23 Ocak 2013 Çarşamba

Evrimin Fosillere Yenilişi


Fosil Kayıtlarındaki Durağanlık: ‘Stasis’

Doğa tarihini incelediğimizde karşımıza, "farklı anatomik yapılara evrimleşen" değil, yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişmeden kalan canlılar çıkmaktadır. Fosil kayıtlarındaki bu "değişmezlik", bilim adamları tarafından "stasis" (durağanlık) olarak tanımlanmıştır. Yaşayan fosiller ve günümüzde varlığını korumayan ama dünya tarihinin birbirinden farklı dönemlerinde fosil bırakmış olan canlılar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın somut delilleridirler. Ve fosil kayıtlarındaki söz konusu durağanlık, aşamalı bir evrim sürecinin yaşanmadığını gösterir. Stephen Jay Gould, Natural Historydergisindeki yazısında fosil kayıtlarının evrim teorisi ile olan tutarsızlığını şu şekilde ifade etmiştir:
Mezozoik döneme ait (245-65 milyon yıl arası) vatoz fosili, günümüz denizlerinde yaşayan vatozların sahip olduğu tüm özelliklere sahiptir. Yaklaşık 250 milyon yıllık bu canlı, evrimsel süreç iddiasının tamamen bir hayal olduğunu açıkça göstermektedir.
Çoğu fosil türünün tarihi, kademeli gelişim ile tutarsız olan iki özellik gösterir:
1. Stasis. Çoğu tür dünya üstünde geçirdikleri süre boyunca hiçbir yönlü değişim göstermemektedir. Fosil kayıtlarından kayboldukları sırada nasıl görünüyorlarsa ortaya çıktıklarında da aynı görünümdedirler; morfolojik değişim çoğunlukla sınırlıdır ve yönlü değildir.

2. Birden ortaya çıkış. Herhangi bir yerel bölgede, bir tür, atalarının sabit dönüşümü neticesinde kademeli olarak ortaya çıkmamaktadır; birden ve 'tam gelişmiş' olarak ortaya çıkmaktadır.13
Eğer bir canlı, milyonlarca yıl önceki tüm özellikleri ile günümüzde kusursuz şekilde varlığını sürdürüyorsa ve hiçbir değişim geçirmediyse, bu durum Darwin'in öngürdüğü aşamalı evrim modelini tamamen ortadan kaldıracak kadar güçlü bir kanıttır. Öyle ki, yeryüzünde bunu kanıtlayacak tek bir örnek değil, milyonlarca örnek bulunmaktadır. Canlılar, milyonlarca yıl hatta kimi zaman yüz milyonlarca yıl önce var oldukları hallerinden hiçbir farklılık göstermemektedirler. Bu durum, Niles Eldredge'in açıkça ifade ettiği gibi, paleontologların, hala savunulmakta olan evrim fikrinden artık "kaçınmalarına" sebep olmaktadır:
Paleontologların evrimden bu kadar uzun süre kaçınmış olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Evrim asla gerçekleşmemiş gibi görünmektedir. Kayalıklarda dikkatle ve sabırla yürütülen toplama çalışmaları zigzaglar, küçük salınımlar, ve çok nadiren milyonlarca yıl boyunca görülen değişimlerin küçük birikintilerini ortaya çıkarmaktadır – ki bunlar evrimsel tarihte yaşanmış olan tüm o müthiş değişimi açıklayamayacak kadar yavaş bir hızdadır.14
Fosil kayıtlarındaki durağanlık, gerçekten de evrim savunucuları için en büyük problemi teşkil eder. Çünkü evrimciler, hayali evrim süreci için gereken kanıtları fosil kayıtlarında ararlar. Ancak fosil kayıtları, beklenen ara geçiş formları örneklerini vermemekte, dahası, yüz milyonlarca yıl içinde değişim geçirdiği iddia edilen bir canlının hiçbir evrim geçirmediğini gözler önüne sermektedir. Canlı formları, milyonlarca yıl önceki halleri ile aynıdırlar ve Darwin'in öngördüğü aşama aşama değişimi geçirmemişlerdir. Niles Eldredge, evrimci paleontologların uzun süre ihmal ettikleri durağanlık gerçeğinin, Darwin'in aşamalı evrim iddiasını çürüttüğünü şu şekilde izah etmektedir:
Fakat durağanlık, hayatın tarihinin evrimsel biyolojide gözardı edilmemesi gereken bir özelliği olarak terk edildi, ve Gould ile birlikte böyle bir durağanlığın, hayatın tarihinin yüzleşilmesi gereken gerçek bir yönü olduğu, ve aslında evrimin temel fikrinin kendisine yönelik hiçbir esas tehdit teşkil etmediğini gösterene kadar da gözardı edilmeye devam etti. Çünkü bu Darwin'in sorunuydu: Darwin, evrim fikrinin inandırıcılığını sağlamak için türlerin sabitliğine dair eski doktrini yıkmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Darwin'e göre stasis, aksi bir uygunsuzluktu.15
Darwin'in aşamalı evrim iddiasının geçersizliğini görerek, buna karşı Stephen J. Gould ile birlikte "sıçramalı evrim" iddiasını ortaya atan Niles Eldredge'in yukarıdaki ifadeleri, durağanlığın Darwin'e problem oluşturması konusunda oldukça doğruydu. Fakat Eldredge'in de açıkça ihmal ettiği ve görmezden geldiği nokta, fosil kayıtlarında açıkça görülen durağanlığın, sıçramalı evrim için de büyük bir sorun oluşturduğuydu.
Fosil Kayıtlarında Durağanlık
Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış olsaydı, ki hiçbir şekilde yaşanmamıştır, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, fosil kayıtlarında hiçbir ataları olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.
Ammonitler, yaklaşık 350 milyon yıl önce ortaya çıktılar ve 65 milyon yıl kadar önce soyları tükendi. Aradaki 300 milyon yıl boyunca üstteki fosilde görülen yapıları hiç değişmedi.
400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili
Ordovisyen Dönemi'ne ait "atnalı yengeci" fosili. Bu 450 milyon yıllık fosil de, günümüzde yaşayan örneklerinden farksız.
Ordovisyen Devri'ne ait istiridye fosilleri.
35 milyon yıllık fosil sinekler. Günümüzde yaşayan sineklerle aynı vücut yapısına sahipler.
Jurasik Dönem'e ait yaklaşık 170 milyon yıllık karides fosili.
Günümüzdeki karideslerden hiçbir farkı yok.
Almanya'nın Bavyera bölgesinde bulunan 140 milyon yıllık yusufçuk fosili, şu anda yaşayan yusufçukların aynısıdır.

İskoçya'daki East Kirkton bölgesinde bulunmuş olan bilinen en eski akrep fosili. Pulmonoscorpius kirktonensis adı verilen türe ait bu akrep, 320 milyon yıllık ve günümüz akreplerinden farksız. (solda) Baltık Denizi kıyılarında amber içinde bulunan yaklaşık 170 milyon yıllık bir böcek fosili. Yaşayan örnekleriyle tıpatıp aynı. (solda başta)


Sıçramalı evrim (Punctuated Equilibrium – Kesintiye Uğramış Denge) modelini öne süren paleontologlar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın bir "sorun" olduğunu kabul etmiş ama evrim fikrinden vazgeçmeyi imkansız gördükleri için canlıların küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğunu öne sürmüşlerdi. Bu iddiaya göre evrimsel değişiklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülasyonlar içinde gerçekleşmekteydi. Bu vakte kadar canlı popülasyonu hiçbir değişim göstermiyor ve bir tür denge durumunda kalıyordu. Popülasyon çok dar olduğu için büyük mutasyonlar sözde çok kısa sürede doğal seleksiyon mekanizması vasıtasıyla seçiliyor ve böylece ve her nasılsa yeni bir türün oluşumu sağlanıyordu.
Sıçramalı evrim modelinin, mikrobiyoloji ve genetik bilimleri tarafından çok fazla delil ile yalanlanmış olduğu bugün bilinen bir gerçektir. (Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya) Ayrıca fosil kayıtlarındaki durağanlığa ve dolayısıyla ara form yokluğuna açıklama getirmek için öne sürülen sıçramalı evrimin "dar popülasyonlar" iddiası da yine hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Yeni bir tür oluşumunun, sayıca son derece az hayvanı ve bitkiyi barındıran topluluklarda gerçekleştiğini iddia eden sıçramalı evrim, dar popülasyonların genetik yönden evrim teorisi için avantajlı değil, dezavantajlı olduğunun açıkça ortaya çıkmasıyla büyük bir darbe almıştır. Dar popülasyonlar, yeni bir tür oluşumuna yol açacak şekilde gelişmek bir yana, ciddi genetik bozukluklar ortaya çıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir genetik havuz içinde çiftleşmeleridir. Bu yüzden normalde "heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler, baskın (dominant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla genetik bozukluk ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla fosil kayıtlarındaki ara form eksikliği, dar popülasyonlarda gerçekleşen bir evrimin sonucu değildir. Tüm bu bilimsel olanaksızlıkların yanısıra, sıçramalı evrim taraftarlarının, küçük popülasyonlarda meydana gelen değişikliklerin izinin, fosil kayıtlarında neden bulunamadığı sorusuna verebilecek bir cevapları yoktur.
Kurbağaların kökeninde de bir evrim süreci yoktur. Bilinen en eski kurbağalar, balıklardan tamamen farklıdır ve kendilerine has yapılarıyla ortaya çıkmışlardır. Ve günümüzdeki kurbağalarla aynı özelliklere sahiplerdir. Dominik Cumhuriyeti'nde bulunan amber içindeki kurbağa fosili yaklaşık 25 milyon yıllıktır ve yaşayan örnekleriyle arasında hiçbir fark yoktur.
Bu açık gerçek gösterir ki, hem Darwin'in ortaya attığı aşamalı evrim modeli, hem de onun sunduğu geçersizlikleri örtbas edebilmek için öne sürülen sıçramalı evrim modeli, fosil kayıtlarındaki durağanlığı, canlı formlarının ani ortaya çıkışlarını ve ara form yokluğunu açıklayamamaktadır. Bu durum, her ne teori öne sürülürse sürülsün, canlıların evrim geçirdiğine dair her türlü iddianın başarısızlıkla sonuçlanacağını, bilimsel olarak çöküşe uğramaya mahkum olacağını tüm açıklığıyla göstermektedir. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir; Allah tüm canlıları kusursuz halleri ile yoktan var etmiştir. Dolayısıyla canlıların evrimleştiğini savunan her iddia, yok olmaya mahkumdur.
Sıçramalı evrim teorisinin fikir babası Stephen J. Gould, Hobart & William Smith College'de verdiği bir konferansta bu gerçeği tüm açıklığıyla şu şekilde itiraf eder:
Her paleontolog çoğu türlerin değişmediğini bilir. Bu sıkıntı vericidir… korkunç bir sıkıntıya neden olur… [Canlılar] biraz daha büyük veya yamru-yumru olabilirler fakat aynı tür olarak kalmaya devam ederler ve bunun nedeni kusurluluk veya boşluklar değil, durağanlıktır. Fakat bu olağanüstü durağanlık genellikle bir veri olarak görmezlikten gelinmiştir. Eğer değişmiyorlarsa, söz konusu olan evrim değildir; o halde bundan söz etmezsiniz.16

Çevrenin "Etkisizliği"

Denizlerin en tehlikeli canlılarından biri olan köpek balığı ve 400 milyon yıllık fosili bize köpek balıklarının hiçbir evrim süreci geçirmediğini açıkça göstermektedir.
Yaşayan fosiller, günümüzdeki örnekleriyle geçmişten kalan fosil örnekleri arasında farklılık bulunmayan, dolayısıyla türlerin milyonlarca yıl boyunca hiçbir evrim geçirmediği gerçeğine ayna tutan kanıtlardır. Bu yönleriyle evrim teorisine ağır bir darbe oluşturmaktadırlar. Bilindiği gibi evrim teorisi, ancak değişen çevre şartlarına uyum sağlayabilen canlıların hayatta kalacağını, hayali bir takım rastlantısal değişimlerin etkisiyle canlıların bu süreçte başka canlılara evrimleşeceğini iddia etmektedir. Yaşayan fosiller ise, teorinin, türlerin zaman içinde değişen şartlara göre değişim geçireceği iddiasının asılsız bir hikayeden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihte yüz milyonlarca yıl geriye uzanan, çok eski yaşayan fosil örnekleri mevcuttur. Yaklaşık dört yüz milyon yıllık olduğu halde hiçbir değişim izi ortaya koymayan köpek balığı ve evrimcilerin soyu tükenmiş bir ara-geçiş canlısı olarak ortaya attıkları ama günümüzde halen yaşayan bir dip balığı olduğu anlaşılan Cœlacanth gibi canlıların fosilleri, evrim teorisinin değişim senaryosunu yalanlayan çok çarpıcı bir tablo çizmektedir.
Focus dergisi de evrimci bir yayın olmasına karşın, Cœlacanth'ın konu edildiği Nisan 2003 tarihli sayısında, bu balık gibi milyonlarca yıldır değişmeyen canlılardan şöyle söz etmiştir:
Cœlacanth gibi büyük bir canlının, bunca yıl bilim dünyasının bilgisinden uzak yaşadıktan sonra bulunması, çok fazla ilgiyi üstüne çekmesine yol açtı. Oysa, Cœlacanth gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan fosilleriyle tıpa tıp benzerlik içindeki organizmaların sayısı oldukça fazla. Örneğin, bir kabuklu türü olan Neopilina, 500 milyon yıldan beri, akrep, 430 milyon yıldan beri; zırhlı ve kılıç kuyruklu bir hayvan olan deniz canlısı Limulus, 225 milyon yıldan beri; yalnızca Yeni Zelanda'da yaşayan bir tür sürüngen olan Tuatara da, yaklaşık 230 milyon yıldan beri değişmedi. Eklembacaklıların birçok takımı, timsahlar, deniz kaplumbağaları ve birçok bitki türü de uzayıp giden listenin bir parçası.17
Birkaç milyon yıllık Akçaağaç yaprağının fosili ve günümüzdeki Akçaağaç yaprakları.
160 milyon yıllık, bilinen en eski semender fosili.
2 milyon yıllık amber içinde karınca fosili ve üstünde günümüzde yaşayan karınca. Bu canlılar, milyonlarca yıl önce de günümüzdekilerden farklı değildi.
190 milyon yıllık timsah fosili ve günümüzdeki yaşayan örneği.
120 milyon yıllık kuş tüyü fosili.
Çuha çiçeği fosili ve günümüzde yaşayan çuha çiçeği.
Milyonlarca yıllık yılan fosilleri, yılanların hiçbir değişime uğramadıklarını göstermektedir.
Bir tür ağaçkakan tüyü fosili. Günümüz ağaçkakan tüyleriyle aynıdır. (Yukarıda solda) Bugüne kadar bulunan en eski çiçekli bitki fosili.
(Yukarıda sağda)
Focus dergisi, hamam böceği ve archaebakterilerden örnek vererek, bu fosillerin evrim teorisine vurduğu darbeyi ise açıkça itiraf etmektedir:
Evrim çizgisinden bakıldığında, bu tip organizmaların mutasyona uğrama olasılığı, diğerlerine göre çok daha yüksek. Çünkü, her yeni nesil, DNA'nın kopyalanması demek. Milyonlarca yıl süresince kopyalama işleminin kaç kez yapıldığını düşününce, ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. Teoride, değişen çevre koşulları, düşman türler, türler arası rekabet gibi çeşitli baskı unsurlarının doğal seçime neden olması, mutasyona uğramış avantajlı türlerin seçilmesi ve bu türlerin, bu kadar uzun zaman içinde çok fazla değişikliğe uğraması gerekiyordu. AMA GERÇEKLER BÖYLE DEĞİL. Sözgelimi, hamamböceklerini ele alalım. Çok hızlı ürüyorlar, ömürleri de kısa, ama yaklaşık 250 milyon yıldan beri aynılar. Daha çarpıcı bir örnek ise archaebakteriler. Tam 3.5 milyar yıl önce, Dünya henüz çok sıcakken ortaya çıktılar, günümüzde de Yellowstone Milli Parkı'ndaki kaynar sularda yaşamaya devam ediyorlar.18
Evrim teorisi, türlerin doğa tarihi hakkında yazılan, ancak bu alanda elde edilen bilimsel bulgularla kesin olarak yalanlanan hayali bir hikayeden ibarettir. Yaşayan fosiller, çevrenin canlılar üzerindeki etkisinin "evrim" değil, tam aksine "evrimsizlik" olduğunu göstermektedirler. Türler günümüzdeki beden yapılarına tesadüfi bir değişim sürecinden geçerek ulaşmamışlardır. Hepsi Yüce Allah tarafından kusursuzca var edilmişlerdir ve yeryüzündeki varlıkları boyunca hep yaratıldıkları şekilde yaşamışlardır.
Amber içinde 50 milyon yıllık akrep fosili. (en solda) Milyonlarca yıldır değişmemiş bir canlı olan Tuatara'nın fosili ve günümüzdeki hali. (ortada) 150 milyon yıllık atnalı yengeci fosili ve günümüzdeki Atnalı yengeci. (en sağda)