinde dünyada da tecelli eder. Allah titizliklerinin ve kendisine olan bağlılıklarının karşılığında bu kullarına, sundukları güzelliklerin, iyiliklerin ve salih amellerin ecirlerini kat kat artırarak verir. Bu, Allah'ın şanındandır. Yoksa insan kendisine can bağışlayan, sayısız nimet içinde yaşatan Rabbimiz’e karşı zaten kullukla sorumludur. Allah'ın bunun karşılığında onları ödüllendirmesi de tamamen lütfundan ve karşılıksız ihsan etmesindendir.

Allah Korkusunun
Müminlere Kazandırdığı Özellikler

Allah Katında Üstünlük


... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca (Allah korkusunda) en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Elbette ki bir insanın Allah Katındaki üstünlüğü, Allah'ı gereği gibi takdir ettiği, Allah'ın razı olduğu hayırlı işlerde bulunduğu, Kuran'ın hükümlerini yerine getirdiği, Allah'ın beğendiği ahlakı üzerinde taşıdığı, samimi ve ihlaslı olduğu oranda olacaktır. Allah'a yakınlaştıran tüm bu özelliklere de kişi Allah'tan korkup sakındığı ölçüde sahip olabilir. İşte bu nedenle kişinin kalbinde taşıdığı Allah korkusunun derecesi onun Allah Katındaki üstünlük derecesinin de bir göstergesidir.

Doğruyu Yanlıştan Ayıran Bir Nur ve Anlayış

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Doğruyu yanlıştan ayıran bir nur, mümine verilen akletme yeteneğidir ve kuşkusuz insana dünyada verilebilecek en büyük ve en değerli nimetlerdendir.
Doğruyu yanlıştan ayırabilen bir akla sahip olan insanın her sözü, her tavrı, aldığı her karar, verdiği her tepki isabetlidir. İyiyle kötüyü derhal ayırt edebildiği için Allah'tan korkan bir insan, her işinde Allah'ın rızasına uygun hareket eder. Kararsızlık, çözümsüzlük, tereddüt, vesvese, aklının karışması gibi sorunları olmaz. Bunun tam tersi, yani insanın böyle bir yetenekten mahrum olması ise dünyada da ahirette de kişiyi helaka sürükleyecek bir eksikliktir.

Allah'ın Rahmetinden İki Kat Vermesi

Ey iman edenler, Allah'tan sakınıp-korkun ve O'nun elçisine iman edin, size Kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hadid Suresi, 28)
Allah Kuran'da, Kendisi'nden korkup sakınarak hareket eden kullarını hem dünyada hem de ahirette maddi manevi nimetlerinin içinde yaşatacağını vaat eder. Çünkü ayette haber verildiği gibi, "Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlar"dır. (Maidesi Suresi 120) Bir mümin için Allah'ın kendisini rahmetine alması kuşkusuz herşeyin üzerindedir.
Unutulmamalıdır ki Allah dünyada bir insana güzellikler, bolluk, bereket, huzur ve güvenlik duygusu verebilir. Ahirette ise Allah'tan korkan bir insan için, dünyadakilerle kıyas edilemeyecek üstünlükte nimetler ve Allah'ın sonsuz rahmeti vardır.
 

İbadetlerin Kabulü

Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder." (Maide Suresi, 27)
Görüldüğü gibi Hz. Adem'in oğullarından biri "ancak Allah'tan korkan kimselerin amellerinin Allah Katında makbul" olduğunu söylemektedir. Çünkü Allah korkusu olmayan bir kimse en başta Allah'ın kudretini gereği gibi takdir edemeyen, Allah'a karşı duyması gereken saygıyı hissedemeyen bir kimse demektir. Böyle bir kişi zaten temelinde bozuk ve yanlış bir bakış açısına, Allah'ın razı olmadığı, beğenmediği bir ahlak yapısına sahip olduğu için, yaptığı işlerin de Allah Katında hiçbir değeri olmayabilir. Bu nedenle Allah, insanın herşeyden önce Allah korkusu ve rızası temeline dayanan bir kişilik edinmesi gerektiğini, aksine bir yapının hüsranla sonuçlanacağını şöyle bir örnekle bildirmiştir:
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Diğer yandan Allah korkusu ve rızası taşımayan bir kimsenin ibadetleri hiçbir zaman gerektiği gibi ihlaslı ve samimi olamaz. Yaptığı işlerin, ibadetlerin altında gösteriş, büyüklenme, başkalarının rızasını arama, rekabet hissi gibi çarpık niyet ve arayışlar bulunur. Bu yüzden hayatı boyunca yaptığı tüm işler -tevbe edip Allah'a yönelmezse- boşa gitmiş olur.

İşinde Bir Kolaylık Gösterilmesi

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. (Talak Suresi, 4)
Allah, Kendi rızasını gözeten ve sınırlarını koruyan müminlere her an, onlar üzerindeki rahmetini, korumasını ve desteğini hissettirir. Yaptıkları işlerde önlerini açar ve bir başka ayetin ifadesiyle "kolay olanda başarılı kılar" (Ala Suresi, 8). Bu kolaylık maddi ve manevi her konu için geçerlidir ve bazen açık, bazen de gizli olarak kullarına ulaşır.

Allah'ın Çıkış Yolu Göstermesi

... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir. (Talak Suresi, 2)
Allah'ın takva kulları için hiçbir işte çözümsüzlük ya da tıkanma söz konusu olmaz. Rabbimiz’in kendilerine verdiği akıl ve anlayış sayesinde her türlü engeli aşabilecek güçtedirler. En açmaz gibi görünen durumlarda dahi Allah kendilerine mutlaka bir çıkış gösterir. Ve zorlukları açıp giderinceye kadar onları içinde bulundukları durumda bırakmaz. Bu Allah'ın inananlara vaadidir.

Allah'ın Kötülüklerini Örtmesi, Bağışlaması ve Ecirlerini Artırması

Bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür. (Talak Suresi, 5)
Ölümlerinden sonra Allah'ın huzurunda sorguya çekilen müminler için kolay bir hesap olacaktır. Çünkü iman edenler dünyadaki yaşamlarını, kendilerini yaratan Rabbimiz’in istediği şekilde sürdürmüşlerdir. Elbette hatasız değildirler, günahları da olmuş olabilir ama sonsuz rahmet sahibi olan Allah bunları bağışlayacağını ayetlerinde bildirmiştir. Zümer Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:
"(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
Allah'ın günahlarını bağışladığı kişiler böylece dünyada yaptıklarının ecrini fazlasıyla alacakları, sınırsız nimetlerle dolu cennete kavuşurlar.
Allah'ın sonsuz şefkati müminler üzerinde dünyada da tecelli eder. Allah titizliklerinin ve kendisine olan bağlılıklarının karşılığında bu kullarına, sundukları güzelliklerin, iyiliklerin ve salih amellerin ecirlerini kat kat artırarak verir. Bu, Allah'ın şanındandır. Yoksa insan kendisine can bağışlayan, sayısız nimet içinde yaşatan Rabbimiz’e karşı zaten kullukla sorumludur. Allah'ın bunun karşılığında onları ödüllendirmesi de tamamen lütfundan ve karşılıksız ihsan etmesindendir.

Allah'tan Korkanların Görecekleri
Güzel Karşılık

Dünyadayken Müjdelenmeleri

Dünyada Allah korkusundan uzak bir yaşam süren insanların, ahirette sonsuza kadar tarifsiz korkular yaşayacaklarını ve her an Allah'ın azametini tüm şiddetiyle hissedeceklerini ilerleyen bölümlerde ayetler doğrultusunda göreceğiz. Allah'tan korkup sakınanlar da bunun tam tersine, ahirette her türlü korkudan emniyete kavuşacaklar ve Allah'ın korumasında ve inayetinde bir yaşam süreceklerdir. Tüm hayatları boyunca kıyamet saatinden, hesap gününden ve cehennemden içleri titreyerek korkan müminler, o gün geldiğinde her türlü korkudan uzak tutulacaklar ve güvende olacaklardır. Allah bunun müjdesini daha dünyadayken ayetleriyle verirken, o gün geldiğinde de kullarına hitap edecek ve daha nice müjdeler verecektir:
"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır. "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız." Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. "İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur." "Orada sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz." (Zuhruf Suresi, 68-73)
Bir başka ayetinde ise Allah bu müjdeyi melekleri aracılığı ile verir. Kuşkusuz bu, cenneti şiddetle arzulayan müminler için tarifsiz bir sevinçtir:
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)
Ayette de vurgulandığı gibi, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjde mümin daha dünyadayken ona erişmeye başlar.

Güzel Bir Hayat

Allah iman etmeyen ve Kendisi'nden korkup sakınmayanların azabı hak ettikleri gibi, dünya hayatındaki bolluk ve bereketten de mahrum kaldıklarını şöyle haber verir:
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)
İman eden ve Allah'tan korkup sakınanlar ise, ahirette cennetle müjdelendikleri gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramından, nimetlerinden en güzel şekilde yararlandırılırlar. Allah ayetinde bunu güzel bir hayat olarak nitelendirmiştir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, sakınan müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyada gösterilmeye başlanır. Zenginlik ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğundan Allah sevdiği takva kullarına cennetini tanıtacak, onların cennete olan özlemlerini ve arzularını artıracak nimetlerin ve ortamların benzerlerini bu dünyada da yaratır.
Öte yandan kendisini yaratan Allah'ın emir ve yasaklarına uymasından, din ahlakını yaşamasından ve en önemlisi daima O'na güvenip dayanmasından ve ahireti için umut beslemesinden dolayı mümin, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü üzüntü ve sıkıntıdan uzak tutulur. Bunun yerine Allah kalbine "huzur ve güvenlik duygusu" indirmiştir. Küçük büyük yaptığı her işte, her ibadette ve sergilediği güzel ahlakta Allah'ın kendisini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını, ahirette tüm bunların karşılığını alacağını bilmenin getirmiş olduğu bir huzurdur bu.
Ancak unutulmaması gereken bir nokta da vardır ki, dünya bir imtihan yeridir. Elbette mümin de çeşitli zorluk ve sıkıntılarla karşılaşabilir. Ancak Allah'tan korkan bir mümin her durumda Kuran'a uygun en güzel tavrı göstereceğinden bu zorluk ve sıkıntılar kendisi için rahmete ve ecre dönüşecektir. Kendisini yalanlayan kavmi tarafından ateşe atılmak istendiği halde, imanından, teslimiyetinden, tevekkülünden en ufak bir taviz vermeyen Hz. İbrahim'in durumu buna çok güzel örnektir. Görünüşte bir insan için çok büyük bir azap olan ateş, Hz. İbrahim'e "soğuk ve esenlik" kılınmış, ona hiçbir zarar ve sıkıntı vermemiştir. Sıkıntı, azap ve belanın ancak insanın kendi yanlış tutum ve davranışlarının bir karşılığı olarak, bir ceza ya da uyarı olarak verildiği, "Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır…" (Şura Suresi, 30) ayetiyle bildirilmiştir. Yoksa Yüce Rabbimiz Allah'tan gücü yettiğince korkan, her tutum ve davranışında Allah'ın rızasını gözeten, dosdoğru davranan samimi bir mümin için azap söz konusu değildir.
Dünyada imtihan olarak karşısına çıkan zorlukların tümü müminlerin Allah'a duydukları saygıyı ve korkuyu, cennete olan isteklerini daha da artırır. Çünkü mümin, bu zorlukların hem denenmesi ve olgunlaşması için yaratıldığının, hem de güzel bir ahlak sergilediği, sabrettiği ve Allah'a güvendiği takdirde ahiretini güzelleştirmek için ecir fırsatı olduğunun bilincindedir. Nitekim tüm olaylara hayır gözüyle bakmanın Allah'tan sakınan müminlerin bir özelliği olduğunu ayetlerde görürüz. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Dünyada hayır içinde yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. Bunun devamında ise yine mümini rahatlık ve kolaylık beklemektedir.

Kolay Bir Hesap

Müminler, ahirette kötü hesapla karşılaşmaktan korktukları için hayatları boyunca hayırlarda yarışır, Allah'ın sınırlarını titizlikle gözetirler. Müminlerin bu korkuları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz." (İnsan Suresi, 7-9)
Allah'tan ve O'na verecekleri hesaptan korkanların Allah ahirette yüzlerini ağartır, onların kitapları sağ yanlarından verilir ve korktukları hesap kendilerine kolaylaştırılır:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, o, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık müminler cehennem azabından kurtulmuş olmanın mutluluğu içindedirler. Ayette belirtildiği gibi yakınlarının yanına sevinç içinde dönerler.

Sonsuz Bir Cennet Hayatı

Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın Katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)
Takva sahiplerine (Allah'tan korkanlara) vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
Dünyada hayatları boyunca cenneti kaybetmekten, sonsuz cehennem azabına uğramaktan korkarak, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olan müminler, Allah'ın korkup sakınanlara vaat ettiği mükafata kavuşmuşlardır. Artık, ebedi yurtlarına girmek üzere sevk edilirler:
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Onlar da) Dediler ki: "Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 73-74)
Cennete girecek müminleri burada bekleyen bir sürpriz daha vardır ki, bu an onlara herşeyin üzerinde bir mutluluk ve heyecan yaşatır: Rabbimiz’den kendilerine sözlü bir selam...
Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (Yasin Suresi, 58)
Allah cennetteki müminlere şöyle hitab eder:
"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." (Zuhruf Suresi, 68)
İnsanı yaratmış olan Allah, onun neler isteyebileceğini ondan daha iyi bilmektedir ve bunları bir mükafat olarak cennette mümin kulları için yaratacaktır. Nitekim nimetlerle donatılmış olan cennet insanın düşünce sınırlarının çok üzerinde özelliklere sahiptir. Daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği sayısız nimetler müminlere sunulacaktır. Herşey ve her durum sonsuza kadar müminin tam istediği gibi olacaktır:
... Rableri Katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
Müminlerin cennette yaşadıkları yerler, doğal güzellikler, yiyecekler, giyecekler, bulundukları ortam, eşleri, kendilerini bekleyen nice sürprizler gibi cennetteki sonsuz yaşama dair tüm ayrıntılar Kuran ayetlerinde tasvir edilmiştir.
Bir ayette de Allah'tan korkanların içinde yaşadıkları ebedi hayat ile Allah'tan korkmayanların karşılaştıkları korkunç son şöyle karşılaştırılmıştır:
Takva sahiplerine (Allah'tan korkanlara) vadedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
Hiç şüphesiz ki, vicdanlı bir kişinin yalnızca bu ayeti biraz tefekkür edip zihninde canlandırması, Allah'tan gücü yettiğince korkması için yeterli olacaktır.

En Büyük Mükafat: Allah'ın Ebedi Rızası

Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Cennete giren müminlerin duydukları en büyük manevi haz, Allah'ın bundan sonra kendilerinden razı olduğunu, kendilerini sevdiğini, onlara hiçbir zaman gazaplanmayacağını, ebediyen Allah'ın dostu olacaklarını bilmeleridir. Allah'ın rızasını kazanmış olmak insana hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluk verir. Nitekim cennet nimetlerini değerli kılan da Allah'ın rızasıdır. Sunulan nimetler son derece değerlidirler, ama bunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin vermiş olduğu zevktir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)

Allah'tan Korkanların Görecekleri
Güzel Karşılık

Dünyadayken Müjdelenmeleri

Dünyada Allah korkusundan uzak bir yaşam süren insanların, ahirette sonsuza kadar tarifsiz korkular yaşayacaklarını ve her an Allah'ın azametini tüm şiddetiyle hissedeceklerini ilerleyen bölümlerde ayetler doğrultusunda göreceğiz. Allah'tan korkup sakınanlar da bunun tam tersine, ahirette her türlü korkudan emniyete kavuşacaklar ve Allah'ın korumasında ve inayetinde bir yaşam süreceklerdir. Tüm hayatları boyunca kıyamet saatinden, hesap gününden ve cehennemden içleri titreyerek korkan müminler, o gün geldiğinde her türlü korkudan uzak tutulacaklar ve güvende olacaklardır. Allah bunun müjdesini daha dünyadayken ayetleriyle verirken, o gün geldiğinde de kullarına hitap edecek ve daha nice müjdeler verecektir:
"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır. "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız." Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. "İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur." "Orada sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz." (Zuhruf Suresi, 68-73)
Bir başka ayetinde ise Allah bu müjdeyi melekleri aracılığı ile verir. Kuşkusuz bu, cenneti şiddetle arzulayan müminler için tarifsiz bir sevinçtir:
Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orada nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)
Ayette de vurgulandığı gibi, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjde mümin daha dünyadayken ona erişmeye başlar.

Güzel Bir Hayat

Allah iman etmeyen ve Kendisi'nden korkup sakınmayanların azabı hak ettikleri gibi, dünya hayatındaki bolluk ve bereketten de mahrum kaldıklarını şöyle haber verir:
Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, Biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)
İman eden ve Allah'tan korkup sakınanlar ise, ahirette cennetle müjdelendikleri gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramından, nimetlerinden en güzel şekilde yararlandırılırlar. Allah ayetinde bunu güzel bir hayat olarak nitelendirmiştir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, sakınan müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyada gösterilmeye başlanır. Zenginlik ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğundan Allah sevdiği takva kullarına cennetini tanıtacak, onların cennete olan özlemlerini ve arzularını artıracak nimetlerin ve ortamların benzerlerini bu dünyada da yaratır.
Öte yandan kendisini yaratan Allah'ın emir ve yasaklarına uymasından, din ahlakını yaşamasından ve en önemlisi daima O'na güvenip dayanmasından ve ahireti için umut beslemesinden dolayı mümin, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü üzüntü ve sıkıntıdan uzak tutulur. Bunun yerine Allah kalbine "huzur ve güvenlik duygusu" indirmiştir. Küçük büyük yaptığı her işte, her ibadette ve sergilediği güzel ahlakta Allah'ın kendisini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını, ahirette tüm bunların karşılığını alacağını bilmenin getirmiş olduğu bir huzurdur bu.
Ancak unutulmaması gereken bir nokta da vardır ki, dünya bir imtihan yeridir. Elbette mümin de çeşitli zorluk ve sıkıntılarla karşılaşabilir. Ancak Allah'tan korkan bir mümin her durumda Kuran'a uygun en güzel tavrı göstereceğinden bu zorluk ve sıkıntılar kendisi için rahmete ve ecre dönüşecektir. Kendisini yalanlayan kavmi tarafından ateşe atılmak istendiği halde, imanından, teslimiyetinden, tevekkülünden en ufak bir taviz vermeyen Hz. İbrahim'in durumu buna çok güzel örnektir. Görünüşte bir insan için çok büyük bir azap olan ateş, Hz. İbrahim'e "soğuk ve esenlik" kılınmış, ona hiçbir zarar ve sıkıntı vermemiştir. Sıkıntı, azap ve belanın ancak insanın kendi yanlış tutum ve davranışlarının bir karşılığı olarak, bir ceza ya da uyarı olarak verildiği, "Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır…" (Şura Suresi, 30) ayetiyle bildirilmiştir. Yoksa Yüce Rabbimiz Allah'tan gücü yettiğince korkan, her tutum ve davranışında Allah'ın rızasını gözeten, dosdoğru davranan samimi bir mümin için azap söz konusu değildir.
Dünyada imtihan olarak karşısına çıkan zorlukların tümü müminlerin Allah'a duydukları saygıyı ve korkuyu, cennete olan isteklerini daha da artırır. Çünkü mümin, bu zorlukların hem denenmesi ve olgunlaşması için yaratıldığının, hem de güzel bir ahlak sergilediği, sabrettiği ve Allah'a güvendiği takdirde ahiretini güzelleştirmek için ecir fırsatı olduğunun bilincindedir. Nitekim tüm olaylara hayır gözüyle bakmanın Allah'tan sakınan müminlerin bir özelliği olduğunu ayetlerde görürüz. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Dünyada hayır içinde yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. Bunun devamında ise yine mümini rahatlık ve kolaylık beklemektedir.

Kolay Bir Hesap

Müminler, ahirette kötü hesapla karşılaşmaktan korktukları için hayatları boyunca hayırlarda yarışır, Allah'ın sınırlarını titizlikle gözetirler. Müminlerin bu korkuları ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz." (İnsan Suresi, 7-9)
Allah'tan ve O'na verecekleri hesaptan korkanların Allah ahirette yüzlerini ağartır, onların kitapları sağ yanlarından verilir ve korktukları hesap kendilerine kolaylaştırılır:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, o, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık müminler cehennem azabından kurtulmuş olmanın mutluluğu içindedirler. Ayette belirtildiği gibi yakınlarının yanına sevinç içinde dönerler.

Sonsuz Bir Cennet Hayatı

Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah'ın Katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)
Takva sahiplerine (Allah'tan korkanlara) vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
Dünyada hayatları boyunca cenneti kaybetmekten, sonsuz cehennem azabına uğramaktan korkarak, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olan müminler, Allah'ın korkup sakınanlara vaat ettiği mükafata kavuşmuşlardır. Artık, ebedi yurtlarına girmek üzere sevk edilirler:
Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Onlar da) Dediler ki: "Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 73-74)
Cennete girecek müminleri burada bekleyen bir sürpriz daha vardır ki, bu an onlara herşeyin üzerinde bir mutluluk ve heyecan yaşatır: Rabbimiz’den kendilerine sözlü bir selam...
Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (Yasin Suresi, 58)
Allah cennetteki müminlere şöyle hitab eder:
"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." (Zuhruf Suresi, 68)
İnsanı yaratmış olan Allah, onun neler isteyebileceğini ondan daha iyi bilmektedir ve bunları bir mükafat olarak cennette mümin kulları için yaratacaktır. Nitekim nimetlerle donatılmış olan cennet insanın düşünce sınırlarının çok üzerinde özelliklere sahiptir. Daha önce hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği sayısız nimetler müminlere sunulacaktır. Herşey ve her durum sonsuza kadar müminin tam istediği gibi olacaktır:
... Rableri Katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
Müminlerin cennette yaşadıkları yerler, doğal güzellikler, yiyecekler, giyecekler, bulundukları ortam, eşleri, kendilerini bekleyen nice sürprizler gibi cennetteki sonsuz yaşama dair tüm ayrıntılar Kuran ayetlerinde tasvir edilmiştir.
Bir ayette de Allah'tan korkanların içinde yaşadıkları ebedi hayat ile Allah'tan korkmayanların karşılaştıkları korkunç son şöyle karşılaştırılmıştır:
Takva sahiplerine (Allah'tan korkanlara) vadedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)
Hiç şüphesiz ki, vicdanlı bir kişinin yalnızca bu ayeti biraz tefekkür edip zihninde canlandırması, Allah'tan gücü yettiğince korkması için yeterli olacaktır.

En Büyük Mükafat: Allah'ın Ebedi Rızası

Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Cennete giren müminlerin duydukları en büyük manevi haz, Allah'ın bundan sonra kendilerinden razı olduğunu, kendilerini sevdiğini, onlara hiçbir zaman gazaplanmayacağını, ebediyen Allah'ın dostu olacaklarını bilmeleridir. Allah'ın rızasını kazanmış olmak insana hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluk verir. Nitekim cennet nimetlerini değerli kılan da Allah'ın rızasıdır. Sunulan nimetler son derece değerlidirler, ama bunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin vermiş olduğu zevktir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)

Allah Korkusundaki
Eksikliğin Nedenleri


De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip- çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Yunus Suresi, 31)
Allah'ın yukarıdaki ayetinde açıkça belirttiği gibi, yüzeysel bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah'a inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili ise, Allah'tan korkan bir insanın O'ndan sakınması ve her tavrının Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve tavırlarında ne de konuşmalarında Allah'tan korktuklarına ya da sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.

Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edememeleri

Toplumun genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı yaygındır. Bu yüzden çoğu insan Allah'ı, dinin gerçek kaynağında, yani Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz. Dolayısıyla O'nu gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah bize Kendisi'ni, Kuran'da en doğru ve açık bir biçimde tanıtmıştır.
Çoğu insanın Allah hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya eksik olabileceğine ihtimal vermezler. Verseler de doğrusunu araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmez. Bu ise onları cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya sürükleyebilir. Çünkü Allah'ı tanımamak, beraberinde O'nun pek çok sıfatının sonucundan da habersiz olmayı getirir.
Bu tür insanlar Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatları vardır. Ancak söz konusu kişiler Allah'ın bu sıfatlarının kapsamını bilmez; Rabbimiz’i bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler. Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
İnsan Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en kötü mekan olan cehennem, insanın hayal gücünün alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Dünyada mümkün olan en büyük acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bahsettiğimiz türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve şuursuzlukları nedeniyle Allah'tan korkup sakınmazlar. O'nun gücünü ve kudretini, heybet ve azametini gereği gibi algılayamaz, O'nun makamından ve büyüklüğünden, O'nun gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar. Dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmaya ve O'nun emirlerini ellerinden gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O'nun yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O'nun verdiği nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez, Allah'a karşı sürekli bir nankörlük içinde bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler.

İnkarcıların Yanlış Ahiret İnancı

Cahiliye toplumundaki pek çok insan, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir edemediği gibi, cennet ve cehennem hakkında da pek çok eksik bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişilerin bir kısmı dünya hayatından istedikleri kadar yararlanıp, Allah'a isyan edip, bunun karşılığında da cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın inkarcılar için sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah cehennemin inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler için geriye hiçbir dönüş olmadığını şöyle vurgulamaktadır:
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Kaldı ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi mümkün değildir. Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden) sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir damla kaynar suya, biraz açlığa, soğuğa dayanamayan aciz insanın, ferah ve umarsız bir şekilde böyle bir azabı göze aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan, rahatlıkla karşılayan bir kimse, baştan beri bahsettiğimiz Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.

Dünyada Kendilerine Tanınan Süreye Aldanmaları

Allah dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara süre tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye insanlarının Allah'tan gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de budur; yaptıklarının karşılığını o an görmemeleri... Çünkü genelde insanlar karşılığını hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle bir örnek üzerinde düşünelim:
Büyük bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak, hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:
Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Bu insanlar Allah'ın razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda "başlarına taş yağması" gibi bir azap gelmesini bekler, sonra da cahilce "nasıl olsa bir şey olmuyor" mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında rastlanır ve Allah onların bu cahilce düşünce yapılarını bize şöyle haber verir:
... Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
İman etmeyen ya da yüzeysel bir inancı olan çoğu insan bu sapkın bakış açısına sahiptir. Oysa yaptıklarının karşılıksız kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin sözde son derece uyanık olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler:
Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. (Araf Suresi, 182)
Allah'ın ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir. Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir. Örneğin kişi Allah'ın razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez, Allah'ın insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye bulunduğu ortamı dar etmeye yeter. Allah korkunun bir ceza türü olduğunu Kuran'da şöyle bildirir:
... Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)
Hiçbir insan, Allah'ın hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela dolaşmadığından emin olamaz; Allah'ın hiçbir azabından güvende olamaz. Allah bu gerçeği ayetinde haber vermiştir:
O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 97-99)
Aynı uyarı başka ayetlerde şöyle geçer:
Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de) bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)
Unutmamak gerekir ki, insan acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek durumundadırlar ki, insan yaratılış olarak buna dayanabilecek güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki, gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere bir yaşam sürmektir.

Azap Göreceklerin Yalnızca Çok Azgın Kişiler Olduğunu Sanmaları

İnsanların birçoğu ölümlerinden sonra Allah'ın, kendilerini yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğinden ve bu hesabın sonucunda cennete ya da cehenneme sevkedileceklerinden haberdar oldukları halde ahiretleri için bir hazırlık yapmazlar. Nitekim bu insanların, ahiretin varlığına inandıklarını iddia ettikleri halde, iman etmeyenlerden pek de farklı bir yaşantıya sahip olmadıkları ve bundan da hiçbir tedirginlik duymadıkları görülür. İki tarafın da yaşam tarzları, tavır ve davranışları, hırsları, tepkileri neredeyse birbirinin aynıdır. Aradaki tek fark birinin Müslüman olduğunu iddia etmesi, diğerinin ise böyle bir iddiasının olmamasıdır.
Hem Kuran'a inandığını iddia eden hem de iman ettiği kitabın hükümlerine uymayan bu insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin temiz olduğu, zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da, kendilerinin cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri, başka bir deyişle cennete gideceklerini kesin olarak görmeleridir.
Bu inancın bir özelliği de, cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre belirlemiş olmaları ve diğer insanları da cennet ehli ilan etmeleridir.
Onlara göre cehennemlik olan insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde okudukları katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın arasında çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında belirledikleri bu ölçüler, adam öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve terörist olmadıklarına göre, kendilerinin cennet halkından oldukları zannını doğurur. İşte kendilerini Müslüman kabul ettikleri halde her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet etmemelerinin, Kuran'ı yaşamamalarının ve Allah'ın sınırlarından uzak bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur; bunların hiçbirinin cehenneme gitmek için bir sebep teşkil etmediği zannına kapılmaları... Oysa bu kendilerini ateş çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.
İçlerinde Allah korkusu taşımayan cahiliye insanlarının Müslümanlık adına türettikleri kurallar, Kuran'ın hükümlerinden ve Peygamberimiz (sav)'in bildirdiklerinden çok farklıdır. Örneğin Kuran'a göre çok önemli olan ve Allah'ın uyulmasını kesin emrettiği bir konu, kendi yüzeysel mantıklarına göre o kadar da fazla önemi olmayan, üzerinde durulmayacak bir konu olarak değerlendirilir. Böylece kendi uydurdukları dinin ölçüleri kendilerine, Allah korkusundan tamamen uzak batıl bir hayat modeli sunar. Allah bir ayetinde bu insanların bozuk mantığına şöyle dikkat çekmiştir:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Yunus Suresi, 31)
Bütün ömrü boyunca kendi bildiği batıl dini uygulayan ve böylece gerçek dinin hiçbir hükmünü yerine getirmeyen üstelik de bu şekilde cennete gireceklerini iddia eden bu tür kişiler büyük bir aldanış içinde yaşantılarını korkup sakınmaksızın geçirirler. Fakat her ne kadar kendilerini kandırsalar da vicdanları her fırsatta kendilerine gerçeği hatırlatır. Kuran'ın gerçekleriyle karşılaşıp koskoca bir ömrü günahlarla ve yanlışlarla geçirdiklerini öğrenmek istemedikleri için kendilerine gerçek dini anlatan kişileri de kesinlikle dinlemek istemezler. Bu konu üzerinde düşünmemek için bilinçli olarak başka konularla dikkatlerini dağıtırlar. Başka bir deyişle, korkmalarına sebep olacak bir konu geçtiğinde ya da akıllarına bir düşünce geldiğinde bunu hemen örtbas ederek eski rahatlıklarına, gafletlerine geri dönmek isterler. Allah'ı, O'nun tehdidini, O'nun azabını akıllarına getirmekten, diğer bir deyişle Allah korkusundan sürekli bir kaçış içindedirler. Halbuki bu çok büyük bir akılsızlıktır. Çünkü bu kaçış onları kendilerini bekleyen korkunç sondan kurtaramayacaktır.

"Allah Nasıl Olsa Affeder" Şeklindeki Batıl Düşünceleri

Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar... (Araf Suresi, 169)
Ayette de dikkat çekildiği gibi, insanların bir kısmı Allah'ın isteklerine uygun bir hayat sürmemelerine rağmen yine de Allah'ın kendilerini affedeceği düşüncesindedirler. Kuşkusuz bunun en temel sebebi Allah'ın sıfatlarını, adaletini takdir edememeleri ve olayları Kuran mantığından uzak bir şekilde değerlendirmeleridir. Elbette ki Allah affedecidir ve kullarının günahlarını bağışlayıcıdır. Fakat bunun şartının ne olduğunu Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17 - 18)
Ancak Allah korkusundan uzak olan insanlar gizli-açık sürekli uyarılmalarına, hakkı bilmelerine rağmen "nasıl olsa Allah affeder" gibi çarpık bir mantıkla günahları üzerinde ısrarlı davranırlar. Oysa bu, şeytanın insanları aldatmaya çalıştığı konulardan biridir. Şeytan böyle bir kandırmaca ile insanları her türlü günaha ve sahtekarlığa peşi sıra sürükler.
Dahası Allah bir başka ayette, "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ifadesiyle insanlardan hiç kimsenin böyle bir garantisinin olmadığını açıkça belirtmiştir.
 

Kendilerini Cennete Layık Zannetmeleri

Kuşkusuz Kuran'dan uzak çarpık bir din anlayışının doğurduğu ahiret inancı da çarpık olacaktır. Nitekim cahiliye insanlarının büyük bir bölümünün ortak özelliği kendilerini cennet ehli olarak görmeleridir. Birçoğunun öldükten sonra, yaptıklarından sorguya çekileceğine pek kanaati yoktur. Kendilerince böyle bir ihtimal olsa bile, yine de iyi bir sonuçla karşılaşacaklarını düşünür ve böylece kendilerini kandırıp rahatlatırlar.
Allah bu garip kendinden eminliğe Kuran'da bir bağ sahibinden örnek vererek dikkat çekmiştir. Ayetlerde bildirildiği gibi, Allah'tan korkmayan bağ sahibi malca zengin olmasından kaynaklanan, kendinden son derece emin bir şımarıklık içindedir. Bahçesinin verimli olması ve görünümünün güzelliği onun kendine olan güveninin temel dayanağıdır.
Bağlarının güzelliğini ve bereketini gördüğünde güçlü olmak için Allah'a ihtiyacı olmadığı gibi son derece cahilce bir zanna kapılmış ve şöyle demiştir:
Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 35-36)
İşte bu bağ sahibi, aslında, ahireti ve hesap gününü akıllarından çıkararak her türlü taşkınlığı ve sınır tanımazlığı işleyen, daha sonra da sonsuza kadar yok olma ya da cehenneme gidip azapla karşılaşma düşüncesinin dehşeti karşısında, nasılsa cennete gideceği avuntusuyla kendisini kandıran günümüz insanına da bir örnektir. İşine gelmediği anda kıyamet saatini inkar eden, işine gelince de kendi aklınca cennetlik olduğunu düşünen bu şuursuz zihniyete sahip olanların elbette ki içlerinde Allah korkusu yoktur.

Allah'ı Sevdiğini Söylemeyi Yeterli Sanmaları

Bazı insanların Allah'tan sakınmamalarının ve gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir başka sebep de, Allah'ı sevdiklerini söylemeleri fakat bu konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve Allah'ın beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir. Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına bakıldığında buna dair hiçbir alamet görülmemesidir. Çünkü samimi olarak Allah'ı seven bir insan herşeyden önce O'nun sınırlarına son derece titizlik gösterecek, O'nun sevip beğendiği şeyleri sevecek, beğenmediği, kınadığı, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınacaktır. Bu sevgisini, ölene dek yaşamının tüm detaylarında O'nun rızasını arayarak, O'na olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun dışında sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak ancak Allah'ın sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavır olacaktır. Ve elbette ki bu samimiyetsizlik karşılıksız kalmayacak, çok büyük bir hüsrana uğrayacaktır.
Şu husus çok önemlidir: Allah'ın hükümleri son derece açıkken ve cehennemin varlığı kesin bir gerçekken, bir insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli görmesi, kendince nefsini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban tabana zıt bir tutumdur.
Samimi Müslümanlar Allah'tan korkarlar ve Rabbimiz'in hükümlerini titizlikle yerine getirmeye çalışırlar. Bunun en güzel örneklerinden biri de Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış olan Müslüman kadınlardır. O dönemde mümin kadınlar Allah’ın tesettür konusundaki emrini büyük bir şevk ve istekle karşılamışlar, hemen itaat etmişlerdi. Tesettürle ilgili ayetlerin indiği dönemde Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)'dan şunlar rivayet edilmiştir:
“Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar” ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir.” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, s. 5880)
Nitekim onlardan sonra gelen Müslümanlar da aynı şevk ve kararlılıkla bu emri yerine getirmişlerdir.

Cahiliye Korkusu ile Korkmaları

Allah insanın her türlü halini, kusurlarını, aklından geçenleri, dualarını bilmektedir. O halde yapılması gereken şey Allah'a samimiyetle yönelip O'nu dost edinmektir. Allah'a karşı duyulması gereken içli korku, insanı teslimiyetli ve güzel ahlaklı hale getirerek onu Allah'ın sevgisini kazanmaya, Allah'a yakınlaşmaya teşvik eder.
Cahiliye insanlarının korkuları ise daha farklıdır. Onların duydukları korkular geçicidir. Bir sıkıntıyla karşılaştıkları zaman Kahhar olan Allah'ın azabını hatırlar, onunla karşılaşmaktan korkarlar. Ama Allah bir deneme olarak onları kurtardığında tekrar eski inkarlarına geri dönerler. Kuran'da bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir:
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)
Görüldüğü gibi, cahiliye insanlarının korkuları onlara bir fayda sağlamaz. İman edenlerin aksine, karşılaştıkları olaylardan öğüt alıp düşünmezler. Nitekim Allah ancak "içi titreyerek korkan"ların öğüt alabileceklerini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Allah'tan 'İçi titreyerek korkan' öğüt alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır. (Ala Suresi, 10-11)
İşte cahiliye insanları yukarıdaki ayetlerde bildirilen ikinci gruptandır. Yani Allah'a karşı derin ve içli bir korku duymadıkları için karşılaştıkları olaylar onları doğruya ulaştırmaz. Allah Kuran'da bu insanların tutumunu daha pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)