24 Ocak 2013 Perşembe

Kuran Mucizeleri – Cilt 3


Kuran'da Bilimsel Mucizeler 1

FOSİLLEŞME VE DEMİR İÇERİĞİ

Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" De ki: "İster taş olun, ister demir. Ya da göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun)."
“Bizi kim (hayata) geri çevirebilir" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan."... (İsra Suresi, 49-51)
demir cevheri
Üzerinde demir kalıntıları oluşmuş milyonlarca yıllık taşlaşmış deniz kabuğu fosili
Yukarıdaki ayetlerde, insanların ölü bedenlerinin taşlaşmasına ve demire dönüşmesine işaret edilmektedir. Canlı dokusu milyonlarca yıl boyunca korunamaz. Bu nedenle insanların geçmişte yaşamış canlıları görmeleri, ancak bunların fosilleşmesi ile mümkün olur. Canlılar öldükten sonra, vücutları toprağın altında taşlaşarak, fosiller halinde yıllarca korunabilir. Sözlüklerde "fosil" kelimesinin anlamı açıklanırken, "taşlaşmış canlı kalıntısı, taşıl" gibi ifadelerle, özellikle taşlaşmaya dikkat çekilmektedir.
Fosilleşen bedende, aynı zamanda demir elementi de bozulmadan saklanır. İnsanın sağlıklı yaşaması için günde ortalama 10-15 miligram demir tüketmesi gerekir. Günlük beslenme yoluyla alınan demirin fazlası karaciğerde depolanır. Ayrıca, kan plazmasında transferrin proteini belirli miktarda demir taşır. Ayette insan bedeni kalıntılarında demir bulunduğuna dikkat çekilmesi de, bu bakımdan son derece hikmetlidir.
Ayetlerin devamında da Allah önemli bir gerçeği hatırlatmaktadır: Hayalinizde düşündüğünüz, büyüdüğünü, geliştiğini, evrimleştiğini zannettiğiniz garip bir mahluk da olsanız, maymunumsu bir yaratık da olsanız fark eden bir şey olmayacaktır. Allah, insanların maymundan gelişerek evrimleştiğini iddia eden kişilere, her ne şekilde yaratıldıklarını düşünürlerse düşünsünler bu yanlış sapkın inançlarının bir şey değiştirmeyeceğini haber vermektedir. Ayette Allah’ın yaratmasını inkar eden tüm insanların ahirette cehennem için hazır edilecek şekilde, yine tam teşekküllü bir insan görünümünde yaratılacakları bildirilmektedir.
Kuran ayetleriyle insanların taşlaşarak fosillere ve demire dönüşeceğinin bildirilmesi, bugün bilimsel olarak tasdik edilmiş bir gerçektir. Ayetlerin indirildiği dönemde arkeolojik, paleontolojik, jeolojik ya da astronomik incelemeler yapılmadığı gibi, elektron mikroskobuyla elementlerin tespiti de mümkün değildi. Bu bakımdan yukarıdaki ayetlerde bildirilen gerçekler, Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu bir defa daha doğrulamaktadır.
kaplumbağakaplumbağa
125 milyon yıllık kaplumbağa fosili (solda), üstteki günümüz kaplumbağasından farksızdır.

DAĞLARDAKİ RADYO ALICILARI

radyo alıcıları

Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık. (Sebe Suresi, 10)
 Yukarıdaki ayette dağların "yankıyla ses vermesi" ifadesi, radyoların çalışma sistemine bir işaret olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Bunun için radyoların çalışma sistemini kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Radyo, verici ve alıcı şeklinde iki parçadan oluşur. Verici, gönderilmek istenen mesajı şifreleyerek, "sinüs dalgası" olarak karşı tarafa iletir. Alıcı da radyo dalgalarını alır ve gönderilen sinüs dalgası üzerin­deki mesajın şifresini çözer. Bu sayede vericiden gönderilen mesajın aynısını, karşı taraf almış olur. Ayette "yankıyla ses verin" olarak çevrilen ve "sesin geri dönmesi, tekrarlanması" anlamlarına gelen "evvi­bi" kelimesi de radyodaki ses dalgasının iletilmesine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Vericiden gönderilen bilginin alınması için anten yoluyla gönderilen radyo dalgaları şeklindeki sesler, yine alıcının bağlı olduğu bir anten yoluyla karşılanır. Antenin kullanım amacı, radyo vericisinden gönderilen dalgaların uzaya iletilmesidir. Alıcı görevi yapan anten ise, en fazla radyo dalgasını toplamayı ve mesajı almayı hedefler. Bu nedenle milyonlarca kilometre uzaklıkta bulunan uydular için, NASA, 70 metre çapında dev çanak antenler kullanmaktadır. Bunların dışında, radyo dalgaları kullanılarak görüntüleme yapmayı hedefleyen radyo teleskopları da vardır. Radyo dalga boyları çok büyük olduğu için, bir radyo teleskobunun da fiziksel olarak görüntüleri karşılaştırılabilir netlikte alabilmesi için, çok daha büyük olması gereklidir. Radyo görüntülerini daha iyi ve daha net yapmak için, gök bilimciler, çok kere daha küçük birkaç teleskobu ya da alıcı çanakları bir sıra halinde birlikte kullanırlar. Bu teleskoplar birlikte bü­yük tek bir teleskop gibi davranırlar. Bunların görünümü de sıra dağlara benzemektedir.
Ayrıca, radyo iletişiminde uzak mesafelerde iletişime imkan sağlamak için "tekrarlayıcılar" (repeater) kullanılmaktadır. İngilizcede tekrar eden anlamındaki "repeater" kelimesiyle adlandırılan bu cihazlar, zayıf sinyalleri tekrarlayarak güçlendirir ve uzak mesafelere iletilmesini sağlarlar. Bu tür cihazlar özellikle yüksek binaların veya tercihen dağların üzerine yerleştirilerek en yüksek etki oluşturması sağlanır.
Ayette dağlara dikkat çekilmesi, ve "tekrarlamak, dönmek, sesi geri döndürmek" anlamlarına gelen "evvibi" kelime­sinin kullanılması son derece hikmetlidir. Sebe Suresi 10. ayetteki "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" ifadesi söz konusu teknolojiye işaret ediyor olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
s bandı
NASA'ya ait bu fotoğrafta Apollo 12'nin S Bandı anteni görülüyor.

DÜNYA’NIN YERÇEKİMİ KUVVETİ

Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? (Mürselat Suresi, 25)
Yukarıdaki ayette "toplanma yeri" olarak çevrilen "kifaten" kelimesi, "canlıların, meskenlerinde toplanıp himaye edilmeleri, barınmaları; canlı ve cansızların toplandıkları yerler; üzerinde şeyler yığılan; toplanan yer" anlamlarını taşımaktadır. Yeryüzünün bir "toplanma yeri" olduğunu bildirmek için kullanılan bu kelime -kifaten- Arapçada "kefete" kökünden türetilmiştir ve "toplamak, kendine çekmek, kucaklamak" anlamlarına gelmektedir.
Isaac Newton
Isaac Newton
Bilindiği gibi yeryüzü, yerçekimi kuvveti etkisiyle insanları ve üzerinde barındırdığı tüm canlı ve cansız varlıkları merkezine doğru çekmektedir. Ayette geçen "kendine çekmek" fiili ile yeryüzünün bu çekim kuvvetine bir yönüyle işaret ediliyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Dünya üzerinde hayvanları, bitkileri, insanları ve diğer tüm varlıkları kendine doğru çeken yerçekimi sayesinde, insanların yere basmaları, cisimlerin uçma dan bulundukları zeminde durmaları, atmosferin dağılmadan Dünya'yı çevrelemesi, yağmurun yeryüzüne düşmesi mümkün olur.
Tarihteki en büyük bilim adamlarından kabul edilen Isaac Newton yerin bu özelliğini araştırmış ve 1687 yılında ilk kez Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) adlı eserinde yerçekiminden söz ederek, tüm zamanların en büyük bilimsel keşiflerinden birini yapmıştır. Hatta, Newton'un yerçekimi kuvvetinden bahsederken kullandığı Latince "attraere" kelimesi de, "çekme, biraraya getirme" anlamlarını taşımaktadır.
Ancak 17. yüzyılda tanımlanan ve Dünya'nın dört büyük kuvvetinden biri olan yerçekimine, Kuran'da dikkat çekilmesi, Kuran'ın Allah'ın Katından indirildiğinin delillerinden biridir.

ATOMUN SAĞLAMLIĞI VE ELEKTRON YÖRÜNGELERİ

Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)
 Yukarıdaki ayette tüm maddelerin yapı taşı olan atomun sağlamlığına ve atomların elektron yörüngelerine bir yönüyle işaret ediliyor olabilir. Atomlar açısından bakıldığında, ayetteki Allah'ın "herşeyi sapasağlam" yaptığı ifadesi, atomların balyozla vurulsa dahi dağılmayan sağlam yapıları olarak yorumlanabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Çünkü eşyalar sağlam olmaz, ancak atom sapasağlamdır. Örneğin bir vazo kırılsa, parçalansa dahi onu oluşturan atomlar yine sağlam kalır. Şiddetli bir çarpmada bir araba hurda yığını olabilir; bir patlamayla gökdelen yıkılabilir; ama ister narin bir çiçek isterse güçlü bir metal olsun durum aynıdır: Maddenin atomları bozulmaz, yörüngeleri dağılmaz. Dolayısıyla en zayıf yapılı gözüken madde dahi, aslında yaratılışında çok sağlamdır. Ayette "herşey" denilmesinin hikmeti de, tüm maddelerin esasının atom olması olabilir.
Atomdaki bağları parçalayarak oluşturulan nükleer bombalarda dahi, ortaya yine sağlam başka yapılar çıkar. Nükleer fizyon yönteminde, atomun çekirdeği parçalanır ve daha küçük iki atoma ayrılır. Nükleer füzyonda ise iki küçük atom biraraya getirilerek daha büyük bir atom oluşturulur. Örneğin Güneş enerjisi bu yöntemle -hidrojenin helyuma dönüştürülmesiyle- üretilmektedir. Sonuç olarak evrende maddeden enerjiye, enerjiden maddeye sürekli bir dönüşüm ve atom seviyesinde evrenin genelinde geçerli bir sağlamlık mevcuttur.
elektron bulutuelektron bulutu
Resimde adeta bir yapıştırıcı gibi atomları birbirine ekleyerek maddeler oluşturan, bulut görünümündeki elektronların hareketi canlandırılmaktadır.Elektronların atomun çekirdeği etrafındaki süratli hareketi, bulut gibi görünmelerine sebep olmaktadır.
Diğer bir yönden ayette, dağların, bulutların sürüklenmesine benzetilen hareketiyle, atomların çekirdekleri etrafındaki elektron bulutlarına işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Dağları oluşturan atomların yörüngelerindeki elektronlar, çekirdek etrafında sürekli ve süratli hareketlerinden ötürü bir bulut görünümü alırlar. Nitekim atomun yörüngesindeki elektronlar, bilimsel literatürde de "elektron bulutu" olarak tanımlanmaktadır.1 Elektron bulutu kavramı, moleküler fizik, kimya ya da kuantum kimyasında, elektronların atom çekirdeği etrafında, buluta benzer şekilde hareket etmelerini tarif etmek için kullanılır.2
Elektron mikroskobu gibi üstün teknoloji ürünü aletler ile gözlem yapmadan atomun yapısını anlamak, elektronların bu görünümlerini tespit etmek mümkün değildir. 14 asır önce üstün teknoloji gerektiren ilimler hakkında, Kuran'da verilen bilgilerin her defasında tam doğru olması, Kuran'ın mucizelerinden biridir. Ayrıca Rabbimiz'in Alim (Herşeyi çok iyi bilen), Fatır (Yaratan, icad eden) ve Halik (Herşeyin varlığı ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hadiseleri tespit ve tayin eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden) sıfatlarının birer tecellisidir.

DOKUNMUŞ GÖKYÜZÜ

'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun; (Zariyat Suresi, 7)
Yukarıdaki ayette "donatılmış" olarak çevrilen "elhubuk" kelimesi "habeke" fiilinden türemiştir. Bu fiil ise "bir şeyi iyi ve sıkı dokumak; örmek; sıkı sıkıya bağlamak, iyice düğümlemek; tertip etmek" anlamlarına gelmektedir. Zariyat Suresi'nin 7. ayetinde kullanılan "elhubuk" kelimesinin bu anlamları düşünüldüğünde, gökyüzünün dokunmuş ya da örülmüş bir kumaş gibi olduğu anlaşılmaktadır. Ayette bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir ve günümüzün bilimsel izahlarını iki yönden tasdik etmektedir.
Birinci yönü şöyledir: Evrendeki yörünge ve yollar, öylesine yoğun ve birbiri içine geçmiştir ki, adeta bir kumaş dokusundaki gibi birbirleri ile kesişen hatlar oluşturmaktadır. İçinde yaşadığımız Güneş Sistemi, Güneş, gezegenler, onların uyduları, meteorlar ve kuyruklu yıldız gibi sürekli hareket halindeki gök cisimlerinden oluşur. Güneş Sistemi de 400 milyar yıldız içeren Samanyolu Galaksisi içinde bir yol izler.3 Uzayda ise milyarlarca galaksi olduğu tahmin edilmektedir. Binlerce kilometrelik hızla dönen gök cisimleri, sistemler, birbiriyle çarpışmadan, uzayda birbirini kesen yollar izlerler.
yıldızların yörüngesi
Üstte Güneş Sistemi'nin içindeki cisimlerden bir kısmının yörüngeleri görülmektedir. Bu resimden başlayarak saat yönünde incelendiğinde, Güneş Sistemi'nin de çok daha büyük yörüngesel hareketlerin bir parçası olduğu anlaşılmaktadır.
Yıldızların pozisyonlarını ve gezegenlerin hareketlerini tam olarak haritalandırma amacını güden astrometri (gökölçüm) bilimi, yine gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen gök mekaniği bu karmaşık yörüngesel hareketleri tespit etmek için ortaya çıkmıştır. Eski zamanlarda gök bilimciler, yörüngelerin sadece dairesel olarak hareket ettiklerini varsaymışlardır. Oysa günümüzde gök cisimlerinin dairesel, eliptik, parabolik ve hiperbolik gibi çeşitli matematiksel düzenlerde yörüngeleri olduğu bilinmektedir. Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr. Carlo Rovelli, bu durumu "İçinde yaşadığımız uzay, inanılmaz derecede kompleks dokunmuş bir ağ" şeklinde belirtmektedir.4
İkinci bir yön olarak, Kuran'da gökyüzünün "dokunmuş, örülmüş" anlamına gelen bir kelimeyle tarif edilmesi, fizikteki "Sicim Teorisi"ne (String Theory) işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Bu teoriye göre evreni oluşturan en temel bileşenler, nokta gibi parçacıklar değil; titreşen minyatür keman tellerine benzeyen ipliklerdir. Tek boyutlu, çok küçük, birbirinin aynısı, halkalar şeklinde dalgalanan bu iplikçiklerin, ilmik görünümünde oldukları kabul edilmektedir. Kemanın tellerinin farklı titreşimlerinden farklı sesler çıkması gibi, evrendeki tüm çeşitliliğin kaynağının da, bu sicimlerin farklı ayarlardaki titreşimleri olduğu varsayılmaktadır.5
yörüngeleryörüngeler
Üstteki resimde Samanyolu Galaksisi'nde bulunan sadece yedi yıldızın yıllık hareketleri görülmektedir.Üstteki resimde, yıldızların olağanüstü bir düzen içindeki hareketlerinin küçük bir bölümü görülmektedir.
Einstein'ın genel rölativitesi, quantum mekaniği gibi teorileri tutarlı halde birleştiren tek teori olarak, "Sicim Teorisi"nde sicimlerin büyüklüğünü görmek mümkün olmasa da, bu büyüklük matematiksel olarak hesaplanabilmektedir. Bilim adamlarının, uzay-zamanın dokunduğu malzeme olarak kabul ettikleri bu sicimler, 1.6x10-35 m (0.000000000000000000000000000000000016 metre)'dir.6 Plank uzunluğu denilen bu ölçü, bilinen en kısa uzunluktur ve atomun çekirdeğini oluşturan protonların 10-20 katı kadardır.7 Eğer bir atom, Güneş Sistemi'nin boyutu kadar büyütülseydi, bu sicimlerden her biri bir ağaç büyüklüğünde olurdu.8 Bir atomun, çıplak gözle görülen en küçük şeyden 100.000 kat daha küçük olduğu düşünülürse, söz konusu uzunluğun küçüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
Pensilvanya Üniversitesi'nden fizik profesörü Abhay Ashtekar ve Varşova Üniversitesi'nden fizik profesörü Jerzy Lewandowski "Space and Time Beyond Einstein" (Einstein'ın Ötesinde Uzay ve Zaman) başlıklı makalelerinde, uzayın dokunmuş görüntüsünü şu ifadelerle yorumlamakta­dırlar:
Bu teorisinde Einstein yerçekimi alanını, uzay ve zaman kumaşının içine dokudu... Hepimizin alışmış olduğu süreklilik yalnız bir tahmin. Elverişli olması için 2-boyutlu bir sürekliliği temsil ediyor; fakat gerçekte 1-boyutlu ipliklerle örülüyor. Aynısı uzay-zaman kumaşı için de geçerli. Bunun tek nedeni bu kumaşı dokuyan 'kuantum iplikçiklerinin' evrenin bizim yaşadığımız bölgesinde son derece sıkı dokunmuş olması ve bizim bunu bir süreklilik olarak algılamamız. İplikçiklerden her birinin ya da polimer hareketliliğinin, bir yüzeyle kesişmesi durumunda, yaklaşık 10-66 cm2 boyutlarında 'Plank kuantum' alanı oluşuyor. Bu da 100 cm2'lik bir alanda buna benzer yaklaşık 1068 kesişmenin gerçekleştiğini gösteriyor. Sayı bu kadar yüksek olduğu için bu kesişmeler birbirlerine çok yakınlar ve biz de bunları bir süreklilik olarak görüp yanılıyoruz.9
New York Times gazetesinde "Evren Nasıl İnşa Edildi?" isimli bir makalede de şu satırlar yer almaktadır:
Protonları, nötronları ve diğer parçacıkları meydana getiren minik kuarklar bile, Plank ölçeğinde var olabilecek engebeleri hissedemeyecek kadar büyük. Fakat yine de kısa süre önce fizikçiler, kuarklarla birlikte var olan herşeyin daha küçük nesnelerden meydana geldiklerini öne sürmüşlerdi. Bunlar 10 farklı boyutta titreşen süper-sicimlerdir. Plank ölçeğinde uzay-zamanın dokusu, Mısır'ın en nadide pamuklu kumaşının büyüteç altında çözgülerinin ve örgülerinin sergilenmesi gibi aşikar olacaktır.10
Teorik fizikçi Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity (Kuantum Çekimine Üç Yol) adlı kitabında "How to Weave A String" (İplik Nasıl Dokunur) adlı bir bölüme yer vermekte ve konu ile ilgili şunları ifade etmektedir:
… Uzay ilmikler ağı şeklinde 'dokunmuş' olabilir… tıpkı bir kumaş parçasının iplikler ağı halinde 'dokunmuş' olması gibi.11
Kozmolog ve astrofizikçi Prof. Martin Rees, Our Cosmic Habitat (Kozmik Yurdumuz) adlı kitabında konu hakkında şöyle belirtmektedir:
Günümüzdeki kavramlarla uzay boşluğu çok sadedir... fakat daha küçük bir ölçekte incelendiğinde birbirine dolaşmış sicimler halinde olabilir .12
Allah'ın Zariyat Suresi'nin 7. ayetinde evrenin bir kumaş gibi dokunmuş, yörüngeler-yollarla örülmüş olduğunu bildirmesi, Kuran'ın bilimle olağanüstü uyumunu göstermektedir. Daha pek çok örnekte gördüğümüz gibi, 14 asır önce Kuran'da bildirilen tüm bilgilerin, günümüzde bilimsel verilerle tasdik edilmesi son derece düşündürücüdür. Kuran'ın bilimsel gelişmelerle olan bu mükemmel uyumu, herşeyi yaratan ve herşeyi en iyi bilen Rabbimiz'in sözü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Plank ölçeğikuarklarsüper cisimler teorisi

AERODİNAMİK KUVVETLER VE KUŞLARDAKİ PROGRAMLANMIŞ UÇUŞ

Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)
Dünya'daki yerçekimi nedeniyle, tüm cisimler havaya bırakıldığında hızlı ya da yavaş yere düşer. Canlı ya da cansız yeryüzündeki herşey bu yerçekiminin etkisindedir. Ancak kuşlar Allah'ın bir mucizesi olarak bu güce karşı koyabilir ve havada alçalıp yükselerek uçar; manevra yapar ya da kimi zaman kanat çırpmadan süzülürler. Kuşların iskeletinden akciğerine, tüylerinin diziliminden kanat şekillerine kadar tüm detayları, uçmalarını sağlayacak özel yapı ve düzenle yaratılmıştır. Uçma eyleminden ve aerodinamik kanunlarından haberi olmayan yavru bir kuş da, doğar doğmaz uçabilme yeteneğine sahiptir. Yavru kuş adeta uçuşa uygun bir bedeni olduğunu biliyormuşçasına, kendini yüksekten aşağı bırakır ve uçmaya başlar. Bu, kuşa sonradan öğretilen ya da kuşun deneme-yanılma yöntemi ile öğrendiği bir bilgi değildir. Kuşun uçabilecek vücut yapısında olduğunu bilmesi, kendini boşluğa bırakacak cesareti göstermesi ve sonra da düşmeden havada uçması Yüce Allah'ın ilhamıyla gerçekleşmektedir.
Nahl Suresi'nin 79. ayetinde kuşların havada nasıl durdukları bildirilirken geçen Arapça "yumsikuhunne" ifadesi, "onları salmıyor, onları alıyor, onları yakalıyor, onları tutuyor, onları çekiyor" anlamlarına gelmektedir. Bu kelime "eliyle kavramak, yakalamak, tutmak ve geri çekmek" anlamlarına gelen "emseke" fiilinin şimdiki-geniş zaman çekimi halidir. Bu kelimeyle Yüce Rabbimiz kuşu havada tuttuğunu, kendi emriyle uçurduğunu bildirmektedir. Kuşların uçuşu günümüzde halen bilim adamları için kapsamlı bir araştırma sahasıdır. Kuşlardaki uçuşun mükemmelliğini fark eden bilim adamları, uçak, jet gibi hava ulaşım araçlarının yapımlarında direkt olarak kuşların yapıları­nı ve uçuş şekillerini model almaktadırlar.
Nahl Suresi'nin 79. ayetinde bir anlamda kuşların uçarken, Allah'ın yarattığı aerodinamik kanunlara uymalarına işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Aeorodinamik bilimi, katı cisimlerin hava gibi bir akışkan karşısındaki davranışlarını inceler. Örneğin bir uçak hava içinde hareket ederken, hareketine etki eden farklı kuvvetler ortaya çıkar. Uçağın planlandığı şekilde hareket etmesi ve beklenmedik bir kuvvetle ya da dirençle karşılaşmaması için, havanın gösterdiği direnç kanunlarına karşı uçak önceden test edilir. Uzun süren hesaplamalar, ölçümler, deneyler sonucunda cismin hava içindeki hareketi planlanır.
Kuşlar ise aerodinamik biliminin prensiplerine olan uyumlarıyla bilim adamlarını hayranlık içinde bırakmaya devam etmektedirler. Bu canlılar hiçbir deneme-yanılma yapmadan, havadaki aerodinamik kuvvetlerin en mükemmel şekilde üstesinden gelerek uçarlar. Ayette kuşların uçuşu için "musahharatin" kelimesinin kullanılması son derece hikmetlidir. Çünkü bu kelime "teshir edilmişler, belli bir hedefe zorla sevk edilmişler, bir şeyi yapmak zorunda bırakılmışlar, emir altına alınmışlar, boyun eğdirilmişler, hizmetine verilmişler, (Allah'ın) kendisine bağlanmışlar, (Allah’ın) kanunları­na boyun eğdirilmişler" anlamlarına gelmektedir. Bu bakımdan ayette aerodinamik kuvvetlerin kuşların uçuşu üzerindeki belirleyici etkisine işaret ediliyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.)
kuş kanatlarıKuş kanatlarının üst kısmı bombeli, alt kısımları düzdür. Bu şekil, kanadın üst tarafı nda, altına göre daha alçak bir basınç oluşturur. Hava basıncındaki bu fark, kanatları yukarı iterek kuşun yükselmesini sağlayan kaldı rma kuvvetini oluşturur.
Görünüşte kuşların uçuşunu zorlayan hiçbir sebep yok gibi görünmektedir, oysa aerodinamik bilimine göre, havada uçan herhangi bir cisim pek çok farklı güç tarafından baskı altında tutulmaktadır. Bunlardan en bilinen güçler; yerçekimi kuvveti, itme kuvveti, sürüklenme (geri itme) kuvveti, kaldırma kuvvetidir. Sonuç olarak belli bir düzeyde uçuşun meydana gelebilmesi için, bu kuvvetlerin dengede olması gerekir. Örneğin yer­çekimi kuvveti diğer kuvvetlere üstün gelirse, kuş yere düşer. Bu bakımdan ayette geçen kelime, kuşların uçuş esnasında baskı altındaki durumlarını en güzel şekilde ifade etmektedir. Aerodinamik, uçuş mekaniği gibi bilimlerin var olmadığı bir dönemde, Kuran'da böylesine detaylı bilgileri kapsayan ifadelerin yer alması, bir kez daha Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu ortaya koymaktadır.
Kuşların uçuşundaki aerodina­mik mükemmelliğin yanı sıra göç etmek için yaptıkları binlerce kilometrelik seyahatleri de bilim adamlarının araştırma konusudur. Günümüzde kuş bilimciler kuşların hareketlerinin adeta programlanmış olduğu sonucuna varmışlardır. Yavru kuşların önceden hiçbir deneyimi veya rehberi olmadan, uzun ve zorlu yolculuklar yapabilmeleri bunun en açık örneğidir. Ayette geçen "musahharatin" kelimesinin "belli bir hedefe zorla sevk edilmişler, emre amade kılınmışlar, emir altına alınmışlar, ele geçirilmişler, boyun eğdirilmişler" gibi anlamları, kuşların kendilerine verilen emre uyarak, kendileri için belirlenen yönü izledikle­rini açıkça ortaya koymaktadır.
Kuşların uçuşlarında, akıl ve şuurdan yoksun bu canlıların kendi kendilerine başaramayacakları hesaplar söz konusudur. Bugün bilim adamları arasında kuşlardaki bu olağanüstü yeteneklerin önceden "programlanmış" olduğu görüşü kabul görmektedir. Bu durum Science dergisinde yayınlanan bir makalede şöyle aktarılmaktadır:
Genç kuşların, kendilerine kaç gün veya gece ve ne yönde uçmaları gerektiğini söyleyen içsel göç programlarıyla donanmış olduğuna dair sağlam kanıtlar bulunuyor.13
René Descartes Üniversitesi'nden Prof. Pierre Jean Hamburger, La Puissance et la Fragilité (Güçlü ve Kırılgan) adlı kitabında Pasifik Okyanusu’nda yaşayan yelkovan kuşunun kat ettiği 24.000 kilometrelik olağanüstü yolculuğunu şu ifadelerle anlatmaktadır:
Yola çıktığı nokta Avustralya kıyısıdır. Oradan güneye Pasifik'e doğru uçar, sonra kuzeye döner ve bir süre dinlenebileceği Bering Denizine ulaşana kadar Japonya kıyıları boyunca uçar. Bu moladan sonra yeniden yola çıkar ve bu sefer güneye yönelir. Amerika'nın batı kıyısını geçerek Kaliforniya'ya varır. Oradan da başladığı noktaya geri dönmek için Pasifik'i tekrar geçer. Her yıl, '8' şekli çizerek katettiği bu 15.000 mil­lik (24.000 km) yolculuğun rotası da, tarihi de asla değişmez. Söz konusu yolculuk, tam altı ay sürer ve her zaman Eylül ayının 3. haftasında, tam altı ay önce terk ettiği adada, altı ay önce terk ettiği yuvada sona erer. Bundan sonrası ise daha da şaşırtıcıdır: Döndükten sonra kuşlar yuvalarını temizler, çiftleşir ve Ekim'in son on günü boyunca tek yumurtalarını bırakırlar. İki ay sonra minik yavrular yumurtadan çıkar, hızla büyür ve ebeveynleri o muazzam yolculuklarına çıkana kadar üç ay bakılırlar. İki hafta sonra ise; yani Nisan ayının ortalarında, genç kuşların kendi turlarına başlamak üzere kanatlanma sıraları gelmiştir. Hiçbir kılavuzları olmadan, yukarıda anlatılan rotanın tıpa tıp aynısını takip ederler. Bunun açıklaması çok nettir: Bu kuşlar yumurtanın içindeki kalıtsal özellikleri aktaran teçhizat içinde, böyle bir yolculuk için gerekli olan tüm talimatlara sahip olmalılar. Bazı insanlar, bu kuşların gidiş dönüş yolculukları boyunca Güneş ve yıldızlar tarafından veya güzergahları üzerinde hakim olan rüzgarlarla yönlendirildiklerini iddia edebilirler. Ancak bu faktörlerin, yolculuğun coğrafi ve kronolojik kesinliğini etkilemediği açıktır.14
Prof. Peter Berthold, kuş göçünü 20 yıl araştırmış ünlü bir araştırmacı ve aynı zamanda Almanya'daki Max Planck Enstitüsü'nün Vogelwarte Radolfzell Ornitoloji (Kuşbilimi) Araştırma Merkezi'nin başkanıdır. Kuşların göçleri ile ilgili şunları ifade etmektedir:
Her yıl tahminen 50 milyar kuş tüm Dünya'yı kuşatan bir yol ağı içerisinde göç yolculuğunu gerçekleştirmektedir. Bazen on binlerce kilometre yol katederek, kıtalardan ve okyanuslardan geçen göçmen kuşlar bu işi öyle iyi yaparlar ki en geniş çöllerden ve denizlerden, en yüksek dağlar ve buz alanlarından çaprazlama geçerler... göçmen kuşların başarılı bir göç için kapsamlı, detaylı ve doğuştan gelen "uzay-zamansal" programları vardır. Bu tarz programlar gayet açık bir biçimde genç ve tecrübesiz kuşların bile, yetişkinlerin kılavuzluğu olmadan göç etmelerini mümkün kılar... Kuşlar bunu "vektör navigasyon" sayesinde yaparlar: Genetik olarak önceden kararlaştırılmış göç yönü ve yine önceden kararlaştırılmış zaman planından oluşan bir vektöre bakarak bunu yaparlar... Bunu kalkış zamanlarının genetik faktörlerle programlanması takip eder. Peki kuşlar kendilerine özgü kış karargahlarına ulaşabilmeleri için göç etmeleri gereken yönü nasıl “bilmektedirler?... Göçmen kuşlar deney kafesleri ile başlama noktalarından başka bir yere götürülseler ve daha önce hiç göç etmemiş olsalar dahi, oldukça ilginç bir şekilde normal göçmen kuşlarınkine pratik anlamda benzer bir biçimde yön tercihlerini sergilemişlerdir. Şimdi bir dizi deney, göç yönünün genetik olarak kararlaştırılmış olduğunun kanıtını sunmaktadır... Anlaşılan bu yönsel değişiklikler bile büyük ölçüde içten programlanmışlardır... Doğuştan sahip oldukları göç aktivitesi modeli ile kuşlar, genetik olarak kararlaştırılmış bir göç programına sahip olurlar. Bu program, genetik olarak kararlaştırılmış göç yönleri ile birleştiğinde, yukarıda bahsedildiği gibi en tecrübesiz kuşlar bile, önceden bilemeyecekleri kış karargahlarına daha ilk defa göç ederken bile onları “otomatik olarak” yönlendirmektedir.15
Sonuç olarak, bilim adamları tam olarak açıklama getirememekle birlikte, göçlerin önceden programlanmış, doğuştan itibaren var olan davranışlar olduğunu kabul etmektedirler. Binlerce kilometre süren uçuşlar, bu uçuşlar için önceden yapılan hazırlıklar, uçuş sırasındaki yön bulma ve navigasyon yetenekleri, tüm bunlar ayette de dikkat çekildiği gibi Yüce Rabbimiz'in vahyiyle gerçekleşmektedir. Kuran'da verilen tüm bilgilerin bilimsel teyidi, Kuran’ın bu ilimleri yaratan Allah'ın vahyi olduğunu gösteren önemli delillerden biridir.
kuşların uçuşu
Kuşun kanatları etrafından hızla geçen hava, kaldırma kuvveti oluşturur. Kuş daha fazla kaldırma kuvveti elde etmek için, kanatlarını büker. Böylece kanatların üzerinden akan hava hızlanır. Eğer kanat çok yukarı doğru bükülmüşse, hava kanadın üst kısımlarına doğru kolayca akamaz ve kuş hızını kaybederek duraksar. Kuşlar uçarken Allah'ın ilhamıyla aerodinamik kuvvetlerin prensiplerini kullanırlar.

Kuran'da Bilimsel Mucizeler 2

SUNİ OLARAK ELDE EDİLEMEYEN AĞAÇ VE ATEŞ MUCİZESİ

Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık. Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. (Vakıa Suresi, 71-74)
Ağacın yapısını meydana getiren temel kimyasal maddelerden biri "lignoselüloz"dur. Bu madde, oduna sağlamlığını kazandıran "lignin" ve "selüloz" denilen maddelerin karışımından oluşur. Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülür.16Bu maddelerin kimyasal formüllerine bakıldığında ise, oluşumlarında üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon.
ağacın kimyasal yapısı
Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülür.
Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır. Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki "lignoselüloz"u meydana getirirler. Bilim adamları gerekli malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi üretemezler. Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına rağmen, bilim adamları yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar. Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen ve karbonu, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var olduklarından bu yana, milyonlarca yıldır sü­rekli hazırlamaktadırlar.
Diğer taraftan lignoselüloz maddesinin bileşenlerinden biri, H2O formülüyle ifade edilen sudur. Tahtanın içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden olması çok özel bir durumdur. Yukarıdaki ayette ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş yakılmasıyla birlikte dikkat çekilmesi de son derece hikmetlidir. Suyla birlikte sahip olduğu diğer bileşenler sayesinde ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir.
Bilim dünyasının önemli bir araştırma sahası olan ağaçlar, bilim adamlarına pek çok konuda ilham kaynağı olmakta ve yaratılışlarındaki detaylar halen anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ağacı meydana getiren hücrelerin karmaşık yapıları gelişen teknolojiye ve yoğun araştırmalara rağmen, henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Dünyanın önde gelen ormancılık araştırma merkezlerinden Büyük Britanya Ormancılık Komisyonu, "Odun Liflerinin Kimyası ve Yapısı Hakkındaki Bilgilerin Eksikliği" başlığı altında şu ifadelere yer vermektedir:
Önceki ve halen devam eden araştırmalarla sonuçlanan bilgilere rağmen, hala odun liflerinin kimyası ve yapısı hakkındaki bilgilerimiz eksiktir. Tek bir ağaçta -dalın içindeki özden ağaç kabuğuna, ağacın tabanın­dan tepesine- çok geniş çeşitlilik mevcuttur. Bir odun hücresinin yapısı ve kimyası çoğunlukla son derece farklıdır ve her zamanki tekniklerle araştırması güçtür.17
Plant Physiology (Bitki Fizyolojisi) adlı bir bilimsel yayında ise "Our Understanding of How Wood Develops is not Complete" (Odunun Nasıl Geliştiği Hakkındaki Anlayışımız Tam Değil) başlığı altında, bilim adamlarının konu hakkın­daki sınırlı bilgisi şöyle ifade edilmektedir:
Odunun, yakın geleceğimizde daha fazla önem taşıdığı düşünülürse, bu malzemenin oluşumuyla ilgili mevcut anlayışımızın çok eksik olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç istisna dışında odun oluşumunun ardındaki, hücre seviyesinde moleküler ve gelişim süreçleri hakkında çok az şey bilinmektedir. “Xylogenesis” diye adlandırılan süreç, hücre farklılaşmasının inanılmaz bir komplekslikte gerçekleştiği bir örnektir... Hücre oluşumu, farklılaşması, programlanmış hücre ölümü ve sert kısmın oluşumuyla bağlantılı birçok yapısal genin birbiriyle koordineli olarak çalışmasını gerektirir ve son derece planlı bu gelişim, neredeyse hiç bilinmeyen düzenleyici genler tarafından yönetilir. Bu süreçte gen ailelerinin yer alması ve metabolizmanın aşırı derecede esnek olması, ağaç oluşumu sürecinin anlaşılmasını daha da zorlaştırmaktadır.18
Annals of Botany (Botanik Yıllığı) adlı bir başka bilimsel yayında da odunun yaratılışındaki olağanüstülük şöyle vurgulanmaktadır:
Odunun oluşumu -köklerde, gövdede, ağaçların ve çalıların tepelerinde- inanılmaz çeşitlilikte metabolik aşamalar içeren, oldukça karmaşık bir süreçtir... Ağacın farklı amaçlar için kullanılabilecek bir hammadde olmasını sağlayan temel özellikler, büyük ölçüde hücre duvarlarının özel mimarisi ile belirlenir.19
Ağacın yaratılışındaki bu detaylar, Allah’ın Vakıa Suresi’nde bildirdiği gibi, ağacın insan yapımı olamayacağını hatırlatmaktadır. İnsanlar tarafından suni olarak üretilmesi mümkün olmayan ağacın taklit edi­lemez yönlerinden sadece birkaç özelliği şöyledir:

Dayanıklı Bir Malzeme Olarak Tahta

Ağacın sert ve dayanıklı yapısı, yapısındaki selüloz lifler sayesinde oluşur. Çünkü selüloz, sert ve suda çözünemeyen bir maddedir. Tahtanın inşaatlarda kullanılmasını avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir. "Gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olarak tanımlanan selüloz, tahta binaların asırlarca ayakta durmasında, binaların, köprülerin, mobilyaların ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla kullanılmaktadır.
Mosquito uçakları
En çok hasar tolere edebilen uçaklardan olan Mosquito uçakları tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla üretilmişlerdir.En çok hasar tolere edebilen uçaklardan olan Mosquito uçakları tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla üretilmişlerdir.
Tahta, uç uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan oluşmuştur. Çevrelerinde ise spiraller halinde "selüloz" lifler sarılıdır. Ayrıca bu hücreler kompleks polimer yapıdaki reçineden yapılmış bir madde olan "lignin" içindedir. Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini oluşturur ve ana yükü çeken kısımdır. Bir tahta hücresi içe çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer. Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde, tahta bozulmadan kalır. Böylece tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçte olur.
Düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşacak hasarı azaltması bakımından da, tahta önemli bir malzeme olarak görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın "Mosquito" olarak bilinen uçaklarının malzemesinde tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla, o döneme kadarki en çok hasar tolere edebilen uçaklar yapılmıştır. Tahtanın sertliği ve dayanıklılığı, ona güvenli bir malzeme niteliği de kazandırmaktadır. Çünkü tahta kırılırken, çatlamanın gelişimi dışarıdan gözlenebilecek kadar yavaş bir kırılma sürecinde gerçekleşir ve bu özellik tedbir alınması için insanlara vakit kazandırmış olur.20
Tahtanın yapısı örnek alınarak yapılan bir malzeme, günümüzde kullanılan diğer sentetik malzemelerden 50 kat daha fazla dayanıklılık göstermektedir.21 Tahtanın bu özel yapısı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir. Ancak hiçbir zaman bilim adamlarının tüm özellikleri ile bir odun parçasını taklit etmeleri mümkün olmamaktadır. Ağacın yaratılışındaki her detay -katmanların inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi, içeriğindeki maddeler- bu dayanıklılığı sağlamak üzere özel olarak yaratılmıştır.

Yerçekimine Karşı Suyu Metrelerce Yukarı Taşıyan Hidrofor Sistemi

Ağacın odun kısmında "ksilem" (xylem) adı verilen kanalları bulunur. Odun boruları da denilen ksilem dokusu, cansız hücrelerin üst üste gelmesi ve bunların zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybetmeleriyle oluşur. Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolduğunda, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur.
Toprağın derinliklerine dağılmış olan kökler, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşırlar ve yapraklara kadar ulaştırırlar. Köklerin topraktaki suyu emmesi adeta bir sondajlama tekniğini andırır. Köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motoru yoktur. Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak teknik donanımları da mevcut değildir. Ama kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebilirler.
Bitkinin kusursuz bir şekilde yerine getirdiği bu taşıma, aslında son derece karmaşık bir işlemdir. Öyle ki bu sistem, teknoloji ve uzay çağına eriştiğimiz günümüzde bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Ağaçlardaki, bir nevi "hidrofor sistemi"nin varlığı yaklaşık iki yüzyıl önce keşfedilmiştir. Ancak suyun yerçekimine aykırı bu hareketinin nasıl gerçekleştiğine kesin bir açıklama getirilebilmiş değildir. Böyle­sine küçük bir alana sığdırılmış olan üstün teknoloji, bu sistemi yaratan Rabbimiz'in benzersiz ilmini sergileyen örneklerden sadece biridir. Ağaçlardaki taşıma sistemlerini de evrendeki herşey gibi Allah yaratmıştır.
odunodun hücreleri
Odun solda resimde görüldüğü gibi, tüp ya da kamış biçimli hücrelerden oluşur. Bitkilerin kök ve gövdelerini oluşturan bu hücreler, üst üste gelerek, su ve minerallerin ağaç boyunca taşınmasını sağlayan kanallar olarak görev alırlar. "Ksilem (xylem)" denilen bu doku, aynı zamanda ağacın dik durmasını sağlayacak şekilde kuvetli yapılardır. Sağdaki resimde ise kurumuş bir ağacın kesiti görülmektedir. Tüp şeklindeki kanallar, kuruduklarında resimdeki gibi içi boş bir görünüm alırlar.

Topraktan Mineralleri Seçebilen Kökler:  Bitki Kökü

ağaç köküBitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar. Bu maddeler toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitki bunları iyon (artı/eksi yüklü atom) olarak emer. Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan 14 tanesini alırlar.
Bitki hücrelerinin kendi içlerindeki iyonların yoğunluğu, topraktaki iyonla­rın yoğunluğundan 1.000 kez daha fazladır.22 Normal şartlar altında yüksek yoğunluktaki bir bölgeden, yoğunluğu daha az olan bölgeye doğru madde akışı gerçekleşir. Fakat köklerde görülen tam ters duruma rağmen, topraktaki iyonlar kök hücrelerinden kolaylıkla geçerler.23
Basınç sisteminin tersine işleyen bu durum dolayısıyla, pompalama işleminde bitki yüksek enerji harcar. Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sisteme de olması gereklidir. Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir. Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Minyatür Fabrikadaki Üstün Teknoloji: Fotosentez

Ağacın sadece odun ya da kök kısmı değil, yaprakları da günümüz teknolojiyle dahi suni olarak elde edilememektedir. Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelli­ği gelir. Bilim adamlarının halen tam olarak anlayamadıkları sistemlerden biri olan fotosentez olayı, bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilir. Bitki hücreleri güneş enerjisini doğrudan kullanabilen yapılar sayesinde, Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar. Ayrıca ağaçta depolanmış olan fotosentetik enerji, yanma esnasında da ortaya çıkar. Örneğin evinizi ısıtmak için yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidir.24
Minyatür bir fabrika gibi işlev gören fotosentez sistemi, bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organelde gerçekleşir. Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler. Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler. Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir. Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır. Birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi bilim adamlarının elde etmeleri 20. yüz­yılın ortalarını bulmuştur. Fotosentez işlemini anlatmak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır. Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur. Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip Dünya'ya oksijen ve besin sağlamaktadır.
fotosentez
Bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin ürettiği fotosentez sırasında, Güneş'ten gelen enerji kullanılır. Bitkiler bu enerjiyi birtakım karmaşık işlemler sonucunda besine dönüştürürler. Bitkilerin sahip olduğu bu üstün Yaratılış, Allah'ın yaratma sanatının eşsiz örneklerinden biridir.
Ağacı oluşturan tek bir hücrenin dahi suni yollarla oluşturulamaması, insanın ağacın ölü hücreleri karşısında elindeki tüm imkanlara rağmen aciz kalması, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. Ağaçların üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek özellikleri, bilim adamlarına ilham veren sayısız yönü, ağacın yaratılışındaki üstün ilmi ve aklı sergilemektedir. Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl, herşeyi yaratan ve herşeyin Tek Hakimi olan Yüce Allah'a aittir.

GÖKYÜZÜNDEKİ KIRMIZI GÜL: ROSETTA NEBULA

Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman; (Rahman Suresi, 37)
nebulaYukarıdaki ayetteki "kıpkırmızı bir gül" olduğu zaman ifadesinin Arapçası "verdeten ke eddihani"dir. Bu ifade ile gökyüzünde oluşan görüntü, kırmızı renkte bir güle benzetilmektedir. Bu tarif, gökyüzünde kırmı­zı renkte, katmerli bir görünüm alan "Rosette Nebula" adlı gök cismi ile çok büyük benzerlik taşımaktadır.
Nebula uzayda bulunan bulutsu gaz kütlelerine verilen isimdir. Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır ve bu yıldızlar çok büyük oldukları için, içten gelen basınç ve yüksek sıcaklığın etkisiyle uzay boşluğuna gaz salarlar. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük miktarda ve hızlıdır. Daha sonra bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar ve bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 oC'den fazladır.25
Nebulaların bir çeşidi, güle olan benzerliğinden dolayı bilim adamları tarafından da "Rosette Nebula" olarak adlandırılmaktadır. Rosette Nebula da geniş bir toz ve gaz kütlesidir ve dolunayın 5 katı kadar bir yüzey olarak görünmektedir.26 Bizden yaklaşık 5.000 ışık yılı uzaklıktadır27 ve gerçek çapının 130 ışık yılı genişliğinde olduğu tahmin edilmektedir.28
Penn Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik alanındaki kıdemli araştırmacılardan Leisa Townsley liderliğinde bir ekip, Chandra X-ray teleskobunu kullanarak, Rosette Nebula'yı incelediler. Nebula içe­risindeki yıldızların birbirleriyle çarpışarak 6 milyon derecelik gaz meydana getirdiklerini tespit ederek; Rosette Nebulası'ndaki yüzlerce yıldızı görüntülediler. Leisa Townsley gördüklerini şöyle yorumlamaktadır:
Rosette Nebulası çevresinde, X-ışını yayımından meydana gelen muhteşem bir kırmızı parlaklık var, belki de galaksi içerisinde yıldızların oluştuğu bölgelerde benzerleri de bulunuyor.29
Resimlerde görülen bu gök cisminin varlığı ancak teknolojik gözlem araçları ile mümkün olmaktadır. Kuran ayetinde gökyüzü ile ilgili dikkat çekilen bu durum, günümüz astronomi bulguları ile büyük bir uyum içerisindedir. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yer­de ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

GÜNEŞ MERKEZLİ SİSTEM

Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Ayette, gece ve gündüzün oluşumu için Dünya'nın hareketi, kavuğun sarılmasında olduğu gibi, "yuvarlak bir cismi sarıp örtmek" anlamına gelen "tekvir" fiilinden türemiş "yukevviru" kelimesi ile tarif edilmektedir. Bu kelime Dünya'nın küresel şeklinin yanı sıra, Güneş'in etrafındaki hareketini de en doğru olarak ifade etmektedir. Dünya'nın küresel şekli ve kendi ekseni etrafında dönmesi nedeniyle, Güneş her zaman Dünya'nın bir tarafını aydınlatırken, diğer tarafı ise gölgede kalır. Gölgede kalan taraf geceleyin karanlık ile örtülür ve sonra Dünya'nın Güneş'e doğru dönmesiyle gündüz, gecenin yerini alır. Yasin Suresi'nde ise Güneş ve Ay'ın konumları ile ilgili şöyle bildirilmektedir:
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. (Yasin Suresi, 38-40)
Yasin Suresi'nin 40. ayetinde Güneş ve Ay'ın hareketleri "yüzüp gitmek, akmak, gezmek" anlamlarına gelen Arapça "yesbahune" kelimesi ile tarif edilmektedir. Bu kelime bir kişinin kendi başına yaptığı hareket anlamına gelir. Bu fiili uygulayan bir kişi, başka bir kişi tarafından müdahale edilmeden kendi başına işine devam ediyor demektir. Yukarıdaki ayetlerde de Güneş'in hiçbir gök cismine bağlı olmayan evrendeki müstakil hareketine bir yönüyle dikkat çekiliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Güneş'in hareketini gözlerimizle görmemiz ya da takip etmemiz mümkün değildir. Bu hareketi tespit edebilmek, ancak özel teknolojik aletlerin kullanılmasıyla mümkündür. Güneş kendi ekseni etrafındaki 26 günlük turun yanı sıra, uzayda hiç durmaksızın -Yasin Suresi'nin 39. ayetinde belirtildiği şekilde- kendi yörüngesinde bir yolculuk yapmaktadır.
güneş sistemi
Dünya gibi diğer gezegenler de Güneş Sistemi'nde belli bir yörüngede hareket ederler.
Ayette aynı zamanda Güneş'in Ay'a "erişip yetişmesine" izin verilmediği bildirilmiş, böylece Kuran'da gök bilimcilerin kendi terminolojileri ile Güneş ve Ay'ın aynı cisim etrafında dönmedikleri haber verilmiş­tir. Aynı zamanda ayette geceyi ve gündüzü oluşturan hareket ile, Güneş'in ve Ay'ın hareketi arasında da hiçbir bağlantı olmadığı açıklanmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)
16. yüzyıla kadar bilim çevrelerinde Dün­ya'nın, evrenin merkezinde olduğu düşünülüyordu. Hatta bu görüş, eski Yunan'da geo (Dünya) ve centron (merkez) kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluşan, "geo-santrik model" ismiyle adlandırılıyordu. Bu inanış, ünlü astronom Nicolaus Copernicus (Kopernik)'in 1543 yılında yayımladığı De Revolutionibus Orbium Coelestium (Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine) adlı eserinde, Dünya'nın ve diğer gezegenlerin Güneş'in etrafında döndükleri fikrini ortaya atmasıyla sorgulandı.
Fakat ancak 1610 yılında Galileo Galilei'nin teleskobuyla yaptığı gözlemler sonucunda, Dünya'nın aslında Güneş'in etrafında döndüğü bilimsel geçerlilik kazandı. Bu döneme kadar Güneş'in Dünya çevresinde döndüğüne inanıldığı için, dönemin bilginlerinin çoğu Copernicus'in kuramını kabul etmemişlerdi. Ünlü astonom Johannes Kepler'in gezegenlerin hareketlerini açıklayan görüşleriyle, 16. ve 17. yüzyıllarda helio-sentrik evren modeli geçerlilik kazandı. Helios (Güneş) ve kentron (merkez) kelimelerinin biraraya gelmesinden oluşan bu modelde, evrenin merkezinde Dünya değil Güneş mevcuttur. Diğer gök cisimleri Güneş etrafında hareket ederler. Oysa Kuran'da bu gerçek bundan 14 asır önce bildirilmiştir.
dünya merkezli evren modelievren modelleri
Yukarıdaki resimde 1750'lere ait el yazması bir evrakta Dünya-merkezli evren modeli görülmektedir. Bu görüşün terk edilerek, Güneş-merkezli evren modelinin kabul edilmesi uzun seneler almıştır.Yukarıda günümüzde geçerli olan heliosentrik (Güneş-merkezli) evren modeli, üstte de yüzyıllarca doğru olduğu zannedilen geosentrik (Dünya-merkezli) evren modeli görülmektedir.
Antik Yunan gök bilimcilerden Claudius Ptolemeus (Batlamyus), evrenin merkezinin Dünya olduğunu söyleyerek, yüzyıllarca geçerli görülen Dünya-merkezli (geosantrik) evren düşüncelerine kaynaklık etmişti. Dolayısıyla Kuran'ın indirildiği dönemde, gece-gündüz oluşumunu Güneş'in hareketleriyle açıklayan yer merkezli kuramın yanlışlığı bilinmiyordu. Aksine bütün yıldız ve gezegenlerin Dünya'nın çevresinde döndükleri kabul ediliyordu. Dönemin bilim düşüncesine hakim yanlışlarına rağmen, Kuran'da günümüz bilimsel bilgileri ile uyum içinde pek çok ifade yer almıştır. Şems Suresi'nde ise şöyle bildirilmektedir:
Güneş'e ve onun parıltısına andolsun, onu izlediği zaman Ay'a, onu (Güneş) parıldattığı zaman gündüze, onu sarıp-örttüğü zaman geceye. (Şems Suresi, 1-4)
Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi gündüz, -Güneş'in parlaklığı- Dünya'nın hareketi ile meydana gelmektedir. Gece ile gündüzü oluşturan hareket Güneş'in hareketi değildir. Bir başka deyişle, geceye ve gündüze göreli olarak Güneş sabittir. Kuran'da bildirilenler, Dünya'nın sabit olup, Güneş'in onun etrafında döndüğü tezini savunanların iddialarını geçersiz kılmıştır. Kuran'ın zaman ve mekandan münezzeh olan, tüm ilim­lerin sahibi Rabbimiz'in Katından olduğu apaçık bir gerçektir. Bilim ve teknoloji geliştikçe Kuran ve bilim arasındaki uyumun örnekleri de, her geçen gün daha açık şekilde gözler önüne serilmektedir. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

KUAZARLAR VE ÇEKİMSEL MERCEK ETKİSİ

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)
Kuazar, uzayda radyo dalgası yayan, yıldız gibi görünen, yoğun ve son derece parlak cisimlere verilen addır. Kuazarlar evrendeki bilinen en parlak cisimlerdir. Şu anda evrendeki en parlak kuazarın parlaklığı, Gü­neş'in parlaklığından 2 trilyon kat fazladır (2x1012); Samanyolu gibi dev bir galaksinin toplam ışığından ise yaklaşık 100 kat fazladır.30
Yukarıdaki ayette geçen "nur" kelimesi "ışık, parlaklık, aydınlık, ışın, hüzme, parıltı, aydınlatma" anlamlarına gelmektedir. Ayette tarif edilen ışık, parlaklık bir yönüyle, kuazar olarak bilinen bu gök cisimlerine işaret ediyor olabilir. Çünkü ayetteki diğer ifadeler de, kuazarların ışığının görünme şeklini, ışığın kaynağını son derece hikmetli bir şekilde tarif etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
kuazarlar
NASA'nın Hubble uzay teleskobu, ilk kez uzaktaki tek bir kuazarın, beş ayrı yıldız gibi verdiği görüntüleri yakalamıştır. Yoğun kütleye sahip cisimler -burada bir grup galaksi- çekimsel mercek etkisi oluşturarak, gerilerindeki cismin -burada kuazarın- ışığını bükerek, birden fazla görüntü oluşturmaktadırlar.
Ayette "sanki incim­si bir yıldızdır" anlamına gelen "keenneha kevkebun durriyyun" ifadesindeki "duriyyun" kelimesi "parlak" anlamıyla kuazarın bilimsel tariflerindeki "yıldızımsı parlak cisim" ifadesi ile son derece uyumludur.31 Ayrıca ayette bu ışığın yakılmasından bahsedilirken "ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir" şeklinde bildirilmektedir. Bu ifadeyle de kuazarlardaki ateşsiz yanma şekline -nükleer füzyona- işaret edilmesi muhtemeldir. Uzayda oksijen serbest halde bulunmadığı için, kuazarların parlaması için ateşe bağlı bir yanma söz konusu olamaz. Buradaki yanma hidrojen atomlarının sıkışarak helyum açığa çıkarmaları şeklinde gerçekleşir. Bu esnada ortaya çıkan enerji uzaya ışıma yapar.
Diğer taraftan ayetteki "(Bu,) Nur üstüne nurdur" ifadesiyle ise, astronomide geçen "çekimsel mercek etkisi"ne işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Göklerdeki ışık kaynakları üzerine araştırma yapan gök bilimciler, bu ayetteki benzetme ve tarifleri çok açık ve kolaylıkla anlayacaklardır. Söz konusu etki karadelik gibi yoğun kütlesi olan bir cismin arkasındaki ışık kaynağından çıkan ışınların, yoğun kütleli cismin etkisiyle ayrılarak farklı kollardan bi­ze ulaşmasıdır. Dolayısıyla bizim görüntümüzde ışık kaynağı birden fazla gibi anlaşılır. "Çekimsel mercek etkisi" olarak bilinen bu etki sebebiyle cisim, olması gereken yerde değil, farklı konumlarda ve birden fazla sayıda görünür.
karadelikmercek etkisi
Resimdeki gibi yıldız, karadeliğin tam arkasında ise, yıldızın görüntüsü aynı anda karadeliğin hem sağında hem de solunda görünebilir.Cisim çekimsel mercek etkisiyle olması gereken yerde değil, farklı konumlarda ve birden fazla sayıda görünür. Ayette geçen "(Bu,) Nur üstüne nurdur" ifadesiyle "çekimsel mercek etkisi"ne iflaret ediliyor olabilir.
Ayetteki "çerağ bir sırça içerisindedir" ifadesindeki sırça da, karadeliğin çekimsel mercek etki alanı olarak yorumlanabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) NASA bilim adamlarının oluşan bu etkiyi tarif ederken, cam bardağın ışık üzerindeki etkisine benzetmeleri manidardır:
Galaksinin uzaktaki kuazar üzerindeki çekimsel etkisi, bir su bardağının uzaktaki sokak lambası üzerindeki mercek etkisine benzer, birden fazla görüntü oluşturur."32 
çekimsel mercek etkisi
NASA'nın Hubble uzay teleskobu, ilk kez uzaktaki tek bir kuazarın, beş ayrı yıldız gibi verdiği görüntüleri yakalamıştır. Yoğun kütleye sahip cisimler -burada bir grup galaksi- çekimsel mercek etkisi oluşturarak, gerilerindeki cismin -burada kuazarın- ışığını bükerek, birden fazla görüntü oluşturmaktadırlar.
The New York Times'ın 20. yüzyılın en önde gelen kitapları arasında saydığı The Whole Shebang (Bütün Mesele) adlı kitabında, bilim yazarı Timothy Ferris konuyu şöyle açıklamaktadır:
Kuazardan gelen ışık bize doğru seyahat ederken… galaksi kümelerinin her iki tarafından da geçebilir. Galaksi kümesinin çevresindeki uzay eğrilir ve bir mercek gibi davranır, bunun sonucunda tek bir kuazara ait iki görüntü görürüz.33
Ayetteki "nur üstüne nurdur" ifadesiyle buradaki yansımalı, birden fazla görünüme sahip ışığa işaret ediliyor olabilir. Ayrıca ayette ışığın tarifindeki "doğuya da, batıya da ait olmayan" ifadesinin, gerçek ışık kaynağının yönünün belirsizliğine de işaret ediyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Kuazarlar evrendeki en parlak cisimlerdir ve merkezdeki kara delik ile güçlenen galaksilerin parlak çekirdekleridir. Galaksiye ait yıldızların ve gazların büzüşmesi sonucunda oluşan karadelikler, kuazarın enerji kaynağıdır. Kuazarların parlaklığı, galaksilerin çekirdeklerindeki karadeliğe doğru düşen yıldızlardan yayılır.34 Ayette geçen "kandil" kuazar olarak düşünülürse, "çerağ" kuazarı besleyen "karadelik" olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Einstein "çekimsel mercek" diye tanımladığı etki sebebiyle, uzaydaki cisimlerin ışığı bükebileceklerini ve bir gözlemcinin tek bir kaynağa ait çok sayıda görüntü gözlemlemesinin mümkün olduğunu öne sürmüştü.35 Ancak bu etki ilk defa 1979’da "İkiz Kuazar" olarak bilinen bir kuazarda gözlemlenebildi. Kuazarlar ise ilk kez 1963 yılında, Kuran'ın indirilmesinden 14 asır sonra keşfedilmiştir. Kuran'da Nur Suresi’nin 35. ayetinde tarif edilen gök cisimlerinin konumları, nitelikleri şaşırtıcı bir şekilde günümüz bilimsel tepsitleri ile uyumludur. Bu ve diğer çok sayıdaki bilimsel mucizeler, Kuran'ın herşeyin bilgisine sahip, sonsuz ilim sahibi ve herşeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz'in vahyi olduğunun açık bir delilidir.

GÜNÜMÜZ RADAR TEKNOLOJİSİ

Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık. (Sebe Suresi, 10)
Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) her birine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan Bizdik. (Enbiya Suresi, 79)
Bunun üzerine Biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı. (Sad Suresi, 36)
Yukarıdaki ayetlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman'a sunulan üstünlüklerden bahsedilmekte ve her birine Allah Katından ilim verildiği bildirilmektedir. Bu peygamberlere verilen ilimle ilgili ayetlerde geçen ifadeler, elektromanyetik dalgaları yansıtma yöntemiyle çalışan, günümüz radar teknolojisine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Sebe Suresi'nin 10. ayetindeki "yankıyla ses verin" olarak çevrilen ve "sesin geri dönmesi, tekrarlanması" anlamlarına gelen "evvibi" kelimesi, yankılama üzerine kurulu radar teknolojisini hatırlatmaktadır.
Varşovaradar
Polonya, Varşova'nın radar sistemi ile elde edilen görüntüsü.Yeni Zelanda'daki havayolları trafiği kontrolünde kullanılan radar.
Radar, sabit ya da hareketli cisimlerin yerlerini, hızlarını ve yön­lerini tespit etmek için kullanılan, mikrodalga yansıtma metodu ile çalışan bir tespit cihazıdır.36 Radarın çalışma prensibi ses dalgasının yansımasına çok benzer. Örneğin dağlık bir vadide veya mağarada bağıran bir kişi, sesinin yankısını geri işitir. Eğer sesin havada yayılma hızı biliniyorsa, sesin çarptığı cismin uzaklığı ve genel yönü de hesaplanabilir.
Radar sisteminde de, elektromanyetik enerji sinyalleri benzer bir tarzda kullanır. Mikrodalga frekansındaki sinyaller bir cisme gönderilir ve bu cisimden yansıyarak tekrar geri döner. Radara geri dönen bu kısma, "yankı" adı verilir. Radar cihazı da, bu yankıyı yansıtan cismin yön ve mesafesini tespit etmek için kullanır.37 Aslında radyo, televizyon ve insan gözü de elektromanyetik enerjiyi kullandıkları için radar sistemlerine benzerlik gösterir; fakat frekansları farklıdır. Ayrıca radarlar, bu örneklerdeki gibi doğrudan ileti­len enerjiyi kullanmak yerine, "yankı"adı verilen yansıtılan enerjiyi kullanırlar.38 Yankılanan sinyaller radar alıcısı tarafından sayısal değerlere çevrilerek, "yankı depolarında" veri olarak kayıt edilir. En sonunda bu veriler işlemden geçirilerek görüntüye dönüştürülür.39
Diğer taraftan Sebe Suresi'nin 10. ayetinde demir için "yumuşattık" anlamına gelen "elenna" fiilinin kullanılması da son derece hikmetlidir. Çünkü günümüzde, yeryüzündeki en güçlü, sert malzemelerden biri olmasına rağmen, demir için "yumuşak" sıfatı da kullanılmaktadır. Fiziksel olarak sert olmasına rağmen, manyetik özellikleri nedeniyle "yumuşak demir" diye tanımlanan bu demir çeşidi, özellikle radar ve uydu teknolojilerinde kullanılmaktadır.40  Yumuşak demir, manyetik alanı daha güçlü hale getirmesi ve istenildiği şekilde açılıp kapanabilmesi bakımından tercih edilmektedir.
radaruydu görüntüsü
Solda, 1960'larda ABD-Florida'da inşa edilen bu radar, denizaltılardan fırlatılan balistik füzelerin tespiti için kullanılmıştır. Sağda, 2 Mart 1999 tarihinde alınan bu uydu fotoğrafında (sağda) Amerika, Ohio üzerindeki bulutlar görülüyor. Uydu ve radar teknolojilerinde manyetik özelliği sebebiyle "yumuşak demir" çeşidi kullanılır. Yumuşak demir, manyetik alanı daha güçlü kılar. Sebe Suresi'nin 10. ayetinde bildirilen"ve ona demiri yumuflattık" ifadesi uydu ve radar teknolojilerinde kullanılan yumuşak demire işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Yumuşak demirin kullanılmasıyla, elektromanyetik sinyallerin havada istenildiği şekilde yönlendirilmesi bakımından, Sad Suresi’nin 36. ayetinde bildirilen, rüzgarın Hz. Süleyman'ın "emriyle istediği yere yumuşacık akması"na işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Gü­nümüzde kullanılan görüntüleme radarlarıyla yeryüzü her an taranmakta ve Dünya'da meydana gelen değişiklikler izlenmektedir. Bunun yanı sıra, dağlar, buzullar ve denizler gibi yeryüzü şekilleriyle, insan yapımı ev, köprü ve araba gibi cisimler hakkında da veri toplanmaktadır. İleri teknolojinin bu işleyiş şekline ve yapım malzemesine, bundan 1400 yıl önce Kuran'da dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın geçmiş ve geleceği tek bir an olarak yaratmış ve zamandan münezzeh olan Rabbimiz'in vahyi olduğunu göstermektedir.

YAYILAN YERYÜZÜ

Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 3)
Yukarıdaki ayette "yayıp uzatan" olarak çevrilen Arapça "medde elarda" ifadesi, "kaplattı, yaydı, esnetti, çekip uzattı, sündürdü, genişletti, açtı, döşedi" gibi anlamlara gelmektedir. Ayette dağların ve ırmakların oluşumundan bahsedilirken, yeryüzü ile ilgili bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir. Çünkü yeryüzünün oluşumu ile ilgili bilimsel açıklamalara baktığımızda, dağların ve nehirlerin, yeryüzünün esnetilerek genişletildiği esnada şekillendiği bilgisi karşımıza çıkar.
uzaydan çekim
NASA tarafından uzaydan çekilmiş bu fotoğrafta Sina Yarımadası'nın doğusundaki Akabe Körfezi ve batısındaki Süveyş Kanalı görülmektedir. Sina Yarımadası, Ölü Deniz ve Ürdün Nehri, Büyük Derin Vadi'nin kuzey kesimini oluşturmaktadır.
Günümüz bilimi, Dünya yüzeyinin eski dönemlerde günümüzden farklı bir görünüme sahip olduğunu kabul etmektedir. Ünlü Alman bilim adamı Alfred Lothar Wegener, 1915'te Die Entstehung der Kontinente und Ozeane (Kıtaların ve Okyanusların Kökeni) adlı kitabında, başlangıçta tüm kıtaların dev bir kara parçası halinde birleşik olduğunu öne sürmüştür. Sonraki yıllarda bu büyük kara parçasını, "tüm kıtalar" anlamına gelen Latince Pangaea olarak adlandırmıştır.41 Alfred Wegener'in 1912'de ortaya attığı "kıtasal sürüklenme" teorisine göre ise, Atlantik Okyanusu'nun iki yanındaki kıtalar birbirinden ayrılmaya devam etmektedir. Bu teori levha tektoniği (tabaka tektoniği) olarak bilinen bilim dalının gelişmesiyle, günümüzde şu şekilde son halini almıştır: Kıtalar okyanus yüzeyinde sürüklenerek birbirlerinden ayrılmıyorlar. Ancak kıtalarla birlikte okyanus tabanı da "aste­nosfer" ya da "üst manto" denilen yüksek ısı ve basınç altındaki sıvı magma katmanının üzerinde yüzerler. Dolayısıyla Dünya'nın dışta gözüken karasal kıtalarıyla birlikte denizin altındaki yerkabuğu da hareket halindedir.42
Kıtaları taşıyan levhaların, gerilerek genişleme, yayılma, uzama, esneme olarak tarif edilen hareketi nedeniyle, günümüzde kıtalar yılda yaklaşık 3 cm kadar birbirlerinden uzaklaşmaktadır.43 Deniz tabanında meydana gelen en belirgin genişleme ise, Arabistan ve Afrika arasındaki okyanus zemininde gerçekleşir ve iki kıta diğer kıtasal levhalardan üç ya da dört kat daha hızlı olarak birbirinden uzaklaş­maktadır. Genişlemenin deniz tabanında değil de, karalarda gerçekleşmesi halinde ise, Doğu Afrika-Arabistan bölgelerindeki Büyük Derin Vadi (The Great Rift Valley) gibi giderek genişleyen vadiler oluşur.

dünya küre
Pangaea
Yukarıda, yaklaşık 300 milyon yıl önce kıtaların tek bir parça -Pangaea- olduğu döneme ait canlandırma bir resim görülmektedir.
Büyük Derin Vadi, kuzeyde Suriye'den Doğu Afrika'daki Mozambik'in ortalarına kadar uzanan yaklaşık 6.000 km'lik geniş bir coğrafi ve jeolojik oluşumdur. Vadinin genişliği 30-100 km arasında değişir. Derinliği ise birkaç bin metre kadardır.44 Bu derin vadi, milyonlarca yıllık süreçler sonrasında Afrika ve Arap Yarımadası topraklarının birbirinden ayrılmasıyla, Kilimanjaro ve Kenya Dağı gibi büyük oluşumları meydana getirmiştir. Vadinin doğudaki kısmı ise Ürdün Nehri, Ölü Deniz ve Akabe Körfezi’nden oluşur. Kızıl Deniz ve Kenya'daki bazı göller boyunca güneye doğru uzanır. Bu göllerin çoğu deniz seviyesinin altında derin göllerdir.45
Yeryüzünün "yayılması" nedeniyle sadece dağların yükselmediği, aynı zamanda belli başlı nehir yataklarının da oluştuğu The Expanded Earth (Yayılan Dünya) adlı kitapta şöyle aktarılmaktadır:
Her halikarda en şiddetli basınç yeryüzünün başlıca nehirleri bölgesinde gerçekleşir. Bu gelişme sonucunda başlıca nehir yataklarının rastgele erozyonlarla değil, bu genişlemenin sonucu olduğu görülmektedir. Kıtalar genişlemekte olan bir yüzeye sabitlendikleri için, bu genişlemenin kara parçalarını yaydığı ve en fazla gerilimin oluştuğu noktalarda kırılarak, nehirleri oluşturduğu sonucuna varılabilir.46
Utah Jeolojik Araştırma Merkezi’nin açıklamalarında ise Amerika kıtası ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
Ovalık ve çöküntü bölgeleri, yeryüzü kabuğunun doğu-batı yönünde genişlemesi nedeniyle son 10 ile 20 milyon yıldır oluşmaktadır. Bu esneme hareketi nedeniyle bir gerilim meydana gelir; yavaş ve sürekli bir hareket ya da bir fay hattı boyunca oluşan ani hareketler (yerkabuğunda bir çatlama) sonucunda bu gerilim salıverilir ve depremler meydana gelir. Bir deprem sırasında dağlar yükselirken, vadiler ise fay hatları boyun­ca derinleşirler. Bu yayılma-esneme hareketi bugün de devam etmektedir.47
Yeryüzünün genişlemesi, yayılması gibi tespitler ancak günümüz bilim dallarının kapsamlı araştırmaları ve ortak verileri sonucunda şekillenebilmektedir. Örneğin 20. yüzyıl teknolojisi ürünü olan uydulardan çekilen fotoğraflar, kıtaların geçmişte birbirlerini tamamlayan parçalar olduğu görüşünü tasdik etmiştir. Yapılan hassas ölçümler ise yerkabuğundaki genişlemenin yavaş ama belli bir oranda devam ettiğini ortaya koymaktadır. Kimsenin kıtalar çapında bir tespit yapamayacağı bir dönemde, üstelik milyonlarca yıllık süreçler içinde meydana gelen oluşumlarla ilgili öz bilgilerin varlığı, Kuran'ın İlahi bir kitap ol­duğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. 14 asır öncesinde yeryüzünün oluşumu ile ilgili böylesine derin ilmi bir bilginin geçmesi, Kuran'ın bilimsel mucizelerinden biridir.

GÜNEŞ BELİRLİ BİR SÜRE SONRA SÖNECEKTİR

güneş
NASA tarafından çekilen bu uydu fotoğrafında Güneş görülüyor. Güneş'in üstünde parlak görülen yerler manyetik alanın en güçlü olduğu kısımlardır.
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. (Yasin Suresi, 38)
Güneş'in yüzeyinde yaklaşık beş milyar yıldır hiç durmaksızın gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucunda, güneş ışığı kesintisiz oluşmaktadır. Gelecekte Allah'ın dilemesiyle belirli bir andan sonra bu reaksiyonlar sona erecek, güneş enerjisini yitirerek tümüyle sönecektir. Bu yönüyle yukarıdaki ayette de Güneş'in enerjisinin bir gün son bulacağına işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Ayette geçen "mustakarrin" kelimesi belirlenmiş bir yer veya belirlenmiş bir zaman anlamını içerir. "Akıp gitmektedir" olarak çevrilen "tecri" kelimesi ise "hareket eder, acele eder, deveran eder, dolaşır, usul izler, yol tutar, cereyan eder, akar" anlamlarına gelmektedir. Kelimelerin anlamlarından Güneş'in istikrar kılacağı mekan ve zamana doğru hareketini sürdürdüğü, ancak bu hareketin önceden belirlenmiş bir zamana kadar süreceği anlaşılmaktadır. Nitekim kıyamet günü ile ilgili tariflerdeki "Güneş, köreltildiği zaman"(Tekvir Suresi, 81) ayetiyle de böyle bir zamanın olacağı bildirilmektedir. Bunun vakti ise yine Allah Katında bellidir.
PERİYODİK TABLO
Periyodik tablo
Ayette Allah'ın "takdiri" olarak çevrilen "takdiyru" kelimesi ise, "tayin etme, kaderini çizme, hükmetme, ölçüp biçme, ayarlama, ölçüyle yapma" anlamlarını kapsamaktadır. Yasin Suresi'nin 38. ayetindeki bu ifade ile de Güneş'in ömrünün Allah'ın belirlediği bir süre ile sınırlı olduğu bildirilmektedir. Kuran'da bu konuyla ilgili diğer ayetlerden bazıları şöyledir:
Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve Güneş ile Ay'a boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş'i ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündü­zü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Yukarıdaki ayetlerde geçen "musemmen" kelimesiyle de Güneş'in hareket süresinin "belirli" olduğu bildirilmektedir. Güneş'in sonu ile ilgili bilimsel yorumlarda, Güneş’in her saniye 4 milyon ton madde tüketerek enerjiye çevirdiği,48 bu yakıt bittiğinde de Güneş'in ömrünü tamamlayacağı tarif edilmektedir.49 Güneş'ten gelen ısı ve ışık, hidrojen çekirdeklerinin füzyon yöntemiyle birleşerek helyuma dönüşmesi sırasında, tüketilen maddenin yerine ortaya çıkan enerjidir. Dolayısıyla Güneş'in enerjisi -dolayısıyla ömrü- de bu yakıtın sona ermesiyle bitecektir. (Doğrusunu Allah bilir.) BBC Haber Merkezi’nin bilim köşesinde, "Güneş'in Ölümü" başlığı altında verilen haberde şöyle bildirilmektedir:
... Güneş yavaş yavaş ölecek. Bir yıldızın çekirdeği içine çökerken, zaman içinde içerdiği helyum atomlarını tutuşturacak kadar sıcaklık kazanır. Helyum atomları füzyonla birleşerek, karbon oluştururlar. Helyum kaynakları tükendiğinde çekirdek tekrar çöker ve atmosferi patlar. Güneş, çekirdeğini üçüncü bir kez tutuşturacak kadar büyük kütle sahibi değildir. Dolayısıyla genişlemeye devam eder ve atmosferini bir dizi patlama sonucunda kaybeder... Kuruyan çekirdeği sonuçta beyaz bir cüce oluşturur; karbon ve oksijenden meydana gelen, Dünya büyüklüğünde küresel bir elmas gibidir. Bu noktadan sonra Güneş zamanla solacak, giderek ışığı kararacak ve sonunda tümüyle sönecektir.50
National Geographic televizyon kanalının yayınladığı "Güneş'in Ölümü" adlı belgeselde de konu ile ilgili şunlar tarif edilmektedir:
(Güneş) Isı üretir ve gezegenimizde hayatın devamını sağlar. Fakat insanlar gibi Güneş'in de sınırlı bir ömrü vardır. Yıldızımız yaşlandıkça giderek daha fazla ısınarak genişleyecek, böylece okyanuslarımızı buharlaştıracak ve Dünya gezegenindeki bütün yaşamı öldürecektir. Güneş zaman içerisinde daha fazla ısınır ve daha hızlı yakıt tüketir. Bu da Dünya üzerinde sıcaklığın artmasına ve sonucunda hayvan yaşamının sona ermesine, okyanusların buharlaşmasına ve tüm bitkilerin ölmesine yol açacaktır... Güneş genişleyecek, kırmızı dev bir yıldıza dönüşecek ve yakınındaki gezegenleri de yutacaktır... En sonunda ise büzülerek beyaz bir cüceye dönüşecektir.51
Bilim adamları Güneş'in yapısını ve içinde meydana gelen olayları ancak son yüzyıllarda keşfetmişlerdir. Bundan önce Güneş'in enerjisini nereden kazandığı, Güneş'in nasıl ışık ve ısı yaydığı gibi olaylar bilinen bilgiler değildi. Kuran'da 14 yüzyıl öncesinden, böylesine devasa bir kütlenin enerjisinin tükenerek bir gün son bulacağının bildirilmesi, üstün bir ilmin varlığını göstermektedir. Herşeyi kapsayan bu bilgi, Yüce Rabbimiz'in ilmidir. Kuran'da bir ayette şöyle bildirilmektedir:
"... Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)

GÜNEŞ’İN HİDROJEN VE HELYUM İÇERİĞİ

Güneş'in %70'i Hidrojen (H), %28'i de Helyum (He) atomlarından oluşmaktadır.52 Geri kalan diğer maddelerin hepsi %2'den daha az oranlardadır. Güneş'te her saniye 600 milyon ton Hidrojen, 596 milyon ton Helyuma dönüştürülmektedir. Kalan 4 milyon ton ise ısı ve ışık enerjisi olarak açığa çıkmaktadır.53 Bu bakımdan Güneş denildiğinde akla ilk olarak, H (Hidrojen) ve He (Helyum) atomlarını simgeleyen harfler gelir. Kuran'daki "Güneş" anlamına gelen "Şems" Suresi'nde ise, suredeki onbeş ayetin hepsi istisnasız olarak H ve E harfleriyle bitmektedir. Bu harflerin Arapçadaki karşılıkları şöyledir:
Şems Suresi(Arapçada He harfi) - (Arapçada Elif harfi)
Aşağıda Şems Suresi'ndeki ayetlerin Arapça yazılışları ve son kelimelerinin okunuşları görülmektedir.
Tablodan da görüldüğü gibi Şems (Güneş) Suresi'ndeki tüm ayetlerin sonu, he ve elif harfleri ile bitiyor. Hidrojen'in simgesi "H" ve Helyum'un simgesi "HE" harflerini içermektedir. Kuran'da Şems Suresi'nden başka hiçbir sure baştan sona HE harfleriyle bitmez. Bu bakımdan Kuran'da sadece bu surede böyle bir harf diziliminin olması son derece dikkat çekicidir. Ayrıca Şems Suresi'nin numarası olan 91 rakamı da özeldir. Hidrojen dışında doğada tabi olarak bulunan 91 element daha vardır ve bunlar Hidrojen atomlarından meydana gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, en hafif element olan Hidrojenden ağır 91 elementteki tüm atomlar, Hidrojenin intra-atomik (atomlararası) bileşikleridir. Bu nedenle Güneş'te yer alan H (Hidrojen) atomu, doğadaki diğer 91 elementi de oluşturmaktadır.54
Evreni içinde var olan tüm detayları ile Yüce Allah yaratmıştır ve yaratmaya devam etmektedir. Bu detaylara ait tüm ilimler de, Rabbimiz'in sonsuz bilgisini kavramamıza izin verdiği kısımlardır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarında­kini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
güneş
 
Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır.
(Yunus Suresi, 5)

KURAN’DAN GÜNÜMÜZE İŞARETLER: KALP MASAJI

Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan pek çok mucizevi özelliği vardır. Kuran'daki bilimsel bilgilerde, geçmişle ilgili verilen haberlerde, matematiksel şifrelemelerde o dönemde hiçbir insan tarafından bilinemeyecek gerçekler ayetlerde haber verilmiştir. Bunların yanı sıra, o dönemin bilgi düzeyiyle ve teknolojisiyle edinilmesi mümkün olmayan gelişmeler, Kuran'da bir kısım ayetlerde önceden işaret edilmiştir. Ancak 20. ve 21. yüzyıl teknolojisiyle eriştiğimiz bazı bilimsel gerçeklerin 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması, Kuran'ın Rabbimiz’in sözü olduğunun apaçık bir ispatıdır. Kuran'da geleceğe yönelik işa­ret olabilecek ayetlerden biri Bakara Suresi'nin 73. ayetidir:
kalp masajı
Kalp masajı sırasında göğse üstten vurulduğunda, kalbin yeniden atması mümkündür. Ayette geçen "'Ona bir parçası yla vurun' demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir" ifadesi, kalp masajının bu etkisine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı. Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız. (Bakara Suresi, 72-73)
Bu ayette "bir parçasıyla" olarak çevrilen Arapça "biba’diha" ifadesinin anlamları arasında "birisi, birileri" kelimeleri de bulunmaktadır. Bu anlamları göz önüne alındığında, göğüse üstten vurulduğunda, kalbin yeniden çalışması mümkün olabileceğinden, ayette kalp masajı yapılmasına işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bilindiği gibi kalp masajı yapılan kişi ölü bir beden alametlerine sahiptir. Şuuru kaybolmuş, solunum ve kalp atımı durmuştur. Günümüz bilgileriyle, kalbi duran bir kişiye kalp masajı uygulanarak, kişinin kalbinin atması ve hayati fonksiyonlarının devamı sağlanmaktadır. Kalp masajında göğüs kafesine belli aralıklarla baskı uygulanmakta ve kalbin kan pompalaması için ritmik kasılması yeniden başlatılmaktadır.
Bu bakımdan ayette ölü bir bedene vurularak, yeniden canlanmasının sağlanması, ayetin kalp masajı yöntemine işaret olabileceğini düşündürmektedir. Kuran, herşeyi yoktan var eden, ilmiyle tüm varlıkları kuşatan ve zamandan münezzeh olan Yüce Allah'ın sözüdür. Bu nedenle Kuran'ın içinde yer alan her ayet, Yüce Rabbimiz'in hikmetle vahyettiği bilgileri içerir. Allah bir ayetinde, Kuran'la ilgili olarak, "... Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişkiler bulacaklardı" (Nisa Suresi, 82) buyurmaktadır.

YAŞLILIKTA KEMİK ERİMESİ

Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben Sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 4)
Meryem Suresi'nin 4. ayetinde geçen "vehene" kelimesi, "gevşedi, zayıf düştü, yetersiz kaldı" anlamlarına gelmektedir. Bu ayette yaşlılıkla birlikte, kemikte olan değişimi tarif etmek için kullanılan kelime son derece hikmetlidir. Ancak günümüz teknolojisiyle detaylı ölçümleri yapılabilen kemik taramaları, "kemik erimesi" olarak bilinen hastalığın görüntülenmesini mümkün kılmıştır.
Tıpta "osteoporoz" olarak tanımlanan bu hastalık, kemiklerin kütle kaybetmesine yol açan kemik metabolizması hastalığıdır. Osteoporoz kelimesi; osteo (kemik) ve poroz (delikli) kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Kemik, bal peteği görünümünde olup başta kalsiyum olmak üzere önemli mineralleri depolar. Kırk yaş civarında kemik kütlesi yavaş yavaş azalmaya başlar. Daha çok yaşlılarda görülen ve kemik dokusunun yoğunluğunun azalmasıyla ortaya çıkan bu hastalık, ileri düzeylere geldiğinde kemiklerin kolaylıkla kırılabilmesine neden olmaktadır.
Röntgen ışınlarının dahi 1890'larda keşfedildiği düşünülürse, geçmişte kemiklerle ilgili bir tespitte bulunmanın zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Kuran'da asırlar öncesinde günümüz tıp bilgilerini destekle­yen tespitlerin yer alması, Kuran'ın Allah Katından olduğunun açık göstergergelerinden biridir.
kemik erimesikemik erimesi
Solda sağlam kemik dokusu, sağda ise kemik erimesindeki kemik dokusu görülmektedir. Tıpta "osteoporoz" olarak tanı mlanan bu hastalık, kemiklerin kütle kaybetmesine yol açan kemik metabolizma hastalığı dır.En solda sağlıklı kemik dokusu görülmektedir. Ortadaki resimde düşük düzeyde kemik erimesi başlamış, en sağdaki resimde ise, ciddi kemik erimesinin oluştuğu kemik dokusu görülüyor. Kemik kütlesinin azaldığı bu dokuda oluşan gevşeklik nedeniyle kemik kırılganlığı artar.

Kuran'da Bilimsel Mucizeler 3

CANLILARIN KOPYALANMASI

"Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." 
Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)
Yukarıdaki ayette "kesmek, koparmak" anlamına gelen "betteke" fiilinden türemiş "yubettikunne" ifadesi geçmektedir. Ayette geçen "yugayyirunne" ifadesi ise "başkalaştırmak, değiştirmek, bir şeyi ilk şeklinden bozup değiştirmek" anlamlarına gelen "gayyere" fiilinden türemiştir. Her iki fiilin sonunda, pekiştirme yapan "nun" harfi yer almaktadır; böylece ayette geçen fillere kesinlik anlamı katılmıştır. Nisa Suresi'nin 119. ayetindeki bu ifadeler düşünüldüğünde, bir yönden canlıların kopyalanması ya da klonlanması olarak bilinen bilimsel çalışmalara işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Çünkü klonlama deneyleri, genellikle kopyalanacak hayvanın kulağından alınan hücrelerle gerçekleştirilmektedir. Diğer bir deyişle tam ayette dikkat çekildiği gibi, "hayvanların kulağından kesilen" doku örneğinden hücre alınmasıyla kopya canlı üretilmektedir.
Almanya Federal Tarım Araştırma Merkezi'nin Hayvan Yetiştirme Enstitüsü'nün bir raporunda şu bilgiler yer almaktadır:
Doku toplanması kısa ve basittir. Bir hayvan yerleştirilip gemlendiğinde, kesik kulak parçası gibi bir doku örneği saniyeler içerisinde toplanmış olur. Ayrıca, somatik hücreler tüm türlerden toplanabilir… Kulağa vurulan damgalar için de kullanılan çentikleyiciler kullanılarak, kulaktan örnek doku almak suretiyle, sığır, domuz, koyun, keçi, deve ve lamalar için tek ve aynı prosedür uygulanabilir. Açıkçası, bütün türler için lenfositler kullanılabilir; fakat kulak kesiğinden alınan somatik hücreler, elde edilmesi daha kolaydır ve onun için daha çok tercih edilirler.55
hayvan klonlama dolly
Kopyalama işleminde, kopyalanması planlanan canlının bir hücresinden DNA'sı mikroskop altına alınır ve o türden başka bir canlıya ait bir yumurta hücresinin içine yerleştirilir. Bu işlem için kopyalanması planlanan canlının DNA'sı kullanılır. Hemen ardından şok uygulanır ve yumurta hücresinin bölünmeye başlaması sağlanır. Bölünmeye devam eden embriyo, o türden herhangi bir canlının rahmine yerleştirilir ve gelişip doğması beklenir.
Kulak dokusundan örnek alınarak kopyalanan canlılarla ilgili haberlerden bir kısmı şöyledir:
- Reuters’in 1 Mayıs 2002 tarihli raporuna göre, Brezilya’da Sao Paulo Üniversitesi’nde görevli Jose Visintin adındaki araştırmacı veteriner, bu ülkede ilk kez yetişkin bir dananın kulağından aldıkları hücreleri kullanarak klonlanmış embriyolar üretti.56
- BBC’nin haberine göre Güney Kore’li bilim adamları üç yaşındaki bir Afgan tazısının kulağından alınan hücre ile Snuppy adında bir köpek klonladılar. Seul Ulusal Üniversitesi’nde görevli araştırmacılar kulaktan alınan hücrelerdeki genetik malzemeyi çıkartarak, bunu boş bir yumurta hücresine yerleştirdiler. Daha sonra bu hücre bölünmesi için uyarılarak bir embriyo üretildi.57
- BBC'nin bir başka haberinde ise, Fransa’da, Ulusal Tarım bilimi Araştırma Merkezi'nde, Dr. Jean-Paul Renard ve meslektaşları tarafından yürütülen araştırmalarda, yetişkin bir danadan alınan kulak hücreleri kullanılarak yeni bir klon üretildi.58
- İnsan Genomu Projesi’nin resmi sitesinde verilen bilgilere göre, Şubat 2002'de Advanced Cell Technology (ACT) adlı biyoteknoloji şirketinden bilim adamları, verici bir dananın kulağından aldıkları deri hücrelerini kullanarak bir dana embriyosu klonlama denemeleri yaptılar.59
- Associated Press’in, 24 Ocak 2000 tarihli haberinde, Japon bilim adamlarının ilk kez bir büyük baş hayvanı, ikinci nesil boğayı klonladıkları bildirildi. İkinci nesil klonlama sırasında, ilk nesil klonlanmış boğa henüz dört aylıkken kulak derisine ait dokulardan örnekler alındı. Bu hücreler, çekirdeği çıkartılmış döllenmemiş bir yumurta ile birleştirildi.60
Genetik, embriyoloji gibi bilim dallarının olmadığı bir dönemde, Kuran'da canlıların yaratılışındaki düzenin değiştirilmesine "kulak kesme" ifadesi ile birlikte dikkat çekilmesi; Kuran'ın zamandan münezzeh olan Rabbimiz'in Katından olduğunu gösterir. Ayrıca ayetin sonunda söz konusu kimselerin Allah'ın yarattıklarını değiştirdiklerinde hüsrana uğrayacakları da bildirilmektedir. Dolayısıyla ayette bu yönüyle klonlama çalışmalarının, insanlar için çeşitli sorunlar doğuracağına da işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Nitekim Utah Üniversitesi'nin Genetik Bilimi Öğrenme Merkezi'nin açıklamalarında şu bilgiler yer almaktadır:
Klonlama başarılarını duyduğumuzda, sadece sonuç veren birkaç denemeyi öğreniriz. Fakat başarısız olan çok, çok sayıdaki klonlama deneylerinden haberimiz olmaz! Başarılı olan klonlarda dahi, problemler sonradan -hayvanın yetişkinliğe gelişimi esnasında- artar.61
klonlanan dolly
Klonlanan ilk memeli hayvan Dolly, 14 Şubat 2003'te öldü.
İnsan Genomu Projesi’nin resmi internet sayfasında verilen bilgiler ise şöyledir:
Yetişkin DNA’sı kullanılarak klonlanan ilk memeli Dolly, 14 Şubat 2003'te öldü. Dolly ölümüne sebep olan akciğer kanserine yakalanmıştı ve eklem enflamasyonu nedeniyle sakat kalmıştı... Klonlama denemelerinin %90 kadarı, yaşayabilecek döl üretiminde başarısızlığa uğramaktadır... Bu düşük başarı oranının yanı sıra, klonlanan hayvanların bozuk bağışıklık fonskiyonları, yüksek enfeksiyona yakalanma oranı, tümör gelişimi ve diğer rahatsızlıklar daha sık görülür. Japonya’da yapılan çalışmalar, klonlanan farelerin sağlıklarının kötü olduğunu ve erken öldüklerini göstermiştir... Klonlanmış canlının gençken sağlıklı gözükmesi de, uzun süre hayatta kalacağı anlamına gelmemektedir. Klonların esrarengiz bir şekilde öldükleri bilinmektedir. Örneğin Avustralya'nın ilk klonlanan koyunu öldüğü gün sağlıklı ve enerjik gözükmüştür ve otopsi sonuçlarından ölüm sebebi tespit edilememiştir.62
Klonlama deneyleri ile ortaya çıkan riskler genel hatlarıyla şöyledir:
1) Yüksek başarısızlık oranı: Başarı oranı sadece %0.1-3 kadardır. Bu her 1000 denemede 970-999 başarısızlık demektir.63
2) Gelişim sırasındaki problemler: Klonlanıp hayatta kalan hayvanların, çoğu zaman kopyalarına göre organları anormal derecede büyüktür. Bu da solunum ve kan dolaşımı sorunlarına, sağlıksız böbrek ve beyin yapılarına, bozuk savunma sistemlerine yol açabilmektedir.
3) Anormal gen okuma düzeni: Klonlar, orijinalleri ile aynı DNA'ya sahip olmalarına rağmen, klondaki hücre çekirdeği doğal bir embriyodaki gibi aynı programa sahip değildir. Diğer bir deyişle klonun DNA'sı normal bir gelişim için gerekli olan doğru genlerin doğru zamanda okunmasını yapamaz. Örneğin sinir, kemik, kan, deri gibi her hücre çeşidi için farklı bir program vardır; fakat klon embriyonun genetik programları, doğal bir embriyodaki gibi sağlıklı çalışmaz.
4) Telomer farklılıkları: Hücreler bölünürken kromozomları kısalır. Bunun nedeni olan ve "telomer" adı verilen, kromozomun her iki ucundaki DNA dizilimleri, her DNA kopyalaması sırasında kısalır. Hayvan yaşlandıkça, yaşlılığın bir gereği olarak telomer de kısalır. Dolayısıyla kopyalanan canlı daha doğduğunda yaşlanmış gibi kromozomları kısadır.
Kopyalama deneylerinde, canlı hücrenin genetik maddesi kullanılır, fakat döllenme yapay yöntemlerle gerçekleştirilir. Bu yöntemlerle Allah'ın yarattığı üreme mekanizması bozulmakta ve teşhis edilemeyen hastalıklar, anormal gelişim bozuklukları ve erken ölümlerle karşılaşılmaktadır. Bilim adamlarının kopyalama yapacaklarına ve bunun çeşitli sıkıntılara yol açacağına 1400 sene öncesinden dikkat çekilmesi, Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

DOĞUMU KOLAYLAŞTIRAN ÇEKME HAREKETİ

Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır. Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin." (Meryem Suresi, 23-25)
Günümüz tıp bilgileri göstermektedir ki, doğum sırasında bir cismin çekilmesi, bebeğin doğum kanalından aşağıya doğru hareket etmesini kolaylaştırmaktadır. Çekme sırasında kullanılan kaslar, bebeğin rahim dışına itilmesini sağlayan kaslar ile aynıdır. Bunu sağlamak için tavana asılmış bir ip veya destek bir kola asılma, doğum yatağının iki kenarına yerleştirilmiş kolları çekme veya bir başka kişinin elinden tutup çekme gibi yöntemler kullanılmaktadır.64
Bunun için "squat bar" denilen, doğum esnasında yataklara monte edilen ters U şekilli bir bar kullanılmaktadır. Bu barın çekilmesi bebeğin rahim dışına itilmesi aşamasını kolaylaştırmakta, doğum kanalının derinliğini kısaltmakta, rahim ağzını genişletmekte ve doğum esnasında kullanılan pek çok alet ve tekniğe olan ihtiyacı azaltmaktadır.65
Bu destek barı, annenin kendisini yukarı doğru çekerek çömelme hareketi yapmasına yardımcı olmaktadır. Bebeğin itilmesi esnasında da annnenin sabit kalmasını sağlar.66 Bu pozisyonda bebeği doğum kanalından hareket ettirmek için gerekli olan kas kuvveti için minimum güç harcanır. Böylece leğen kemiklerine maksimum basınç, minimum kas kuvveti ile sağlanmış olur. Ayrıca leğen kemikleri açılarak, bebeğin geçişi için %30 oranında daha fazla yer sağlar. Uzanarak çekme hareketi ile, vücudun itiş gücü en üst düzeye çıkar ve bebeğin doğum esnasında düzgün dönüşünü sağlar.67
Hz. Meryem'e de Allah'ın meleği aracılığı ile hurma dallarını kendine doğru sallamasını bildirmesi son derece hikmetlidir. Ayette geçen “huzziy” kelimesi "hızlıca sallamak, silkelemek, hareket ettirmek, sars­mak" anlamlarına gelmektedir. Hurmanın doğumu kolaylaştırıcı ve besleyici öneminin yanı sıra, dalların silkenlemek üzere çekilmesi, dallara uzanılması da ayrıca doğumu kolaylaştırıcı hareketlerdir. Günümüzde uygulanan bu teknik, Allah'ın Hz. Meryem'i rahmetiyle desteklediğinin, Kuran'ın herşeyin bilgisine sahip Yüce Rabbimiz'in vahyi olduğunun delillerinden biridir.
manzara

SAVUNMASI SAĞLAM ANNE RAHMİ

Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı? Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Belli bir süreye kadar; İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, Biz ne güzel güç yetirenleriz. (Mürselat Suresi, 20-23)
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)
embryo
Anne rahmindeki cenin vücuda yabancı olmasına rağmen savunma sisteminin saldırısına uğramaz. Bu, ceninin korunmasına yönelik mucizevi bir durumdur.
İnsanın yaratılışı ile ilgili yukarıdaki ayetler, embriyoloji alanına ait temel bilgiler içermektedir. Ayetlerdeki rahim bölgesini tarif eden "savunması sağlam bir karar yeri" ifadesi ise, günümüz tıp bilgisi ile daha iyi anlaşılan, önemli bir özelliğe işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesi ile oluşan zigottan, trilyonlarca hücrenin uyum içinde çalıştığı, tam bir insan olana kadarki süreç anne rahminde geçer. Embriyonun 9 aylık bir sürede gelişimini tamamladığı bu yer -rahim- ayette de bildirildiği gibi, “savunması sağlam” bir mekandır.
Ayetlerdeki "savunması sağlam" olarak çevrilen "mekiynin" ifadesi, "sarsılmaz, sağlam, muhkem, güçlü, yerinden ayrılmayan, sağlamca yerine yerleşmiş" gibi anlamlar içermektedir. "Kararin" kelimesi ise "yerleşme mekanı, kalma, sabitlik, sağlamlık, duraklama yeri" gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimeler rahmin sağlam, korunaklı bir mekan olduğunu çok hikmetli bir şekilde tarif etmektedir.
Dış etkenlere, ışığa, sese karşı yalıtım sağlayan anne rahmi, öncelikle bebeği her türlü darbeden ve baskıdan korur. Pelvis boşluğunda yer alan rahim, bu bölgenin kalın ve güçlü kemiklerle çevrelenmiş olmasından ötürü, oldukça korunaklıdır. Rahim bölgesi, hamilelik sonuna kadar bebeğin ağırlığını taşımasını sağlayan, dışta güçlü kas duvarları, içte de "endometrium" denilen katmanla kaplıdır. Bu güçlü kaslardan oluşan yapı, bebeğin büyümesi ve gelişimi için son derece elverişli bir yapıya sahiptir. Hamilelik döneminde bölgedeki kemikleri birbirine bağlayan bağlar da kalınlaşır ve uzar. Sağlam pelvis kemikleri ile rahmin üst kısmına yapışık halde olan bağlar, rahme sağlam ve sabit yapı kazandırır.
Embriyo, gelişimi sırasında ihtiyacı olan ısı, su, oksijen ve beslenme kaynağına da sahiptir. Anne rahmi, hamilelik döneminde, sağlamlığını artıracak çok sayıda değişikliğe uğrar. İçerdiği kas, bağ ve elastik dokularla birlikte, kan damarları ve sinirler de miktar olarak artış gösterir. Böylece rahmin zarar görmeden ağırlığının 20 katına çıkması, kapasitesinin 1,000 kat artması mümkün olur.68 Rahme destek veren fallop tüpleri, yumurtalıklar ve diğer bağ dokuları da tümüyle genişleyerek, esneklik kazanır.69 Rahmin değişim süreci, embriyo yüzlerce kat büyüyüp sağlıklı bir bebek olduktan sonra da devam eder. Bu sefer bebeğin rahimden sağlıklı bir şekilde çıkmasına imkan sağlayacak şekilde yapısı değişir.
Hamilelik döneminde, bebeğin korunmasıyla ilgili olarak son derece mucizevi bir durum daha gerçekleşir ve bebek iç saldırılardan korunur. Organ, hatta ilik nakli gibi durumlarda, yabancı bir maddenin vücuda girmesiyle, kişinin savunma sistemi tepki göstermeye başlar ve kimi zaman bu tepkiler ölümcül sonuçlar doğurabilir.70 Fakat cenin için bu söz konusu olmaz ve annenin savunma sistemi, onu yabancı olarak algılamaz. Annenin bağışıklık sisteminin, babadan gelen yabancı genlere karşı tolerans göstermesi, olağanüstü bir durumdur; çünkü bebek %50 yabancı bir insanın yapısını taşımaktadır. Bu durumu "hayranlık verici" olarak nitelendiren Guelph Üniversitesi’nden bilim adamı Marianne van den Heuvel, "Bu bağışıklık açısından her zaman bir bilmece olarak kalmıştır; çünkü cenin aslında anneye yabancıdır. Annenin parçası olduğu kadar, babanın da parçasıdır. Vücudun bunu reddetmesi gerekir."71 demektedir.
Virüs, tümör gibi yabancı hücreleri tanıyıp, öldüren bağışıklık sisteminden beklenen, cenin hücrelerine de savaş açmasıdır. Ancak Allah'ın dilemesiyle böyle bir durum gerçekleşmez ve rahim son derece güvenli, sağlam bir yer olma özelliğini korur.
Kuran'da embriyoloji alanı ile ilgili verilen bilgilerin tümü, günümüz tıbbı ile tam bir uyum içindedir. Her biri ileri teknoloji düzeyi neticesinde ortaya çıkan bu bilgiler, Kuran'ın, tüm ilimlerin sahibi, herşeyin Yaratıcısı Yüce Rabbimiz'in vahyi olduğunun en açık kanıtlarındandır. Yüzyıllar öncesinden bilim dünyasına ışık tutacak bilgilerle dolu Kuran-ı Kerim'de, insana şöyle bildirilmektedir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

KANDAKİ OKSİTLENME

kan hücreleri
Kan hücreleri
Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur. (Mutaffifin Suresi, 14)
Mutaffifin Suresi'nin 14. ayetinde kalpler için kullanılan "pas tutma" ifadesi, kalpte gerçekleşen biokimyasal bir reaksiyona işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Pas bilindiği gibi, demirin oksijenle reaksiyona girmesi -okside olması- sonucu oluşur. Havadan aldığımız oksijen de, kandaki hemoglobinde bulunan demir sayesinde vücutta taşınır. Bu esnada oksijen, kandaki demir ile reaksiyona girer. Böylece insan vücudundaki kanda -dolayısıyla dolaşım sisteminin merkezi olan kalpte- sürekli olarak paslanmaya benzer bir reaksiyon oluşur.
Hatta vücuttaki demir fazlalığı, aynen paslanma benzeri oksitlenme yaparak, tüm vücut hücrelerinin erken yaşlanmasına neden olur.72 Vücutta aşırı demir birikmesi sonucu oluşan "hemokromatoz" hastalığında da, demir zehirli bir etki meydana getirerek, kalp, karaciğer gibi organların iflasına sebep olur. Bu olay, demirin oksitlenmesi sonucu oluştuğu için, organlarda "pas birikmesi" ya da organların "paslanması" olarak tarif edilir.73 Science News dergisinde Dr. Sharon McDonnell, demirin organları oluşturan hücreleri okside etmesini "Bu paslanmadır." ifadesiyle tanımlamaktadır.74
Bir başka kaynakta ise, bu hastalıkla ilgili şöyle aktarılmaktadır:
… Hemokromatozu olanlar demirin emilimini, organlarında depolayarak gerçekleştirirler. Zaman içerisinde bu, toksik miktarlarda birikerek, organların iflasına sebep olur; çünkü kelimenin gerçek anlamıyla paslanırlar.75
Vücuttaki demirin oksijenle reaksiyonunu -kandaki oksitlenmeyi- tespit edebilmek, ancak ileri düzeyde teknolojik donanıma sahip laboratuvarlarda mümkün olmaktadır. Kuran'da, bilimsel verilerle uyumlu böy­le bir benzetmenin yer alması, Kuran'ın indirildiği dönem düşünüldüğünde açık bir mucizedir. Ayrıca Kuran'da bunun gibi, modern bilimle uyum içinde sayısız bilginin yer alması, Kuran'ın herşeyin bilgisine sahip, herşeyi yaratan Rabbimiz'in vahyi olduğunun göstergelerinden biridir.
oksijenin taşınması
Havadan aldığımız oksijen, kandaki hemoglobinde bulunan demir sayesinde vücutta taşınır. Bu esnada oksijen, kandaki demir ile reaksiyona girer.

KURAN’DA KANIN YASAKLANMASININ HİKMETLERİ

O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)

Allah'ın kanı insanlara haram kılmasının hikmetleri 20. yüzyıl bilgileri ile ortaya çıkmıştır. Kan sindirim esnasında emilen protein, şeker, yağ gibi maddelerle, vitamin, hormon ve oksijeni hücrelere taşıyarak canlılığın devamını mümkün kılar. Diğer taraftan vücuttan atılması gereken çeşitli zehirli maddeler, zararlı atıklar da kan yoluyla taşınır. Bu bakımdan kanın en önemli görevlerinden biri de üre, ürik asit, keratin ve karbondioksit gibi hücrelerden gelen atıkları taşımaktır.
kanın zararlarıDolayısıyla belirli miktarda kan içilmesi durumunda, kan yoluyla taşınan bu zararlı maddelerin vücuttaki seviyeleri çok yükselir. Bu da kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelerin -"üre"- miktarını arttırır. Bu durum komaya kadar gidebilecek beyin fonksiyonu bozukluklarıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle sağlıklı bir hayvandan alınsa bile, kanda zararlı bileşenler -kanın görevi itibariyle- daima bulunur. Hasta bir hayvandan alındığı takdirde ise, çeşitli parazitler ve mikroplar da kan yoluyla taşınmış olur. Bu durumda, mikroplar kişinin kanında çoğalarak, tüm vücuda yayılabilir. Nitekim asıl tehlike unsuru olan da bu yönüdür. Bir insanın kan içmesi durumunda, tüm mikroplar ve atık maddeler kişinin vücuduna yayılarak, böbrek yetmezliği, karaciğer koması gibi hastalıklara yol açacaktır. Bunların yanı sıra kanla taşınan mikropların çoğu mide ve bağırsak duvarlarına zarar vererek daha pek çok hastalığa neden olabilecektir.
Öte yandan kan steril bir ortam değildir; diğer bir deyişle mikropların gelişmesi için uygun bir ortamdır.76 Mikroplar kanda çok iyi beslenme imkanı buldukları için çoğalmaları açısından uygun koşullara sahiptir. Kan, vücuttaki diğer sıvıların fonksiyonları ve bağışıklık sistemi ile tam olarak dengelendiğinde, vücut mikroorganizmaların yaşamına -dolayısıyla hastalıklara- destek vermez. Sağlıklı bir kişide, bu mikroorganizmalar vücut içerisinde karşılıklı olarak birbirlerinden faydalanarak ortak bir yaşam sürerler. Ancak bu ortamda ciddi bir değişiklik olduğunda, diğer bir ifadeyle vücudun iç dengesi bozulduğunda, uygun ortam bulduklarında hastalıklara sebep olabilecek mikroorganizmalara dönüşebilirler.
Örneğin kanın pH (asit ve baz dengesi) değeri zayıf beslenme veya zararlı kimyasalların etkisiyle, fazla asidik veya fazla alkali olursa, zararsız mikroplar hastalıklara sebep olacak şekilde biçim değiştirebilirler. Kaldı ki vücudun sağlıklı olması için, kanın pH değerinin de 7.3 civarında olması gereklidir. Bu değerdeki küçük farklılıklar bile, bu dengenin bozulmasına, mikroorganizmaların ortama ayak uydurmak için daha zararlı hale gelmesine sebep olabilir. Kanın steril olması, dışarıda bırakılan sütün bozulmasına benzetilebilir. Zaten kanın içinde bulunan mikroplar, kendilerini bu yeni ortama göre değiştirerek, zararlı etkiler gösterebilirler.77
Tüm bunların yanı sıra, kan gıda maddesi olarak da uygun bir besin değildir. Kanda sindirimi mümkün albümin, globülin ve fibrinojen gibi proteinlerin miktarı azdır; 100 ml. kanda bu proteinlerin miktarı 8 gram kadardır. Aynı durum yağlar için de geçerlidir. Ayrıca kanda sindirimi çok zor olan ve midenin kabul etmediği kadar kompleks bir protein olan hemoglobin yüksek miktarda bulunur. Kanın pıhtılaşması durumunda, fibrinojen proteini, fibrine dönüşerek alyuvarları içeren bir ağ meydana getirir. Fibrin ise sindirimi en zor proteinlerden biri olarak, kanın sindirimini daha da güçleştirir. Sonuç olarak sağlık uzmanları, kanın hiçbir şekilde insan tüketimine uygun olmadığında hemfikirdirler.
Bir başka ayette Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün si­ze dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 3)
Allah'ın bu emrine uyarak, insan o dönem için hikmetini kavramadığı bir zarardan korunmaktadır. Allah'a inanıp güvenerek, O'nun emir ve yasaklarını uygulayanlar hem ahiretleri açısından hayırlı bir yaşam sürerler, hem de Allah'ın koruması ve sonsuz rahmeti altında yaşarlar.

 HZ. MUSA’NIN DENİZİ YARMASINDA TSUNAMİ ETKİSİ

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. (Şuara Suresi, 63)
Firavun olarak bilinen Mısır kralları, eski Mısır'ın çok tanrılı batıl dininde, kendilerini ilah olarak kabul etmekteydiler. Allah, hem Mısır halkının hak dine karşı batıl bir sistemi benimsemiş olduğu, hem de İsrailoğulları'nın köleleştirildiği bir dönemde, Hz. Musa'yı elçisi olarak Mısır kavmine göndermiştir. Ancak eski Mısırlılar -başta Firavun ve çevresi olmak üzere- Hz. Musa'nın hak dine davetine rağmen, putperest inançlarından vazgeçmiyorlardı. Hz. Musa, Firavun'a ve yakın çevresine sakınmaları gereken şeyleri açıklamış ve onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştı. Buna karşılık onlar isyan edip Hz. Musa'ya iftiralar atarak delilik, büyücülük ve yalancılıkla suçlamışlardı. Firavun ve kavmine çok sayıda bela verilmesine rağmen, onlar Allah'a teslim olmamışlar; Allah'ı tek İlah olarak kabul etmemişlerdi. Hatta başlarına gelenlerden ötürü Hz. Musa'yı sorumlu tutarak, onu Mısır'dan sürmek istemişlerdi. Bunun üzerine Allah, Hz. Musa ve beraberindeki müminlere bulundukları yeri terk etmelerini bildirmiştir:
Musa'ya: 'Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz' diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur. Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler. Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık. Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. Böylece (Firavun ve ordusu) Güneş'in doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. (Şuara Suresi, 52-60)
tsunami
Kuran'da bildirildiği üzere, bu takibin ardından iki topluluk karşı karşıya geldikleri sırada, Allah denizi yararak Hz. Musa'yı ve onunla birlikte iman edenleri kurtarmış, Firavun ve kavmini ise helaka uğratmıştır. Kuran'da Allah'ın iman edenlere bu yardımı şöyle bildirilir:
Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)
Şuara Suresi'nin 63. ayetinde "vur" olarak çevrilen Arapça "idrib" kelimesi, aynı zamanda "açmak, ayırmak, bölmek" anlamlarına da gelmektedir. Bu ifadeyle ve devamındaki ayetlerde anlatılan olay ile, tsunami dalgasının oluşumuna işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Çünkü tsunami dalgalarında da büyük miktarda su yer değiştirerek sığ sularda zeminin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Hz. Musa döneminde de tsunami dalgalarında olduğu gibi, sular birkaç yüz metre yanlara doğru toplanmış ve böylece deniz yarılmış olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
TSUNAMİ OLUŞUMU
tsunamiAşama 1-Başlangıç:
Tsunaminin deprem gibi bir sebebi varsa, deniz tabanı yukarı veya aşağı yükselir. Bunun sonucunda kitlesel olarak su da yukarı veya aşağı hareket eder.
tsunamiAşama 2-Ayrılma: 
Birkaç dakika içinde başlangıçta oluşan tsunami ikiye ayrılır, birisi okyanusta derinlemesine hareket ederken diğeri de yakındaki sahil şeridine ulaşır.
tsunamiAşama 3-Yükselme:
Sahil şeridine ulaşan tsunami dalgası, karaya ulaştığında, dağ gibi bir görünümle devasa bir yüksekliğe erişir.
tsunamiAşama 4- Dalganın ulaşması: 
Önde giden dalganın sivrileşerek daha da yükseldiği görülür. Dalganın sahil şeridine ulaşan ilk kısmı çukur olan yeridir. Bu nedenle dalga öncesinde kıyıdan su çekiliyor gibi bir görüntü oluşur.
Ayrıca yukarıdaki ayetlerde suların görünümü dağlara benzetilmektedir. Tsunami dalgasında toplanan sular devasa bir tepe oluşturur78 ve bu dalgaların asıl kütlesi dipte olduğundan, dağ gibi bir görünüm alır. Dağlardaki gibi tsunami dalgasının da taban kısmı daha güçlü ve geniştir. Tsunami dalgalarında, bir yandan su derinliği azalırken, dalganın kütlesi genişleyerek yüksekliği artar. Dalga yüksekliği 30 metreye ulaşabilmektedir.79 Bu bakımdan suyun aldığı görünümün dağlara benzetilmesi çok manidardır.
Tsunamiler bildiğimiz dalgalardan çok farklıdır ve denizin derinliğinin tamamının hareket etmesidir. Bu derinlik çoğu zaman sadece yüzeyde kalmaz ve birkaç kilometreyi bulur. Bu nedenle çok güçlü bir enerjiye sahip olurlar ve çok yüksek hızlarda hareket ederler.80 Bilimsel açıklamalarda tsunami dalgaları ile ilgili şunlar bildirilmektedir:
... Aslında tsunami dalgası hareket halinde olan dev bir su kitlesinin yalnız üst ucudur... Dalgalar okyanus yüzeyinde yalnız sığ bir tabaka oluştururken, tsunami okyanusun içinde yüzlerce metre derinliğe uzanabilir... Tsunami dalgalarını genellikle karanlık su "duvarları" şeklinde tarif ederler. Hemen gerilerinde duran yoğun su kitlesi nedeniyle dalgalar daha sonra sahil şeridinin üzerine kapanır ve kıyı tümüyle su altında kalır.
... Deniz tabanının sınırları ve sahil şeridi dalgaların yüksekliğini belirleyen etmenlerdir ve bazen beklenmedik sonuçlar verebilir. 1993 yılında Japonya'da Okushiri'de meydana gelen tsunami­de, kıyıya çarpan dalgalar yaklaşık 15–20 metre yükseklikteydi. Fakat belirli bir yerde dalgalar denizin içinde V şeklinde bir vadi oluşturdular ve suyu giderek daha dar bir alanda baskı altına aldılar. Sonunda su deniz seviyesinden 32 metre yüksekliğe ulaştı, bu yaklaşık 8 katlı bir bina yüksekliğiydi.81
tsunami
Deniz tabanına uygulanan kuvvet, su kitlesini dikey hareket ettirerek yüksek dalgaların oluşmasına sebep olur.
Kuran'da geçmişle ilgili bildirilen olayların, günümüzde tarihi kanıtlarla ve bilimsel gelişmelerle aydınlanması, kuşkusuz ki Kuran'ın önemli bir mucizesidir. Hz. Musa ile birlikteki topluluğun geçeceği vakit suların çekilip, Firavun ve ordusu geçerken suların tekrar yükselmesi, Allah'ın müminlere yardımının açık bir örneğidir. Nitekim Hz. Musa bu zorlu anda Allah'a dayanıp güvenerek son derece güzel bir ahlak örneği sergilemiştir:
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 61-62)

NUH TUFANI KISSASINDAKİ BİLİMSEL GERÇEKLER

Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi. (Ankebut Suresi, 14)
Hz. Nuh, peygamber olarak gönderildiği kavmine, Allah'a şirk koşmadan iman etmeleri ve sapkınlıklarından vazgeçerek Allah'ın dinine uymaları konusunda uzun seneler öğüt vermiştir. Kavmini Allah'ın azabına karşı birçok kez uyardığı halde, onlar Hz. Nuh'u yalanlamış ve şirk koşmaya devam etmişlerdir. Bunun üzerine Allah Hz. Nuh'a, inkar edip zulmedenlerin suda boğularak azaplandırılacağını ve iman edenlerin kurtarılacağını haber vermiştir. Kuran'da Nuh kavminin helak edilişi ve iman edenlerin kurtuluşu bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (Araf Suresi, 64)
Allah'ın vaadi olan azap vakti geldiğinde, gerçekleşen olaylar Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:
Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti. (Hud Suresi, 40)
Yukarıdaki ayette azap vaktinin başlangıcı "tandır feveran ettiği zaman" olarak tarif edilmektedir. "Tandır" olarak çevrilen kelimenin Arapça karşılığı "ettennuru"dur. Tandır bilindiği üzere "yere çukur kazıla­rak yapılan bir tür fırın"dır ve bu yönüyle dağın içindeki volkanik ateşe işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Ayetin Arapçasında "fare" olarak geçen "feveran etme" ifadesinin anlamları ise "kuvvet ve şiddetle kaynadı, şiddetli yandı, kabarcıklar çıkardı, kaynayıp taştı, köpük çıkardı, fışkırdı" şeklindedir. Dolayısıyla tandırın feveran etmesi ifadesi, bir yönüyle dağ içindeki kızgın lavların püskürmesine işaret etmektedir.
eruption
Ayette bildirilen "tandırın feveran etmesi" ifadesi, dağ içindeki kızgın lavların püskürmesine işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bir başka ayette ise Hz. Nuh'un gemiye binme vakti, "tandır kızışınca" ifadesiyle bildirilmektedir. Burada da volkanik patlamadan hemen önceki, dağdan yükselen sıcak dumanlara işaret ediliyor olabilir:
Böylelikle Biz ona: 'Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş onlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır' diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)
Volkanik patlamanın ardından akan kızgın lavlar, dağdaki buzulların erimesine yol açmış; denizlere akan lavların neticesinde oluşan soğuk ve sıcağın birleşiminden ortaya çıkan yoğun su buharı da şiddetli yağmurlara sebep olmuş olabilir. Bu olayların sonucunda seller olmuş ve yerdeki su kaynakları, şiddetli yağmurlarla birleşerek dev boyutlu bir taşkına neden olmuş olabilir (Doğrusunu Allah bilir):
Biz, bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı birleşti. Ve onu da tahtalar, çiviler üzerinde taşıdık. (Kamer Suresi, 11-13)
eraption clevaland
Alaska'daki Cleveland Volkanı'nın Uluslararası Uzay İstasyonu tarafından çekilen fotoğrafı.
Hz. Nuh'un gemisine binmiş olanlar dışında -Hz. Nuh'un, yakındaki bir dağa sığınarak kurtulacağını sanan "oğlu" da dahil olmak üzere- tüm kavim suda boğulmuştur:
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma. (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni su­dan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. (Hud Suresi, 42-43)
Tufan sonucunda sular çekilince gemi, Kuran'da bildirildiğine göre, Cudi'ye -yani yüksekçe bir yere- oturmuştur:
Denildi ki: 'Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.' Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: 'Uzak olsunlar' denildi. (Hud Suresi, 44)
artesian well
Ayette geçen "yerin suyu yutması" ifadesi artezyen sularında olduğu gibi yeryüzündeki suların yer altına çekilmesine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Dağların lav püskürtmesi bir süre sonra durduğunda, hava yeniden soğuyarak eski dengesine oturmuş, sular yer altına çekilmiş; bir kısmı da gökte su buharı olarak kalmış olabilir. Suların bu şekilde dengelenmesi sonucu, yeniden normale dönüş olmuştur. Ayette bildirildiği gibi, Allah'ın yere “suyunu yut", göğe de "tut" emri vermesi, bu durumu en özlü şekilde tarif etmektedir. Arapça “belea” fiili ayette geçtiği şekli ile "iblai" kelimesi, "yutup yok et, çek" anlamlarına gelmektedir. Yerin suları yutması ifadesiyle, yeryüzündeki suların yer altına çekilerek; bir yönüyle, artezyen gibi, yer altındaki su kaynaklarını oluşturmasına dikkat çekilmektedir. Arapça “aklaa” fiili, ayette geçtiği şekli ile "aklii" kelimesi ise "bulutların açılması, dağılması, yağmurun kesilmesi, bir işten vazgeçilmesi ya da terk edilmesi" anlamlarına gelmektedir. Bu ifadeyle de bir yönüyle, lavların püskürmesi durduktan sonra havanın yeniden soğuması, gökteki su buharı miktarının dengelenerek yağmurun kesilmesi ve yağmur bulutlarındaki kalan su buharının da gök­yüzüne dağılması tarif edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bilimsel açıklamalarla birebir örtüşen bu olaylar zincirine, Kuran ayetlerinde en hikmetli ifadelerle işaret edilmektedir. Coğrafya, jeoloji, meteoroloji gibi pek çok bilim dalını kapsayan bu bilgiler Kuran'ın bilimle uyum içerisinde olduğunu gösteren delillerden sadece biridir.
volkanik patlamavolkanik patlama

GÜNEŞ DOĞARKEN KUTUPLARDA OZON TABAKASI

Sonunda Güneş'in doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (Güneş'i), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. (Kehf Suresi, 90)
kutuplarda gün doğumu
Kuzey Kutbu'nda Güneş'in doğuşu görülmektedir.
Kehf Suresi'nin 90. ayetinde geçen "sitran" kelimesi, "örtü, siper, perde, paravan" anlamlarına gelmektedir. Ayetteki "lem nec’al lehum min duniha sitran" ifadesinde ise, Güneş'e karşı siperi, örtüsü, koruyucusu olmayan bir ortam tarif edilmektedir. Bu ayet günümüz bilgileri dikkate alınarak okunduğunda, Güneş'in zararlı ışınlarına karşı canlıları koruyan ozon tabakası akla gelmektedir.
Dünya çevresindeki ozon tabakasında, yani Güneş'in zararlı ışınlarına karşı koruyucu katmanda en fazla incelmenin görüldüğü bölgeler kutuplardır.82 Yapılan bilimsel araştırmalarda, Güneş'in doğuş anında Kuzey Kutbu’nun ozon tabakasında ciddi bir incelme olduğu saptanmış83 ve hatta bu bilimsel tespit, günümüzde "Gündoğuşu Ozon Yıkımı" (Sunrise Ozone Destruction (SOD)) olarak tanımlanmıştır.84 
Nitekim yapılan araştırmalar sırasında, Amerikalı bilim adamları -Güneş doğmadan önce hiçbir belirti yokken- Güneş doğduğu anda, ozon yoğunluğunda çok hızlı bir azalma olduğunu tespit etmişlerdir.85 Bu olaya özellikle Kuzey Kutup (Arktik) Bölgesi’nde rastlanmakta ve Güneş'in doğuşunun hemen ardından birkaç saat boyunca ciddi bir ozon kaybı gerçekleşmektedir.86
Bu ayette Güneş'in "doğuş yeri, doğuş zamanı" anlamına gelen Arapça "matlia" kelimesinin kullanılması da, ozon tabakası ile ilgili bu bilimsel tespite işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Ancak 20. yüzyılın sonlarında yüksek teknoloji ile elde edilen bu tespitin, Kuran'da böylesine uyumlu bir şekilde yer alması, Kuran'ın bilim ve teknolojinin tek sahibi Rabbimiz'in vahyi olduğunun bir başka delilidir.
kutuplarda gün doğumu

Kuran'da Matematiksel Mucizeler 1

Kuran'da Sayılarla İşaret Edilen
Bilimsel Bilgilerden Bazıları


Bu bölüm Ömer Çelakıl'ın Kur'an-ı Kerim'in Sırları (Merkez Gazete Dergi Basım Yayıncılık,  2003) ve
Kur'an-ı Kerim'in Şifresi (Sınır Ötesi Yayınları,  2002) kitaplarından faydalanılarak hazırlanmıştır.

AY'A ÇIKIŞ TARİHİ

Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
"Kamer" kelimesinin Türkçedeki karşılığı "Ay"dır ve Kamer Suresi'nde "Ay" kelimesi birinci ayette yer almaktadır. Bu ayetten Kuran'ın sonuna kadar tam 1390 ayet bulunmaktadır. Hicri takvimde 1390 yılı, Miladi takvime göre 1969 yılına denk gelmektedir ki, bu da Ay'a çıkış tarihidir. Bu surede, insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birine 14 yüzyıl evvel işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bununla birlikte yukarıdaki ayette "yarıldı" anlamına gelen "inşakka" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime "toprağın yarılması, kazılması, kabartılması, toprağın sürülmesi..." anlamlarında da kullanılan "şakka" fiilinden türetilmiştir. Benzer şekilde Ay'a giden “Apollo 11” uzay aracı da, Ay toprağından örnek alarak, bu toprağı Dünya'ya getirmiştir. Bu açıdan da Kamer Suresi'nin 1. ayetindeki "Ay yarıldı" ifadesi, günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik içindedir.
"Ay" kelimesinin Kuran'da geçiş sayısı = 27
Ay'ın Dünya etrafındaki dönüş süresi (gün olarak) = 27

dünyanın doğuşu
Ay yörüngesine giren Apollo 8 mürettebatından Bill Anders tarafından 24 Aralık 1968 tarihinde çekilen bu fotoğrafta, Dünya'nın Ay yüzeyi üzerinde doğuşu görüntülenmiştir. (NASA)

DENİZ VE KARALARIN ORANI

Kuran'da geçen "deniz" ve kara" kelimelerinin sayıca birbirlerine oranı, bugün modern bilimin tespit ettiği oranla birebir aynıdır. Kuran'ın indirildiği dönemde henüz kıtalar keşfedilmemişti ve kara-deniz oranının tespit edilmesi mümkün değildi. Amerika gibi büyük bir kara parçasının keşfedilmesi dahi, ancak 15. yüzyılda mümkün olmuştur.
"Kara" kelimesi Kuran'da 13 kere geçerken, "deniz" kelimesi 32 kere geçmektedir. Bu sayıların toplamı bize 45 sayısını verir. Eğer karaların Kuran'da bahsediliş sayısı olan 13'ü 45'e bölersek, %28,8888888889 buluruz. Denizlerin Kuran'da bahsediliş sayısı olan 32'yi 45'e böldüğümüz zaman ise, %71,1111111111 sayısını buluruz. Bu oranlar, gezegenimizdeki su ve kara parçalarının gerçek oranıdır.
Bu kelime tekrarlarıyla, Kuran'da Dünya'nın %71'inin denizler, %29'unun karalarla kaplı olduğuna işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Bu orana günümüzde ancak, bilim adamlarının uydu fotoğrafları ve bilgisayar hesapları sayesinde ulaşılabilmektedir.
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının sadece 49. ayette geçmesi, son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Sirius B yıldızının özelliği teleskopsuz görülememesidir.
Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversitelerinin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.87 Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde, bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır.
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)
Necm Suresi'nin 9. ayetinde "(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı" olarak çevrilen "kane kabe kavseyni ev edna" ifadesi, bizlere bu iki yıldızın çizdikleri yörüngede birbirlerine yaklaştıklarını ifade ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır.
Sirius yıldızı Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nde geçmektedir. Sirius takım yıldızı, yay şeklindeki eksenleri ile birbirlerine 49,9 yılda bir yaklaşmaktadır. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri bu astronomik olaya işaret etmektedir.

DEMİRİN ATOM NUMARASI

Demir, Kuran'da dikkat çekilen elementlerden biridir. Kuran'da, "Demir" anlamına gelen "Hadid" suresinde Allah şöyle buyurmaktadır:
... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik... (Hadid Suresi, 25)
demirAyette, demir için kullanılan "enzelna" yani "indirme" kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin, yağmur ve güneş ışınları için kullanılan "gökten fiziksel olarak indirme" şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir. Çünkü modern astronomik bulgular, Dünya'daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.88 (Detaylı bilgi için bkz. Kuran Mucizeleri, 4. baskı, Harun Yahya)
Bununla birlikte Hadid Suresi, demir elementinin kimyasal sembolüne de işaret etmektedir. Çünkü bu surenin tam ortasındaki 15. ayetin Arapça okunuşu, "Fe" harfi ile başlamaktadır. Demir elementi de kimyada "Fe" olarak gösterilmektedir.
Aynı zamanda Kuran'ın 57. suresi olan "El-Hadid" kelimesinin Arapçadaki sayısal değeri (ebcedi) hesaplandığında karşımıza çıkan rakam, sure numarası ile aynıdır: "57" Sadece "hadid" kelimesinin sayısal değeri hesaplandığında ise elde ettiğimiz sayı 26'dır. 26 sayısı, periyodik cetvelde de görüldüğü gibi, demirin atom numarasıdır. Atom numarası, demir dahil tüm elementler için en önemli kavramdır. Herşeyin bilgisine sahip Rabbimiz'in vahyi olan Kuran'da, Hadid Suresi ile hem demirin oluşumuna hem de atom numarasına işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Kuran'da "gün (yevm)" kelimesi 365 defa geçmektedir.
Dünya'nın Güneş etrafında dönüşü 365 gün sürer.

CİNSİYET VE 23. KROMOZOM ÇİFTİ

chromosome
İnsanda cinsiyeti belirleyen 23. kromozomdur. Kuran'da hem "kadın" hem "erkek" kelimeleri ayrı ayrı 23'er defa tekrarlanmaktadır.
İnsanların ve diğer canlıların genetik yapısı, kromozomlara bağlıdır ve DNA'lar bu kromozomlarda yer alan genetik bilgilerdir. Cinsiyetin belirlenmesi ise 23. kromozom çiftine bağlıdır. Yani bir erkek ve kadın arasındaki yapı farklılığı 23. kromozom çiftinden kaynaklanmaktadır. Herhangi bir kişinin 23. kromozomu XX şeklinde ifade edilen yapıda ise cinsiyeti kadın, XY şeklinde ise cinsiyeti erkektir.
Erkek-kadın farklılığını sağlayan 23. kromozom çiftine Kuran'da şöyle işaret edilmektedir: Kuran'da hem "erkek" kelimesi, hem "kadın" kelimesi ayrı ayrı 23'er defa tekrarlanmaktadır. (Her iki kelimenin de sadece tekil halleri sayılmaktadır.) Kromozomlarla ilgili yakın dönemde elde edilen bu bulgu, Kuran'da yüzyıllar öncesinden haber verilmekte ve erkek-kadın arasındaki temel farklılığın 23 sayısı ile ilgili olduğuna işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.
<table "="" border="2" bordercolor="#CCCCCC" cellpadding="10" cellspacing="0" width="500" align="center">
Kuran'da 19. Surenin 57. ayetinde "yüksek bir mekana yükseltmekten" bahsedilmektedir. Gökyüzüne gönderilen ilk insansız cisim ünvanına sahip
"Sputnik 1" uydusu, 1957 yılında fırlatılmıştır.

Kuran'da Matematiksel Mucizeler 2

Kuran'da Harf Dizilimleriyle İşaret Edilen
Bilimsel Bilgilerden Bazıları

HALLEY YILDIZI VE 76 YIL

Modern astronomideki önemli gelişmelerden biri, Halley kuyruklu yıldızının keşfidir. Edmund Halley isimli bilim adamı, bu yıldızın 76 yıllık dolanım süresi olduğunu 18. yüzyılda ortaya koymuştur. Edmund Halley bu keşfi ile, kuyruklu yıldızların astronomik yörüngelerini de açıklığa kavuşturmuştur.
"Halley" ismi ile anılan bu yıldızın ismi, Kuran'da dikkat çekici bir şekilde En’am Suresi'nin 76. ayetinde geçmektedir:
Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat (yıldız) kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. (En’am Suresi, 76)
 "Halley" kelimesini oluşturan harfler, Kuran'da ilk defa bu ayette geçmektedir. Üstelik bu ayette "kaybolup giden" bir yıldızdan bahsedilmesi de son derece manidardır. Ayrıca bu ayette "yıldız" anlamına gelen Arapça "kevkeba" kelimesi de, "Halley" harflerinin hemen yakınında yer almaktadır:
Bu ayetin numarası olan 76 sayısı da yıldızın dönüş süresi olan 76 yıla işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Ayetin numarası olan 76 sayısı, Halley yıldızını temsil eder; çünkü Halley yıldızı 76 yılda bir Dünya'dan görülür, yani yörüngesini 76 yılda bir tamamlar. Bu nedenle Halley yıldızının Kuran'da ilk olarak 76. ayette geçmesi Allah'ın bir mucizesidir.
NASA tarafından 8 Mart 1986'da görüntülenen Halley kuyruklu yıldızı.

HEMOGLOBİN VE DEMİR

Kuran'ın indirildiği çağda, kimse hemoglobin molekülünden haberdar değildi ve böyle bir tıp terimi de bulunmamaktaydı. Oksijen ve karbondioksiti, vücudumuzdaki kanda taşıyan ve kana kırmızı rengini veren hemoglobin, 19. yüzyılda keşfedilmiştir.
Vücudumuzdaki Demir (Fe) elementi sayesinde oluşan hemoglobin, yaşamsal fonksiyonların devamı için hayati öneme sahiptir. Hemoglobinin ortasında bulunan demir (Fe) elementi, oksijeni kendisine bağlar ve böylece oksijeni kanda taşır. Dolayısıyla hemoglobin molekülü, demir elementi ile birlikte düşünülebilir.
Fetih Suresi'nin 25. ayetinde, Fe (demir) ve hemoglobin kelimelerini oluşturan harfler mucizevi bir şekilde yan yana gelmektedir. Üstelik hemoglobini oluşturan harfler başka hiçbir ayette yan yana gelmemektedir. Bu istisnai durum, geçmiş ve geleceğin sahibi, zamandan münezzeh Rabbimiz'in yaratmasının delillerindendir.
*Hemoglobin kelimesi Türkçe, Arapça, İngilizce ve farklı dillerde hemen hemen aynı şekilde yazılıp okunmaktadır. Hemoglobin kelimesini oluşturan harfler soldan sağa doğru yan yana gelmektedir.

OZON TABAKASI

"Ozon" kelimesi Arapçada, Türkçede ve diğer tüm yabancı dillerde hemen hemen aynı şekilde okunup yazılmaktadır. Ozon kelimesini oluşturan harfler, Cin Suresi'nin 6. ayetinde yan yana geçmektedir. Üstelik bu ayetten sonraki ayetlerde ise, gökyüzünün "koruyucu" özelliğine dikkat çekilmektedir:
Doğrusu Biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla (parlak yıldızlarla) kaplı (doldurulmuş) bulduk. (Cin Suresi, 8)
Ayette gökyüzü ile ilgili tarif edilen "koruyucu"luk, atmosferin ozon tabakası ile çok örtüşen bir açıklamadır. Çünkü ozon, gökyüzündeki koruyucu tabakadır ve Dünya'yı tehlikeli Güneş ışınlarından korumaktadır.
Ozon kelimesini oluşturan harflerin yan yana gelmesi, üstelik de ardından gelen ayette gökyüzünün "koruyucu" özelliğinden bahsedilmesi tesadüflerle açıklanamaz. Bu Rabbimiz'in Kuran'da yarattığı mucizelerden biridir.

GÖZ TABAKASI RETİNA 

Retina, görmemizi sağlayan hücrelerin bulunduğu göz tabakasıdır. Kuran'ın indirildiği dönemde görme işlevini sağlayan bu tabaka bilinmiyordu ve retina kelimesi de kullanılan bir terim değildi. Ancak Kuran'da "Retina" kelimesini oluşturan harfler, tek bir ayette -Fatır Suresi'nin 8. ayetinde- yan yana gelmektedir. Üstelik bu ayette "görmekten" ve "göstermekten" bahsedilmektedir; dolayısıyla retinaya işaret olması kuvvetle muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse (güzeli güzel, çirkini çirkin gören kimse gibi midir?) Şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir... (Fatır Suresi, 8)
Görmeyi sağlayan retina kelimesinin geçtiği bu ayette, "görmek" anlamına gelen Arapça "raa" fiilinden bahsedilmektedir. Sonraki ayetlere bakıldığında, aynı surenin 19. ayetinde "Kör ve gören bir olmaz" cümlesi geçmektedir. Bilindiği gibi retina hasarları kalıcı körlüğe neden olmaktadır. Sonraki 20. ayette ise "Karanlıklarla aydınlık bir olmaz" ifadesi geçmektedir ki; bu anlatım retinanın ışığa duyarlı hücrelerden oluşması bakımından çok manidardır. Bu saydığımız ayetlerdeki görmeyle ilgili ifadeler tüm Kuran'da çok nadir geçmektedir. Dolayısıyla "retina" kelimesinin binlerce ayetin arasında, sadece bu ayetlerle birarada bulunması, Allah'ın Kuran'daki mucizelerinden biridir.
*Arapça sessiz harflerden oluşan bir alfabedir. Elif harfi Arapçadaki kelimelerin okunuşuna etki etmek suretiyle kullanılır.

DNA VE GENETİK TARİHİNİN BAŞLANGICI

Bilindiği gibi DNA terimi, canlılardaki genetik malzemenin kısaltılmış ifadesidir. Genetik biliminin başlangıç tarihi ise, Mendel isimli bilim adamının 1865 yılında hazırlamış olduğu genetik yasalarına dayanır. Bilim tarihi için bir dönüm noktası oluşturan bu tarihe, Kuran'da 18. Sure olan Kehf Suresi'nin 65. ayetinde işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
D-N-A harflerinin (Arapçada Dal-Nun-Elif harflerinin) Kuran'da nerelerde yan yana geldiği incelendiği zaman, en fazla Kehf Suresi'nin 65. ayetinde geçtiği görülecektir. Bu ayette benzersiz bir şekilde, D-N-A harfleri ardı ardına tam üç defa, yan yana yer almaktadır. Kuran'ın başka hiçbir ayetinde "DNA" harfleri bu şekilde ardarda ve çok sayıda geçmez.
DNA teriminin dikkat çekici bir şekilde yer aldığı bu ayetin numarası yukarıda ifade edildiği gibi 18:65'tir. Bu rakamlar genetik biliminin başlangıç yılı olan 1865 yılına dikkat çekmektedir ki; bu rastlantı olarak değerlendirelemez. Çünkü Kuran'da sadece 18:65 ayetinde "DNA" art arda üç defa geçmektedir. Bu işaret mucizevi niteliktedir; çünkü DNA (Deoksiribo Nükleik Asit) ismini bilim dünyası çok yakın sayılabilecek bir tarihte koymuştur.
DNA ve genetik tarihinin başlangıcı olan ve 1865 yılına işaret eden Kehf Suresi'nde, DNA toplam 7 defa tekrarlanırken, RNA da (Arapçada Ra-Nun-Elif harfleri) 7 defa tekrar etmektedir. Bildiğiniz gibi RNA molekülü de DNA gibi genetik yapıyı oluşturan diğer bir moleküldür. Bu nedenle DNA-RNA'nın özellikle bu surede eşit sayıda geçmesi, moleküllere yüzyıllar önce Kuran'da işaret edildiğinin ayrı bir kanıtıdır. (Doğrusunu Allah bilir.)

KUM TEPELERİ VE MARS GEZEGENİ

Kuran'daki "Ahkaf" Suresi, kelime anlamı olarak "kum tepeleri" anlamına gelmektedir. Astronomide Mars denildiğinde akla ilk gelen özelliklerinden birisi, Mars'taki yüksek kum yığınları, yani dev "kum tepeleri"dir. Mars bu yönüyle diğer gezegenlerden farklıdır.
Ahkaf Suresi'nin 23. ayetindeki harf dizilimlerine baktığımızda ise, Arapça Mim, Elif, Ra ve Sin harfleri yan yana gelerek, Mars kelimesini oluşturmaktadır.
Bu harflerin Mars'ın en belirgin özelliklerinden biri olan ve "kum tepeleri" anlamına gelen Ahkaf Suresi'nde yer alması son derece dikkat çekicidir. Üstelik sadece Mars değil, aynı zamanda Mars'ın uydusu olan gök cismi "Deimos" kelimesi de bu surede yan yana geçmektedir. Mars'ın çevresinde dönen "Deimos" isimli gök cismine ait harfler, Ahkaf Suresi'nin 30. ayetinde yan yana gelmektedir. Tüm bunlar zamandan münezzeh Rabbimiz'in Kuran'da tecelli eden sonsuz ilim ve bilgisinin örneklerindendir.

KUANTUM FİZİĞİ

Kuran-ı Kerim'in indirildiği çağda, kuantum fiziği ve atomaltı parçacıklar bilinmiyordu. Fakat Kuran-ı Kerim gerek işaret ettiği bilimsel bilgiler, gerekse harf dizilimleri açısından geçmiş ve gelecek tüm bilimleri kapsayan işaretler içermektedir. Bunun bir başka örneği de Kehf Suresi'nin 37 ve 39. ayetlerinde görülmekte; evrenimizi oluşturan bu temel parçacıkların isimlerine ve ağırlıklarına işaret eden bir mucize yer almaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)
"Nötron" kelimesini oluşturan harfler (Arapça Nun-Te-Re-Nun harfleri), tüm Kur'an-ı Kerim'de baştan sona sadece iki ayette geçmektedir. Bunlardan birisi 18. Surenin 39. ayetidir ve "nötron kütlesi = 1839 me" olarak ifade edilmektedir.
Görüldüğü üzere, Kehf Suresi'nin 39. ayetinde hem nötron ismine hem de ayet numarasıyla nötronun ağırlığına açıkça işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Diğer binlerce ayette bu harfler yan yana gelmemekte, tam 18. Surenin 39 numaralı ayetinde "nötron" kelimesi ortaya çıkmaktadır.
Aynı durum "Proton" için de geçerlidir. Proton kelimesini oluşturan harfler (Arapça Be-Re-Te-Nun harfleri) Kuran'ı Kerimde nötrona oranla daha fazla sayıda geçmektedir. Ancak Kehf Suresi'nin 37. ayetinde, yani 18:37 no'lu ayette, proton kelimesini oluşturan harfler soldan sağa yan yana gelmektedir. Proton'nun kütlesi ise "1836-1837 me arasındadır" ve "1837 me" olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla burada da ayetin numarası olan 18:37, protonun ağırlığı olan "1837 me"ye işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
*Arapçada "P" harfi yoktur, bu sese denk olarak "Be" harfi kullanılmaktadır.
"Nötron" ve "Proton" kelimeleri Türkçe, İngilizce, Arapça ve farklı dillerde hemen hemen aynı şekilde yazılıp okunmaktadır. Atomları, zerreleri oluşturan bu parçacıklara Kuran'da işaret edilen bir başka ayet ise şöyledir:
... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

YER ALTINDAKİ ENERJİ: PETROL

Enerji kaynaklarının başında gelen petrol, bu isimle ilk defa Alman minerolog Georgius Agricola'nın, 1556 tarihli De Re Metallica (Minerallerin Doğası Üzerine) adlı eserinde geçmektedir. Kuran'dan yüzyıllar sonra isimlendirilen bu enerji kaynağıyla ilgili, Kuran'da önemli işaretler yer almaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)
Petrol kelimesini oluşturan harfler (Be-Te-Re-Le) tüm Kuran'da tek bir ayette yan yana geçmektedir. En'am Suresi'nin 59. ayetinde, "yerin karanlıklarındaki" anlamına gelen "fi zulumati elardi" ifadesi de, petrolün yerin altındaki oluşumuna işaret edercesine aynı ayette yer almaktadır.
.... Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)
Kuran'dan asırlar sonra kullanılan petrol kelimesinin farklı dillerdeki yazılışı veya okunuşu hemen hemen aynıdır; Türkçe, İngilizce, Arapçada olduğu gibi…
*Arapçada "P" harfi yoktur, bu sese denk olarak "Be" harfi kullanılmaktadır.
Ayrıca bilim adamları petrolün oluşumunu açıklarken, hayvan ve bitkilere ait  kalıntıların uzun bir zaman aralığının ardından petrole dönüştüğünü ifade etmektedirler. Kuran'da bu oluşuma dikkat çeken bir diğer ayet şöyledir:
'Yemyeşil-otlağı' çıkardı. Ardından onu kuru, kara bir duruma soktu. (A'la Suresi, 4-5)
(Konu ile ilgili detaylı açıklama için bakınız, Harun Yahya, Kuran Mucizeleri, 1. cilt, 8. Baskı, Temmuz 2006)

TELEVİZYONUN İCADI

Televizyon yayınları ışık hızındaki elektromanyetik dalgaların evlerimize kadar ulaşmasıyla gerçekleştirilmektedir. Televizyon dalgaları öylesine hızlıdır ki, kilometrelerce uzaklıktan aynı saniye içerisinde görüntü nakli yapılabilmektedir. Kuran'daki Neml Suresi'nde -bu teknolojiyi anımsatacak şekilde- Hz. Süleyman'ın farklı bir ülkede bulunan kraliçenin tahtını, aynı saniye içerisinde mucizevi bir biçimde getirttiği anlatılmaktadır:
Yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)..." (Neml Suresi, 40)
Bu ayet ilk bakışta bize teleportasyon (ışınlama) veya görüntü naklini (televizyonu) anımsatmaktadır. Bu olayın anlatıldığı Neml Suresi'nde bazı harflerin gizli bir biçimde yan yana gelip "Televizyon" kelimesini oluşturduğu görülmektedir.
Televizyon kelimesini oluşturan harfler, Hz. Süleyman'dan bahsedilen Neml Suresi'nin 17. ayetinde soldan sağa yan yana dizilmiş durumdadır. Televizyon kelimesi Türkçe, İngilizce, Arapça ve farklı dillerde hemen hemen aynı şekilde yazılıp okunmaktadır.
Harflerin dizilimi ile ilgili tüm bu örnekler birarada incelendiğinde, tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan bir mucize ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda, bu örneklerin her biri araştıranlar için, Kuran'da daha nice mucizelerin gizli olabileceğine de bir işarettir. Bir ayette, Rabbimiz Kuran-ı Kerim'le ilgili şöyle buyurmaktadır:
Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27)

VENÜS VE MARS'IN DÖNÜŞ SÜRELERİ

Venüs ve Mars, sıralama bakımından Dünya'ya en yakın iki gezegenin isimleridir. Kuran'da bu gezegenlerin günümüzdeki isimlerini oluşturan harfler, kendi çevrelerindeki dönüş sürelerine işaret edercesine dizilmişlerdir.
Kuran'da Venüs kelimesini oluşturan harfler (Arapçada Vav-Elif-Nun-Elif-Sin) Kuran'da ilk olarak Enfal Suresi’nin 72. ayetinde yan yana gelmektedir. Bir sonraki Venüs harfleri ise, Hud Suresi’nin 3. ayetinde yan yana gelmektedir. Bu iki yerin arasında toplam 243 ayet geçmektedir. Uzay'da Venüs'ün kendi çevresindeki dolanım süresi de tam 243 gün sürer; yani 243 gün bitince dönüşünü tekrarlar. Kuran'da da, ilk Venüs harflerinden 243 ayet sonra bu harfler yeniden tekrarlanmaktadır.
Venüs kelimesini oluşturan harfler Enfal Suresi'nin 72. ayetinde sağdan sola doğru yan yana gelmektedir.
Venüs kelimesini oluşturan harfler, Hud Suresi'nin 3. ayetinde sağdan sola doğru yan yana gelmektedir.
Aynı şekilde, bu harf dizilimi Mars için de geçerlidir. Mars kelimesini oluşturan harfler (Arapçada Mim-Elif-Ra-Sin) Kuran'da ilk olarak Mü'minun Suresi’nin 44. ayetinde yan yana gelmektedir. Bir sonraki Mars harfleri ise yine Mü'minun Suresi’nin 45. ayetinde yan yana gelmektedir. Yani hemen 1 ayet sonra tekrar geçmektedir. Aynı şekilde Mars'ın kendi çevresindeki dolanım süresi de sadece 1 gün sürer.
Mars kelimesini oluşturan harfler, Mü'minun Suresi'nin 44. ayetinde sağdan sola doğru yan yana gelmektedir.
Mars kelimesini oluşturan harfler, Mü'minun Suresi'nin 45. ayetinde sağdan sola doğru yan yana gelmektedir.
Mars ve Venüs gezegenlerinin dolanım süreleri modern astronomiye ait bilgilerdir. Bu gezegenlerin kendi çevrelerindeki dönüş süreleri astronomlar tarafından, Kuran'dan yüzyıllar sonra keşfedilmiştir. Diğer taraftan modern astronomide kullanılan Mars ve Venüs gezegenlerinin isimleri, Arapçada sırasıyla Merih ve Zuhra olarak yer almaktadır. Kuran'ın indirildiği dönemde farklı toplumlar, bu gezegenler için farklı isimler kullanmaktalardı. Dolayısıyla Mars ve Venüs isimlerinin Kuran'da gizli bir şekilde yer alması da mucize niteliğindedir.
Kuran'da yer alan bu olağanüstü dizilimler, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in vahyi olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir. Secde Suresi'nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Kendisinde şüphe olmayan bu Kitab'ın indirilişi alemlerin Rabbi tarafındandır. Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar. (Secde Suresi, 2-3)

Kuran'da Matematiksel Mucizeler 3

Kuran'da İşaret Edilen
Kimyasal Elementlerden Bazıları

Tüm evren, içinde yaşadığımız Dünya, canlı-cansız bütün varlıklar, elementlerin çeşitli şekillerde birleşmesiyle oluşmuştur. Elementleri oluşturan bütün atomlar aynı parçacıklardan oluştuğu halde, birbirlerinden farklı özelliklere sahiptirler. Elementleri temelde birbirlerinden farklı kılan şey, atom numaraları, yani atomlarının çekirdeklerindeki proton sayılarıdır. En hafif element olan hidrojen atomunda bir proton, ikinci en hafif element olan helyum atomunda iki proton, altın atomunda 79 proton, oksijen atomunda 8 proton, demir atomunda 26 proton vardır. Altını demirden, demiri oksijenden ayıran özellik, yalnızca atomlarının proton sayılarındaki bu farklılıktır. Soluduğumuz hava, insan vücudu, herhangi bir bitki veya bir hayvan ya da uzaydaki bir gezegen, canlı-cansız, acı-tatlı, katı-sıvı herşey, Allah'ın üstün yaratışındaki delillerinden biri olarak, proton, nötron ve elektronlardan meydana gelmektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Atom Mucizesi ve Molekül Mucizesi, Harun Yahya)
Kuran'da yer alan Hadid Suresi, bir element olan "Demir" anlamına gelmektedir. Bu surede diğer elementlere de atom numaralarıyla ve ağırlıklarıyla işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Diğer bir deyişle demir elementinin ismine sahip Hadid Suresi'nde, yaklaşık 1400 yıl öncesinden evrendeki maddeleri oluşturan atomlarla ilgili bilgiler sunulmaktadır. Elementlerin, atom numaralarının henüz keşfedilmediği bir dönemde, bu bilgilere işaret edilmesi Kuran'ın bir başka mucizesidir. Hadid Suresi'ndeki Arapça harfler öyle bir biçimde dizilmişlerdir ki, bir yandan Rabbimiz'in emir ve tavsiyelerini içeren ifadeler yer alırken, bir yandan da atomlarla ilgili bilgilere işaretler bulunmaktadır.
Bu çalışmada Arapçadaki "Ra" harfinin Batı alfabelerindeki "R" harfine veya "Mim" harfinin "M" harfine denk geldiği göz önüne alınarak yapılmıştır. Ayrıca elementin simgesi olan harflerde dizilim sırası dikkate alınmamaktadır. Harflerin yan yana gelmesi yeterli kabul edilmektedir. Çünkü söz konusu elementlerde örneğin Kr elementi, Rk olarak bir başka elementi temsil etmemektedir.
Periyodik tablo
Bilim adamları 92 adet doğal element tespit etmiştir. Yakın dönem içerisinde bazı deneyler yapılarak numarası 92'den büyük olan yapay elementler de elde edilmiştir, fakat bu elementlere yeryüzünde pek rastlanmaz. Şu ana kadar Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği'nin (International Union of Pure and Applied Chemistry - IUPAC) varlığını onayladığı 110 element bulunmaktadır.

RADON ELEMENTİ 86Rn

Radon (Rn) elementi Kuran'ın indirilişinden asırlar sonra, 1900 yılında, Alman kimyager Friedrich E. Dorn tarafından bulunmuştur. Bu elemente doğada nadir olarak rastlanmaktadır. Radyoaktif bir element olan radon, ışın tedavilerinde de kullanılmaktadır.

(Hadid Suresi, 22)
* Ayetin başından "Rn" harflerine kadar geçen harf sayısı: 86
* "Rn" elementinin atom numarası: 86

ZİRKONYUM ELEMENTİ 40Zr

Zirkonyum (Zr) elementini 1789 yılında, Alman kimyager Martin Heinrich Klaproth bulmuştur. Kuran'da yüzyıllar öncesinden, nükleer reaktörlerin çekirdeklerinde kullanılan bu elemente işaret edilmesi büyük bir mucizedir.
"Z" ve "R" harflerinin ilk defa biraraya geldiği noktadan, ayetin başına kadar 40 harf bulunmaktadır. Zr sembollü Zirkonyum elementinin atom numarası da 40'tır. Ayrıca "Z" ve "R" harflerinin ilk defa biraraya geldiği noktadan, ayetin sonuna kadar, 91 harf yer almaktadır. Bu sayı da Zirkonyum elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 13)
* Ayetin başından Zr harflerine kadar geçen harf sayısı: 40
* "Zr" elementinin atom numarası: 40

TANTAL ELEMENTİ 73Ta

Tantal (Ta) elementini 1802 yılında, İsveçli kimyager Anders Ekeberg keşfetmiştir. Tantal, çok sert ve erime noktası çok yüksek olan bir elementtir. Bu nedenle elektrik ve elektronik gibi alanlarda kullanılmaktadır. Ayrıca bu element vücut sıvıları ile reaksiyona girmediği için, tıpta da kullanım alanına sahiptir.
Kuran'ın indirilişinden asırlar sonra keşfedilen bu element, doğada nadir bulunan elementlerden biridir.
"T" ve "A" harflerinin ilk defa biraraya geldiği noktadan, ayetin başına kadar 73 harf yer almaktadır. Bu sayı da Tantal elementinin atom numarasıdır.
(Hadid Suresi, 16)
* Ayetin başından "Ta" harflerine kadar geçen harf sayısı: 73
"Ta" elementinin atom numarası: 73

FLOR ELEMENTİ 9F

Flor (F) elementini 1886'da, Henri Moissan isimli Fransız kimyager elde etmeyi başarmıştır. Hadid Suresi'nde ilk "F" harfinden ayetin başına kadar 9 harf geçmektedir.

(Hadid Suresi, 1)
* Ayetin başından F harfine kadar geçen harf sayısı: 9
* "F" elementinin atom numarası: 9

OKSİJEN ELEMENTİ 8O

Dünya'da en çok bulunan kimyasal elementlerden biri Oksijendir. Oksijen, 1770'li yıllarda birbirinden bağımsız olarak iki bilim adamı tarafından keşfedilmiştir: İsveçli Carl Scheele ve İngiliz Joseph Priestley.
Hadid Suresi'nde ilk "O" harfinden ayetin başına kadar 8 harf geçmektedir. "O", Arapçada Elif harfiyle gösterilmektedir. "O" simgeli Oksijen elementinin atom numarası ise sekizdir.
 
(Hadid Suresi, 1)
* Ayetin başından "O" harfine kadar geçen harf sayısı: 8
* "O" elementinin atom numarası: 8

SAMARYUM ELEMENTİ 62Sm

Samaryum (Sm) elementini Fransız bilim adamı Paul Lecoq de Boisbaudran 1879 yılında keşfetmiştir.
Bu surede "S" ve "M" harfleri ilk defa 62. harften sonra biraraya gelmektedir. Harfler "M" ve "S" olarak yan yana gelmektedir. Ancak Sm harflerinin dizilim olarak tersi olan Ms isminde herhangi bir element yoktur.
(Hadid Suresi, 15)
* Ayetin başından "Sm" harflerine kadar geçen harf sayısı: 62
* "Sm" elementinin atom numarası: 62

POTASYUM ELEMENTİ 39K

Potasyum (K) elementini ilk olarak 1807 yılında, İngiliz kimyager Sir Humphry Davy elektroliz yoluyla elde etti. Bitki ve hayvanlarla birlikte, insan vücudunun da çokça ihtiyaç duyduğu potasyum elementi, doğada bol miktarda bulunur. Ayrıca patlayıcı yapımından tıp tedavilerine kadar geniş bir kullanım alanı vardır.
Hadid Suresi'nde ayetin başından "K" harfinin ilk defa geçtiği yere kadar 39 harf geçmektedir; ki bu sayı K elementinin atom ağırlığıdır. Ayrıca surenin başından buraya kadar 19 kelime yer almaktadır. Bu da K elementinin atom numarası olması bakımından dikkat çekicidir.
(Hadid Suresi, 2)
* Ayetin başından "K" harfine kadar geçen harf sayısı: 39
* "K" elementinin atom ağırlığı: 39

KÜKÜRT ELEMENTİ 32S

Kükürt (S) elementi canlıların yapısında ve toprakta yüksek miktarda bulunmaktadır. Hadid Suresi'nde kükürt elementini temsil eden ilk "S" harfine kadar ki harf sayısı 32'dir. Bu sayı aynı zamanda kükürt elementinin atom ağırlığıdır.

(Hadid Suresi, 4)
* Ayetin başından ilk "S" harfine kadar geçen harf sayısı: 32
* "S" elementinin atom ağırlığı: 32

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

ERBİYUM ELEMENTİ 167Er

Erbiyum (Er) elementini Carl Gustaf Mosander isimli İsveçli bilim adamı 1843 yılında keşfetmiştir. Surenin başından 167 harf sonra "E" ve "R" harfleri biraraya gelmektedir. Erbiyum elementinin atom ağırlığı ise 167'dir.

(Hadid Suresi, 4)
* Ayetin başından "Er" harflerine kadar geçen harf sayısı: 167
* "Er" elementinin atom ağırlığı: 167

NEODİM ELEMENTİ 60Nd

Neodim (Nd) elementini 1885'te Avusturyalı bilim adamı Carl F. Auer von Welsbach elde etmeyi başardı.
Hadid Suresi'nde "N" ve "D" harflerinin ilk defa yan yana geldiği noktadan ayetin sonuna kadar 60 harf geçmektedir. Bu sayı Nd elementinin atom numarasıdır.
 
(Hadid Suresi, 19)
* "Nd" harflerinden ayetin sonuna kadar geçen harf sayısı: 60
* "Nd" elementinin atom numarası: 60

VANADYUM ELEMENTİ 23V

Vanadyum (V) elementini 1801 yılında Meksikalı bilim adamı Andres Manuel del Rio ve 1830 yılında İsveçli kimyager Nils Gabriel Sefstrom keşfetmişlerdir. Vanadyum vücuttaki temel eser elementlerden biridir. V harfinden ayetin sonuna kadar 23 harf geçmektedir; ki bu sayı da Vanadyum elementinin atom numarasıdır.

(Hadid Suresi, 1)
* "V" harfinden ayetin sonuna kadar geçen harf sayısı: 23
* "V" elementinin atom numarası: 23

GALYUM ELEMENTİ 69Ga

Galyum (Ga) elementini 1875 yılında Fransız kimyager Paul Emile Lecoq de Boisbaudran tayf çizgilerinden yola çıkarak keşfetti. Galyum elektronik ve tıp gibi farklı alanlarda da kullanılmaktadır.
Hadid Suresi'nde "G" ve "A" harflerinin yan yana geldiği noktadan ayetin sonuna kadar 69 harf bulunmaktadır. Galyum elementinin atom ağırlığı da 69'dur.
 
(Hadid Suresi, 27)
* "Ga" harflerinden ayetin sonuna kadar geçen harf sayısı: 69
* "Ga" elementinin atom ağırlığı: 69

AZOT ELEMENTİ 14N

1772 yılında İskoçyalı bilim adamı Daniel Rutherford tarafından bulunan Azot (N) elementi, atmosferin %78'ini oluşturur. Ayrıca Güneş'in ve bazı yıldızların yapısında da yer alır. Canlıların yapısında çok önemli bir yere sahip olan azot, protein ve nükleik asit gibi yaşamsal öğelerde de bulunur.
Hadid Suresi'nde "N" harfinden ayetin sonuna kadar 14 harf geçmektedir. N elementinin atom ağırlığı, 14'tür. İkinci ile üçüncü "N" harfleri arasında ise 7 harf yer almaktadır. Azotun atom numarası ise 7'dir.
(Hadid Suresi, 3)
* "N" harfinden ayetin sonuna kadar geçen harf sayısı: 14
* "N" elementinin atom ağırlığı: 14

BİZMUT ELEMENTİ 83Bi

Yüzyıllar önce Kuran'da işaret edilen elementlerden birisi de Bizmut (Bi) elementidir. (Doğrusunu Allah bilir.) Az bulunan elementlerden biri olan Bizmutun, tıptan nükleer reaktörlere, kozmetikten elektrik devrelerine kadar çeşitli kullanım alanları vardır.
Hadid Suresi'nde "B" ve "İ" harflerinin yan yana geldiği noktalar arasında, 83 harf yer almaktadır.
(Hadid Suresi, 7-8)
* "Bi" harfleri arasında geçen harf sayısı: 83
* "Bi" elementinin atom numarası: 83

KROM ELEMENTİ 24Cr

Krom (Cr) elementi 1797 yılında Louis-Nicolas Vauquelin tarafından keşfedilmiştir. Hadid Suresi'nde Krom elementini temsil eden C ve R harflerinin yan yana geldiği birinci ve ikinci yerler arasında, toplam 24 kelime yer almaktadır. Krom elementinin atom numarasının 24 olması da, bu bakımdan çok dikkat çekicidir.

(Hadid Suresi, 4)
* "Cr" harfleri arasında geçen kelime sayısı: 24
* "Cr" elementinin atom numarası: 24

ASTATİN ELEMENTİ 85At

Astatin (At) elementi 1940 yılında üç bilim adamı tarafından keşfedilmiştir. Diğer elementlerde olduğu gibi Astatin elementinin atom numarasının da, sure içinde yer alıyor olması Kuran’ın mucizelerinden biridir. Astatin elementini temsil eden A ve T  harflerinin yan yana geldiği ikinci ve üçüncü yerler arasında, 85 harf yer almaktadır. Bu rakam aynı zamanda Astatin elementinin atom numarasıdır.

(Hadid Suresi, 1-3)
* "At" harfleri arasında geçen harf sayısı: 85
* "At" elementinin atom numarası: 85

LİTYUM ELEMENTİ 6Li

Lityum (Li) elementini 1817 yılında İsveçli kimyager Johan August Arfvedson keşfetti. Bu element yerkabuğunda yaklaşık %0.002 oranında bulunmaktadır. Sanayide de ihtiyaç duyulan lityum elementi, pil yapımında, soğutucularda, tıpta, yapay kauçuk üretimi gibi birçok farklı alanda kullanılmaktadır.
Hadid Suresi'nde "L" ve "İ" harflerinin ilk defa yan yana geldiği noktadan ayetin başına kadar 6 kelime geçmektedir. Bu sayı Lityum elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 10)
* Ayetin başından "Li" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 6
* "Li" elementinin atom ağırlığı: 6

HAFNİYUM ELEMENTİ 178Hf

Hafniyum (Hf) elementini Hollandalı fizikçi Dirk Coster ve Macar kimyager Georg de Hevesy 1923 yılında keşfettiler. Bu elementten özellikle nükleer reaktörlerde faydalanılmaktadır. Ayrıca bu elemente Güneş'in atmosferinde de rastlanmıştır.
Hadid Suresi'nin başından "H" ve "F" harflerinin yan yana geldiği noktaya kadar, 178 kelime geçmektedir. Hafniyum elementinin atom ağırlığı ise 178'dir.
(Hadid Suresi, 11)
* Surenin başından "Hf" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 178
* "Hf" elementinin atom ağırlığı: 178

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

İNDİYUM ELEMENTİ 114İn

İndiyum (İn) elementini ilk olarak 1863 yılında Hieronymus Theodor Richter ve Ferdinand Reich isimli bilim adamları buldular. Kuran'ın indirilişinden asırlar sonra keşfedilen İndiyum (İn) elementi doğada az miktarda bulunmaktadır.
Hadid Suresi'nin başından "İ" ve "N" harflerinin yan yana geldiği noktaya kadar 114 kelime geçmektedir; ki bu sayı İndiyum elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 8)
* Surenin başından "İn" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 114
* "İn" elementinin atom ağırlığı: 114

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

STRONSİYUM ELEMENTİ 87Sr

Radyoaktif olmayan Stronsiyum (Sr) elementini ilk kez 1790 yılında Adair Crawford ve William Cruikshank İskoçya'da keşfetmişlerdir.
Hadid Suresi'nin başından "S" ve "R" harflerinin birarada geçtiği yere kadar 87 kelime geçmektedir. Stronsiyum elementinin atom ağırlığı da 87'dir.

(Hadid Suresi, 7-8)
* Surenin başından "Sr" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 87
* "Sr" elementinin atom ağırlığı: 87

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

AKTİNYUM ELEMENTİ 89Ac

Fransız bilim adamı Andre Debierne tarafından 1899 yılında keşfedilen aktinyum (Ac) elementi, çok nadir bulunan radyoaktif bir elementtir. Karanlıkta etrafa mavi ışık yayan bu element beyazımsı gümüş renktedir. Kuran'dan asırlar sonra keşfedilen bu elementin insanlara önceden haber verilmiş olması, Rabbimiz'in sonsuz ilim sahibi olduğunun göstergesidir.
Hadid Suresi'nin başından "A" ve "C" harflerinin ilk defa biraraya geldiği yere kadar 89 kelime geçmektedir. Bu sayı Aktinyum elementinin atom numarasıdır.
 
(Hadid Suresi, 7)
* Surenin başından "Ac" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 89
* "Ac" elementinin atom numarası: 89

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

TORYUM ELEMENTİ 90Th

1828 yılında İsveçli kimyager Jons Jacob Berzelius tarafından keşfedilen toryum (Th) elementi radyoaktif bir elementtir. Nükleer aygıtlarda enerji kaynağı olarak yararlanılmaktadır.
Toryum elementinin atom numarası 90'dır. Hadid Suresi'nin başından "T" ve "H" harflerinin ilk defa yan yana geldiği yere kadar geçen kelime sayısı da 90'dır.
(Hadid Suresi, 7)
* Surenin başından "Th" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 90
* "Th" elementinin atom numarası: 90

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

LUTESYUM ELEMENTİ 71Lu

Lutesyum (Lu) elementi 1907 yılında Auer von Welsbach ve Georges Urbain tarafından keşfedilmiştir. İsmi bir elemente ait olan Hadid (Demir) Suresi'nde, Lutesyumu temsil eden L ve U harflerine kadar, surenin başlangıcından itibaren 71 kelime geçmektedir. Lu elementinin atom numarası da 71'dir.

(Hadid Suresi, 5)
* Surenin başından "Lu" harflerine kadar geçen kelime sayısı: 71
* "Lu" elementinin atom numarası: 71

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

NİKEL ELEMENTİ 58 Ni

Saf nikel (Ni) elementini ilk kez 1751 yılında İsveçli bilim adamı Axel Fredrik Cronstedt izole ederek elde etmiştir. Demirden daha sert olan nikel elementi, çürümeye ve paslanmaya karşı çok dayanıklıdır. Dayanıklı sanayi aletlerinden madeni paraların yapımına kadar birçok sahada nikelden faydalanılmaktadır.
Hadid Suresi'nde "N" ve "İ" harflerinin ilk defa yan yana geldiği noktadan ayetin sonuna kadar 58 kelime geçmektedir. Bu sayı Nikel elementinin atom ağırlığıdır.
 
(Hadid Suresi, 27)
* "Ni" harflerinden surenin sonuna kadar geçen kelime sayısı: 58
* "Ni" elementinin atom ağırlığı: 58

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

BERİLYUM ELEMENTİ 9Be

Berilyum (Be) elementi 1798 yılında Louis-Nicolas Vauquelin tarafından keşfedilmiştir. Doğada sık rastlanan bu element nükleer aygıtlarda, roketlerde ve uzay araçlarında kullanılmaktadır.
"B" ve "E" harflerinin yan yana geldiği noktadan ayetin sonuna kadar 9 kelime geçmektedir ve bu sayı da Berilyum elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 10)
* "Be" harflerinden ayetin sonuna kadar geçen kelime sayısı: 9
* "Be" elementinin atom ağırlığı: 9

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

SODYUM ELEMENTİ 11Na

Sodyum (Na) elementini 1807'de Humphry Davy elektroliz işlemiyle keşfetti. Sodyum atomları, kullandığımız sofra tuzundan uzaydaki yıldızlara kadar birçok maddenin yapısında bulunmaktadır. İnsan vücudundaki hücrelerde de bulunan sodyum atomlarının hayati fonksiyonları vardır. Vücut sıvıları ile hücreler arasında normal bir su akışının olması, doku oluşumu ve kasların kasılması için de, insan vücudunda belli bir miktar sodyum bulunması gereklidir.
Hadid Suresi'nde "N" ve "A" harflerinin biraraya gelişinden, ayetin sonuna kadar 11 kelime geçmektedir. Bu sayı Sodyum elementinin atom numarası ile aynıdır.
(Hadid Suresi, 9)
* "Na" harflerinden ayetin sonuna kadar geçen kelime sayısı: 11
* "Na" elementinin atom numarası: 11

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

NİYOBYUM ELEMENTİ 41Nb

Niyobyum (Nb) elementi 1801'de İngiliz kimyager Charles Hatchett tarafından keşfedilmiştir. Doğada nadir bulunan bu element, nükleer reaktörlerde, yüksek ısılara dayanıklı malzemelerin yapımında kullanılmaktadır.
Hadid Suresi'nde Nb harflerinin yan yana geldiği yerler arasındaki kelime sayısı, Niyobyum elementinin atom numarası olan 41'dir.
(Hadid Suresi, 4 ve Hadid Suresi 8)
* "Nb" harfleri arasında geçen kelime sayısı: 41
* "Nb" elementinin atom numarası: 41

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

MAGNEZYUM ELEMENTİ 12Mg

Magnezyum elementi 1808 yılında İngiliz kimyager Sir Humphry Davy tarafından keşfedilmiştir. Kuran'ın vahyedilmesinden yüzyıllar sonra elde edilen magnezyum (Mg) elementi yerkabuğunda en fazla bulunan elementlerden biridir. Deniz suyundan insan vücuduna kadar birçok yapıda yer almaktadır. Canlılar açısından hayati öneme sahip bir elementtir.
Hadid Suresi'nde Mg harflerinin yan yana geldiği yerler arasındaki kelime sayısı 12'dir. Bu sayı aynı zamanda Magnezyum elementinin atom numarası olan 12'dir.
(Hadid Suresi, 20-21)
* Suredeki "Mg" harfleri arasında geçen kelime sayısı: 12
* "Mg" elementinin atom numarası: 12

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

DİSPROSYUM ELEMENTİ 162Dy

Disprosyum (Dy) elementini 1886 yılında Fransız bilim adamı Paul Emile Lecoq de Boisbaudran bulmuştur. Bu elementin atom ağırlığı 162'dir. Hadid Suresi'nde Dy harflerinin yan yana geldiği yerler arasındaki kelime sayısı da 162'dir.

(Hadid Suresi,2 ve Hadid Suresi, 11)
* Suredeki "Dy" harfleri arasında geçen kelime sayısı: 162
* "Dy" elementinin atom ağırlığı: 162

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

ÇİNKO ELEMENTİ 65Zn

Çinko (Zn) metali, yerkabuğundan canlı organizmalara kadar birçok yapıda yer almaktadır. Örneğin insan vücudundaki enzimlerde ve kan hücrelerinde görev alarak hayati fonksiyonları yerine getirmektedir.
Hadid Suresi'nde Zn harflerinin yan yana geldiği yerler arasındaki kelime sayısı 65'tir. Çinko elementinin atom ağırlığı da 65'tir.
(Hadid Suresi, 2 ve Hadid Suresi, 11)
* Suredeki "Zn" harfleri arasında geçen kelime sayısı: 65
* "Zn" elementinin atom ağırlığı: 65

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

KLOR ELEMENTİ 35Cl

Klor (Cl) elementini, Kuran indirildikten asırlar sonra, 1774 yılında İsveçli bilim adamı Carl Wilhelm Scheele elde etmiştir. Klor en çok içme suyundaki ve havuz suyundaki bakterilerin öldürülmesinde kullanılır. Klorun, ilaçların üretiminden boyalara, petrol ürünlerinden temizlik malzemelerine kadar geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır.
Hadid Suresi'nde "C" ve "L" harflerinin yan yana geldiği durumlardan, ilk ve sonuncusu arasında 35 kelime yer almaktadır. Bu sayı Klor elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 4 ve Hadid Suresi, 6)
* Surede geçen ilk ve son "Cl" harfleri arasındaki kelime sayısı: 35
* "Cl" elementinin atom ağırlığı: 35

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

KARBON ELEMENTİ 12C

Canlıların yapısında çok önemli bir yere sahip olan Karbon (C) elementi birbirinden farklı birçok maddenin yapısında bulunmaktadır. Karbon atomları, solunum esnasında açığa çıkan karbondioksitten elmasa kadar çok farklı bileşiklerde görev alır.
Hadid Suresi'nde ilk ve sonuncu "C" harfleri arasında 12 kelime yer almaktadır. Bu sayı aynı zamanda Karbon elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 4)
* Surede geçen ilk ve son "C" harfleri arasındaki kelime sayısı: 12
* "C" elementinin atom ağırlığı: 12

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

SERYUM ELEMENTİ 140Ce

Seryum (Ce) elementini 1803 yılında İsveçli jeolog Wilhelm von Hisinger ve İsveçli kimyager Jons Berzelius ile onlardan bağımsız Alman kimyager Martin Klaproth isimli bilim adamları bulmuştur.
Hadid Suresi'nde "C" ve "E" harflerinin yan yana geldiği durumlardan, ilk ve sonuncusu arasında 140 kelime yer almaktadır. 140 aynı zamanda Seryum elementinin atom ağırlığıdır.
(Hadid Suresi, 13)
* Surede geçen ilk ve son "Ce" harfleri arasındaki kelime sayısı: 140
* "Ce" elementinin atom ağırlığı: 140

*Sayıma "ve" bağlacı dahil edilmemiştir.

KRİPTON ELEMENTİ 83Kr

Kripton (Kr) elementini İngiliz kimyagerler Morris W. Travers ve Sir William Ramsay 1898 yılında keşfettiler.
Hadid Suresi'nde "K" ve "R" harflerinin yan yana geldiği durumlardan, ilk ve sonuncusu arasında 83 kelime yer almaktadır. Kripton elementinin atom ağırlığı da 83'tür.
(Hadid Suresi, 7 ve 11)
* Surede geçen ilk ve son "Kr" harfleri arasındaki kelime sayısı: 83
* "Kr" elementinin atom ağırlığı: 83



Kuran'da Matematiksel Mucizeler 4

Kuran'da Dikkat Çekici Sayılar


* Bu bölüm Ahmet Maraşlı'nın, Kuran'da Sırlı Diziliş, (Okul Yayınları, İstanbul, 2003) kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.
Bu bölümde, içinde sayısal bir ifade geçen sureler üzerinde yapılan çeşitli hesaplama sonuçları sunulmaktadır. İlgili surelerde farklı hesaplar sonucunda elde edilen aynı rakamlar, son derece dikkat çekici boyuttadır. Bu çalışmada surelerdeki hece ve harf adetleri, harf çeşitleri, ebced değerleri gibi çeşitli yönlerden hesaplamalar aktarılmakta ve ortaya çıkan sayılardaki şaşırtıcı benzerlikler ortaya konmaktadır. Bu bölümdeki hesaplar yoruma açık değildir; aynı yöntemlerle sayımları yapan herkesin ulaşabileceği sonuçlardır.
Kuran-ı Kerim anlam bakımından hikmet ve ilim üstünlüğünün yanı sıra, sayısal olarak da çok zengin ve olağanüstü düzenler içermektedir. Nebe Suresi'nin 29. ayetinde Rabbimiz "... Biz, herşeyi yazıp saymışızdır" buyurmaktadır. Cin Suresi'nin 28. ayetinde ise "... (Allah) herşeyi sayı olarak da sayıp-tespit etmiştir" buyrulmaktadır. Kuran-ı Kerim'le ilgili elde edilen bu mucizevi sayısal düzenler, aynı zamanda Yüce Rabbimiz'in "sonsuz da olsa, herşeyin sayısını bilen" anlamına gelen "Muhsi" isminin bir tecellisidir.

HZ. MUSA İLE 40 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ

(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın. (Bakara Suresi, 60)
 Ayette "on iki" anlamına gelen "isneta aşrate" ifadesine kadar olan kelime adedi 12.
"(Taştan) 12 pınar fışkırdı" anlamına gelen "infeceret minhu isneta aşerete aynen" ifadesindeki noktalı harf adedi 12.
"İnfeceret minhu isneta aşerete aynen" ifadesinde kullanılan harf çeşidi de 12'dir.91

ÜÇ BİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ

meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım-iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
 "Meleklerden üç bin" anlamına gelen"selaseti alafin min elmelaiketi" ifadesinin ebced değeri üç bindir. (Büyük ebced hesabıyla)

BEŞ BİN MELEKLE YARDIM EDİLMESİ

Andolsun, Allah İsrailoğulları'ndan kesin söz (misak) almıştı. Onlardan on iki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "Gerçekten Ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır." (Maide Suresi, 12)
 "12 güvenilir-gözetleyici" anlamına gelen "isney aşera nakiba" ifadesindeki harf adedi 12'dir.
Ayetin başından "isney aşera" (on iki) ifadesine kadar, surenin ismi olan Maide kelimesinde geçen harflerin tekrarlanışı: 12.92
Ayet numarası 12.
Ayetin ilk ve son harflerinin ebced değeri 12'dir. (En küçük ebced hesabıyla)93

HZ. MUSA İLE 30 GECE VE 10 GECE İÇİN SÖZLEŞİLMESİ

Biz onları (İsrailoğulları'nı) ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: "Asan'la taşa vur" diye vahyettik. Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan- topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu. Üzerlerine bulutla gölge çektik ve onlara kudret helvası ile bıldırcın indirdik. (Sonra da şöyle dedik:) "Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin." Onlar Bize zulmetmedi, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Araf Suresi, 160)
 Ayette "isnetey aşrate" (on iki) ifadesine kadar, "isnetey aşrate" ifadesindeki harfler 12 defa geçmektedir.100
"İsnetey aşrate" (on iki) ifadesinden itibaren ibare sonuna kadar kullanılan harf çeşidi 12.101
"İsneta aşrate" (on iki) ifadesinden itibaren ibare sonuna kadar, "isneta aşrate"nin harfleri 12 defa geçmektedir.102
"İsnetey aşrate" (on iki) ile "isneta aşrate" (on iki) arasında, bu kelimelere ait harflerin bulunduğu kelime adedi 12.103
Bulunduğu ibarede, "isneta aşrate ayna" (on iki pınar) ifadesine kadar kullanılan harf çeşidi 12.104

ALLAH KATINDA AYLARIN SAYISININ 12 OLMASI

Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 80)
 "Seb'ine merraten" (yetmiş kere) ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar olan harf adedi 70.105
"Seb'ine merraten" (yetmiş kere) ifadesinden itibaren ibare sonuna kadar kullanılan harf çeşitlerinin ebced değeri 70'tir.106 (En küçük ebced hesabıyla).
Bu ayetteki noktasız harf adedi 70'tir.107

YILLARIN SAYISINI VE HESABI BİLME

Yoksa: "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure getirin ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." (Hud Suresi, 13)
 Bulunduğu ibarede "aşri" (on) kelimesine kadar kullanılan harf çeşidi 10.108
Ayette "aşri" (on) kelimesine gelinceye kadar olan noktalı harf adedi 10.109
Ayette "yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure" anlamına gelen "biaşri süverin mislihi müftereyatin" ifadesine gelinceye kadar olan hece adedi 10.110
"De ki: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak onun benzeri on sure getirin" anlamına gelen "kul fe'tu biaşri süverin mislihi müftereyatın" ifadesindeki noktalı harf adedi 10.
"Onun benzeri 10 sure" anlamına gelen "aşri süverin mislihi" ifadesindeki harf adedi 10.
"Aşri süverin mislihi" (onun benzeri on sure) ifadesinden sonra ayet sonuna kadar olan kelime adedi 10.
"Onun benzeri on sure" anlamına gelen "biaşri süverin mislihi" ifadesinde kullanılan harf çeşidi 10.111
Ayette "aşri süverin" (on sure) ifadesine kadar, "aşri süverin" ifadesindeki harfler 10 defa geçmektedir.112

Kuran'da Matematiksel Mucizeler 4 (devamı)

HZ. YUSUF'UN RÜYASI VE 11 YILDIZ

on bir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm" demişti. (Yusuf Suresi, 4)
 "On bir yıldız" anlamına gelen "ehade aşera kevkeben" ifadesindeki harf adedi 11'dir.
"Ehade aşera kevkeben" (on bir yıldız) ifadesine kadar olan kelime adedi 11.
Ayette "ehade aşera kevkeben" (on bir yıldız) ifadesine gelinceye kadar, "ehade aşera kevkeben" ifadesindeki harfler 11 defa geçmektedir.113

İNSANDAKİ KROMOZOM SAYISI

Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Mü'minun Suresi, 14)
 "Nutfete" kelimesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)
Müminun Suresi'nin 13. ayetindeki "nutfeten" ifadesinden itibaren 14. ayetteki "nutfete" ifadesine gelinceye kadar olan harf adedi 23.
Ayette "nutfete" ifadesine kadar olan kullanılan harf çeşitlerinin ebced değeri 46.116
(En küçük ebced hesabıyla)
"Nutfete" ifadesinden sonra ibare sonuna kadar, "nutfete" ifadesine ait harflerin ebced değeri 46.117 (En küçük ebced hesabıyla)
Suredeki "nutfete" ifadesine gelinceye kadar, "nutfete"ye ait harflerin bulunduğu kelime adedi 46.
"Nutfetin" ifadesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)
"Nutfetin" ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar kullanılan harf çeşidi 23.118
Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman. (Necm Suresi, 46)
 "Nutfetin" ifadesinin ebced değeri 23. (En küçük ebced hesabıyla)
"Nutfetin" ifadesinden sonra sure sonuna kadar, "nutfetin" ifadesinin harfleri 46 defa geçmektedir.120
"Nutfetin" ifadesinin bulunduğu ayetin numarası 46.
Rabbin bal arısına vahyetti: "Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin." (Nahl Suresi, 68)

Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? (Kehf Suresi, 9)
 "Kehf Ehli" anlamına gelen "Ashabe'l Kehf" ifadesinin ebced değeri 238. (Küçük ebced hesabıyla)
Surede "Ashabe'l Kehfi" (Kehf Ehli) ifadesine kadar olan hece adedi de 238'dir.123
Ayette "Ashabe'l Kehfi"ye (Kehf Ehli) gelinceye kadar kullanılan harf çeşidi 7.124
"Ashabe'l Kehfi" (Kehf Ehli) ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar olan kelime adedi 7.
Surede Ashab-ı Kehf kıssasındaki, Rabbimiz'in "Allah" olarak zikredilen ismi 7 kez geçmektedir.
"Ashabe'l Kehfi" (Mağara Ehli) sayfadaki 7. ibarede bulunmaktadır.
Bu ayet, sayfada sondan başa doğru 7. ayettir.
Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık. (Kehf Suresi, 12)
  Bu ayette Ashab-ı Kehf'in uyandırılma sebebi olarak, hangi grubun uyuma müddetlerini daha iyi hesap edeceğini ortaya çıkarmak için olduğu bildirilmektedir. Bu ayete gelinceye kadar olan hece adedi tam 309.126
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi, 19)

HZ. MUSA'NIN DOKUZ MUCİZESİ

dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir." (Neml Suresi, 12
"9 mucize" anlamına gelen "tis'i ayatin" ifadesinden sonra ibare sonuna kadar olan hece adedi 9.
Ayette "tis'i ayatin" (9 mucize) ifadesine gelinceye kadar, "tis'i ayatin" ifadesindeki harfler 9 kelimede bulunmaktadır.
"Tis'i ayatin" (9 mucize) ifadesinden itibaren ayet sonuna kadar olan kelime adedi 9.
"Tis'i ayatin" (9 mucize),
surede sondan başa doğru 9. sayfada bulunmaktadır.
Ayette "9" anlamına gelen "tis'i" kelimesine gelinceye kadar kullanılan noktasız harf çeşidi 9.
"Tis'i" (9) kelimesinden itibaren ibare sonuna kadar kullanılan noktasız harf adedi 9.127
"Tis'i" (9) ayette sondan başa doğru 9. kelimedir.
Surenin mukattaa harfleri olan "ta, sin" harflerinin ebced değeri 9. (En küçük ebced hesabıyla)

ŞEHİRDEKİ DOKUZLU ÇETE

YEDİ GÖK

Surede "99 koyun" anlamına gelen "tis'un ve tis'une na'ceten" ifadesinin bulunduğu 23. ayete kadar, ayet sonlarındaki harflerin ebced değeri 99.133 (En küçük ebced hesabıyla)
"Bu benim kardeşimdir, 99 koyunu vardır" anlamına gelen "haza ahi lehü tis'un ve tis'une na'ceten" ifadesinin ebced değeri de 99'dur. (En küçük ebced hesabıyla)
<table "="" border="2" bordercolor="#CCCCCC" cellpadding="10" cellspacing="0" width="500" align="center">
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)
Fecre andolsun, on geceye, (Fecr Suresi, 1-2)
kutuplarda gün doğumu