28 Ocak 2013 Pazartesi

Hazreti İsa (as) Ölmedi


Hz. İsa (as) Ölmedi ve Öldürülmedi

Hz. İsa (as), hayatı Kuran'da detaylı olarak bildirilen mübarek peygamberlerden biridir. Kendisi, Rabbimiz'in bir mucizesi olarak babasız dünyaya gelmiştir. Hz. İsa (as)'ın mucizevi doğumu Kuran'da şöyle bildirilir:
Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.
(Al-i İmran Suresi, 114)
... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız...(Nisa Suresi, 171)
Hz. Meryem, Cebrail'in kendisine insan suretinde görünmesiyle Hz. İsa (as)'ın doğumu hakkında müjdelenmiştir. Hz. İsa (as) henüz dünyaya gelmeden, Allah onun sahip olduğu mucizevi ve üstün özellikleri Hz. Meryem'e bildirmiştir. Hz. İsa (as)'ın dünyada ve ahirette seçkin ve onurlu bir insan olduğu ve çeşitli mucizeler göstereceği ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu    Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."(Al-i İmran Suresi, 45-46)
Hz. Meryem'in içinde yaşadığı toplum ise daha doğum anından itibaren Hz. İsa'yla ilgili cahilce zanlarda bulunmuş ve Hz. Meryem gibi mübarek bir insana iftira atmaya kalkışmışlardır. Kuran'da, iman etmeyenlerin Hz. İsa (as)'ın mucizevi doğumuna gösterdikleri tepki ve Hz. İsa (as)'ın Rabbimiz'den bir mucize olarak daha beşikteyken onlarla konuşması şöyle bildirilir:
Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 27-33)

Henüz beşikte iken insanlar ile konuşan Hz. İsa, Allah'ın takdiri ile, körleri ve hastaları iyileştirmek, çamurdan kuş yapıp uçurmak gibi daha pek çok mucizeler göstermiştir. Rabbimiz'in Hz. İsa'ya verdiği bu mucizeler Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı (cüzzamlıyı) iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları'na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğulları'nı senden geri püskürtmüştüm." (Maide Suresi, 110)
Babasız olarak dünyaya gelmesi, beşikte iken konuşması, Allah'ın kutsal kitaplarını, Tevrat'ı, İncil'i ve Kitab'ı (Kuran'ı -en doğrusunu Allah bilir-) bilmesi, çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp nefesiyle canlandırıp uçurması, doğuştan kör olanı, alaca hastalığı olanı iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, insanların yediklerini ve saklayıp biriktirdiklerini haber vermesi, kendisinden sonra gelecek kutlu insanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i, "Ahmet" ismiyle haber vermesi gibi mucizeler gösterdiği halde, gönderildiği toplum içerisinde Hz. İsa'ya inananların sayısı çok az olmuştur.

Hz. İsa (as)'ın Mücadelesi

Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.'...
(Maide Suresi, 117)
Giovanni Bellini, Hz. Meryem ve Azizler, 1505, S. Zaccaria Venedik
Derin Allah korkusu ve sevgisi ile tüm peygamberler gibi, bütün insanlara örnek olan Hz. İsa hayatı boyunca inkar edenler ve müşriklerle fikri mücadele içinde olmuştur. Din ahlakından uzaklaşmış olan İsrailoğulları'na, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmış, Rabbimiz'in insanlara emrettiği ahlakı onlara bildirmiştir. Kavmini, Allah'a iman etmeye, gönülden teslim olup Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaşamaya, günahlardan ve kötülüklerden sakınmaya, salih amellerde bulunmaya davet etmiştir. Onlara dünya hayatının geçiciliğini ve ölümün yakınlığını hatırlatmış, insanları yalnızca Allah'a ibadet etmeye ve sadece Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır.
Hz. İsa (as)'ın yaşadığı dönemde, Akdeniz ve çevresi tümüyle Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Roma'nın dini, Akdeniz çevresinde yaşayan dönemin diğer toplumları gibi çok tanrılı batıl bir dindi. Yunan mitolojisinin hayali tanrıları, farklı isimler altında, Roma mitolojisinde de kullanılmaktaydı. Filistin topraklarında yaşayan Yahudiler ise Roma İmparatorluğu'nun yönetimi altında azınlık konumundaydılar. Ancak Roma yönetimi, Yahudilerin inanışlarına ve iç işlerine fazla karışmıyordu. Bu arada Yahudiler ise, MÖ 2. yüzyıldan itibaren kendi aralarında bir parçalanma sürecine girmişlerdi. Eski Ahit ve Yahudi geleneklerinin çeşitli gruplar tarafından farklı yorumlanmasıyla, bazı mezhepler ortaya çıkmış ve bu mezhepler arasında ciddi tartışmalar yaşanmaya başlamıştı. Bu tartışmalar, toplumda endişe ve huzursuzluğa neden oluyor ve karmaşa bir türlü ortadan kaldırılamıyordu. Yahudilik, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği hak olan halinden uzaklaşmış, pek çok batıl inanış ve kuralın eklenmesi ile dejenere edilmişti.
Hz. İsa ise, Yahudilere, hakkında ihtilafa düştükleri konuları açıklamak, insanların özünden uzaklaştıkları hak din ahlakını onlara yeniden öğretmek, bazı Yahudilerin din ahlakına karıştırdıkları çarpık düşünceleri ve hurafeleri ortadan kaldırmak için gönderilmişti. Kuran'da Hz. İsa için şu şekilde haber verilmektedir:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü. Artık, acı bir günün azabından vay o zulmetmiş olanlara. (Zuhruf Suresi, 63-65)
Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin (Al-i İmran Suresi, 50)
Hz. İsa (as)'ın insanlara hak dini tebliğ etmesi, din ahlakına uygun olmayan düzenden menfaat sağlayan çevrelerde büyük rahatsızlık uyandırmıştı. Sahte din adamları ve Allah'a şirk koşan müşrikler bu çevrelerin başında gelmekteydi. Bunlardan bazıları oluşturdukları sahte din anlayışı ile toplum içinde statü kazanmış ve maddi imkanlarını artırmışlardı. Dinin gerektirdiği güzel ahlakı değil, kendilerine menfaat sağlayan adaletsizliği, zulmü, yalanı, müşrikliği savunuyorlardı. Bazı şekli ibadetleri, kendilerince, yalnızca gösteriş için yerine getiriyor, bunlarda da Hz. Musa'nın getirdiği hak dini korumuyor, pek çok batıl hüküm ve hurafeyi dinlerine dahil ediyorlardı. Kuran'ın "Artık vay hallerine; Kitab'ı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için "Bu Allah Katındandır" diyenlere..." (Bakara Suresi, 79) ayetinde bildirildiği gibi, bazı Yahudi ruhbanları Tevrat hükümlerini değiştirmişlerdi.
Hz. İsa ise, bu insanlara yalnızca Allah'a ibadet etmeyi, Allah'tan korkup sakınmayı, Allah'ı sevmeyi ve Allah için yaşamayı öğütlüyordu. Allah rızası için güzel bir ahlak yaşayıp, batıl dinlerinden yüzçevirmeleri gerektiğini; insanlara adaletsizlik yapmaktan sakınmalarını bildiriyordu. Kendilerini ve halkı kandırmaktan vazgeçip samimi olarak iman etmelerini tebliğ ediyordu. Gösterdiği mucizeler onun, Allah'ın alemler üzerine seçip beğendiği, ilim ve kuvvet olarak desteklediği, çok kıymetli bir peygamber olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Onun iman derinliği, yüksek ahlakı, üstün kavrayışı ve hikmetli açıklamaları insanlarda büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Ancak, mevcut batıl düzenlerini korumakta inat eden söz konusu kimseler, Hz. İsa'ya itaat etmediler.
Hz. İsa (as)'ın kavminin arasında bulunduğu dönem boyunca, ona tabi olanların sayısının çok az olduğu bilinmektedir. Kuran'da, Hz. İsa (as)'ın kavminin inkarda direnmesi üzerine, kendisinin, yardımcılarının kimler olduğunu sorduğu bildirilir. Bu soru karşısında, Hz. İsa'ya tabi olduklarını söyleyenlerin, yani Havarilerin, sayısı ise oldukça azdır. Ayetlerde şöyle bildirilmektedir:
Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır.
(Nisa Suresi, 172)
Marco Basaiti, Venedik, 1470-75
Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz."(Al-i İmran Suresi, 52-53)
Samimi müminlerin önemli özelliklerinden biri gayba iman etmeleri ve elçilere her koşulda hiçbir mazeret öne sürmeden gönülden itaat etmeleridir. İhlasla Allah'a iman eden kimseler, Allah'ın elçilerinin söylediği her sözün hak olduğunu bilir, onlara gönülden güvenir, teslim olur, sever ve içten saygı duyarlar. İman edenlerin peygamberlere olan sevgisi, "Peygamber, mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır..." (Ahzab Suresi, 6) ayetiyle de haber verildiği gibi her türlü sevginin, bağlılığın üstündedir. Nitekim, sahabenin Peygamber Efendimiz (sav)'e olan bağlılıkları ve müşriklerle yapılan savaşlarda bir an bile tereddüt etmeden kendilerini mübarek Peygamberimiz (sav)'in önüne atmaları bu konuda çok güzel bir örnektir.
Romalı putperestlerin, sözde dindar olduklarını öne süren bazı müşrik Yahudilerin, menfaatlerinin zarar görmesinden endişe eden toplumun önde gelenlerinin baskılarının yanı sıra, Hz. İsa'ya tabi olanların sayısının çok az olması da Hz. İsa (as)'ın içinde bulunduğu ortamın zorluğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Hz. İsa (as)'ın mücadelesinin böylesine zorlu bir ortam içinde geçmesinin birçok hikmeti vardır. Hz. İsa ve ona gönülden tabi olan ihlaslı müminler, Allah'ın izniyle, bu ortama sabrettikleri ve mücadele ettikleri her anın karşılığını Rabbimiz'in Katında en güzel şekilde alacaklardır. Böyle ortamlar, iman edenlerin mücadele azmini ve birbirlerine olan bağlılıklarını artıran; imanlarını güçlendiren; Allah'a olan sevgilerini ve bağlılıklarını sağlamlaştıran çok değerli ortamlardır. Müminler yaşadıkları herşeyin Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiğine iman eder ve Rabbimiz'den gelen herşeye gönülden razı olurlar. Allah'ın iman edenlerin gerçek dostu ve vekili olduğunun bilincinde olan müminler, Allah'ın dininin muhakkak üstün geleceğini bilirler.
Allah, müminlerin aleyhine inkar edenlere hiçbir zaman yol vermeyeceğini, peygamberlerin ve onlara uyanların mutlaka galip geleceklerini vaad etmiştir. İman edenlerin aleyhinde tuzaklar kuranların ise, kurdukları tüm tuzakların başarısız olacağı, bunun Allah'ın bir sünneti olduğu Kuran'da bildirilmiştir:
(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 43)
Hz. İsa, diğer tüm peygamberler gibi, kurulan tuzaklar karşısında gösterdiği üstün kararlılığı ve sabrı ile tüm müminlere örnek olmuş, onları cesaretlendirip şevklendirmiştir. İncil'deki pek çok açıklamada, Hz. İsa (as)'ın kendisine tabi olanlara, "onları çeşitli zorlukların beklediğini, ancak Allah'ın kendilerinin yardımcısı ve velisi olduğunu" anlattığı yer almaktadır. Allah'a tevekkülü ve teslimiyeti ile üstün bir ahlak gösteren Hz. İsa, çevresindekilere de her zaman tevekküllü olmalarını, her işi yapanın Allah olduğunu unutmamalarını tebliğ etmiştir. İncil'de Hz. İsa (as)'ın havarilere, karşılaşacakları zorluklar ve bu durumda göstermeleri gereken tevekkülü şöyle anlattığı yazılıdır:
İnsanlardan sakının. Sizi mahkemelere verecekler, havralarında kamçılayacaklar. Hatta benden ötürü valilerin ve kralların önüne çıkarılacaksınız. Böylece onlara ve uluslara tanıklık edeceksiniz. Sizleri mahkemeye verdikleri zaman, neyi nasıl söyleyeceğinizi düşünerek kaygılanmayın. Ne söyleyeceğiniz o anda size bildirilecek. Çünkü konuşacak olan siz olmayacaksınız... Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır. Bir kentte size zulmettikleri zaman ötekine kaçın... Bunun için onlardan korkmayın. Örtülü olup da açığa çıkarılmayacak, gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur. Size karanlıkta söylediklerimi, siz gün ışığında söyleyin. Kulağınıza fısıldananı, damlardan duyurun. Bedeni öldüren, ama canı öldürmeye gücü yetmeyenlerden korkmayın. Hem canı hem de bedeni cehennemde mahvedecek güçte olan Allah'dan korkun. (Markos, 13:9-13; Luka, 21:12-17)
Gerçekten de Hz. İsa döneminde ilk Hıristiyanlar üzerindeki baskılar, Hıristiyanlığın ilk üçyüz yılı boyunca da devam etmiştir. Hz. İsa'ya inananların çoğunluğu kendilerini gizlemek durumunda kalmış, inançlarını açıklayanların büyük bir kısmı ise ağır cezalara çarptırılmış, işkenceye maruz kalmış ve kimi zaman da katledilmişlerdir. Ancak inkar edenlerin kurdukları tuzakların en büyüğü elbette Hz. İsa (as)'ı öldürmeye kalkışmalarıdır. Dönemin bazı önde gelen Yahudileri, Romalı putperestler ile iş birliği yapmış ve bazı münafıkların da onlara destek vermesiyle, Hz. İsa (as)'ı öldürmek için plan kurmuşlardır. Planlarını gerçekleştirebilmek için en ince detayına kadar her aşamayı hesaplamış ve kendilerince tam olarak işleyecek bir düzen kurmuşlardır. Ancak kurdukları bu düzen hiç ummadıkları bir şekilde bozulmuş, onlar Hz. İsa (as)'ı öldürdüklerini sanırken, Rabbimiz Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına yükselterek, bu mübarek peygamberini inkarcıların tuzaklarından ve hilelerinden korumuştur. Tarihi bir mucizenin tecelli ettiği bu harikayla, inkarcıların tuzakları yerle bir olmuştur.
Burada önemli bir konuya değinmek yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'ya tuzak kuranlar arasında Yahudilerin sözde din adamları da bulunmaktadır. Makam ve mevkilerini kaybetmek endişesi ile hareket eden bu kimseler o dönemde yaşayan bazı Yahudilerden de destek görmüşlerdir. Bu kişiler Romalı putperestler ile işbirliği yapmışlar ve Hz. İsa (as)'ın öldürülmesini hedef alan bir plan kurmuşlardır. Allah Katında şerefli ve üstün olan bir elçiyi, kendilerini hak din ahlakını yaşamaya davet ettiği ve bu davetin dünyevi çıkarlarını zedeleyeceğini düşündükleri için öldürmeye kalkışmaları –her ne kadar bu hedeflerine ulaşamamış olsalar da- büyük bir suçtur. Ayrıca Hz. İsa'ya benzeyen bir başka kişiyi katlederek cinayet suçunu da yüklenmişlerdir. Ancak bu suç, yalnızca o dönemde bu planı kuran ve uygulamaya koyanlara aittir ve hiç şüphesiz bu kişiler eylemlerinin karşılığını ahirette eksiksiz alacaklardır. Ne var ki, o dönemde yaşayan bir kısım Yahudinin işlediği bu suç nedeniyle, Hz. İsa'ya kurulan tuzaktan tüm Yahudileri sorumlu tutmaya kalkışmak da önemli bir yanlıştır.

Allah İnkar Edenlerin Hz. İsa'ya    
Kurdukları Tuzağı Boşa Çıkarmıştır

Phillippe de Champaigne, Son Yemek, Luvr Müzesi, Paris
Bazı Yahudilerin ve Romalı putperestlerin Hz. İsa (as)'ı öldürmek için kurdukları plan, tarihin farklı dönemlerinde inkarcıların pek çok peygambere karşı kurdukları tuzaklardan biridir. Allah Kuran'da, inkarcıların ne zaman kendilerine bir peygamber gelse ve onları gerçek din ahlakını yaşamaya davet etse, muhakkak ona karşı çeşitli tuzaklar kurduklarını ve hatta onu öldürmeye kalkıştıklarını haber vermiştir.
Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peşpeşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz? (Bakara Suresi, 87)
Hz. İbrahim'i ateşe atan, ordularıyla birlikte Hz. Musa'yı takip eden, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i bir gece baskınıyla öldürmeye kalkışan, Hz. Yusuf'u kuyuya terk eden, sadece "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için müminleri yurtlarından sürmeye kalkışanlar, farklı dönemlerde yaşamış olmakla birlikte benzer düşünce yapısına sahip olan insanlardır. Hepsi, Allah'a ve elçilerine başkaldırmaya kalkışmış, Allah'ın emrettiği din ahlakına karşı gelmiş, ahirette yaptıklarının hesabını vereceklerini göz ardı etmişlerdir. Peygamberlerin, kendilerine Allah'ın kulu olduklarını hatırlatmalarına, onları fedakar olmaya, sadaka vermeye, Allah rızası için iyilikte bulunmaya, adil olmaya, tevazulu olmaya davet etmeleri öfke duymalarına ve Allah Katında seçkin ve tertemiz olan elçiler aleyhinde tuzaklar kurmalarına neden olmuştur. İnkarcıların bu zihniyeti bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:
... Onlara elçiler göndermiştik. Onlara ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir elçi geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler. (Maide Suresi, 70)
Benzer bir şekilde Mekkeli müşriklerin de Hz. Muhammed (sav)'i yurdundan çıkarmak ve öldürmek için tuzaklar tasarladıkları Kuran'da bildirilmiştir. Rabbimiz, inkarcılar bu tuzağı kurarken Kendisi'nin de onlara bir tuzak kurduğunu haber vermiştir. Hiç kuşku yok, tuzak kuranların en üstünü Yüce Allah'tır.
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Daha önce de belirttiğimiz gibi inkar edenler Hz. İsa (as)'ı da öldürmeye kalkışmışlardır. Kendilerince çok kapsamlı bir plan yapmış ve Hz. İsa (as)'ı ele geçirerek öldüreceklerini düşünmüşlerdir. Tarihi ve İslami kaynaklarda yer alan bilgilere göre, bazı müşrik Yahudiler, Romalıları Hz. İsa aleyhinde kışkırtabilmek için, Hz. İsa hakkında pek çok yalan ve iftira ortaya atmışlardır. Böylece Romalıların Hz. İsa (as)'ın öldürülmesi için harekete geçmesini hedeflemişlerdir. Yahudilerden bazılarının Hz. İsa aleyhinde düzen kurdukları Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:
Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 52-54)
Allah onların tuzaklarını hiç ummadıkları bir şekilde tersine çevirmiştir. Hz. İsa (as)'ı hiçbir şekilde öldürememişler, ancak bu konuda onlara bir benzetilme yapılmıştır. Rabbimiz bu seçkin kulunu, inkar edenlerin tuzaklarından koruyup kurtarmıştır. Nisa Suresi'nin 157-158. ayetlerinde bu gerçek şöyle bildirilmektedir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)
Bilakis; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Ey insanlar, şüphesiz elçi size Rabbinizden hakla geldi. Öyleyse iman edin, sizin için hayırlıdır. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz göklerde olanların ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 170)
Kuran'ın diğer ayetlerinde de haber verildiği gibi, Hz. İsa ölmemiştir ve Allah Katında diridir. Allah'ın, Kuran'da Hz. İsa'ya kurulan tuzakların bozulduğunu bildirmiş olması da, Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğunun önemli delillerinden biridir. Eğer Hz. İsa bazı kimselerin iddia ettiği gibi ölmüş olsaydı (ki bu doğru değildir), o takdirde bu, inkar edenlerin kurdukları tuzakla hedeflerine ulaşmış oldukları anlamına gelirdi. Zira bu tuzağın ana hedefi Hz. İsa (as)'ın öldürülmesidir. Ancak Allah, Hz. İsa'ya kurulacak olan bu tuzağı bozacağını bildirmiş ve "... Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayetinin bir tecellisi olarak, inkar edenlerin Hz. İsa (as)'ı öldürmelerine izin vermemiştir. Kuran'ın pek çok ayetinde, inkar edenlerin tuzaklarının hiçbir şekilde başarıya ulaşamayacağı, bu tuzakların yerle bir edilmesinin Allah'ın sünnetinin bir gereği olduğu haber verilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
… Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır. (Enfal Suresi, 18)
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) 'o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (Hac Suresi, 38)
Doğrusu onlar, hileli bir düzen planlayıp kuruyorlar; Ben de bir düzen kurup hazırlıyorum. Sen kafirlere bir mühlet ver, az bir süre tanı. (Tarık Suresi, 15-17)
Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azap emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azap onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)

Hz. İsa Ölmemiştir

Dediler ki: "Allah oğul edindi." O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir.
(Bakara Suresi, 116)
Allah'ın mübarek elçilerinden biri olan Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve öldürülmediği Kuran'da iman edenlere haber verilmiş bir müjdedir. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için Hz. İsa (as)'ın durumunun haber verildiği ayetlerin detaylı olarak incelenmesi yerinde olacaktır.
Kuran'da, Hz. İsa (as)'ın öldürülmediği ve Allah Katına yükseltildiğini haber veren ayetlerin başında Al-i İmran Suresi'nin 55. ayeti ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetleri gelmektedir. Bu ayetlerde yer alan ifadeler kelime kelime incelendiğinde, Rabbimiz'in çok önemli bir gerçeği haber verdiği görülür. Buna göre, Hz. İsa ölmemiş ve öldürülmemiş, diri olarak Allah Katına yükseltilmiştir. Ayetlerde işaret edilen bir başka gerçek ise; Allah Katında diri olan Hz. İsa (as)'ın, kıyametten önceki son dönemde yeniden yeryüzüne döneceğidir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelişinin Kuran'dan ve hadis-i şeriflerden delilleri detaylı olarak açıklanacaktır.
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Allah'ın Hz. İsa (as)'ı "vefat ettireceği", inkarcılardan koruyacağı ve onu Kendi Katına yükselteceği haber verilmektedir. Ayetin tefsirinden çıkan mana, -pek çok İslam alimi ve müfessirinin ortak görüşüyle- Hz. İsa (as)'ın ölmemiş olduğudur. Ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)
Bu ayette öncelikli olarak üzerinde durulması gereken kısım, "seni Ben vefat ettireceğim"cümlesidir. Ayette yer alan "vefat ettirmek" kelimelerinin anlamları incelendiğinde ortaya önemli bir gerçek çıkmaktadır. "Vefat ettirmek" Türkçede kullanılan ölüm anlamından farklı anlamlara gelmektedir.Türkçe meallerde öldürme ya da vefat ettirme olarak çevrilen kelime, Arapçada"vefea" kökünden türemiş olan teveffa fiilidir ve bu fiiil ölüm manasına değil, "canın alınması", "teslim alınması" manalarına gelmektedir. İnsanın canının alınmasının ise her zaman ölüm anlamına gelmediği yine Kuran'da bize bildirilmektedir. Örneğin "teveffa" kelimesinin geçtiği bir ayette insanın ölümünden değil, uykuda canının alınmasından bahsedilmektedir:
Allah, ölecekleri (mevt) zaman canlarını alır (teveffa); ölmeyeni de uykusunda (canını alır) (lem temut). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı (el mevte) verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir... (Zümer Suresi, 42)
Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelime ile, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her iki ayette de "yeteveffa"kelimesi geçmektedir. İnsanın, gece içinde bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette kullanılan "teveffakum" kelimesi ölüme işaret etmemekte, "geceleyin canlarınızı alan" anlamına gelmektedir. Eğer "teveffa" kelimesi ölüm anlamında kullanılacaksa, o zaman tüm insanların her gece uyuyarak geçirdikleri vakitte biyolojik olarak öldüklerini söylemek gerekecektir. Bu durumda Hz. İsa (as)'ın da hayatı boyunca uyuduğu her gece öldüğünü, diğer bir deyişle binlerce kere öldüğünü iddia etmek gerekir ki, bu akla ve mantığa aykırıdır.
Uykunun bir tür vefat olarak değerlendirildiğini, ancak bununla biyolojik ölümün kast edilmediğini gösteren örneklerden biri de Peygamber Efendimiz (sav)'in uykusundan kalktığı zaman "Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun" dediğini bildiren hadis-i şeriftir.18 Hiç şüphesiz, Hz. Muhammed (sav) bu hikmetli sözüyle, uyunduğu zaman biyojik manada ölüm gerçekleştiğine değil, uyuyan insanın bizim anladığımızdan farklı bir anlamda "canının alındığına"dikkat çekmiştir. Ünlü İslam alimi ve müfessir İbn Kesir de, Al-i İmran Suresi'nin tefsirini yaparken, diğer pek çok delil ile birlikte söz konusu hadis-i şerifi kullanmıştır. İbn Kesir'in tefsirinde, "teveffa" kelimesinin uykuya işaret ettiği, aynı kelimenin diğer ayetlerde ne şekilde yer aldığı gösterilerek açıklanır. Bu açıklamaların ardından, İbn Kesir, İbn Ebu Hatim'den rivayet edilen bir hadisi de kullanarak kanaatini şöyle ifade eder:
İbn Ebu Hatim diyor ki; "Bize babam... Hasan'dan rivayet etti ki, o, 'Seni vefat ettireceğim..." ayeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Burası, 'Seni uyku ölümü ile öldüreceğim, yani uyutacağım' anlamındadır ki, Allah Teala Hz. İsa (as)'ı uykuda ikengöğe kaldırmıştır... Cenab-ı Hak, Hz. İsa'yı şüphe götürmeyen bir gerçek olarak, uyku ile vefat ettirdikten sonra göğe çekmiş ve o dönemde kendisine eziyet eden Yahudilerin eziyetlerinden kurtarmıştır.19
İslam alimlerinden Muhammed Zahid el-Kevseri ise, "teveffa" kelimesinin anlamını incelerken, ayette bu kelimenin ölüm manası taşımadığını ifade etmiş ve Zümer Suresi'nin 42. ayetinde geçen "mevt" kelimesine dikkat çekmiştir:


Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten ahirette de o salihlerdendir. Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 130-131)

 

Eğer Hz. İsa ölmüş olsaydı (ki bu doğru değildir),"Allah ölüm vakti gelen nefisleri vefat ettirir."(Zümer Suresi, 42) mealindeki ayette yer alan ve ölüm anlamına gelen "mevt" kelimesi bildirilmezdi... Şayet iddia edildiği gibi Allah-u Teala adi ölümü (biyolojik anlamda ölümü) bildirmiş olsaydı, bu açıkça haber verilirdi. Madem ki Allah, Yahudilerin Hz. İsa (as)'ı öldürmediğinden, vefattan ve göğe yükselmekten bahsetmektedir, o halde burada normal ölümün dışında bir mana düşünülmelidir.20
Kevseri ile aynı dönemde yaşamış olan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ise, Zümer Suresi'nin 42. ayetini delil olarak göstererek, "Şayet teveffa kelimesini, "öldürme" anlamında alsaydık, ruhların da ölmesi gerekmektedir." yorumunu yapmaktadır.21 Nitekim İslam alimi Mevdudi'nin Kuran tefsirinde de, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde geçen (Maide Suresi'nin 117. ayetinde de aynı kelime kullanılmaktadır) "müteveffi" kelimesi için şu açıklamada bulunulmaktadır:
Arapça metindeki "müteveffi" kelimesi, "teslim almak" ve "can almak" anlamlarına gelen 'teveffa" kelimesinden gelir; fakat burada mecazi anlamda kulanılmıştır. Burada "görevden alma" anlamına  gelmektedir.22
İslam tarihinin ilk müfessirlerinden biri olarak kabul edilen Maturidi de, ayette Hz. İsa (as)'ın bilinen biyolojik anlamda ölümünden bahsedilmediğini ifade etmiştir:
Ayette kast edilen şey, ölüm anlamındaki vefat değil, bedenin dünyadan alınması anlamındaki vefattır.23
İslam alimleri, teveffa kelimesinin ayette geçen hali olan "müteveffiyke" kelimesini yorumlarken Hz. İsa (as)'ın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve kıyametten önce yeryüzüne tekrar döneceği konusunda ittifak sağlamışlardır. Örneğin, ünlü tefsir alimi Taberi, "müteveffiyke" kelimesinin "yerden almak"manasında kullanıldığını ifade eder ve ayeti şu şekilde açıklar:
Bize göre en sıhhatli görüş bu kelimeyi "kabzetmek", "yerden çekmek" manasında almaktır. Buna göre ayetin anlamı; "seni yerden alıp, göklere çekerim" şeklinde olur. Ayetin devamı da, ahir zamanda inkarcılara karşı olan galibiyete dikkat çekmekle bu fikri teyid eder mahiyettedir.24

Ne zaman onlara Allah Katından yanlarındakini doğrulayan bir elçi gelse, kitap verilenlerden birtakımı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.
(Bakara Suresi, 101)
 

Bu açıklamanın devamında Taberi, "müteveffiyke" kelimesinin anlamı ile ilgili diğer yorumlara da yer vermektedir. Kelimenin bir tür uyku olarak açıklanması da, İslam alimleri arasında kabul gören bir yorumdur. Mısırlı alim Halil Herras, Hasan Basri'ye göre bu ifadeden maksadın "Ben seni uyutup, uyku halindeyken kaldırıp Katıma yükselteceğim" olduğunu ifade eder. Celaluddin es-Suyuti ise tefsirinde, sahih hadislere dayanarak Hz. İsa (as)'ın ölmediğini açıklar ve şöyle der:
O halde Hz. İsa göğe çıkarıldı ve kıyametten önce gelecektir.25
Osmanlı'nın son dönem İslam alimlerinden Mehmed Vehbi de, bu ayeti aşağıdaki şekilde tefsir ederek; Hz. İsa (as)'ın ölmediğini ve öldürülmediğini ifade etmiştir:
Ey İsa, Ben seni uykuyla uyutarak mahall-i bereket ve kerametim olan sema cihetine kaldırıp, Yahudilerin şerrinden kurtaracağım ve kafirlerin fena fiillerini senden temizleyerek, onların içinden çıkarıp kötülüklerden kurtaracağım.26
Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde Hz. İsa (as)'ın ölmediğine işaret edildiğini ifade eden İslam alimlerinden biri de İbn Teymiyye'dir. İbn Teymiyye, ayette kast edilen mananın "bir tür uyku ölümü" olabileceğini açıklarken şu yorumu yapar:
Bu ayet, Hz. İsa (as)'ın ölümünün kast edilmediğine delildir... Ayette geçen, "et-teveffi" sözü, beden olmaksızın sadece ruhun veya ikisinin ölümünü, ancak başka bir karineyle (konuyu bu anlamda açıklayan başka bir delilin varlığı ile) gerektirir. Bundan maksat uyku ölümü de olabilir.(Enam Suresi, 60. ayette olduğu gibi.) Ayetin son bölümündeki "inkar edenlerden seni tertemiz ayıracağım." sözü de bu şekildedir. Hz. İsa (as)'ın vücudu ruhundan ayrılmış olsaydı, onun vücududu da diğer peygamberler gibi yerde olurdu.27
Elmalılı Hamdi Yazır ise, tefsirinde bu ayetten anlaşılan anlamın, 'Hz. İsa (as)'ın ölmediği, Allah Katında diri olduğu' şeklinde bildirir:
... Bizce bu tefsir ve inancın özeti şu demek olur: Allah'tan bir kelime olan ve Ruhu'l-Kudüs ile teyid edilmiş bulunan Mesih İsa'nın ruhu henüz kabzedilmemiştir. Ruhunun eceli gelmemiştir. Kelime daha Allah'a dönmemiştir. Onun daha dünyada göreceği işler vardır.28
Görüldüğü gibi bu ayette, "vefat" kelimesi Türkçede yaygın olarak kullanıldığı gibi ölüm anlamı taşımamaktadır. Ayette bildirilen "... seni Ben vefat ettireceğim... " cümlesiyle, Hz. İsa (as)'ın uykudakine benzer bir duruma sokularak, Allah Katına yükseltildiği haber verilmektedir. Hz. İsa ölmemiş, sadece Allah'ın takdiriyle bu boyuttan ayrılmıştır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara Suresi, 140)

Nisa Suresi, 157. ve 158. Ayetlerinin Açıklaması

Hz. İsa (as)'ı öldürmek için harekete geçenlerin başarıya ulaşamadıklarını açıkça ifade eden ayetlerden biri de, Nisa Suresi'nin 157. ayetidir. Bu ayetin, sonraki ayetle birarada incelenmesi gerekmektedir. Ayetlerde, inkarcıların Hz. İsa (as)'ı öldürmedikleri ve asmadıkları, ancak onlara öyle gösterildiği, Allah'ın Hz. İsa'yı Kendi Katına yükselttiği bildirilmektedir:
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)
Bu ayetlerde yer alan delilleri detaylı olarak ele almadan önce, bir konuyu açıklamak yerinde olacaktır. Ayetlerde "ma salebe" kelimeleriyle haber verilen ve Kuran meallerinde "asmadılar" olarak geçen kelimenin sözlük anlamına bakıldığında çok önemli bir bilgi edinilir. Bu kelimenin kökü olan "salebe" fiili, asmak ve idam etmek anlamlarının yanı sıra "haçlamak, çarmıha germek" anlamları da taşımaktadır. Bu durumda, Hıristiyanlık inancının temel unsurlarından biri olan Hz. İsa (as)'ın çarmıha gerildiği inancının da hiçbir şekilde doğru olmadığı birkez daha anlaşılmaktadır.

Hz. İsa (as)'ın Öldüğünü İddia Edenler Zanda Bulunmaktadır


İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "hak söz". Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir.
(Meryem Suresi, 34-35)
 
İnkar edenler Hz. İsa'yı öldürmek istemişler, hatta -görünürde- bu planlarını gerçekleştirdiklerini sanacakları bir ortam da oluşmuş, ancak Allah onların bu hedeflerine ulaşmalarını engellemiştir. Hz. İsa (as)'ı öldürememişler ve asamamışlar, ancak onlara bir benzeri gösterilmiştir. Hz. İsa (as)'ı öldürdüğünü öne sürenlerin bu konudaki ithamları ise sadece zandan ibarettir. Taberi tefsirinde, inkar edenlerin bu konuda kesin bir bilgilerinin olmadığı şu şekilde açıklanır:
İsa hakkında ihtilafa düşen Yahudiler, onun öldürülüp öldürülmediğinden şüphe etmektedirler. Bu husustaki bilgileri sadece zanna uymaktan ibarettir. Öldürdükleri kimsenin Hz. İsa olup olmadığı hakkında pek bildikleri bir şey yoktur. Ancak öldürdükleri kişinin, öldürmek istedikleri Hz. İsa olduğunu zannetmektedirler. Kesin olarak onu öldürmediler... Hz. İsa (as)'ı kesin olarak öldürmediler, çünkü onun öldürülüşü hususunda zan ve şüphe içindedirler.29
İnkar edenlerin şüphe içinde kalmış olmaları, tuzaklarının hedefine ulaşmadığının önemli bir delilidir. Eğer kurdukları tuzak doğrultusunda gerçekten Hz. İsa (as)'ı öldürmüş olsalardı, bu konuda şüpheye düşecekleri bir durum olmaz, planlarının neticeye ulaştığından emin olurlardı. Ancak, kuşku duymaları olağanüstü bir durumla karşı karşıya kalmış olduklarını göstermektedir. Bu konuyu şöyle bir örnekle düşünelim. Bir kişiyi öldürmek için ateş açan kimse, attığı kurşunla onun ölüp ölmediğini mutlaka bilir. Ya da idam edilen birisinin, asıldıktan sonra ölüp ölmediğinden şüphe edilmesi için sıra dışı bir durumun oluşması gerekir. Öldürmek için girişilen bir eylem neticesinde, sonuçtan kuşku duyuluyorsa, bu olağan bir durum değildir. Hz. İsa (as)'ı öldürmeye kalkışan kimseler de, eğer hedeflerine ulaşmış olsalardı bundan hiçbir kuşku duymaz, Hz. İsa (as)'ı kesin olarak öldürdüklerini söyleyebilirlerdi. Ancak Rabbimiz onların şüpheye düştüklerini, sadece tahminde bulunduklarını, bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmadıklarını haber vermektedir. Bu durum, Hz. İsa (as)'ın ölmediğini ve diri olarak Allah Katına yükseltildiğini gösteren delillerden biridir.

Hz. İsa'ya Kurulan Tuzağın Bozulması,
Allah'ın Üstün Gücünün Bir Tecellisidir

Ayetlerde dikkat çekilen bir başka husus da, ayetin (Nisa Suresi, 158) son kısmında yer alan "Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir"ifadesidir. Bu ifadeyle Hz. İsa (as)'ın yaşadığı bu olayda, Allah'ın üstün gücünün tecelli ettiği olağanüstü bir durumun varlığına işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)
İslam alimleri de bu ayeti tefsir ederlerken, ayetin bu bölümüne dikkat çekmişlerdir. İslam alimleri, bu sözlerin Allah'ın güç ve hikmetini gösteren olağanüstü bir olay söz konusu olduğunda bildirildiğini belirterek, buradaki ifadelerin mucizevi bir duruma işaret ettiğini söylemişlerdir. Örneğin Fahruddin Razi, bu konuyu şu şekilde açıklamaktadır:
Allahu Teala ayetin sonunda, "Allah Aziz ve Hakim'dir" buyurmuştur. Buradaki izzetten maksat kudretinin, hikmetten maksat da ilminin kemali ve mükemmelliğidir. İşte böylece Cenab-ı Hak bu buyruğu ile Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesinin, her ne kadar bir beşere imkansız dahi gelse, bunun Kendi kudretine ve hikmetine nispetle imkansız olmayacağına işaret etmiştir. Bunun bir benzeri de O'nun "... kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar götüren O (Allah) münezzehtir." (İsra Suresi, 1) ayetidir. Çünkü İsra her ne kadar Hz. Muhammed (sav)'in kudretine nispetle imkansız ise de, Hak Subhanehu'nun kudretine nispetle çok kolay ve basittir.30
Mehmed Vehbi Efendi de, Rabbimiz'in ayetin sonunda, "Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir" şeklinde buyurmasının hikmetlerinden birini şöyle yorumlamaktadır:
Hz. İsa (as)'ın semaya refi bu ayetle sabittir ve semaya ref etmek, insanın kudretine nispetle mümkün değilse de, Allah-u Teala'nın kudretine ve hikmetine nazaran asla taazür (güç) olmadığını beyan (açıklamak) için Cenab-ı hak ayetin öncesinde Aziz ve Galip olduğuna ve kemal-i ilmine işaret için Hakim olduğunu ve Hz. İsa (as)'ı semaya refe kudret ve hikmetinin kafi bulunduğunu beyan buyurmuştur.31
Haseneyn Muhammed Mahluf da Hz. Muhammed (sav)'in miracını örnek göstererek, Hz. İsa (as)'ın diri olarak Allah Katına yükseltilmesinin Rabbimiz'in üstün gücünün ve kudretinin delillerinden biri olduğunu ifade etmiştir:
Peygamberimiz (sav) nasıl ruhu ve bedeniyle, uyanık halde iken miraca çıktı ise, Hz. İsa da aynı şekilde diri olarak semaya ref edilmiştir. Bunda bir gariplik söz konusu değildir. Bu tip durumlar, harika mucizeler arasındadır. Bu konuda herhangi bir kıyasa da gerek yoktur. Allah herşeye kadirdir...32
Diğer bazı İslam alimleri ise, Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve öldürülmediği, Allah Katında diri olduğu konusundaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedirler:
Ömer Nasuhi Bilmen: Katil vukuuna (öldürme olayına) kat'i surette (kesin olarak) kail (inanmış) değildirler. Öyle zan ve tahminin bir kıymeti yoktur. Hakikati hali (gerçek bilgi); Cenabı Hak, Kuran-ı Kerim'inde serahaten (net olarak) beyan buyuruyor ki, o mübarek peygamberini kudreti ilahiyesiyle (İlahi kudretiyle) berhayat (canlı) olarak semaya kaldırmıştır. Kudreti ilahiyenin azametine ve kainatta tecelli eden milyonlarca bedayi-i hilkate (yaratılmışlara) bir nazarı intibah (kalp gözü) ile bakanlara göre bir peygamberi zişanın böyle ruhen ve cismen en yüksek makamlara yükseltilmesini istibada (uzak görmeye), tevile asla mahal (imkan) yoktur. 33
Hasaneyn Muhammed Mahluf: Müslümanların inancı odur ki, Hz. İsa ne asılmıştır, ne de öldürülmüştür, bilakis ruhu ve bedeniyle diri olarak semaya yükselmiştir. Allah'ın izin verdiği sürece semada yaşamaya devam edecektir...34
Zahid Kevseri: Yahudiler Hz. İsa (as)'ı bedenen öldürmeye niyet etmişler, Allah ise onların niyetlerini boşa çıkararak, Hz. İsa (as)'ın bedenini kurtarıp Kendi Katına çıkarmıştır. Burada Yahudilerin tekzip edilmesinin gerçekleşmesi için, ref'in maddi olması gerekmektedir.35
Elmalılı Hamdi Yazır: ... Bu hususta, ihtilaf etmiş olanlar da muhakkak bundan dolayı şüphe içindedirler. Buna dair hiçbir ilimleri yoktur. Fakat zanna tabi olmuşlardır. Halbuki, biz Mesih'i öldürdük diyenler onu yakinen öldürmediler. Şu halde öldürme cinayetiyle övünmeleri de bir yalandır. Çünkü bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir. Onların ise öldürmeye teşebbüsten maksatları asla hasıl olmadı.36
Kurtubi: Ayetin tefsiri şöyledir: "Ben seni, öldürmeden Kendime yükselteceğim, küfredenlerden temizleyeceğim, semadan indikten sonra öldüreceğim."37

Allah Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına Yükseltmiştir

İnkar edenlerin Hz. İsa (as)'ı öldürmek amacıyla kurdukları tuzağın bozulmuş olduğunun önemli delillerinden biri de, Rabbimiz'in Hz. İsa (as)'ı Kendisi'ne yükselttiğini bildirmiş olmasıdır. Ayetlerde bu gerçek haber verilmektedir:
... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). Bilakis (bel); Allah onu Kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(Nisa Suresi, 157-158)
...Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz? (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 29-33)
 
Ayetlerde bildirildiği gibi Hz. İsa (as)'ı öldürmek isteyenler amaçlarına ulaşamamışlardır. Allah Hz. İsa (as)'ı Kendisi'ne yükselterek onu inkar edenlerin tuzaklarından korumuş ve kurtarmıştır. Ayetlerde "rafiuke" ve "refea" olarak geçen kelimenin Arapça kökeni "ref" kelimesidir. Ref kelimesinin sözlük anlamı "yükselmektir." İslam alimleri ref kelimesini açıklarken, "ref kelimesi, alçaltmanın tersidir" demektedirler. İslam alimi Eşari, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini, Nisa Suresi'nin 158. ayeti ile birlikte açıklamış ve bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmiştir: "Hz. İsa (as)'ın diri olarak semaya ref edildiği (yükseltildiği) hakkında, ümmetin icmaı vardır."38 (icma-ı ümmet: aynı asırda yaşamış olan İslam alimlerinden müçtehid olanların, bir mesele hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.)
İslam alimlerinin büyük çoğunluğu bu ayetleri açıklarken, "Hz. İsa (as)'ın ölmediği, Allah Katına yükseltildiği ve bu yükselmenin ruhu ve bedeni ile birlikte gerçekleştiği" hususunda hemfikirdirler. Bu alimlerden bazılarının görüşleri şöyledir:
Kelam ve tefsir alimi Fahruddin Razi, Nisa Suresi'nin 158. ayetinde bildirilen "Bilakis Allah onu Kendisi'ne yükseltmiştir" haberiyle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
"... Buradaki yükseltme ile, kendisinde, Allah'ın hükmünün dışındaki hükümlerin geçerli olmadığı bir yere yükseltme kast edilmiştir. Hz. İsa (as)'ın semaya yükseltildiği bu ayetle sabittir..."39
Hasan Basri Çantay tefsirinde, "rafiuke" kelimesini "Kendisi'ne yükseltip kaldırmak" olarak tefsir etmiş ve   "Allah Hz. İsa (as)'ı ruhu ve bedeni ile birlikte yükseltip kaldırmıştır." şeklinde düşüncesini açıklamıştır.40
İbn Teymiyye'nin açıklaması ise şöyledir: "Allah onu Kendi Katına yükseltti... ayeti, Hz. İsa (as)'ın ruhu ve vücuduyla yükseltildiğini açıklamaktadır..."41
Ünlü müfessir Sabuni ise Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini açıklarken, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi konusunda düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
Yüce Allah'ın böyle buyurmasındaki hikmet, Hz. İsa (as)'ı Yahudilerin elinden kurtaracağını ve ona hiçbir eziyet edilmeden, sağ salim göklere kaldırılacağını müjdelemektir.42
Mehmet Vehbi Efendi de bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmektedir: "Hz. İsa (as)'ın semaya ref'i bu ayetle (Nisa Suresi, 158) sabittir..."43
Zahid Kevseri ise, Kuran'da Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi konusunun itiraz edilemeyecek kadar açık ve net olduğunu ifade etmektedir. Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetlerini delil olarak gösteren Kevseri, bu ayetlerde Hz. İsa (as)'ın refi'nin nass (Nass: Kesinlik, açıklık. Kuran-ı Kerim'de veya hadis-i şeriflerde bir iş veya konu hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelam ve ayet) hükmünde olduğunu söylemekte ve konuyu şöyle açıklamaktadır:
Çünkü ref'in asıl anlamı aşağıdan yukarıya doğru nakildir. Burada ayetleri mecaz anlamıyla açıklayabilecek bir husus yoktur. Dolayısıyla şeref ve makam bakımından yükseltme gibi bir manayı çıkarmaya çalışmanın bir delili bulunmamaktadır.44
Mevdudi de bu konudaki görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır:
... Eğer Allah, ayette bildirilen (Nisa Suresi, 158. ayet) kelimelerle "Allah O'nu öldürdü" veya "Allah O'nun makamını yükseltti" diye buyurmak isteseydi, bunu açıkça bildirirdi. Birincisinin yerine: "Şüphesiz onlar O'nu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler, fakat onu onlardan kurtardı ve sonra o kendi eceli ile öldü" sözlerini bildirebilir; ikincisinin yerine ise "Onlar, onu çarmıha gererek alçaltmaya çalıştılar, fakat Allah onun makamını çok yükseltti" ifadesi bildirilebilirdi...45
Kuran ayetlerinden ve İslam alimlerinin yorumlarından açıkça görüldüğü üzere, Hz. İsa diri olarak, bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiştir. Bu, Allah'ın bir mucizesidir ve iman edenlerin büyük şevk ve heyecan duyacakları bir harikadır. Hz. İsa (as)'ın sadece ruhunun Allah Katına yükseltildiği veya bu yükseltilme ile manevi (makam olarak) bir yükselişin kast edildiği iddiaları ise gerçeği yansıtmamaktadır. Yukarıda da bazı örnekleri verildiği gibi, pek çok İslam alimi bu iddiaların geçersizliğini eserlerinde ispatlamışlardır.
Hz. İsa (as)'ın diri olarak Allah Katına yükseltilmiş olduğunun bir diğer önemli delili ise, Nisa Suresi'nin 158. ayetinde geçen Arapça "bel" edatıdır. Türkçede "bilakis" anlamında tercüme edilen bu edatın, Arapça dilbilgisindeki anlamı ve kullanım özellikleri çok önemli bir gerçeğe dikkat çekmektedir. Buna göre, bel edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kurallarına göre kendinden sonra gelen cümle, bir önceki cümlenin tam zıddı olmalıdır. Bu durumda Hz. İsa ilgili bildirilen ayette de, "... Onu öldürmediler, bilakis (bel) Allah onu Kendine yükseltti..." ifadesinde ölümün tam tersi olan canlılığa işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.) Konuyla ilgili olarak, son dönem İslam alimlerinden Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de şu yorumda bulunmaktadır:
Nisa Suresi 158. ayette geçen ve bilakis (aksine) şeklinde tercüme ettiğimiz, 'bel' edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kaidesine göre kendinden sonraki cümle, kendinden önceki cümlenin tamamen zıddı olması gerekir. Ölümün karşıtı canlılıktır. Dilbilgisi kuralları bunu gerektirmektedir. Şayet biz "burada manevi ref söz konusudur" ve "Hz. İsa normal olarak vefat etmiştir" desek bu kaideye ters düşmüş oluruz. Zira bu takdirde bel edatından sonra gelen ref, edattan önce gelen aynı zamanda olumsuz bir cümle olan öldürme ve asma fiillerine ters olmaz. Çünkü bir şahıs hem öldürülmüş hem de ruhu göğe yükselmiş olabilir. Aksi halde bu tabir anlamsız olur ki, Kuran-ı Kerim böyle manasız ifadelerden münezzehtir... Ref'in yalnız ruhen olduğunu savunanların tevillerine göre ayetin meali şöyledir: "Onu öldürmediler ve asmadılar... bilakis Allah onun derecesini yükseltti." Burada icaz (özlü söz) şöyle dursun, orta dereceli bir belagat (güzel söz söyleme sanatı) dahi yoktur... "Apartmanın asansörü beni hergün oturduğum dördüncü kata çıkarır" denildiğinde hiçbir akıllı insan bu sözden beni sadece ruhen dördüncü kata çıkarır şeklinde bir manayı anlamaz. O halde Hz. İsa da sadece ruhen yükseltilmemiştir.46
Said Ramazan el-Buti'nin İslam Akaidi adlı eserinde ise aynı konu şu şekilde açıklanmıştır:
Ayetin önceki bölümü ile sonraki bölümleri arasındaki karşılıklı uygınluk, zorunlu olarak bir hakikati ortaya koymaktadır. Mesela, Arap bir adamın "Ben aç değilim, aksine yan yatıyorum." demesi doğru bir cümle değildir. Aynı şekilde, "Halid ölmedi, aksine o iyi bir adamdır" cümlesi de öğeleri bakımından kopuktur. Düzgün olanı ise, "Halid ölmedi, aksine yaşıyor" biçiminde gelir. "Başkan öldürülmedi, o Allah Katında derecesi üstün olan bir adamdır" demek, cümlede anlam kopukluğu meydana getirir. Çünkü onun Allah Katında yüksek derece sahibi olması, öldürülmesine engel değildir. 'Bel' edatı, önceki söz ile sonraki söz arasında bir aykırılık ifade eder. Yani 'bel' kendisinden önce geçmiş bir hükmü iptal eder.47


Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)'a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 92-93)

Ayrıca, ayette bildirilen ref kelimesi ile manevi bir makama işaret edilmiş olsaydı, Kuran'da diğer peygamberler için de benzer bir ifade kullanılabilirdi. Hz. İsa'ya mahsus olarak "Allah Katına yükseltilmiş olduğunun" vurgulanmasının hiç şüphesiz pek çok hikmeti vardır. Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Davud, Hz. Şuayb, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Lut gibi vefat eden diğer peygamberlerden hiçbiri için böyle bildirilmemiştir. Diğer tüm peygamberlerin ölümü bildirilirken, biyolojik anlamda bilinen ölüm kelimesinin çeşitli türleri kullanılmış, Hz. İsa (as)'ın ise "ref"i yani yükseltildiği haber verilmiştir. (Kuran'da diğer peygamberlerin ölümünün ne şekilde anlatıldığı ilerleyen bölümlerde detaylı olarak açıklanacaktır.) Peygamberler de dahil tüm insanlar öldükten sonra ruhları Allah Katına yükseldiğinden, Hz. İsa için özel olarak "ref" kelimesinin kullanılması olağanüstü bir durumun varlığını göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişi konusunda araştırmaları olan ve bu araştırmalarını özel bir kitapta toplayan Mısırlı İslam alimi Muhammed Halil Herras da bu konuda şunlar söylemektedir:
Nisa Suresi'nin 158. ayetindeki ref kelimesinden, sadece "ruhun yükseltilmesi" kast edilseydi, bu katli (öldürülmeyi) ve salbi (asılmayı) iptal etmez ve ayetin bildirdiği hikmet yerine gelmemiş olurdu. Faraza, Yahudiler Hz. İsa (as)'ı öldürselerdi (ki bu hiçbir zaman olmamıştır) onun ruhu zaten Allah'a yükselecekti. Zira biliyoruz ki, bütün peygamberler ve müminler öldükten sonra ruhları Allah'a yükselir. Bu konuda Hz. İsa ile diğerleri arasında bir fark yoktur. Onun için bu ayette bir hususiyet vardır ki, o da Hz. İsa (as)'ın hem beden hem de ruhu ile diri olarak ref edilmesidir. Aynı zamanda bu ayetin sonuna baktığımızda, Allah'ın izzet ve hikmetinin tecelli ettiğini görüyoruz.48

Bazı kimselerin öne sürdüğü gibi ayette bildirilen yükselme, Hz. İsa (as)'ın manevi olarak veya derece bakımından yükseltilmesi değildir. Allah, Hz. İsa'ya kurulan tuzağın bozulduğunu haber vermiştir. Tuzağın bozulması, Hz. İsa (as)'ın ölmemesi anlamına gelmektedir. Bu durumda, ayette haber verilen bilgi Hz. İsa (as)'ın manevi olarak değil, ruhu ve bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiş olmasıdır. İnkarcıların tuzakları Hz. İsa (as)'ın canlı olarak Allah Katına yükseltilmesi ile bozulmuştur. (En doğrusunu Allah bilir.) Alim Zahid Kevseri, bu konuyu şöyle bir örnekle açıklamaktadır:
Hz. Muhammed (sav) ile ilgili bir ayette "Allah seni insanlardan korur." (Maide Suresi, 67) buyrulmaktadır. Şüphesiz burada ayet, "İnsanlara karşı senin mertebeni yükseltir" anlamında değildir. Resulullah (sav)'a filli bir saldırı vardı ve bu saldırıya karşı Allah onu maddeten koruma altına almıştı. Hz. İsa için de durum böyledir. Ona karşı fiili bir saldırı vardı. Dolayısıyla ayetin zikredildiği makam itibariyle dahi, burada ref manevi bir yükselmeden ibaret olmamalıdır.49

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
(Nisa Suresi, 157)
 
Açıkça görüldüğü gibi, üstün güç ve kudret sahibi olan Allah, Hz. İsa'ya kurulan tuzağı, onu diri olarak Kendi Katına yükselterek bozmuştur. Tüm bu deliller bir kez daha göstermektedir ki, Hz. İsa Allah Katında diridir ve Rabbimiz'in takdir ettiği vakitte yeniden yeryüzüne gelecektir. (En doğrusunu Allah bilir.) Hiç şüphesiz bu, samimi olarak iman edenler için çok büyük bir müjdedir. Hz. İsa gibi mübarek ve kutlu bir peygamberin yeniden dünyaya gelecek olması mucizevi bir durumdur ve bu mucizeye tanıklık etme ihtimali olan tüm müminler için büyük bir şevk kaynağıdır.
İbn Teymiyye bu konuya şöyle dikkat çekmektedir:
... Allah bununla ölümü buyurmak isteseydi, Hz. İsa diğer müminler gibi olurdu. Allah bütün müminlerin ruhlarını almakta ve göğe yükseltmektedir. Böylece bunda bir hususiliğin olmadığı anlaşılırdı. Yani Allahu Teala'nın Hz. İsa (as)'ı özel olarak bu şekilde zikretmesinin anlamı olmazdı.50
Şeyhülislam Mustafa Sabri de konuyu şu şekilde açıklamaktadır:
Ayette şayet sadece öldürme buyrulsaydı, Hz. İsa (as)'ın ruhu da diğer ruhlar gibi zaten yükseleceği için, "rafiuke" kelimesini zikretmeye gerek yoktu.51

Kuran'da "Yükselme" İle İlgili Diğer Ayetler

Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltildiğinin bildirildiği ayetlerde geçen ref (yükselme) kelimesi, Kuran'ın diğer ayetlerinde de farklı konularda kullanılmıştır. Ancak bu ayetler incelendiğinde, genel olarak maddi bir yükselmenin kast edildiği, manevi olarak veya makam olarak bir yükselme (yücelme) söz konusu olduğunda ise, yükselme kelimesinin "derecelerle" kelimesi ile birarada zikredildiği görülmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Maddi Yükseltmenin Bildirildiği Bazı Ayetler

Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve Güneş ile Ay'a boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbiniz'e kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur." (Yusuf Suresi, 100)
Sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki:) "Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın, ki sakınasınız." (Bakara Suresi, 63)
Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik (ve): "Size verdiğimize (Kitab'a) sımsıkı sarılın ve dinleyin" (demiştik). Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık." İnkarları yüzünden buzağı (tutkusu) kalplerine sindirilmişti. De ki: "İnanıyorsanız, inancınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Suresi, 93)
Gökyüzü, onu da yükseltti ve mizanı koydu. (Rahman Suresi, 7)
İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin" (Bakara Suresi, 127)
Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Manevi Yükseltmenin Bildirildiği Bazı Ayetler

Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. (Enam Suresi, 83)
Ey iman edenler, size meclislerde "Yer açın" dendiği zaman, yer açın; Allah size genişlik versin. Size: "Kalkın" denildiği zaman da kalkın. Allah, sizden iman edenleri ve kendilerineilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Mücadele Suresi, 11)
İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır. (Bakara Suresi, 253)
O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti.Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir. (Enam Suresi, 165)

Allah'ın Hz. İsa'yı İnkar Edenlerden  Temizlemesi

Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi konusunda, ayetlerde haber verilen bilgilerden biri de; Allah'ın Hz. İsa (as)'ı inkarcılardan temizleyeceğini haber vermiş olmasıdır. Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde şöyle buyrulmuştur:
... seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim (mutahhiruke) ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55)
Ayetin Arapçasında geçen "mutahhiruke" kelimesinin kökü "tahara" kelimesidir ve sözlük anlamı; temiz olmaktır. İslam alimleri, ayette bildirilen bu ifadenin, Hz. İsa (as)'ın diri olarak Allah Katına yükseltilmiş olduğunun delillerinden biri olduğunu kabul etmektedirler. İslam alimlerine göre ayetin tefsiri; "Seni alıyorum, Katıma yükseltiyorum ve seni kafir ve facirlerle kirlenmiş olan bu ortamdan uzaklaştırıyorum" şeklindedir.52 Buna göre  Allah'ın Hz. İsa (as)'ı inkar edenlerden temizlemesi; Hz. İsa (as)'ı öldürmek için kurulan tuzakların bozulması ve inkarcıların bu hedeflerine ulaşamamaları, yani Hz. İsa (as)'ın diri olarak Allah Katına yükseltilmesi anlamına gelmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)


Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.
(Kasas Suresi, 59)

 
Ayrıca ayette bildirilen ifadeden, Hz. İsa (as)'ın temizlenmesiyle bedenen ve inkar edenlerin bulunduğu ortamdan ayrılarak temizlenmesinin bildirildiği anlaşılmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir.) Böylece bazı kimselerin öne sürdüğü, Hz. İsa (as)'ın ölüp sadece ruhunun Allah Katına yükseltildiği iddiasının geçersizliği bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Hz. İsa (as)'ın sadece ruhunun yükselmesi, ayette bildirilen temizlenmenin gerçekleşmemesi anlamına gelir.
Ayette bildirildiği şekliyle bir temizlenme olabilmesi için Hz. İsa (as)'ın ruhu ve bedeniyle birlikte inkarcıların bulunduğu ortamdan ayrılması gerekir. Ayrıca, ruhen yani manevi olarak bir temizlenme Hz. İsa gibi üstün ahlaklı, Allah Katında onurlu ve derin iman sahibi bir peygamber için söz konusu olamaz. Hz. İsa (as)'ın üstün ahlakı Meryem Suresi'nin 33. ayetinde de şöyle haber verilmiştir;"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." Hz. İsa (as)'ın ruhu, salih bir mümin olması ve Allah'ın elçisi olması sebebiyle, Allah'ın izniyle, tertemizdir. Ancak, içinde bulunduğu ortam müşriklerin ve inkarcıların çirkin ahlakları ve  kötü davranışları nedeniyle temiz değildir. Nitekim bir ayette, Rabbimiz müşriklerin ahlaklarının kötülüğünden dolayı pis olduklarına işaret etmiştir:
Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar... (Tevbe Suresi, 28)
Dolayısıyla, Hz. İsa (as)'ın inkar edenlerden temizlenmesi, kendisinin bedenen onların bulunduğu ortamdan ayrılması anlamına gelmektedir. Allah, Hz. İsa (as)'ı inkar edenlerden ve onların kurdukları tuzaklardan temizleyip korumuştur. Bu da Rabbimiz'in Hz. İsa'yı Kendi Katına yükseltmesi ile gerçekleşmiştir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Mısırlı alim Halil Herras ise, ayette bildirilen "temizlenme" ifadesinin hikmeti ile ilgili olarak şöyle bir açıklama yapmaktadır:
Hz. İsa (as)'ın küfredenlerden temizlenmesi, onların bozguncu tuzaklarından kurtulmasıyla olur. Bu ise Hz. İsa (as)'ın ölümü ve toprağa gömülmesiyle değil, diri olarak göğe yükseltilmesiyle gerçekleşebilir. Çünkü düşmanları, Hz. İsa'ya benzettikleri kişiye yaptıkları gibi, onun bedenine işkence uygulayabilirlerdi... 53
Hz. İsa (as)'ın inkar edenlerden temizlenmesi, Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde de ifade edildiği gibi, Hz. İsa (as)'ın   Allah Katına yükselmesiyle tecelli etmektedir:
... Ve bu yükseltme ile o küfreden, kafirlerden seni temizleyeceğim, artık onlarla ilgin kalmayacak....54

Kuran'da Temizlenme Kelimesinin Geçtiği Bazı Ayetler

Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik. (Bakara Suresi, 125)
Hani Biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." (Hac Suresi, 26)
Elbiseni temizle. (Müddessir Suresi, 4)
Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (Araf Suresi, 82)
Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. (Vakıa Suresi, 79)
Hani Kendisi'nden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalblerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal Suresi, 11)

Kuran'da Diğer Peygamberlerin Ölümü Nasıl Anlatılıyor?

Kuran'da peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı kıssalarda geçen kelimelerle, Hz. İsa (as)'ın "vefat ettirilmesinin" anlatıldığı ayetlerin incelenmesi, Hz. İsa (as)'ın ölmediği gerçeğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır. Bu bölümde Hz. İsa (as)'ın ve diğer peygamberlerin ölümlerini ifade eden kelimelerin Arapça karşılıklarını ve Kuran ayetlerinde ne şekilde kullanıldıklarını inceleyeceğiz.
Kuran'da peygamberlerin ölmesi veya öldürülmesiyle ilgili olarak kullanılan kelimeler ileride daha detaylı göreceğimiz gibi "katele (öldürmek), mate (ölmek), haleke (helak olmak), salebe (asmak)" ya da birkaç özel kelimedir. Oysa Hz. İsa için, Kuran'da çok açık bir ifadeyle, "Onu öldürmediler (ma katelehu) ve asmadılar (ma salebuhu)" ifadesi kullanılarak hiçbir öldürme şekliyle öldürülmediği vurgulanmaktadır. İnsanlara bu durumun bir benzerinin gösterildiği ve onun Allah Katına yükseltildiği bildirilmektedir. Al-i İmran Suresi'nde ise Hz. İsa (as)'ı Allah'ın vefat ettireceği ve onu Kendi Katına yükselteceği bildirilmiştir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..." (Al-i İmran Suresi, 55)
Vefat kelimesinin anlamı ise daha önceki bölümlerde ele aldığımız gibi, insanın canının biyolojik anlamda alınması yani bilinen anlamda bir ölüm değildir. Kuran'ın diğer ayetlerinde geçen vefat ettirme ifadeleri incelendiğinde, bu kelimelerin bir tür uyku anlamında kullanıldığı görülmektedir. Ayetlerde Hz. İsa için vefat ettirmek kelimeleri kullanılmış, ancak ölüm anlamında kullanılan diğer kelimelerin hiçbirine yer verilmemiştir. Diğer peygamberler için ise biyolojik anlamda ölümü ifade eden kelimelerin kullanılmış olması, Hz. İsa (as)'ın -Allah'ın takdiri olarak- daha farklı bir konumu olduğuna işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

... "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun..." (Maide Suresi, 110)
 

I. Katale: Öldürmek

Kuran'da ölüm konusu anlatılırken genelde kullanılan kelime Arapçada "öldürmek" anlamına gelen "katele" kelimesidir. Mümin Suresi'nde "katele" kelimesi şu şekilde kullanılmaktadır:
Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim (aktul) de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın... (Mümin Suresi, 26)
Ayette geçen "Musa'yı öldüreyim" ifadesinin Arapçası "aktul Musa" şeklindedir. Bu kelime katele fiilinden türemiştir. Bir diğer ayette ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:
... Peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi (yaktulune)... (Bakara Suresi, 61)
Ayette geçen "öldürmelerindendi" kelimesinin Arapçası "yaktulune" şeklindedir ve yine aynı şekilde katele kelimesinden türemiştir. Ve ayetin mealinde de açıkça görüldüğü gibi "öldürmek" anlamına gelmektedir. Aşağıda peygamberlerin ölümünü açıklayan bazı ayetlerde "katele" fiilinin ne şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Parantez içinde anlamları bildirilen tüm kelimelerin fiil kökleri "katele"dir:
... Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini (katlehum) yazacağız... (Al-i İmran Suresi, 181)
... Büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz (taktulune)? (Bakara Suresi, 87)
... De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye  Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz (taktulune)?" (Bakara Suresi, 91)
Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler (yaktulune) ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; (yaktulune)... (Al-i İmran Suresi, 21)
... Eğer, siz doğru idiyseniz, o halde onları ne diye öldürdünüz?" (kateltumuhum) (Al-i İmran Suresi, 183)
... Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim"... (Le aktulenneke) (Maide Suresi, 27)
Eğer beni öldürmek (taktuleni) için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek (aktuleke) için elimi sana uzatacak değilim...  (Maide Suresi, 28)
Öldürün (uktulu) Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın... (Yusuf Suresi, 9)
Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebeği; onu öldürmeyin... (la taktulu) (Kasas Suresi, 9)
Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek (li yaktulu) konusunda aralarında görüşmektedirler... (Kasas Suresi, 20)
Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün (uktuluhu) ya da yakın" demek oldu... (Ankebut Suresi, 24)

II.Haleke: Helak Olmak

Kuran'da peygamberlerin ölümünden bahsedilirken, ölüm veya öldürme fiili için kullanılan bir diğer kelime ise "haleke" fiilidir. Haleke kelimesi ayetlerde "helak olmak, ölmek" anlamlarında kullanılmaktadır. Örneğin Mümin Suresi'nin 34. ayetinde şu şekilde geçmektedir:
... Sonunda o, vefat edince, (haleke) demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez..." (Mümin Suresi, 34)
Ayette, Türkçeye "vefat edince" olarak çevrilen ifadenin Arapçası "iza heleke" şeklindedir ve bu kelimenin anlamı da bilinen anlamda ölmektir.

III.Mevt: Ölmek

Kuran'da peygamberlerin ölümüyle ilgili olarak kullanılan bir diğer kelime ise "el mevte" kelimesidir. Mevt kelimesi ayetlerde "ölmek" anlamında kullanılmaktadır. Bunlardan biri Sebe Suresi'nde Hz. Süleyman ile ilgili olarak bildirilmektedir:
Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne (el mevte) karar verdiğimiz zaman, ölümünü (mevtihi), onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi... (Sebe Suresi, 14)
Aynı kelime Hz. Yakub'un ölümü ile ilgili ayetlerde de geçmektedir. Bakara Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir:
Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında (el mevte) orada şahidler miydiniz?... (Bakara Suresi, 133)
Bu ayette geçen "el mevte" kelimesi de yine aynı kökten gelmekte ve ölüm anlamı taşımaktadır. Hz. Muhammed (sav) ile ilgili bir ayette ise "katele" ve "mate" fiilleri aynı anda kullanılmaktadır:
Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse (mate) ya da öldürülürse, (kutile) siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?... (Al-i İmran Suresi, 144)
Mate (ölmek) kökünden gelen mevt kelimesi, yine peygamber ölümlerinin anlatıldığı başka ayetlerde de geçmektedir:
... Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de (mittu), hafızalardan silinip unutuluverseydim." (Meryem Suresi, 23)
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü (el hulde) vermedik; şimdi sen ölürsen (mitte) onlar ölümsüz mü kalacaklar? (Enbiya Suresi, 34)
Beni öldürecek (yumituni), sonra diriltecek olan da O'dur. (Şuara Suresi, 81)

IV.Salebe: Asmak

Kuran'da ölümden bahsedilirken kullanılan kelimelerden biri de salebe (asmak) fiilidir. Salebe fiili "asmak, çarmıha germek ve idam etmek" gibi anlamlara gelmektedir. Bu fiil ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır:
... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar (ma salebu) ... (Nisa Suresi, 157)
... Biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak (yuslebi)... (Yusuf Suresi, 41)
... Ancak öldürmeleri asılmaları (yusallebu)... (Maide Suresi, 33)
Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim (usallibennekum). (Araf Suresi, 124)
... Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım (usallibennekum)... (Taha Suresi, 71)
... Ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asacağım (usallibennekum). (Şuara Suresi, 49)
Ayetlerde de görüldüğü gibi Hz. İsa (as)'ın vefatıyla diğer peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı ayetler birbirinden çok farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Allah, Kuran ayetlerinde Hz. İsa (as)'ın öldürülmediğini, asılmadığını, insanlara onun bir benzerinin gösterildiğini, onu vefat ettirdiğini (yani uykudaki gibi canını aldığını) ve Kendi Katına yükselttiğini bildirmiştir. Hz. İsa için "canını almak" anlamına gelen "teveffa" fiili kullanılırken, diğer peygamberler için normal ölümü ifade eden "katele" ya da "mevt" gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu bilgiler ise bize Hz. İsa (as)'ın durumunun olağanüstülüğünü bir kez daha göstermektedir.

Hz. İsa (as)'ın Ölmediğine Dair
Kuran’da Yer Alan Diğer Deliller

Bu bölümde, Hz. İsa (as)'ın ölmediğine ve yeniden dünyaya geleceğine dair Kuran'da yer alan diğer delilleri inceleyeceğiz.
Hz. İsa (as) ile ilgili bildirilen ayetlerde, Hz. İsa (as)'ın mucizevi doğumu, içinde bulunduğu topluma yaptığı tebliğ, inkar edenler ve müşriklerle mücadelesi, gösterdiği mucizeler, kendisine tabi olan havarileri detaylı olarak anlatılmaktadır. Kuran'da Hz. İsa (as)'la ilgili bildirilen bir diğer önemli haber de Hz. İsa (as)'ın kıyamet gününe yakın bir tarihte yeniden yeryüzüne geleceğidir. Hz. İsa (as)'ın ölmediğinin bildirildiği Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini ve Nisa Suresi'nin 157-158. ayetlerini yukarıdaki bölümlerde detaylı olarak incelemiştik. Bu ayetlerde bildirilen ifadeler, bu ifadelerin Arapça anlamları ve çeşitli tefsirlerde bu ayetlerle ilgili yer alan açıklamalar, Hz. İsa (as)'ın ölmemiş olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermektedir. Bu ayetlerin yanı sıra Kuran'da yer alan bazı diğer ayetlerde de Hz. İsa (as)'ın ölmediğine ve ikinci kez dünyaya geleceğine dair açık deliller vardır. Ayetlerde haber verilen bu delilleri maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
  1. Hz. İsa öldürülmemiş ve asılmamıştır,
  2. Hz. İsa Allah Katına yükseltilmiştir,
  3. İnkar edenlere bir benzeri gösterilmiştir,
  4. İnkar edenlerin bu konudaki düşünceleri zan ve tahminden ibarettir,
  5. O kıyamet için bir alamettir,
  6. Allah, ona Tevrat ve İncil'in yanı sıra Kitabı –yani Kuran'ı- öğretmiştir (en doğrusunu Allah bilir),
  7. Kitap Ehli tekrar geldiğinde ona itaat edecektir,
  8. Ona uyanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır,
  9. Yetişkin olarak yeryüzüne gelecek ve insanlarla konuşacaktır,
  10. Hz. İsa (as)'ın ölümü, ikinci kez dünyaya geldikten sonra gerçekleşecektir.
Dünya tarihinin en önemli ve büyük gelişmelerinden biri olan Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne yeniden gelişi, Kuran'da yer alan delillerin de gözler önüne serdiği gibi, önemli bir gerçektir. Bu delillerin ortaya konulması, bir yandan Hz. İsa (as)'ın gelişini heyecanla ve sevinçle bekleyen müminlerin şevklerini artıracak ve Hz. İsa (as)'ın gelişi için yaptıkları hazırlıkları hızlandırmalarına aracı olacaktır.
Öte yandan, Hz. İsa (as)'ın gelişi konusu üzerinde bugüne kadar yeterince ve gereği gibi düşünmemiş olanlara konunun önemini hatırlatacak, onların da bu konuda bilinçlenmelerine aracı olacaktır.

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir.
(Şura Suresi, 13)

Kuran'da Hz. İsa (as)'ın "Kıyamet İçin Bir Alamet" Olduğu Bildirilmektedir

Kuran'da Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve öldürülmediği bildirilirken, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne dönecek olduğu da haber verilmektedir. Bu ayetlerden biri, Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa (as)'dan bahsedilir:
Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (Zuhruf Suresi, 57-60)
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa (as)'ın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:
Ki Allah, hak olmak üzere Kitab'ı ve mizanı indirdi. Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakındır.
(Şura Suresi, 17)
Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Bu ayetin Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını"kıyamet saati için bir bilgi" yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa (as)'ın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bu ayette geçen "hu" yani "o" zamirinin "Kuran"a işaret ettiğini söyleyenler vardır. Ancak Kuran'ın diğer ayetlerine bakıldığında, "o" zamirinin Kuran için kullanıldığı durumlarda, mutlaka bir önceki veya sonraki ayette Kuran'dan bahsedildiği görülmektedir. Ya da ayette geçen diğer ifadelerden Kuran'a işaret edildiği net olarak anlaşılmaktadır. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Hayır; çünkü o (Kur'an), bir öğüttür. Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.' O (Kur'an), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir. Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış. (Abese Suresi, 11-14)
Onlara: "Allah'ın indirdiklerine iman edin" denildiğinde: "Biz, bize indirilene iman ederiz" derler ve ondan sonra olan (Kur'an)ı inkar ederler. Oysa o (Kur'an), yanlarındakini (Kitap'ı) doğrulayan bir gerçektir. (Onlara) De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" (Bakara Suresi, 91)
İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), alemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir." (Enam Suresi, 90)
Biz onu (Kur'an'ı) hak olarak indirdik ve o hak ile indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik. Onu bir Kur'an olarak, insanlara dura dura okuman için (bölüm bölüm) ayırdık ve onu safha safha bir indirme ile indirdik. De ki: "İster ona inanın, ister inanmayın. O, daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğu zaman, çenelerinin üstüne kapanarak secde ederler." (İsra Suresi, 105-107)
Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi, 44)
Gerçekten Benim ayetlerim size okunuyordu, fakat siz topuklarınız üzerinde geri dönüyordunuz. Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz. Onlar, yine de o sözü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun Suresi, 66-68)
Oysa Zuhruf Suresi'ndeki ayetlere bakıldığında, "kıyamet saati için bir ilimdir" ifadesinin öncesinde veya sonrasındaki ayetlerde Kuran'dan bahsedilmediği görülür. Ayetlerde Hz. İsa (as)'dan bahsedilmektedir. Dolayısıyla, "o" zamiri de Hz. İsa'ya işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.
Nitekim büyük İslam alimleri de ayette geçen "o" zamirinin, gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak, Hz. İsa'ya işaret ettiğini açıklamaktadırlar. Ebu Hureyre, İbn Abbas, Katade, Malik bin Dinar, Dahhak, Ebu Rezin, Ebu Abdurrahman, Humeyd ve İbn Muhaysın da Hz. İsa (as)'ın gelişinin kıyamet alametlerinden biri olduğunu söylemektedirler.55
Alusi, Şevkani, es-Sabuni, Gumari, Ömer Nasuhi Bilmen, Seyyid Kutub, Hasan Basri Çantay gibi pek çok tefsircinin tefsirinde ise bu ayet şu şekilde açıklanmaktadır:
Hz. İsa (as)'ın zuhur etmesi kıyamet saatinin gelişini bildiren bir alamettir. Çünkü onun zuhuru kıyamet alametlerindendir. Yeryüzüne inişi dünyanın sonunun geldiğine ve ahiretin başlangıcına delildir.56
İmam Taberi, ayeti tefsir ederken İbn Kesir'in bu konudaki açıklamasını da delil olarak kullanmıştır. İbn Kesir, "Kıyamet gününden önce İsa'nın adil bir devlet başkanı ve adil bir hakim olarak yeryüzüne ineceğine dair Peygamber Efendimiz (sav)'in mütevatir hadisleri mevcuttur" diyerek, söz konusu ayetin Hz. İsa (as)'ın dünyaya ikinci kez gelişine delil olduğunu ifade etmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde ise bu konu şu şekilde açıklanmaktadır:
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (Zuhruf Suresi, 63)
Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de –saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü Hz. İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir).57 
Çağdaş İslam alimlerinden Seyyid Kutub da tefsirinde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne yeniden gelecek olmasının önemli delillerinden birinin bu ayet olduğuna dikkat çekmektedir. Kutub'un tefsirinde konu şöyle açıklanmaktadır:
Hz. İsa (as)'ın kıyametin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine ilişkin birçok hadis var dilimizde. Nitekim bu ayet de ona işaret etmektedir: "O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir." Yani Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne inmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir. İkinci bir okuyuş tarzında ayet şöyle okunur: "Ve innehu le alemun lissati". Yani onun inişi kıyametin belirtisidir, alametidir. Her iki okuyuş tarzı da aynı anlamı ifade etmektedirler. Hz. İsa (as)'ın gökten inişi, doğru sözlü ve güvenilir Peygamberin -salat ve selam üzerine olsun- sözünü ettiği ve yüce Kuran'ın işaret ettiği bir gaybtır. Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak bu iki kaynaktan gelen bilgilerden başka, bu meseleye ilişkin olarak herhangi bir insanın söyleyebileceği bir söz olamaz.58
Kevseri, en eski akaid kitaplarında dahi bu ayetin Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişine delil olarak kullanıldığını söylerken59, Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde ise bu ayet şu şekilde açıklanmaktadır:
Ve kıyametin yaklaşmış olması için İsa Aleyhisselam'ın bir alamet olduğunu ve kıyametin vuku bulacağına şüphe edilmeyeceğini haber veriyor... İsa Aleyhisselam'ın yeryüzüne nüzul edeceği de kıyamet şeriatinden sayılmaktadır...60
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran'da hiçbir peygamberin kıyamet için bir ilim olmasından bahsedilmemektedir. Hz. Muhammed (sav), Hz., İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. Davud, Hz. Yakup ve diğer birçok peygamberin hayatı Kuran'da detaylı olarak anlatılmakta, ancak hiçbiri için bu ifade kullanılmamaktadır. Bu da, Hz. İsa (as)'ın -Allah'ın takdiri olarak- diğer peygamberlerden farklı bir özelliğe sahip olduğuna işaret etmektedir. Bu özellik, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alındıktan sonra yeniden yeryüzüne gönderilecek olmasıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Kuran'da, Hz. İsa'ya "Kitab'ın, Tevrat'ın ve İncil'in Öğretildiği" Bildirilmektedir

Kuran'da Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişine işaret eden bilgilerden biri de, Hz. İsa'ya Tevrat ve İncil ile birlikte Kitab'ın da öğretilmiş olduğudur.
Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 45-48)
Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'iöğrettim..." (Maide Suresi, 110)
Kuran'da yer alan diğer ayetleri incelediğimizde, her iki ayette de geçen "Kitap" ifadesinin, Kuran'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kuran olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir.) Bunun yanında, yine Kuran'ın diğer ayetlerinde, "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O, sana Kitab'ı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 2-3)
Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı indirdik... (Maide Suresi, 48)

Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti… (Saf Suresi, 6)

Kitap kelimesinin Kuran'a işaret ettiği diğer bazı ayetler ise şu şekildedir:
Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. (Bakara Suresi, 151)
Allah'tan başka bir hakem mi arayayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)
Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)
Kitab'ın sana (kalbine vahy ile) bırakılacağını umud etmezdin; (bu,) Rabbinden ancak bir rahmettir. Öyleyse sakın kafirlere arka olma. (Kasas Suresi, 86)
Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. (Ankebut Suresi, 51)
Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için Biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. (Nisa Suresi, 105)
Bu durumda, Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kuran olduğu ve bunun da ancak Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceği açıkça görülmektedir. Çünkü Hz. İsa Kuran'ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. Dolayısıyla, yaşadığı dönemde Kuran'ı öğrenmiş olması mümkün değildi. Bununla birlikte, Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa (as)'ın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kuran'la hükmedeceği bildirilmiş olması da bunun bir delilidir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder.61
Bu ifadeden de açık olarak anlaşıldığı gibi Hz. İsa yeniden yeryüzüne geldiğinde, Kuran'da yer alan hükümler ile hükmedecek, Hz. Muhammed (sav)'in sünnetini devam ettirecektir. Bu da ayetlerdeki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)
Bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken bir başka bilgi de, Hz. İsa için bildirilen söz konusu ifadenin -bir önceki konuda olduğu gibi- başka hiçbir peygamber için bildirilmemiş olmasıdır. Örneğin Hz. Musa'ya Tevrat'ın indirildiği, Hz. İbrahim'e verilen sahifeler olduğu, Hz. Davud'a Zebur'un vahyedilmiş olduğu Kuran'da bildirilir. Ya da peygamberlerin kendi dönemlerinden önce indirilen kitaplar varsa, bu kitapları bildikleri haber verilir. Ancak peygamberlerin hiçbiri için, kendi dönemlerinden sonra indirilecek olan bir kitabın daha onlara öğretildiği haber verilmez. Kendisinden önce indirilen, kendisine vahyedilen ve kendisinden sonra indirilecek olan kitabı bildiği haber verilen tek peygamber Hz. İsa'dır. Bu da, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne geleceğinin ve ikinci kez geldiğinde kendisinden sonra vahyedilmiş olan kitapla yani Kuran'la hükmedeceğinin işaretlerinden biridir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Kuran'da, Hz. İsa'ya Uyanların Kıyamete   Kadar
İnkara Sapanlara Üstün Geleceği   Haber Verilmektedir

Önceki bölümlerde detaylı olarak açıklamasını incelediğimiz Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde, Hz. İsa (as)'ın ölmediğinin yanı sıra, ikinci kez yeryüzüne gelişi de haber verilmektedir. Ayette şöyle buyurulmuştur:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)
Allah, ayette kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığını bildirmektedir. Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah Katına yükselişinin ardından hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara işaret ettiğini söyleyemeyiz.
Hz. İsa (as)'ın Kapalı Kapılar Ardındaki Görünüşü. (1308-1311) Musco dell'Opera del Duomo, Siena
Günümüzde ise Hıristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa'ya indirilen hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hıristiyanlar arasında Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki (Allah'ı tenzih ederiz) sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kuran'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:
Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlahtan başka İlah yoktur... (Maide Suresi, 73)
Bu durumda"sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim"ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu bilgiyi destekleyen bir başka ayet de, Saff Suresi'nin 14. ayetidir:
Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa'nın havarilere: "Allah'a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?" demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki:   "Allah'ın yardımcıları bizleriz." Böylece İsrailoğulları'ndan bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkar etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler. (Saff Suresi, 14)
Yukarıdaki ayette Hz. İsa (as)'ın yaşadığı dönemde, insanların bir kısmının iman edip bir kısmının ise iman etmedikleri anlaşılmaktadır. Ayetin son cümlesinde bildirilen "sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler" hükmüyle ise, Hz. İsa'ya inananların üstün geldikleri bir dönem haber verilmektedir.
Bu dönemin, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce, yeniden yeryüzüne geldiği dönem olması muhtemeldir. Bu dönemde Hz.İsa gerçek din ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak ve Allah'ın izni ile iman edenler inkar edenlere üstün geleceklerdir. Bu ifade ile ahir zamanda iman edenlerin inkar edenlere üstün gelecekleri bildiriliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Kuran'da, Hz. İsa (as)'ın Yetişkinliğinde de İnsanlarla Konuşacağı Bildirilmiştir

Hz. İsa (as)'ın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:
Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…" (Maide Suresi, 110)
Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen"kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında bulunup saçları ağarmaya başlayan veya gençlik devresini atlatıp ihtiyarlığa ayak basan ve yaşı kemale ermiş kişi, ergin" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.
(Maide Suresi, 46)
... Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-iİmran Suresi, 55)
Hz. İsa (as)'ın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katına yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden İslam alimleri, Hz. İsa (as)'ın kehlen  döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)'ın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.62
Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamanı bildirmektedirler. Mısırlı çağdaş İslam alimlerinden Halil Herras da, ayeti açıklarken, bu hususa dikkat çekmiştir:
Ayette geçen kehl kelimesi, kendinden önce geçen ve zarf olan mehd kelimesine matuftur. Özel bir karine olmadıkça da, kendinden önceki kelimenin taşıdığı anlamı devam ettirir. Böyle olunca da nasıl ki Hz. İsa (as)'ın doğumundan hemen sonra konuşması doğrudan bir mucize ise, kehl halinde de aynı mucizeyi gerçekleştirmesi gerekir. Yoksa normal olarak bir insanın kehl durumunda konuşması mucize özelliği taşımaz ve bunun ayette zikredilmesinin hikmeti de tam anlaşılmamış olur. Ancak Hz. İsa yeryüzüne nüzul ettikten sonra kehl halinde konuşursa, işte o zaman mucize olur...63 
Gerçek şu ki, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir. (Hac Suresi, 7)
Ünlü İslam alimi Gumari ise, ayette Hz. İsa (as)'ın beşikte iken konuşmasının ardından yetişkin iken konuşmasına da dikkat çekilmesinin hikmetlerinden birinin, Hz. İsa (as)'ın mucizevi hayatı olduğunu belirtmiştir. Hz. İsa (as)'ın bebekken konuşmasının, Allah'ın bir mucizesi olması gibi, yetişkin döneminde insanlarla konuşmasında da mucizevi bir yön olması gerektiğini ifade etmiştir:
Hz. İsa (as)'ın beşikte iken ve kehl halinde iken konuşmasına dikkat çekilmesi bir hikmetin gereğidir, aynı zamanda sıra dışı bir olaya işaret etmektedir. Hz. İsa (genç yaşta) semaya yükseltilmiştir. Yüzlerce sene yok olmuştur. Cismani değişikliklerin meydana geldiği kanunlara tabi olmayan bir aleme nakledilmiştir. Böyle bir kişinin inerek insanlarla konuşması olağanüstüdür.64 
İmam Suyuti, Maide Suresi'nin 110. ayetinde geçen "kehlen" kelimesine dikkat çekerek, "Bu kavil, onun (Hz. İsa (as)'ın) kıyametten evvel gökten ineceğini ifade etmektedir. Çünkü Hz. İsa yaşça kemale ermeden göğe kaldırılmıştır." demektedir.65 İmam Taberi ise, Taberi Tefsiriisimli eserinde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:
Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa (as)'ın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı… Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa (as)'ın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır.66
Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde de Al-i İmran Suresi'nin 46. ayeti açıklanırken, bu ayetin Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişinin delillerinden biri olduğu ifade edilmiştir:
Bu ayet-i kerime Hz. İsa (as)'ın semaya ref edildikten sonra tekrar yeryüzüne inerek nas (insanlar) ile konuşacağına delalet (işaret) etmektedir. Çünkü onun sinni kuhulete (olgunluk yaşına) tamamen girmiş olması semaya refinden sonra müsadiftir (olacaktır).67
Görüldüğü gibi, burada yalnızca bir kısmına yer verdiğimiz, İslam alimlerinin "kehlen" kelimesine dair açıklamaları da, Kuran'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.) Tüm bu deliller Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne tekrar geleceğini ortaya koymaktadır.

Kuran'da Tüm Kitap Ehli'nin Hz. İsa'ya İman Edeceği Bildirilmiştir

Nisa Suresi'nin 159. ayeti, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelecek olmasını müjdeleyen ayetlerden biridir. Ayette şöyle bildirilmektedir:
Andolsun, Kitap Ehli'nden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerierine şahid olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Ayette bildirilen, "kable mevtihi" yani "ölmeden önce" ifadesinde yer alan "o" zamirinin, tefsir alimlerinin büyük çoğunluğunun tasdiki ile Hz. İsa'ya işaret ettiği kabul edilmektedir. Arapça dilbilgisi de, burada geçen "o" zamirinin kesin olarak Hz. İsa (as)'ı işaret etmesini gerektirmektedir.68 Kuran'da Kitap Ehli ile ilgili tüm ayetlerde, çoğulluğu ifade eden "hum" eki kullanılmıştır. (Beyyine Suresi, 1 ve 6; Hadid Suresi, 29; Haşr Suresi 2 de olduğu gibi.) Bu ayette ise tekilliği ifade eden "hu" eki kullanılmıştır. Bu durumda, ayette haber verilen, Hz. İsa (as)'ın ölümünden –yani yeryüzüne ikinci kez gelip biyolojik olarak ölümünden- önce Kitap Ehli'nin kendisine inanacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Ayette yer alan "kıyamet günü o da onların üzerlerine şahid olacaktır." cümlesi de, ayette Hz. İsa'ya işaret edildiğinin bir diğer delilidir. Bu durumda, ayetin tefsiri; "Hz. İsa geldiği zaman, Kitap Ehli'nden ona iman etmeyen hiç kimse olmayacaktır." şeklindedir. Bu da Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya döneceğine ve onun önderliğinde gerçek din ahlakının tüm dünyaya hakim olacağına işarettir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Allah Kuran'da tüm peygamberlerin ve elçilerin, gönderildikleri toplum için ahiret gününde şahitlik edeceklerini bildirmiştir:
Ve resuller de (şahitlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman. (Mürselat Suresi, 11)
Rabbimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in de, kendi toplumu için şahitlik yapacağını bildirmiştir:
Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak? (Nisa Suresi, 41)
Ancak Hz. İsa dışında hiçbir peygamber için "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" diye bildirilmemiştir. Ayrıca, Kuran'da Hz. İsa (as)'dan önce gelen ve Kitap Ehli'nin de iman ettiği hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamıştır. Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Hz. Davud, Hz. Musa, Hz. Yusuf, Hz. Yakup için benzer bir açıklama yapılmamıştır.
Eğer haber verilen, Kitap Ehli'nden her bir kişinin kendi ölümünden önce Hz. İsa'ya iman etmesi olsaydı (ki bu şekilde olmadığı açık olarak görülmektedir), bu durumda benzer bir ifade Kitap Ehli'ne gelmiş olan diğer peygamberler için de bildirilirdi. Oysa, bu ifade yalnızca Hz. İsa için kullanılmaktadır. Bu da, Hz. İsa için farklı bir konuma işaret edildiğinin önemli delillerinden biridir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Görüldüğü gibi, "ölümünden önce" ifadesinin işaret ettiği kişinin Hz. İsa olduğu çok açıktır. Ayetin, bazı kimselerin öne sürdüğü gibi, "Kitap Ehli'nden her bir kişinin kendisine ölüm gelmeden önce Hz. İsa'ya inanacak olması" şeklinde tefsir edilmesi ise mümkün değildir. Hz. İsa döneminde Kitap Ehli olan Yahudiler, kendisine iman etmedikleri gibi onu öldürmeye kalkışmışlardır. Daha sonra onu öldü sanıp inkarlarını sürdürmüşlerdir.
Tüm bu bilgilerin ışığında, ayette bildirilen haberler şu şekildedir: Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelecek, her insan gibi yaşayıp ölecektir. Hz. İsa yeniden geldiğinde tüm Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona yaşarken itaat edecek ve Hz. İsa da onların durumuyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
İslam alimlerinin büyük bir çoğunluğunun da kanaati bu yöndedir. Sahabilerden Ebu Hureyre ve İbn Abbas, bu ayetin Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişine delil olduğunu ifade etmişlerdir. Kurtubi, ayetin açıklamasını şu şekilde yapmaktadır:
Kıyamet alametleri yaklaştığında, Hz. İsa diri olarak gökten yeryüzüne indiği zamanda Ehl-i Kitap'tan hayatta olan herkes ona inanacaktır. Ortada sadece İslam milleti kalacaktır.69
  Taberi tefsirinde ise söz konusu ayet şu şekilde tefsir edilmiştir:
Ehl-i Kitap'tan her biri, Hz. İsa (as)'ın ölümünden önce, o Deccal'i öldürmek üzere yeryüzüne indiğinde, ona iman edecektir. O zaman bütün milletler İslam adına tek bir millet haline geleceklerdir.70
Halil Herras da konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Taberi'nin tefsirinin sahih olduğunu belirtmiş ve Nisa Suresi'nin 159. ayetinin Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya gelişine ne şekilde delil olduğunu şöyle açıklamıştır:
Ayette geçen "o" zamiri, Hz. İsa'ya işaret etmektedir. O indiği zaman bu dönemde mevcut olan Ehl-i Kitap'tan her biri Hz. İsa'ya iman edecek, onu tasdikleyecek ve kendilerinden din olarak ancak İslam kabul edilecektir... Hz. İsa yeryüzüne indiğinde Ehl-i Kitap ona inanacaktır...71

Hz. İsa (as)'ın Ölümü İkinci Kez Gelişinden Sonra Olacaktır

Hz. İsa (as)'ın ikinci kez gelişine işaret eden ayetlerden biri de Meryem Suresi'nin 15. ayetidir. Bu ayette bildirilen "öleceği gün" ifadesi ile, çok önemli bir bilgi haber verilmektedir. Ayette şu şekilde bildirilmektedir:
... Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün (yemutu) ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de.(Meryem Suresi, 33)
Ayette "öleceği gün" ifadesinde geçen Arapça kelime  "yemutu"dur ve bu kelimenin kökü, Kuran'ın diğer ayetlerinde ölüm anlamında bildirilen mevt kelimesidir. Hz. İsa'yla ilgili bildirilen diğer ayetlerde ise, Hz. İsa (as)'ın vefatından bahsedilirken mevt kelimesi değil, teveffi kelimesi kullanılmaktadır. Teveffi kelimesi, biyolojik anlamda bir ölüm değil, canın bir tür uykuyla alınması manasına gelmektedir. Mevt kelimesi ise bilinen anlamda ölümü ifade eden bir kelimedir, Kuran'ın pek çok ayetinde bu anlamda bildirilmiştir. Dolayısıyla bu ayette, diğer ayetlerden farklı olarak, mevt kelimesinin kullanılması dikkat çekicidir. Bu ifadeyle, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya geldikten sonra ölecek olmasına işaret edilmektedir. Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelecek ve bir müddet yaşadıktan sonra ölecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

“Hz. İsa Öldü” Diyenlerin İçine Düştükleri Yanılgı

Hz. İsa (as)'ın ölmeyip Allah Katına yükseltilmiş olduğu, Kuran'da açıkça bildirilen, Hz. Muhammed (sav)'in hadislerinde de yer alan bir gerçektir. Hıristiyanlar da Hz. İsa (as)'ın  Allah Katına yükseltilmiş olduğuna inanırlar. Ancak onların bu inancında Kuran'a mutabık olmayan tahrif edilmiş hususlar bulunmaktadır. Bununla birlikte bazı Müslümanlar da, Hz. İsa (as)'ın ölümü konusunda yanlış düşüncelere sahiptirler. Bu yanlış inanca göre, Hz. İsa ölmüştür ve tekrar yeryüzüne gelmeyecektir. Şüphesiz bu aslı olmayan bir iddiadır ve Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği gibi, böyle bir iddia ile ortaya çıkan kimseler, bu konuda herhangi bir bilgiye sahip değildirler. İman eden bir insanın bilgi sahibi olmadığı bir konunun peşinden gitmemesi ise Allah'ın inananlara bir emridir:
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra Suresi, 36)
Bazı kimselerin bu yanlış inancın etkisi altında kalmalarının nedeni, böyle bir iddiada bulunmanın veya böyle bir iddiaya inanmanın ne anlama geldiğini tam olarak düşünmemeleri olabilir. Ya da bunun kendilerine yükleyeceği sorumluluğu fark edememiş olabilirler. Bizim de amacımız, bu yanılgıya düşmüş olanları yermek değil, yanlış bir düşünce içinde olduklarını kendilerine açıklamak ve hatalarından vazgeçmelerine aracı olabilmektir. Hz. İsa (as)'ın öldüğünü öne süren kimselerin, ne kadar ciddi bir hata yaptıklarını anlamaları için, öne sürdükleri iddianın ne anlama geldiğini çok iyi düşünmeleri gerekir. Allah, Kuran'da inkarcıların Hz. İsa aleyhine kurdukları tuzaklarını bozduğunu ve onu öldüremediklerini açık ve net bir şekilde bildirmektedir. Rabbimiz'in Nisa Suresi'nin 157. ayetinde olduğu gibi,"Onu öldürmediler ve onu asmadılar"şeklinde açıkça haber verdiği bir gerçeği, göz ardı etmek büyük bir sorumluluktur.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, böyle bir iddiayı öne sürmek, inkarcıların kutlu bir peygamber aleyhindeki planlarının başarıya ulaştığını savunmak anlamına da gelmektedir. Oysa bu hiçbir şekilde doğru değildir. İnkarcılar, Hz. İsa (as)'ı öldürmeyi planlamış ve bu planlarını gerçekleştirdiklerini düşünerek sevince kapılmışlardır. Ancak tuzak kuranların en hayırlısı olan Allah, onların tuzaklarını tam tersine çevirmiş, Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına yükselterek onu öldürmelerini engellemiştir. Rabbimiz inkarcıları hüsrana uğratmış, onların sevinç duyacakları bir olay hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir.
Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz o zalimler kurtuluşa eremezler. (Enam Suresi, 21)
Onlar, hem ondan alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama şuurunda değildirler. (Enam Suresi, 26)
Şunu da belirtmek gerekir ki, bazı yorumlarda da, Hz. İsa (as)'ın inkarcılar tarafından öldürülmediği, ancak eceli gelerek öldüğü söylenmektedir. Bu da doğru değildir. Bu yanılgıya göre, Allah, Hz. İsa (as)'ın canını inkarcılar kendisine ulaşmadan önce almıştır ve Hz. İsa ölmüştür. Halbuki Kuran'daki ilgili ayetler bu iddianın da doğru olmadığını açıkça göstermektedir.
Üstelik bu son derece yanlış bir mantıktır. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: üç kişinin düşman oldukları birini öldürmeyi planladıklarını düşünelim. Bu kişiye pusu kurup, öldürmeyi planlamış olsunlar. Ve öldürmeyi düşündükleri insanın, daha pusu yerine gelmeden henüz yolda iken kalp krizinden öldüğünü varsayalım. Bu durumda pusuyu kuran kişiler her halükarda hedeflerine ulaştıklarını düşünerek sevince kapılacaklardır. Ya da düşman olduğu bir kişiyi öldürmek amacıyla onun evine giden birini düşünelim.
Karşı tarafın kavga esnasında kendisine atılan yumruklardan değil de balkondan düşerek öldüğünü kabul edelim. Söz konusu kişinin ölmüş olması, bu insan için istediği neticeyi elde etmesi anlamına gelecektir. Benzer bir örnek Hz. İsa (as)'ın durumu için de düşünülebilir. İnkarcılar Hz. İsa aleyhine bir tuzak kurmuşlardır. Tuzağın amacı, Hz. İsa (as)'ın ölmesidir. Oysa Allah, Hz. İsa'ya kurulan tuzağın bozulacağını bildirmiştir. Eğer Hz. İsa (as)'ın ölümü herhangi bir şekilde gerçekleşirse, bu, inkar edenlerin kurdukları tuzağın onların istediği gibi neticelenmesi anlamına gelir, ki bu mümkün değildir. Hz. İsa, hiçbir şekilde ölmemiştir ve öldürülmemiştir. Eğer böyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı, bu Kuran'da bildirilirdi. Oysa Hz. İsa Allah Katına yükseltilmiştir. Allah'ın emri ile ikinci kez yeryüzüne gelecek, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacaktır. Ve Hz. İsa (as)'ın ölümü, ikinci kez dünyaya geldikten ve bir süre yaşadıktan sonra olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra Suresi, 36)
Bazı kimseler ise, Hz. İsa (as)'ın inkarcıların kurduğu tuzaktan korunduğunu ancak bir müddet yaşadıktan sonra öldüğünü öne sürmektedirler. Bu iddia, hiçbir makul dayanağı olmadığı gibi, pek çok cevapsız soruyu da beraberinde getirmektedir. Söz konusu kimselerin bu sorulara mantıklı bir açıklama getirebilmeleri mümkün değildir. Hz. İsa yaşadığı dönemde, Allah'ın takdiriyle, aniden kaybolmuş, kendisini bir daha gören ve kendisiyle konuşan olmamıştır. Bu olağanüstü bir durumdur. Eğer, bu kişilerin öne sürdüğü gibi Hz. İsa bir müddet daha yaşadıysa, bu takdirde kendisini görenlerin, onunla konuşup sohbet edenlerin tanıklıklarının olması gerekir. Ama böyle bir bilgi yoktur. Halk arasına hiç karışmadan, tek bir kişiyle bile görüşmeden, hiç kimseyle konuşmadan, kimseye tebliğ yapmadan yaşamış olmasının mümkün olamayacağı açıktır.
Unutmamak gerekir ki, Hz. İsa ile ilgili Kuran'da yer alan bilgilerin veya açıklamaların benzeri diğer peygamberler için bildirilmemiştir. Hiçbir peygamberin ölümü anlatılırken teveffi kelimesi kullanılmamıştır. Hiçbir peygamber için "... Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110) şeklinde üç İlahi kitabın da kendisine öğretildiği bildirilmemiştir. Hiçbir peygamber için, "O kıyamet için bir ilim (alamet)dir" (Zuhruf Suresi, 61) buyrulmamıştır. Hiçbir peygamber için Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesi anlamında bir yükseltilmeden haber verilmemiştir. Hiçbir peygamber için, kendisine inananların kıyamete kadar üstün gelecekleri söylenmemiştir. Hiçbir peygamber için ölmeden önce kendisine inanmayacak kimsenin kalmayacağı bildirilmemiştir. Tüm bunlar, Allah'ın Hz. İsa için özel bir kader takdir ettiğini ve bu kadere uygun olarak Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğunu ve yeniden dünyaya geleceğini gösteren önemli delillerdir. (En doğrusunu Allah bilir.)
İnkarcıların Hz. İsa'ya kurdukları tuzağın bozulması, Hz. İsa (as)'ın diri olarak bedeni ve ruhuyla birlikte Allah Katına yükseltilmesi, büyük bir mucizedir. Allah, tarih boyunca peygamberlerinden dilediklerini çeşitli mucizeler ile desteklemiştir. Hz. Muhammed (sav)'e hak kitap olan Kuran-ı Kerim'i indirmiştir. Ayrıca, Hz. Muhammed (sav)'in bir gecede, Allah'ın dilemesiyle, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülmesi (İsra Suresi, 1) ve müminlerin güvenlik için Mescid-i Haram'a gireceklerinin önceden kendisine haber verilmiş olması (Fetih Suresi, 27) da Rabbimiz'in Hz. Muhammed (sav)'e nasip ettiği mucizelerin bazılarıdır.  Hz. Musa'nın asasının bir yılan olup Firavun'un büyücülerinin tuzaklarını yok etmesi, elinin bakanlara bembeyaz görünmesi, Firavun ve orduları tarafından takip edilen Hz. Musa ve kavminin önünde Kızıldeniz'in ikiye yarılması; Hz. İsa (as)'ın babasız olarak dünyaya gelmesi, beşikte iken insanlarla konuşması, ölüleri diriltmesi, cüzzamlıları iyileştirmesi; Hz. İbrahim'in ateşe atıldığında ateşin onun için serinlik kılınması da Allah'ın takdiriyle gerçekleşen mucizelerdir.
Müminler Rabbimiz'in gösterdiği mucizelere inanırlar ve bu mucizeler, onların imani şevklerinin artmasına vesile olur. Samimi olarak iman eden bir kimsenin tüm peygamberlerin mucizelerine ve Hz. İsa (as)'ın Allah'ın dilemesiyle gerçekleştirdiği diğer mucizelerine nasıl iman ediyorsa, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına mucizevi bir şekilde yükseltilmiş olmasına da aynı şekilde iman etmesi gerekir.
Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
(Enam Suresi, 48)
Tüm bunların yanı sıra, Hz. İsa (as)'ın öldüğü iddiasında bulunan kimselerin, Allah'ın izniyle, Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez geldiğinde yaşayacakları mahcubiyeti de göz önünde bulundurmaları gerekir. Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa (as)'ın gelişi ile ilgili bildirilen alametlerin pek çoğu gerçekleşmiş durumdadır. Bu da, bu kutlu misafirin geliş tarihinin çok yaklaştığını bizlere müjdelemektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Böyle bir durumda müminlerin, bu olayın heyecanını, şevkini ve sevincini yaşamaları, Allah'ın peygamberini karşılamak için en güzel hazırlığı yapmak konusunda birbirleri ile yarışmaları lazımdır. Dolayısıyla, çeşitli nedenlerle söz konusu yanlış inanca kapılmış olanların, ön yargılarını bir kenara bırakarak, vicdanları ile bir kez daha düşünmeleri gerekir. İnanıyoruz ki, vicdanlarına başvurdukları ve Kuran'da konuyla ilgili ayetleri detaylı olarak tekrar incelediklerinde, onlar da doğruyu görecek ve bu yanılgılarından kurtulacaklardır.
Buna rağmen bilgi eksikliği veya yanlış bilgilendirme nedeniyle böyle bir yanılgıya kapılmış olan kimselerin, öne sürdükleri sözde delilleri incelemek, bu asılsız iddianın yanlışlığının bir kez daha gösterilmesi açısından gereklidir.
Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu... (Nahl Suresi, 36)

İddia I ve Açıklaması

Hz. İsa (as)'ın öldüğünü iddia eden kimselerin sözde delil olarak öne sürdükleri açıklamalardan biri Maide Suresi'nin 117. ayetinde geçen "... Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni) üzerlerindeki gözetleyici Sendin..." ifadesidir. Ayette yer alan "vefat ettirmek" kelimeleri bu kişiler tarafından, biyolojik bir ölüm olarak algılanmakta ve Hz. İsa (as)'ın ölmüş olduğuna sözde bir delil olarak kullanılmaktadır. Oysa bu doğru değildir. Vefat ettirmenin, her zaman biyolojik olarak insanın ölümü manasında kullanılmadığını önceki bölümlerde İslam alimlerinin yorumları ışığında incelemiştik. Bu delilleri bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca, ayette Hz. İsa (as)'ın öldüğünün ifade edilmediğinin, tam tersine diri olarak Allah Katına alındığının başka delilleri de vardır. Tüm bu deliller şu şekildedir:
1. Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelimeyle, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan kelime aynıdır, yani her iki ayette de "teveffa" kelimesi geçmektedir. Daha önce, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini incelerken de açıkladığımız gibi, "vefat" kelimesinin Arapça karşılığı Türkçede kullanılan ölüm anlamından farklı anlamlar taşımaktadır. Kuran'da "teveffa" kelimesinin hangi anlamlarda kullanıldığı incelendiğinde, konu daha iyi anlaşılacaktır. Daha önce konuyla ilgili olarak Zümer Suresi'nin 42. ayetini incelemiştik. Teveffa kelimesinin ne anlamda kullanıldığını gösteren bir diğer ayet ise Enam Suresi'nin 60. ayetidir:
Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum) ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını almaktadır, ama bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş olmaz. Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı bir boyuta girmiş olur. Uyanacağı zaman ise tekrar ruhu bedenine iade edilir. Eğer bu, biyolojik ölüm olarak açıklanırsa, bu durumda Hz. İsa (as)'ın yaşadığı süre boyunca her gece ölmüş olması gerekir. Aynı şekilde tüm insanlığın da her gece öldüğünü kabul etmek lazımdır. Oysa, kast edilen anlam, biyolojik manada bir ölüm değildir.
Teveffa kelimesinin, uyku manasında kullanıldığını söyleyenlere göre -ki çoğunluk bu görüştedir- ayetin tefsiri "Seni uyutacağım" şeklindedir. Sonuç olarak Hz. İsa (as)'ın uykudakine benzer bir duruma sokularak Allah Katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını, sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir.)
Çağdaş İslam alimlerinden Muhammed Halil Herras, konuyla ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır:
Bu ayette geçen "teveffi" kelimesi ölüm manasında değil, uyutma manasındadır. Şayet ölüm manasını kabul edeceksek, o zaman Hz. İsa (as)'ın Allah Katına ölü olarak yükseltilmesinin bir açıklaması olmaz. Yine teveffi kelimesi ölüm anlamında kullanılırsa,"Hz. İsa (as)'ın Yahudilerden kurtarılma ve temizlenme" müjdesinin de bir manası kalmaz, üstelik Allah onu öldürerek Yahudilere yardım etmiş olurdu. (Allah'ı tenzih ederiz.) Ayrıca Al-i İmran Suresi'nin 54. ayetindeki Allah'ın mekrini (tuzağını) nasıl anlayacağız? Yahudiler öldürmeden önce, Allah'ın Hz. İsa (as)'ı öldürmesi onun mekrine (tuzağına) sığmaz. Gerçek mekr (tuzak) odur ki, Allah Hz. İsa (as)'ı diri olarak Kendi Katına yükseltecek, Hz. İsa ahir zamanda inecektir...72
Aynı şekilde Elmalılı Hamdi Yazır da Maide Suresi'nin 117. ayetini tefsir ederken, Al-i İmran Suresi 55. ayette geçen "müteveffi" kelimesine dikkat çekmiş ve bu kelimenin her iki ayette de aynı anlamda kullanıldığını ifade etmiştir. Elmalılı tefsirinde şu açıklama yer almaktadır:
... Fakat ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, içlerinden aldın, kaldırdın.73
Yani, bu ayette geçen "beni vefat ettirdiğinde" ifadesi, Hz. İsa (as)'ın biyolojik olarak bilinen anlamda öldüğüne değil, Allah Katına yükseltildiğine, uykuya benzer bir duruma sokularak bu boyuttan alındığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
2. Bazı kimseler, Maide Suresi'nin 116. ve 117. ayetlerinde bildirilen haberleri yanlış yorumlamakta, bu nedenle de konuyla ilgili olarak birtakım yanılgılara kapılmaktadırlar. Oysa bu ayetler, sonraki ayetler ve İslam alimlerinin ve müfessirlerin konuyla ilgili açıklamaları doğrultusunda incelendiğinde, bu kişilerin yanılgıya düştükleri açık bir şekilde anlaşılacaktır. Maide Suresi'nin 116. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara, beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sensin Sen."(Maide Suresi, 116)
Söz konusu kişiler, Allah'ın Hz. İsa'ya sormuş olduğu bu sorunun, Hz. İsa (as)'ın öldüğünü haber verdiğini iddia etmektedirler. Oysa bu ayette bildirilen ifade, ahiret gününde Rabbimiz'in Hz. İsa Mesih'le konuşmasıdır. Ayetin sonrasında yer alan diğer ayetler incelendiğinde, bu, açıkça görülmektedir:
Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın."(Maide Suresi, 117)
"Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Aziz olan, Hakim olan Sensin Sen."(Maide Suresi, 118)
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur."(Maide Suresi, 119)
Ayrıca, Kuran'da ahiret gününe dair verilen başka haberler de vardır. Ebu Leheb'in henüz hayattayken, cehenneme girecek olmasını Rabbimiz'in haber vermesi bunun örneklerinden biridir. Ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı. Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı ve boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak.(Mesed Suresi, 1-5)
Benzer bir şekilde, Kuran'da ahiret gününde Allah'ın insanları hesaba çektiği ve cehennem bekçilerinin, azabı hak eden insanlarla konuştuğu da bildirilmektedir.
Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.(Enam Suresi, 130)
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)
Görüldüğü gibi Allah Kuran'da ahirette yapılan çeşitli konuşmalardan örnekler vermektedir. Hz. İsa (as)'ın ayette bildirilen konuşması da, ikinci kez yeryüzüne gelip öldükten sonra ahirette Rabbimiz'in kendisi ile yapacağı konuşmadır.
Hıristiyanlar, Hz. İsa (as)'ı ilahlaştırarak (Allah'ı tenzih ederiz) büyük bir sapkınlığa düşmüşlerdir. Bu sapkın inanca sahip olanlar, ahiret gününde Rabbimiz'in huzurunda hesap verecekler, Hz. İsa da onların hak dinden saptıklarına şahitlik edecektir. Ayetlerde Hz. İsa (as)'ın bu şahitliği haber verilmektedir. Çünkü Hz. İsa kavmine, diğer tüm peygamberler gibi, Allah'a bir ve tek olarak iman etmeyi, sadece O'na kullukta bulunmayı tebliğ etmiştir. Hz. İsa (as)'ın bu şahitliğinin ahiret gününde olacağı, yani yukarıda bildirilen ayetlerin hesap gününe dair bir haber olduğu, Maide Suresi'nin 119. ayetinden de anlaşılmaktadır. Ayette bildirilen, "Bu, doğrulara doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür." açıklaması buna işaret etmektedir.
Görüldüğü gibi, söz konusu ayetlerde geçmişe dair değil, geleceğe yönelik bir anlatım vardır. "... Beni vefat ettirdiğinde..."şeklinde ayette yer alan cümlede de, Hz. İsa (as)'ın geçmişte öldüğü şeklinde tefsir edilebilecek hiçbir işaret yoktur. Diğer bir deyişle, bu ayette bildirilen ifadenin Hz. İsa (as)'ın daha önce ölmüş olduğunu gösteren bir delil olarak kullanılması mümkün değildir.
Diğer yandan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da, ayette yer alan bilginin –daha önce de vurguladığımız gibi- Hz. İsa (as)'ın ölmesi anlamında değil, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi anlamında kullanıldığı konusunda hemfikirdirler. Örneğin İslam alimi Fahruddin Razi, ayette bildirilen anlamın "Hz. İsa (as)'ın göğe çekilmesi" olduğunu açıklamaktadır.74 
Aynı şekilde, İbn Kesir, "bu ayetin Hz. İsa (as)'ın ölümüne işaret etmediğini, kıyamet gününde gerçekleşecek bir muhaverreyi (konuşma) anlattığını ve ayette bilinen anlamda ölüm kelimesinin kullanılmadığını" söylemektedir.75 
Mevkifü'l Akl adlı eserde ise Şeyhülislam Mustafa Sabri, ayeti şu şekilde tefsir etmektedir: "Sen beni aralarından çekip aldın ve yeryüzünde ilişkimi sona erdirdin." Bu tefsirle birlikte Mustafa Sabri konuyu şöyle açıklamaktadır; "Bu, Katına yükseltmek suretiyle almaktır, yoksa öldürmek değildir." Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen ve Sabuni gibi çağdaş müfessirler de, ayette geçen"vefat ettirmek" kelimelerinin, "Sen beni içlerinden (Kendine çekip) semaya kaldırdın" manasına geldiğini söylemişlerdir.76

İddia II ve Açıklaması

Kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak incelediğimiz gibi Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi, Hz. İsa (as)'ın ölmemiş olduğunu gösteren önemli delillerden biridir. Ancak, bu konu bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanmaktadır. Bu yanlış yorumların temelinde, söz konusu kimselerin Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesini bizim bağımlı olduğumuz zaman ve mekan kavramları ile değerlendirmeye kalkışmaları yer almaktadır. Bu da, onların Hz. İsa (as)'ın fiziksel olarak bilinen anlamda gökyüzünde olduğu gibi sapkın bir kanaate kapılmalarına, bu kanaatleri nedeniyle de Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltildiği gerçeğini tamamen reddetmelerine sebep olmaktadır. Oysa, bu son derece yanlış bir düşüncedir. Öncelikle, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi ile kasıt, Hz. İsa (as)'ın bilinen anlamda gökyüzünde yaşamaya başlaması değildir. Hz. İsa (as)'ın yükseltilmesinden kasıt, Allah'ın Hz. İsa (as)'ı zamandan ve mekandan bağımsız ayrı bir boyuta almasıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
İnsanlar zaman ve mekanla sınırlı bir boyutta yaşarlar ve yalnızca bu boyutun sınırları içerisinde, Allah'ın takdir ettiği kadarıyla ve O'nun dilediği şekilde, olayları algılar ve kavrarlar. Ancak Kuran'ın pek çok ayetinde, insanların bildikleri boyutların dışında boyutların da var olduğu bildirilmiştir. Örneğin melekler ve cinler, bizim bildiğimiz ve algılayabildiğimiz boyutun dışında bir boyuttadırlar. Ve Rabbimiz dilediği takdirde, melekler ve cinler kendilerinin bulunduğu boyuttan insanların bulunduğu boyuta geçebilmektedirler. Kuran'da, diğer boyutların varlığına işaret eden ayetler incelendiğinde bu konu daha iyi anlaşılacaktır.

1. Allah Alemlerin Rabbidir

Allah'ın Kuran'da bildirilen sıfatlarından biri de "alemlerin Rabbi" olmasıdır. Bu, insanların bildiği ve yaşadığı dışında başka alemlerin de olduğuna işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Allah, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz, kavrayabildiğimiz ve kavrayamadığımız tüm alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi'dir. Kuran'da "alemlerin Rabbi" ifadesinin yer aldığı bazı ayetler şu şekildedir:
Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara Suresi, 109)
Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. (Şuara Suresi, 192)
Oraya gittiğinde, kendisine seslenildi: "Ateş (yerin)de olanlar da, çevresinde bulunanlar da kutlu kılınmıştır.Alemlerin Rabbi olan Allah Yücedir. (Neml Suresi, 8)
Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, alemlerin Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi. (Kasas Suresi, 30)
Kendisinde şüphe olmayan bu Kitab'ın indirilişi alemlerin Rabbi tarafındandır. (Secde Suresi, 2)
Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: "alemlerin Rabbine hamd olsun" denilmiştir. (Zümer Suresi, 75)

2. Şehitler İnsanların Bilmediği Bir Boyutta Yaşamaktadırlar

Kuran'da, insanların bildiği boyutun dışında başka boyutların olduğuna işaret eden ayetlerden bir diğeri de şehitlerin makamının ve konumunun bildirildiği ayetlerdir. Bu ayetlerden birinde şu şekilde buyurulmaktadır:
Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz. (Bakara Suresi, 154)
Allah, şehit olanları -dünyada bilinen anlamıyla ölmüş görünmelerine rağmen- ölüler olarak adlandırmamamızı bildirmiştir. Ayette, şehitlerin ölü değil diri oldukları, ancak bunun ne şekilde olduğunun insanlar tarafından tam anlamıyla kavranamayacağı haber verilmiştir. Ayette bildirilen "... Fakat siz şuurunda değilsiniz." ifadesi de, insanların bu konumu bilmediklerinin ve dünya koşullarında anlayamayacaklarının işaretidir. (En doğrusunu Allah bilir.) Şehitlerin konumunu bildiren başka ayetlerde ise, zaman ve mekanın olmadığı, daha farklı bir boyutta Allah'ın onlar için yaşam takdir ettiği şu şekilde bildirilmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.   Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. Onlar, Allah'tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah'ın mü'minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler. (Al-i İmran Suresi, 169-171)
Görüldüğü gibi şehitler, insanlar tarafından bilinmeyen bir boyutta yaşamaktadırlar. O boyutta rızıklanmakta, sevinç duymakta, kendilerinden sonra gelenlere müjde vermek istemektedirler. Bu durumda özünü kavrayamadıkları için Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmiş olmasıyla ilgili yersiz şüphe ve tereddüte kapılanların, şehitlerin yaşatıldıkları boyuttan da şüphe duymaları gerekir. Oysa, bundan şüphe duymayı gerektirecek hiçbir delilleri yoktur. Öte yandan, tıpkı şehitlerin, meleklerin, cinlerin olduğu gibi Hz. İsa (as)'ın da insanların bildiğinden farklı bir boyutta yaşadığının ve Allah dilediğinde, tekrar yeryüzüne döneceğinin onlarca açık delili vardır. Allah Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına almıştır ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, tekrar yeryüzüne –zaman ve mekanın olduğu boyuta- dönecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Ey Kitap Ehli, elçilerin arası kesildiği dönemde: "Bize müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi" demenize (fırsat kalmasın) diye size apaçık anlatan elçimiz geldi. Böylece müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah herşeye güç yetirendir.
(Maide Suresi, 19)

3. Melekler Bulundukları Boyuttan Yeryüzüne İnmekte
ve Tekrar Allah Katına Çıkmaktadırlar

Meleklerin varlığına inanmak, imanın temel esaslarından biridir. Allah, Kuran'da meleklerle ilgili çeşitli bilgiler vermiştir. Melekler, sürekli Allah'ı anıp yücelten, Rabbimiz'in kendileri için belirlediği görevi tam ve eksiksiz olarak yerine getiren, Allah'a gönülden teslim olmuş varlıklardır. İnsanların bildiği zaman ve mekan boyutundan farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz kavramların dışında olduğuna işaret eden bir ayet şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)
Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir gün" ifadesi, meleklerin bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir zaman veya mekan kavramına bağımlı olmadığının delillerinden biridir. Hz. İsa (as)'ın da böyle bir boyutta yaşıyor olması mümkündür. (En doğrusunu Allah bilir.)
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği bir iş için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu göstermektedir. Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:
Sen müminlere: "Rabbiniz'in size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: "Ben'den başka İlah yoktur, şu halde Ben'den korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)
Bir başka ayette ise meleklerin Allah'ın takdir edeceği farklı görevler için de yeryüzüne inebildikleri haber verilmiştir:
Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (Kadir Suresi, 4)
Ayrıca, Kuran'da Hz. İbrahim'e ve Hz. Lut'a meleklerin elçiler olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Hz. Zekeriya'ya gelip onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz. Meryem'e gelip kendisinin seçkin kılındığını ve Hz. İsa (as)'ın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e Cebrail aracılığı ile vahyedilişi ve Efendimiz (sav)'in Cebrail'i görüşü ise şu şekilde anlatılmaktadır:
Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Ki o,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu. O, en yüksek bir ufuktaydı. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti. Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız? Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. (Necm Suresi, 5-18)
Görüldüğü gibi melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar. Ancak onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim bildiğimiz kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer bir şekilde Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına gelmez. Nitekim, pek çok ayette Hz. İsa (as)'ın ölmediği açık olarak bildirilmekte, hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyid edilmektedir. Hz. İsa da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca, meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket ediyor olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun çok kolay olduğunu göstermektedir. Hz. İsa da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi takdir edemedikleri için Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin, büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır. Dilediğini dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. İnsanın sahibi olduğu her türlü bilgi ise, Allah'ın takdir ettiği kadarıyla sınırlıdır. İnsan bir olayı, bu olayın ne şekilde gerçekleştiğini ve hikmetlerini ancak Allah'ın dilediği ölçüde kavrayabilir. Hz. İsa (as)'ın inkarcılardan kurtarılıp Allah Katına alınması da, insanların ne şekilde meydana geldiğini tam olarak kavrayamadıkları olaylardan biri olabilir. İnkar edenler Hz. İsa (as)'ı öldürmek için geldiklerinde büyük bir mucize gerçekleşmiştir. Mucizeler, iman edenlerin imanlarını güçlendiren, iman etmeyen bazı insanların imanlarına vesile olan harikalardır. Müminler şahit oldukları her mucizede, Allah'a yönelip döner, O'nun üstün gücünü tesbih ederler. Allah'a duydukları saygı dolu korku, içli sevgi daha da güçlenir, şevkleri ve heyecanları artar. Hz. İsa (as)'ın inkarcıların tuzaklarından korunup, bedeni ve ruhuyla birlikte bu boyuttan ayrılması da, müminlere heyecan veren mucizelerden biridir. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde, büyük bir mucize daha gerçekleşecek ve Hz. İsa dünyaya geri dönecektir. Bu gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir harikadır.

Kuran'da Yer Alan Diğer İşari Anlatımlar

Bu konunun başında da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmiş olmasını kavrayamayan kimselerin yaptıkları en önemli hatalardan biri Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğu gerçeğini gereği gibi düşünmemeleridir. Oysa Kuran'da önceki satırlarda yer verdiğimiz gibi, insanların bildiği ve şahit olduğu boyutlar dışında boyutların olduğuna dair pek çok delil vardır. Bazı ayetlerde ise işari anlatımlar yer almaktadır. Bu işari anlatımlar da, Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükselişi konusunun Kuran'daki delillerini anlamak açısından önemlidir. Örneğin, Bakara Suresi'nin 210. ayetinde Rabbimiz, "bütün işlerin Kendisi'ne döndürüldüğünü" bildirmektedir:
Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a döner. (Bakara Suresi, 210)
Bir başka ayette ise, tüm işlerin insanların zaman kavramına göre "bin yıl süreli bir günde" Allah'a yükseldiği haber verilir:
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)
Bu ayetlerde bildirilen "tüm işlerin Allah'a dönüyor" olması, Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğu gerçeğinin delillerinden biridir. Allah, kainatta olan tüm olayları, en ince ayrıntısına kadar bilendir. Açıkça yapılan bir iş de gizlice gerçekleştirildiği düşünülen bir hareket de dahil olmak üzere hiçbir şey Rabbimiz'den saklı kalmaz. Söz konusu ayetlerde "bütün işler Allah'a döner" mealindeki ifadelerle bu gerçeğe işaret edilmektedir. Bir diğer ayette ise, Hz. Muhammed (sav)'le birlikte hicret eden müminlerin durumu haber verilirken, şöyle buyurulmaktadır:
... Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür... (Nisa Suresi, 100)
Bu ayette geçen "Allah'a hicret eden" ifadesi de, Rabbimiz'in mekandan münezzeh olduğunu bildiren işari anlamlardan biridir. Müşriklerin ve inkar edenlerin baskısı nedeniyle yurtlarından çıkan ve Hz. Muhammed (sav)'le birlikte hicret eden müminler elbette, zaman ve mekan kavramlarıyla sınırlı olarak düşündüğümüz manada Allah'a hicret etmemişlerdir. Bu ayette de işari manada bir anlatım vardır. Salih müminlerin Allah'ın rızası ve rahmetini umarak yurtlarından çıkıp, Peygamber Efendimiz (sav)'e itaat ederek başka bir yerleşim yerine hicret etmeleri haber verilmektedir.
Aynı şekilde, Hz. İbrahim'in Kuran'da bildirilen "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 99) ayeti de, Hz. İbrahim'in hicretine işaret etmektedir.
Ayrıca Kuran'da, insanların bildiği zaman, uyku ve ölüm kavramının dışında, uyutulan veya öldürülen sonra da yeniden diriltilen insanlardan bahsedilmektedir. Bunlardan biri, yüzyıl ölü bırakıldıktan sonra diriltildiği bildirilen kimsedir. Diğeri ise, uzun yıllar uyuduktan sonra uyandırılan Kehf Ehli'dir.

Yüzyıl Sonra Diriltilen Adam

Yüzyıl ölü bırakıldıktan sonra diriltilen adamın durumu ayette şöyle haber verilir:
Ya da altı üstüne gelmiş ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah onu yüzyıl ölü bıraktı sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi.    (Allah ona:) "Hayır yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 259)
Allah, dilediğini dilediği surette yaratan, herşeye kadir olandır. Ayette haber verilen adamın durumu bu gerçeğin örneklerinden biridir. Zaman ve mekan kavramlarından münezzeh olan Rabbimiz, dilediği takdirde insanları da bilinen zaman ve mekan kavramlarının dışına çıkarabilir, onlara olağanüstü durumlar yaşatabilir. Hiç şüphesiz bu, Allah için çok kolaydır. Zamanla ve mekanla sınırlı olan insandır. Rabbimiz ise zamandan, mekandan, her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh olan, istediğini dilediği şekilde yaratandır. Allah'ın "ol" demesi bir işin gerçekleşmesi için yeterlidir. Bu gerçek, ayetlerde şöyle haber verilir:
Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen oluverir. (Nahl Suresi, 40)
Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Mümin Suresi, 68)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

Kehf Ehli'nin Yıllar Sonra Uyandırılmaları

Konuya işaret eden diğer bir örnek ise Kehf Suresi'ndeki "Ashab-ı Kehf" kıssasındadır.
Allah Kehf Suresi'nde, din ahlakına karşı olan hükümdarın zulmünden korunmak için mağaraya sığınan bir grup gencin haberlerini bildirmektedir. Bu kıssada onların uzun yıllar uyuduktan sonra tekrar uyandırıldıkları anlatılmaktadır. Ayetler şöyledir:
Ki O, elçilerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.
(Fetih Suresi, 28)
O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi ki: "Rabbimiz Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). (Kehf Suresi, 10-11)
Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın geri dönüp onlardan kaçardın onlardan içini korku kaplardı. Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi, 18-19)
Kuran'da gençlerin mağarada kaç yıl kaldıkları haber verilmemiştir. Ayette bildirilen "yıllar yılı kaldılar" ifadesi, bu sürenin çok kısa olmadığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Ayrıca ayette, insanların Kehf Ehli'nin mağarada kalış süresiyle ilgili olarak yaptıkları tahminin 309 yıl olduğu bildirilmektedir. Bu da oldukça uzun bir süre mağarada kaldıklarının bir diğer işaretidir:
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir Velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)
Dünya şartlarına göre insanların böylesine uzun bir süre uyumaları mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayette bildirilen uyku bizim bildiğimiz anlamda bir uykuya değil, Kehf Ehli'nin zaman ve mekanın olmadığı farklı bir boyuta alınmalarına ve yeniden dünyaya gönderilmelerine işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Tıpkı uykudan uyanan insanlar gibi bu kişiler de yeniden hayata dönmüşlerdir. Benzer bir şekilde, Hz. İsa da zamanı geldiğinde tekrar dünya üzerinde yaşamaya dönecek, Allah'ın ona bahşettiği şerefli sorumluluğunu yerine getirdikten sonra, "Dedi ki: "Orada (dünyada) yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 25) hükmünün bir gereği her insan gibi dünyada ölecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

İddia III ve Açıklaması

…Sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişine inanmayanların öne sürdükleri iddiaların bir diğerinde ise Enbiya Suresi'nin 34-35. ayetleri kullanılmaktadır. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 34-35)
Bazı kimseler bu ayetlerde bildirilen; "hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik" ve "her nefis ölümü tadıcıdır" ifadelerine dikkat çekerek, Hz. İsa (as)'ın da ölmüş olduğunu öne sürmektedirler. Bu iddiayı ortaya atanların bir mantık çelişkisi içinde oldukları anlaşılmaktadır. Kuran'ın pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'ın ölmediği açık olarak ifade edilmektedir.   Allah, Hz. İsa (as)'ı inkar edenlerin kurduğu tuzaktan koruyup kurtardığını haber vermiştir. Bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in de bir müjdesidir. İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da aynı kanaattedirler. Ancak elbette, Hz. İsa (as)'ın ölmemiş ve Allah Katına yükseltilmiş olması, kendisinin ölümsüz olduğu manasına gelmemektedir. Ayrıca Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelişi ile ilgili yapılan açıklamaların hiçbirinde, Hz. İsa (as)'ın ölümsüz olduğu düşüncesi ifade edilmemekte, böyle sapkın bir görüş savunulmamaktadır. Tüm delillerin gösterdiği ve üzerinde durulan gerçek şudur: Hz. İsa henüz ölmemiştir, yeryüzüne tekrar gelecektir, ölümü de ikinci gelişinden sonra gerçekleşecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Söz konusu kimselerin böyle bir açıklama öne sürmelerinin nedeni, Hz. İsa (as)'ın ölmemiş olduğunu açıkça gösteren delilleri tam anlamıyla inceleyememiş veya anlayamamış olmaları olabilir. "O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık." (Zuhruf Suresi, 59) ayetiyle de bildirildiği gibi, Hz. İsa da Allah'ın yarattığı bir kuldur ve tüm beşer gibi ölümlüdür. Ancak Rabbimiz kendisine pek çok lütufta bulunmuş, onu seçkin ve onurlu kılmıştır. Allah'ın kendisine lütfettiği nimetler ve mucizeler nedeniyle Hz. İsa (as)'ı, ilahlaştırma yanılgısına düşenler, birtakım Hıristiyanlar olmuştur. Müslümanlar ise, Hz. İsa'ya –diğer tüm peygamberlere olduğu gibi- derin bir sevgi ve saygı duyarlar, ancak onun da diğer tüm elçiler gibi Allah'ın yarattığı bir kul olduğunun bilincindedirler. Kuran'da şöyle bildirilir:
Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar? (Maide Suresi, 75)

İddia IV ve Açıklaması

Bazı kimseler de Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve tekrar yeryüzüne geleceği inancının Hıristiyanlığa ait, dolayısıyla tahrif edilmiş bir inanç olduğu yanılgısını öne sürmektedirler. Ancak bu son derece yanlıştır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki diğer iki İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlık zaman içerisinde dejenere olmuş, bu dinlerin içlerine birtakım hurafeler ve batıl inanışlar karışmıştır. Bununla birlikte, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının da muhafaza edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin olduğu açıkça görülecektir. Söz konusu dinlerin hangi inançlarının tahrif edilmiş, hangilerinin hak dine uygun olduğunu ise ancak Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini rehber edinerek belirleyebiliriz.
Kuran, Allah Katından gönderilmiş son hak kitaptır. Allah, Kuran'ın indiriliş hikmetlerinden birinin de, insanların haklarında ihtilafa düştükleri konularda onları doğru yola iletmesi olduğunu bildirmiştir. Kuran'ın indirilmesinden önce çeşitli konularda kendi aralarında ayrılığa düşen Yahudiler ve Hıristiyanlara, Kuran'la birlikte bu konulardaki en doğru ve hak bilgi gelmiştir. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)
Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size     Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. (Maide Suresi, 15)
Kuran'da Hz. Musa ve Hz. İsa (as)'ın hayatları, onlara tabi olan inananların yaşamları, temel inançları, ahlaki değerleri, Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara bakış açısının ve tavrının nasıl olması gerektiği gibi konular detaylı olarak açıklanmıştır. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili Kuran'da yer alan önemli bilgilerden biri de, bu dinlerde dejenere olmuş inanç ve hükümlerin hangileri olduğudur. Tahrif olmuş inançların başında Hıristiyanların, Hz. İsa (as)'ın   Allah'ın oğlu olduğunu öne sürmeleri gelmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Hıristiyanlar, bu konuda büyük bir sapkınlık içine düşmüş ve Hz. İsa (as)'ı ilahlaştırmaya kalkışmışlardır. Aynı şekilde, Hıristiyanlık inancının temel esaslarından biri haline gelen üçleme de sapkın bir inanıştır. Allah Kuran'da Hıristiyanların dinlerini bu şekilde tahrif etmekle çok büyük bir sorumluluk yüklendiklerini bildirmiştir. Konuyla ilgili bazı ayetler şu şekildedir:
Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? (Tevbe Suresi, 30)
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)
Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)
Hıristiyanların bu tarz sapkın inanışlar geliştirmekle ne kadar büyük bir sorumluluk yüklendikleri bir başka ayette ise şu şekilde bildirilir:
"Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. (Meryem Suresi, 88-92)
Bunun yanı sıra, Hıristiyanlık ve Yahudilikte ahiret gününe, peygamberlere, meleklere iman gibi temel inanç esasları; dürüst olmak, yardım sever olmak, sabırlı ve vefakar olmak, ihtiyaç içinde olanları koruyup kollamak, adaleti sağlamak, güzel söz söylemek, mütevazı olmak, barışsever olmak gibi hak din ahlakının gereği olan değerler muhafaza edilmiştir. Ayetlerde samimi olarak iman eden Kitap Ehli'nin bazı güzel özellikleri şu şekilde bildirilmiştir:
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115)
Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden yücedir. (Enbiya Suresi, 22)
Hıristiyanların Hz. İsa (as)'ın ölmediğine ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine dair inançlarına da Kuran'da açıklık getirilmiştir. Hangi yönlerinin batıl, hangi yönlerinin hak olduğu açıklanmıştır. Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesi konusunda Hıristiyanların, üçleme ve Hz. İsa (as)'ı sözde ilahlaştırma gibi sapkın inançlarından kaynaklanan birtakım yanlış yorumları bulunmaktadır. Buna göre Hıristiyanlar, Hz. İsa (as)'ın tüm insanların günahının bir kefareti olarak çarmıha gerildiğini, çarmıhta öldükten sonra yeniden dirilip Allah Katına yükseldiğini öne sürmektedirler. Hıristiyanların bu yorumları dejenere edilmiş, gerçek dine uygun olmayan yorumlardır. Allah, Kuran'da hiçbir insanın bir diğerinin günahını yüklenemeyeceğini bildirmiştir. Herkesin yaptıkları kendi lehine veya aleyhinedir. Her nefis hesap gününde tek başına sorguya çekilecek ve –Allah'ın dilemesi dışında- hiç kimse bir başkasına yardım etmeye güç yetiremeyecektir. Bu gerçek ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra Suresi, 15)
Hz. İsa ise, Allah'ın elçisi ve peygamberidir. O, "Gerçekten  Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 51) ayetiyle bildirildiği gibi halkını yalnızca Allah'a kulluk etmeye, Allah'ın razı olduğu bir hayat yaşamaya çağırmıştır. Onları ahiret gününün azabına karşı uyarıp korkutmuştur. Gösterdiği büyük mucizeler ise Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmiştir. Allah dilemedikçe, tüm insanlar gibi Hz. İsa (as)'ın da hiçbir şeye güç yetirmesi mümkün değildir. Kuran'da Hz. İbrahim'in duasını haber veren ayetlerde bildirildiği gibi, insanı"... yediren ve içiren, hastalandığında şifa veren, öldüren ve dirilten, ahiret gününde iyilikte bulunanları bağışlayacak, kötülükte bulunanları azaplandıracak olan" (Şuara Suresi, 79-82) yalnızca Allah'tır. Hıristiyanlar ise, Hz. İsa (as)'ın tüm insanlığın günahlarının kefareti olarak çarmıha gerildiğini söyleyerek büyük bir hataya düşmüşlerdir.
Ancak Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne geleceğine dair inançları Kuran'da açık ve net olarak pekiştirilmiştir. Eğer Hz.İsa'nın yeniden yeryüzüne dönecek olması Hıristiyanların tahrif edilmiş inançlarından biri olsaydı (ki bu doğru değildir), hiç şüphesiz diğer tüm sapkın inanışları gibi bu da Kuran'da bildirilirdi. Kuran'da Hıristiyanların ihtilafa düştükleri konular açıklanarak Hz. İsa ile ilgili gerçek olan bilgi haber verilmiştir. Buna göre, inkar edenlerin Hz. İsa'ya kurdukları tuzaklar bozulmuş, Hz. İsa ölmemiş ve öldürülmemiştir. Hz. İsa Allah Katına yükseltilmiştir ve -Hıristiyanların da bekledikleri gibi- Allah'ın takdir ettiği zaman geldiğinde yeniden dünyaya gelecektir. Hıristiyanların, Hz. İsa (as)'ın Allah Katındaki yaşamı hakkında sahip oldukları bazı inançlar da batıl yorumlar içermektedir. Kuran'da bize bildirilen gerçek, Hz. İsa (as)'ın zaman ve mekanın olmadığı bir boyutta hayatta olduğudur. Bu boyutun nasıl bir alem olduğu ise Rabbimiz'in bilgisi dahilindedir.

İddia V ve Açıklaması

Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne geleceği gerçeğini kabul etmek istemeyenlerin öne sürdükleri iddialardan biri de, "Hz. İsa (as)'ın gelişine inanmanın, Hıristiyanlığı savunmak olduğu" yanılgısıdır.
Bu yanılgı, hatalı ve çarpık bir mantık örgüsünün ürünüdür. Hz. İsa, Allah Katında övülmüş, seçkin kılınmış, mübarek bir peygamberdir. Üstün ahlakı ve derin imanı tüm müminler tarafından saygıyla anılmakta ve örnek alınmaktadır. Hz. İsa (as)'ın ahlakını övmek, böyle kutlu bir insanın yeniden dünyaya gelecek olmasından heyecan duymak, bu gerçeği tüm iman edenlere müjdelemek olması gereken güzel tavır örnekleridir. "Hıristiyanlığa destek vermek olur" gibi akıl ve mantık dışı bir mazaret öne sürerek, Hz. İsa (as)'ın geleceği gerçeğini göz ardı etmeye çalışmak kesinlikle makul bir davranış değildir.
Bu çarpık mantığa göre, Hıristiyanlarla ilgili hiçbir şeyin anlatılmaması ve konuşulmaması gerekir. Aynı şekilde Hz. Musa'nın güzel ahlakı ve örnek hayatı da Yahudilere destek olmak anlamı taşır gerekçesiyle hiç anlatılmamalıdır. Kuran'da Hz. İsa'yı, Hz. Musa'yı, Hz. Yusuf'u, Hz. İbrahim'i, Hz. Yakub'u ve onlarla birlikte iman edenleri öven pek çok ayet yer almaktadır. Bu yanlış mantığa göre, bu ayetlerin de okunmaması gerekir. Bunların kabul edilebilir gerekçeler olmadığı son derece açıktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kitap Ehli'nin hak dine uygun olmayan çeşitli sapkın inançları ve uygulamaları vardır ve bunlar Kuran'da bildirilmiştir. Aynı şekilde, güzel ve iyi yönleri, gerçek din ahlakına uygun inanış ve uygulamaları da haber verilmiştir. Bize düşen Kitap Ehli'ni, Kuran'a ve sünnete bakarak değerlendirmek, bu hak kaynaklardan edindiğimiz bilgi ile doğruyu yanlıştan ayırt etmektir.
Unutmamak gerekir ki, Müslümanlar, "... Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136) ayetiyle buyurulduğu gibi tüm peygamberlere birini diğerinden ayırt etmeden iman etmişlerdir ve hepsini derin bir sevgiyle severler. Rabbimiz'in kutlu bir elçisi olan Hz. İsa (as)'ın da kıyametten önceki dönemde tekrar yeryüzüne gelecek olması iman edenler için akıl ve mantık dışı gerekçeler öne sürerek konuşulmaması gereken bir konu değildir. Tam tersine büyük bir şevk, aşk ve heyecan ile sürekli gündemde tutulması gereken bir müjdedir.
Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın. (Kehf Suresi, 16)
Söz konusu kimselerin böyle bir iddia öne sürmekle yanıldıklarını ortaya koyan bir diğer gerçek de, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geldiğinde, insanlar arasında Kuran ile  hükmedecek olmasıdır. Hz. İsa da diğer tüm peygamberler gibi, Allah Katında gerçek ve hak olan dine yani İslam'a tabidir. Allah Katında hak dinin İslam olduğu ve tüm peygamberlerin aynı dine tabi oldukları ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:
Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır... (Al-i İmran Suresi, 19)
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)
Hz. İsa da yeniden dünyaya geldiğinde, Kitap Ehli'nin sapkın inançlarını ortadan kaldıracak, insanları Allah Katında hak olan dine yani İslamiyet'e çağıracak, Kuran'la ve sevgili Efendimiz (sav)'in sünnetiyle hükmedecektir. Bu gerçek hadislerde şöyle müjdelenmiştir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder.77
Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır, mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır.78

İddia VI ve Açıklaması

Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geleceği gerçeğini kabullenmek istemeyenlerin öne sürdükleri mantık dışı açıklamalardan biri de, "Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişinin, imtihan ortamını ortadan kaldıracağı" iddiasıdır. Hiçbir tutarlılığı olmayan bu iddiaya göre, Hz. İsa (as)'ın tekrar dünyaya geldiğini gören tüm insanlar, binlerce yıl önce ölen birinin dirilişine tanıklık edecek ve yeniden dirilme konusunda şüpheleri olanlar kesin olarak iman edeceklerdir. Bu da insanların imtihan olmasını ortadan kaldıracaktır.
Elbette bu, hiçbir mantıklı dayanağı olmayan bir yorumdur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Hz. İsa ölmemiş, Rabbimiz'in büyük bir mucizesi olarak inkarcıların tuzaklarından kurtarılıp Allah Katına yükseltilmiştir. Hz. İsa Allah Katında diridir ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde –yine büyük bir mucize olarak- yeniden yeryüzüne dönecektir.
Ayrıca söz konusu kişilerin iddia ettiği gibi, Hz. İsa (as)'ın dönüşü tüm insanlar tarafından hemen kabul edilmeyebilir. Hz. İsa, özellikle inkar edenler, gerçek din ahlakını yaşamayanlar veya imanen zayıf olanlar tarafından şüphe ile karşılanabilir. Hz. İsa yeniden yeryüzüne döndüğünde inkarcı sistem ve ideolojilere karşı büyük bir fikri mücadele yürütecek; din ahlakına sonradan dahil edilmiş hurafe ve batıl inanışları ortadan kaldırarak dini özüne döndürecek ve bu büyük fikri mücadelenin sonunda din ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır. Nitekim büyük İslam alimi Said Nursi'nin konuyla ilgili açıklamalarında da, insanların büyük kısmının Hz. İsa'ya şüphe ile yaklaşacakları, ancak samimi olarak iman edenlerin imanlarının nuru ile bu mübarek peygamberi tanıyıp ona hemen itaat edecekleri bildirilmektedir:
Evet her vakit gökyüzünden melekleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (kılan) (Hz. Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanileri alem-i ervahtan (ruhlar alemi) gönderip beşer suretine temessül ettiren (benzeştiren), hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını (ruhlarını) cesed-i misaliyle (benzer bedenleriyle) dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi (sonunun selamet olması) için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki alem-i ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azime için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakim'in hikmetinden uzak değil... belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği (lazım geldiği) için vaadetmiş ve vaadettiği için elbette gönderecek. Hazret-i İsa Aleyhisselam geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım değildir. Onun mukarreb (yakınları) ve havassı (derin iman sahipleri), nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde (açıkça) herkes onu tanımayacaktır.79
Üstad'ın da bildirdiği gibi, Hz. İsa geldiğinde herkes bu kutlu peygamberi açıkça tanıyıp ona iman etmeyebilir. Üstelik şunu da hatırlamak gerekir ki, tarih boyunca gönderilen peygamberlerin pek çoğu insanları imana davet edebilmek için onlara Allah'ın dilemesiyle pek çok mucizeler göstermişlerdir. Ancak gördükleri mucizeler karşısında insanların büyük bir kısmı iman etmemiş, tam tersine daha da kibirlenmiş ve inkarlarında direnmişlerdir. Hz. Musa'nın asasının yılan olması, elinin bakanlara bembeyaz görünmesi gibi gösterdiği birçok mucizeye rağmen Firavun ve yakın çevresinin iman etmemeleri bunun bir örneğidir. Ayetlerde, Hz. Musa'nın göstermiş olduğu mucizelere karşı kavminin verdiği cevap şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (Araf Suresi, 132-133)
İman etmeyenlerin, Allah dilemedikçe, çok büyük mucizeler görseler dahi inanmayacakları bir başka ayette ise şöyle haber verilmiştir:
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
Dolayısıyla bazı insanların iddia ettiği gibi Hz. İsa (as)'ın gelişi gibi büyük bir mucizenin gerçekleşmesiyle, imtihan ortamının ortadan kalkması kesinlikle söz konusu değildir. Hz. İsa (as)'ın gelişi samimi olarak iman edenlerle iman etmeyenlerin birbirlerinden tam anlamıyla ayrılacakları bir ortama vesile olacaktır. Samimi olarak iman edenler, imanlarının kazandırdığı akıl, feraset ve basiret ile Hz. İsa'yı tanıyacak ve ona gönülden itaat edecek, destek olup savunacaklardır. İman etmeyenler veya imanen zayıf olanlar ise Allah'ın bu apaçık mucizesi karşısında dahi şüphe ve kuruntular içinde kalacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.) Ancak bu kişilerin vesveseleri ve şüpheleri apaçık olan gerçeği değiştirmeyecek, Allah'ın vaadi gerçekleşecek ve Hz. İsa Allah'ın izniyle yeryüzüne geri dönecektir.

İddia VII ve Açıklaması

Hak melik olan Allah pek yücedir, O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.
(Müminun Suresi, 116)
Hz. İsa (as)'ın öldüğü yanılgısına inananların öne sürdükleri açıklamalardan bir diğeri de, Kuran'da Hz. İdris'in "yükseltilmesi"nin bildiriliyor olmasıdır. Bu kişilerin iddiasına göre, Hz. İsa için de -Hz. İdris için olduğu gibi- "makam" anlamında yükseltilmeden bahsedilmektedir. Oysa ayetler detaylı olarak incelendiğinde bu çıkarımın doğru olmadığı açıkça görülmektedir. Hz. İdris'in yükseltilmesinin bildirildiği ayet şu şekildedir:
Kitap'ta İdris'i de zikret. Çünkü o, doğru olan bir peygamberdi. Biz onu yüce bir mekan (makam)a yükseltmiştik. (Meryem Suresi 56-57)
Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesinden bahsedilen ayetlerde geçen ifadeler ise şu şekildedir:
... Seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran Suresi, 55)
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi... Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, iki durum arasında büyük farklılık vardır. Meryem Suresi'nin 56. ayetinden önce gelen ayetlerde diğer bazı peygamberlerin üstün ahlakları ve imanlarının övüldüğü gibi, Hz. İdris ile ilgili bildirilen ayette de, Hz. İdris'in güzel ahlakı övülmekte ve kendisinin makam olarak yükseltildiği haber verilmektedir. Hz. İsa'yla ilgili bildirilen durum ise çok farklıdır. İnkarcıların Hz. İsa'ya tuzak kurmuş oldukları haber verilmekte,      Allah'ın Hz. İsa (as)'ı bu tuzaktan nasıl koruyup kurtardığı anlatılmaktadır. Hz. İsa (as)'ı öldürmek için tuzak kuranlar, Allah Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına yükselttiği, yani bedenini ve ruhunu bu boyuttan zaman ve mekanın olmadığı bir başka boyuta aldığı için hedeflerine ulaşamamışlardır. Hz. İdris'in makam olarak yükseltilmesi bildirilirken, Hz. İsa (as)'ın fiziksel olarak bu boyuttan alınması ve Allah Katına yükseltilmesi bildirilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)

İddia VIII ve Açıklaması

Konuyla ilgili olarak bazı kimselerin sıkça öne sürdükleri gerçek dışı iddialardan biri de, "Hz. Muhammed (sav) son peygamber olduğu için, Hz. İsa (as)'ın gelmeyeceği"dir. Sıkça gündeme getirilen bu iddia mantık dışıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Muhammed Suresi'nin 40. ayetinde de bildirildiği gibi Peygamber Efendimiz (sav), "Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur." Ve Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelecek olması -bazı kimselerin öne sürdüğü gibi- bu gerçeği değiştirmez. Hz. İsa, Hz. Muhammed (sav)'den sonra gönderilen bir peygamber olarak değil, Hz. Muhammed (sav)'in şeriatını devam ettirecek ve dünyaya din ahlakını hakim kılacak bir elçi olarak gelecektir.
Bazı kimseler ise, akla ve mantığa aykırı bir başka iddia ortaya atmakta ve "eğer Hz. İsa peygamber olarak gelmeyecekse, gelmesinin bir anlamı olmayacağını" öne sürmektedirler. Bu iddia sadece akla değil, vicdana da aykırıdır. Hz. İsa (as)'ın yeniden gelecek olması Rabbimiz'in bir vaadidir ve bu mübarek insanın yeniden yeryüzüne gelişinde çok büyük hikmetler vardır. Allah tarih boyunca insanlara gönderdiği peygamberler aracılığı ile doğru yolu göstermiştir. Kimi zaman da insanların din ahlakından uzaklaştıkları, bozulma ve dejenarasyonun yaygınlaştığı dönemlerde resul hükmünde tebliğciler göndererek insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Bu tebliğciler, Allah'ın insanlara melik (yönetici) olarak gönderdiği kimselerdir ve gönderildikleri toplumların kurtuluşuna vesile olmuşlardır. Nitekim Kuran'da, darlık ve sıkıntı içinde olan insanların Allah'a, kendilerine bir kurtarıcı ve koruyucu göndermesi için dua ettikleri haber verilmiştir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir.
(Kasas Suresi, 68)
Allah'ın insanların bu dualarına icabet ederek onlara Katından kurtarıcılar göndermesi hiç şüphesiz çok büyük bir nimettir. Kuran'da bildirilen Talut ve Zulkarneyn kıssaları da Allah'ın insanlara peygamberler dışında elçiler gönderdiğinin önemli birer delilidir. Talut kıssasında, Allah'ın o dönemki topluma yönetici olarak Talut'u gönderdiği ve inananların ona itaat etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Talut ve beraberindekiler, dönemin inkarcı lideri Calut'a karşı mücadele etmişlerdir. Samimi olarak iman edenler Talut'a gönülden bağlanıp ona itaat etmişler, tereddüte kapılanlar ise hem Talut'un kendilerine elçi olarak gönderilmesinin hem de onun verdiği emirlere uymanın hikmetlerini anlayamamışlardır.Talut'un kendilerine gönderilmiş olmasının hikmetini anlayamayanların vermiş oldukları cahilce tepki Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)
Aynı şekilde Zulkarneyn de içinde bulunduğu topluma, onları düştükleri sıkıntıdan kurtarmak ve din ahlakını hakim kılmak için tebliğci olarak gönderilmiştir. Kuran'da Allah'ın Zulkarneyn'e sağlam bir iktidar verdiği bildirilmiştir:
Sana (Ey Muhammed,) Zulkarneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim. Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik." (Kehf Suresi, 83-84)
Günümüzde de insanlar ahlaki çöküntünün, yokluğun, zulmün, haksızlığın hüküm sürdüğü karanlık bir dünyada yaşamaktadır. Hz. İsa, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, din ahlakını dünyaya hakim kılmak, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak için görevli olarak yeniden dünyaya gönderilecektir. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle birlikte, zulmün ve bozulmanın dayanak noktası olan inkarcı ideolojiler fikri olarak tamamen ortadan kaldırılacak, insanların özlemini duydukları huzur, güvenlik ve bolluk Allah'ın izniyle tüm dünyaya hakim olacaktır.

İddia IX ve Açıklaması

Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve yeniden dünyaya geleceği konusunda yersiz şüpheleri olan bazı kimseler de, "Din ahlakını hakim kılmak için neden Hz. Muhammed (sav) değil de, Hz. İsa gönderilmektedir?" diye sormakta ve bu vesveselerini kendilerince mazeret kılarak birtakım itirazlar öne sürmektedirler.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Allah Katında onurlu ve güvenilir bir elçidir. Allah'ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah'ın dostu, Rabbimiz'in Katında üstünlüğü olan mübarek bir insandır. Tüm müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir. Hz. Muhammed (sav) yaşamı boyunca Allah yolunda tüm insanlığa örnek bir mücadele sergilemiş, cehaletin ve karanlığın içine gömülmüş olan Arap Yarımadasını İslam ahlakı ile aydınlatmıştır. Allah'ın takdir ettiği süre dolduğunda ise, diğer birçok peygamber gibi ömrü sona ermiştir.
Hz. İsa için ise, Allah farklı bir kader takdir etmiş ve onun yeniden yeryüzüne döneceğini vaadetmiştir. Bu Rabbimiz'in takdiridir ve şüphesiz büyük hikmetleri vardır. Hz. İsa (as)'ın yeniden gelecek olmasının hikmetlerinden biri ise (en doğrusunu Allah bilir), Hıristiyanların ve Yahudilerin içinde bulundukları durumdan ancak bu şekilde kurtulabilecek olmalarıdır. Bilindiği üzere, Hıristiyanların mevcut inanç ve uygulamaları pek çok batıl ve sapkın inanışı içermektedir. Müslüman dünyasında ise böyle bir inanç bozukluğu yoktur. Hıristiyanlar, Hz. İsa (as)'ın ardından peygamberlerini ilahlaştırma sapkınlığına düşmüşler ve dinlerini tahrif etmişlerdir. Hıristiyan dünyasının söz konusu tüm sapkın inanışlardan arınarak gerçek din ahlakına ve son hak din olan İslam'a yönelmeleri için Hz. İsa (as)'ın gelmesi büyük önem taşımaktadır. Her ne kadar bazı Hıristiyanlar doğru yolu gördükten sonra ona uymayı kabul etseler de, bazıları da bunu kendilerince Hz. İsa'ya bir tür ihanet gibi algılayıp gerçek din ahlakını yaşamaktan kaçınmaktadırlar. Oysa Hz. İsa (as)'ın gelmesi ve kendilerine hak dini tebliğ etmesiyle bu insanların İslamiyet'e yönelmeleri çok daha hızlı ve kolay olacaktır. Kendi peygamberlerinin onlara teslis inancının sapkınlığını, Allah'tan başka İlah olmadığını, kimsenin bir başkasının günahını yüklenmesinin mümkün olmadığını, hak kitabın Kuran-ı Kerim olduğunu anlatması Hıristiyan dünyası üzerinde büyük bir etki oluşturacaktır. Hz. İsa ile birlikte insanlar kitleler halinde şirkten ve sapkın inanışlardan kurtulacak, akın akın Allah'ın dinine yani İslam'a yöneleceklerdir.
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-iİmran Suresi, 67)
Unutmamak gerekir ki, Allah Kuran'da iman edenlere din ahlakının dünyaya hakim olacağını vaadetmiştir. Ancak bunun için müminlerin gizli ve açık şirkten tamamen sakınmaları ve yalnızca Allah'a yönelip ibadet etmeleri gerekmektedir. Allah'ın izniyle, Hz. İsa (as)'ın gelişi de bu kutlu dönemin başlangıcı olacaktır.
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

İddia X ve Açıklaması

Hz. İsa (as)'ın ikinci kez gelişini kendilerince reddetmeye çalışanların iddialarından biri de, "Hz. İsa (as)'ı beklemenin iman edenleri tembelliğe sürükleyeceği" aldatmacasıdır.
Bu aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Tarih boyunca insanlar, ahlaksızlığın yaygınlaştığı, zulmün ve haksızlıkların arttığı dönemlerde Allah'tan bir kurtarıcı istemişler, Allah'ın bir elçi göndererek kendilerini içinde bulundukları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için dua etmişlerdir. Allah, dualarını kabul edip bir kurtarıcı gönderdiğinde, samimi olarak iman edenler bu elçinin destekçisi ve savunucusu olurlar:
... Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Bazı kimselerin iddialarının tam tersine, Allah'ın insanlara bir elçi gönderecek olması samimi olarak iman edenler için çok önemli bir şevk konusudur. Gönülden iman eden bir kişi, elçinin geleceği ortam için elinden gelen en iyi ve güzel hazırlığı yapması gerektiğini bilir. İmani bir heyecan ve aşkla hem kendisini hem de çevresini bu kutlu olaya hazırlar. Tembellik ve şevksizlik ise, münafıkane bir yapıya sahip olanlar ile imani zayıflığı olan kişilerin özellikleridir. İmanı zayıf olanlar hem elçinin gelişine tam olarak inanmaz hem de elçi geldiğinde, bu elçiye gönülden itaat edip bağlanmazlar. Tarihte bunun pek çok örneği görülmüştür. Geçmişteki toplumlar içinde bu zihniyete sahip olan insanların durumu bir ayette şöyle haber verilir:
İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin…
(Ankebut Suresi, 46)
Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42)
Kuran'da Hz. İsa (as)'ın da kendisinden sonra -kendisi Allah Katına yükseltildikten sonra- gelecek olan bir elçiyi haber verdiği bildirilmektedir. Bu haber, Hz. İsa döneminde ve ondan sonra yaşayan tüm müminler için büyük bir müjde olmuştur. Ayette şöyle buyurulmuştur:
Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)
Eğer bazı kimselerin önceki satırlarda yer verdiğimiz iddiaları doğru olsaydı, bu durumda, Allah'ın Hz. İsa vesilesiyle ondan sonra insanlara bir elçi daha göndereceğini haber vermemesi gerekirdi. Ya da, bu haberin o dönemde yaşayanları tembelliğe ve şevksizliğe yönlendirmesi gerekirdi. Oysa Rabbimiz'in insanları bir elçiyle müjdelemesinin birçok hikmeti vardır ve samimi müminler için böyle bir tembellik veya gevşeklik, Allah'ın izni ile, hiçbir zaman söz konusu değildir. İman edenler, imanlarından kaynaklanan derin bir kavrayışa ve akla sahiptirler. Bu aklın sayesinde, bir elçi ile müjdelenmenin önemini gereği gibi kavrar, bu müjdenin imani heyecanını ve şevkini yaşar, bu büyük olaya en iyi şekilde hazırlanmaları gerektiğinin bilinciyle hareket ederler.
De ki: "En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip-iletirdi." (Enam Suresi, 149)
Görüldüğü gibi Hz. İsa (as)'ın öldüğünü öne süren kimseler gerçek olmayan bir iddiada bulunmaktadırlar. Bu kimseler tarafından sözde delil olarak öne sürülen yorumların da gerçeği yansıtmadığı ispatlarıyla görülmektedir. Temennimiz, yanlış bilgilendirilmeleri veya konuyu tam anlamıyla araştırmadıkları için söz konusu yanılgıyı kabullenen kimselerin, bu eser aracılığı ile, yanıldıklarının ve yanlış bir düşünceyi savunduklarının farkına varmalarıdır. İnsanın inandığı veya savunduğu bir düşüncenin yanlış olduğunu fark edip, doğruyu gördüğünde yanlış olanda ısrar etmemesi güzel bir erdemdir. Ve bu ahlak Kuran'da övülen bir mümin özelliğidir.
Allah Kuran'da iman edenlerin, bile bile hatalarında direnmeyenler (Al-i İmran Suresi, 135) ve doğru yolu gördüklerinde ona uyanlar olduğunu bildirmiştir. Bu konuda da –her konuda olduğu gibi- en gerçek ve doğru bilgi Kuran'da yer alan ve Hz. Muhammed (sav)'in hadislerinde bize bildirilen bilgidir. Yani, Hz. İsa ölmemiş ve öldürülmemiştir. Zamanı geldiğinde ikinci kez yeryüzüne gelecektir. Dolayısıyla, çeşitli tevillerle bu açık gerçeği göz ardı etmeye ya da reddetmeye çalışmak yerine, Allah'ın elçisinin yeryüzüne gelecek olmasının ne kadar büyük bir müjde olduğunu düşünüp, bu sevinçli haberden şevk ve heyecan duymak gerekir. Samimi olarak iman edenlerin duası, bu kutlu insanın gelişine tanıklık edebilmek ve onun gelişiyle yeryüzünde yaşanacak güzellik ve hayır ortamında bulunabilmektir.
Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ancak onların çoğu bilmezler.(Yunus Suresi, 55)

Hadislerde Hz. İsa (as)

Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu ve ahir zamanda yeryüzüne yeniden gelecek olması hadislerde detaylı olarak yer almaktadır. En büyük ve güvenilir hadis kaynakları olarak kabul edilen Kütüb-i Sitte'de, İmam Maliki'nin Muvatta'sında, İbn Huzeyme ve İbn Hibban'ın Sahih'lerinde, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsned'lerinde Hz. İsa ile ilgili hadisler bulunmaktadır. Ayrıca pek çok İslam alimi, Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve yeryüzüne yeniden geleceğine dair araştırma ve incelemeler yapmışlar, bu konuda kaynak eser konumunda olan çeşitli kitap ve risaleler hazırlamışlardır. Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu ve yeniden dünyaya geleceği konusunda kanaat belirten İslam alimlerinin başında mezhep imamımız olan Ebu Hanife gelmektedir. İmam Ebu Hanife'nin yanı sıra, Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişinin ayetlerde ve hadislerde açık bir şekilde bildirildiğini belirten İslam alimlerinden bazıları şunlardır:
  • İmam Maturidi, Hz. İsa hakkındaki hadisleri incelerken, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğinin hak olduğunu açıklamıştır.80
  • Ehl-i sünnetin ilk kelamcılarından biri olarak kabul edilen Accuri, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda gelişinin gerçek olduğunu, dolayısıyla bu habere inanılması gerektiğini ifade etmiştir.81
  • İbn Hazm, Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişinin güvenilir bir haber olduğunu açıklamıştır.82
  • Pezdevi, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez gelişi ile ilgili haberlerin ayetlerde ve hadislerde açık olarak bildirildiğine dikkat çekmiştir.83
  • Nesefi, Hz. İsa (as)'ın gelişinin kıyamet önemli alametlerinden biri olduğunu ifade etmiştir.84
  • Teftazani, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya dönüşü ile ilgili hadislerin güvenilir hadisler olduğunu belirtmiştir.85
  • İbnü'l Arabi, Hz. İsa (as)'ın doğumunun üzerinden bin yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, onun Allah Katında nurani ve ruhani cesediyle diri olduğunu bildirmiştir.86
  • Kurtubi, Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişine inandığını söylemekte ve pek çok güvenilir hadisin buna delil odluğuna işaret etmektedir.87
  • İmam Rabbani konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Hz. İsa gökten inecek ve Peygamberimiz (sav)'e ümmet, yani onun ashabından olacak, onun şeriatına uyacaktır."88
  • Dönemin Mısır Hanefi alimlerinin lideri sayılan İmam Cafer et Tahavi, Hz. İsa (as)'ın dönüşü önemli kıyamet alametleri arasında saymakta ve bu gerçeğe inanmak gerektiğini söylemektedir.89
  • Aliyyu'l Kari, Hz. İsa (as)'ın gelişinin kıyamet alametlerinden biri olduğunu söylemekte, Hz. İsa geldiğinde Deccal'i öldürecektir demektedir. Kari'ye göre bu habere inanmak vaciptir. Çünkü bu konu, Hz. Peygamber (sav)'den ve sahabeden gelen birtakım haberlerle sabittir.90
  • Ebu'l Hasen el Eşari, "Makalatu'l İslamiyyin" adlı eserinde; "Ehli hadis ve ehli sünnetin ittfak ettikleri şu hususlara iman etmek gerekir: Allah'a, meleklere, kitaplara, resullere, Allah'tan aldıkları vahiylere, her bakımdan güvenilir ravilerin rivayet ettikleri Resulün sözlerine... Deccal'İn çıkacağına ve Hz. İsa (as)'ın onu öldüreceğine." demektedir.91
  • Beyazi, kıyametin yaklaştığını gösteren alametlerden birinin de Hz. İsa (as)'ın gelişi olduğuna dikkat çekmekte, bu bilgiyi sahih hadislerin tam olarak desteklediğini söylemektedir.92
  • Suyuti, Hz. İsa (as)'ın geleceğini ve Hz. Muhammed (sav)'in şeriatıyla hükmedeceğini bildirmiştir.93
  • Alusi de, Hz. İsa (as)'ın geldiğinde Hz. Muhammed (sav)'in şeriatıyla hükmedeceğini ve Müslümanların da onun yardımcıları olacağını söylemiştir.94
  • Osmanlı dönemi alimlerinden Ebu'l Münteha, Hz. İsa (as)'ın geleceğine inanmanın hak olduğunu ifade etmiştir.95
  • Çağdaş tefsircilerden Şinkıti konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: "Kuran ve mütevatir sünnetin ikisi de Hz. İsa (as)'ın şu an diri olduğuna, ahir zamanda nazil olacağına (indirileceğine) ve onun gelişinin kıyamet alametlerinden sayıldığına delildir."96
Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:
Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır.97
Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa (as)'ın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar ünlü olduğunu, Hz. İsa (as)'ın gelişine imanın vacip olduğunu açıklamıştır.98

Hz. İsa Konusundaki Hadisler Güvenilirdir

Hz. İsa (as)'ın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lugat'te şöyle yapılmaktadır:
Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.99 Mütevatir hadis ise, yalan üzerine birleşmeleri düşünülemeyecek kadar kalabalık olan bir cemaat tarafından rivayet edilen hadislere denir.
İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, mütevatir hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:
Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.100

Hz. İsa (as)'ın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri, Et Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l Mesih isimli çalışmasında 75 tane hadise ve 25 tane sahabeye ve sahabeyi görenlere ait esere yer vermiştir. Kütüb-i Sitte'nin önemli kitaplarından biri olan Sünen-i Ebu Davud'da ise Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişi konusundaki hadislerle ilgili olarak şöyle bir açıklama yer almaktadır:

Hz. İsa (as)'ın kıyamete yakın gökten yeryüzüne ruh ve bedebiyle ineceğine dair Resulullah (sav)'dan rivayet edilen hadis-i şerifler mütevatirdir... Ehl-i sünnetin mezhebi de budur.101
İmam Kevseri ise Hz. İsa (as)'ın inişi ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu şu şekilde bildirmiştir:

Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür, "tevatür-i manevidir." Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa (as)'ın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir… Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ile Hz. İsa (as)'ın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır.102

Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu (‘OL’ kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)
Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğunu ve ahir zamanda tekrar dünyaya gelerek gerçek din ahlakını dünyaya hakim edeceğini ifade eden İslam alimlerinden biri de İmam Suyuti olduğunu kitabın önceki bölümlerinde görmüştük. İmam Suyuti, El Havi Lil Fetava adlı kitabı ve El İ'lam bi Hukmi İsa adlı risalesinde, konuyla ilgili tüm hadisler yer verdikten sonra, hadislerin mütevatir olduklarını bildirmiştir:
Hadis ilmine vakıf olanlara gizli kalmayacağı üzere, bu hususta zikrettiğimiz bütün hadisler mütevatir derecesine ulaşmıştır. Dolayısıyla Mehdi Muntazar (beklenen Mehdi) hakkındaki hadis-i şerifler mütevatir olduğu gibi, Deccal hakkındaki hadis-i şerfiler de tevatür derecesine ulaşmış olup, Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerifler de mütevatirdir.103
Alim İbn-i Kesir de, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
İşte bunlar Resulullah (sav)'dan mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır… Hz. İsa (as)'ın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir...104
Ayrıca, tefsir alimi İbn Atiyye el Gıranadi el Endulisi, el Bahru'l Muhit adlı eserinde; Hafız İbn Hacer, Fethu'l Bari adlı eserinde; İmam İbn Rüşd, Sahih-i Müslim üzerine yaptığı şerhinde; büyük alimlerden Şeyh Abdullah Gumari, Akidetü'l Ehlil İslam adlı eserinde; Cafer el Kettani Nazmu'l Mütenasir Minel Hadisil Mütevatir adlı eserinde, Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri ve yeniden dünyaya dönecek olduğunun sünnet ve alimlerin ortak kanaati ile sabit olduğunu, Deccal, Mehdi ve Hz. İsa konusundaki hadislerin mütevatir olduğunu bildirmişlerdir. 

Hz. İsa ile İlgili Hadisleri Rivayet Edenler

Peygamberimiz (sav)'in gelecek hakkında verdiği bilgiler "gayb" haberlerindendir. Allah ayetlerde dilediği elçilerine gayb bilgilerini vereceğini bildirmiştir:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)
Rabbimiz Fetih Suresi'nde de Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e rüyalar aracılığı ile bilgi verdiğini haber vermiştir:
Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat    Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece  bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (Fetih Suresi, 27)
Ayette görüldüğü gibi, Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e çeşitli gayb haberleri vermiştir. Bu haberler, Peygamberimiz (sav)'e ve onunla birlikte olan salih müminlere Allah'ın büyük bir desteğidir, yardımıdır. Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan sahabeler de, Rabbimiz'in Hz. Muhammed (sav)'e vahyettiği bu gayb haberlerinin bir kısmına şahit olmuşlardır. Sahabeler, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu gayb haberlerini kendilerine ne şekilde aktardığını anlatmışlardır. Buhari ve Müslim, Ömer ibnil Hattab ve Huzeyfe'den, İmam Ahmed ve Müslim de Ebu Zeyd bin Amr bin Ahtab El Ensari'den şöyle rivayet etmişlerdir:
Resul-ü Ekrem (sav)... Bu hutbelerinde bütün olmuş ve bundan sonra olacak olan hadiseleri haber verdi, onları bize öğretti ve ezberletti. (Buhari-Müslim)
Huzeyfe bin el-Yeman da bu konuda şunları söylemiştir:
Allah'a kasem ederim Resul-ü Ekrem (sav) dünyanın sonuna kadar gelecek olan fitneleri ve o fitneleri çıkaran reisleri ta üç yüzden daha fazla kimseleri bize isimleriyle, babalarının isimleriyle ve kabilelerinin isimleriyle haber verdi.(Ebu Davud)

Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (mü'minlerle kafirler birbirlerinden) ayrılırlar. Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar'. (Rum Suresi, 14-15)


 
Peygamberimiz (sav)'in geleceğe dair verdiği haberlerin önemli bir kısmını da Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi ile ilgili bilgiler oluşturmaktadır. Hz. İsa ile ilgili hadisler incelendiğinde, bu konuda çok sayıda hadis bulunduğu ve bu hadislerin birbirleriyle mutabık oldukları görülür. Konuyla ilgili hadislerde yer alan bilgiler incelendiğinde; Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya döneceği, geldiğinde insanlar arasında Kuran ile hükmedeceği, Deccal'i yeneceği, tüm dünyaya gerçek din ahlakını hakim edeceği, onun döneminde yeryüzünde bereket ve barışın hakim olacağının tüm hadislerde haber verilen ortak haberler olduğu görülecektir. Hz. İsa ile ilgili hadislerde dikkat çeken bir diğer özellik de çok sayıda sahabe tarafından rivayet edilmiş olmalarıdır. Nitekim bu hadislerin mütevatir kabul edilmesinin nedeni, yalan olması mümkün olmayacak kadar çok sayıda kişi tarafından rivayet edilmiş olmalarındandır. Hz. İsa'yla igili hadisleri rivayet eden sahabelerin sayısı, elliden fazladır. Bu sahabelerden bazıları şunlardır: Enes İbni Malik, Katade, Ayşe, Ebu Hureyre, İmran bin Husayn, Nafi bin Utbe, Ebu Berze, Hüzeyfe bin Esir el Gıfari, Keysan, Osman bin el-As, Cabir bin Abdillah, Ebu Ümame, Ibn Mesud, Abdullah bin Amr, Semüre bin Cündüp, Nevvas bin Seman, Amr bin Avf, Hüzeyfe bin el Yeman, Ebul Eşas es Sanani, Ebu Umame el Bahili, Ebud Derda, Ebu Rafi, Ebu Said El Hudri, Ebu Malik el Gıfari, Rebi İbni Enes, Şehribni Havşeb, Ammar Ibni Yasir...

Sahabe ve Sonraki Neslin Hz. İsa (as)'ın Gelişiyle İlgili Açıklamaları

Sahabeler, Peygamberimiz (sav)'in yanında olma şerefine erişmiş, bizzat bu mübarek insan tarafından yetiştirilmiş çok değerli müminlerdir. Sahabelerin Hz. İsa'yla ilgili ayetler hakkında yaptıkları açıklamalar, Hz. Muhammed (sav)'in bu konuda onlara öğretmiş olduğu bilgiler ışığındadır. Sahabelerin, Hz. İsa ile ilgili bildirilen ayetler hakkındaki açıklamaları incelendiğinde, tüm sahabelerin Hz. İsa (as)'ın ölmediğine ve yeniden dünyaya geleceğine inandıkları görülür. Bu açıklamaların bazıları şöyledir:
  • İbn Zeyd, Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetiyle ilgili olarak, "Hz. İsa beşikte iken insanlarla konuştu. Deccal'i öldüreceğinde 'kehl' halinde iken de insanlarla konuşacaktır." demiştir.105
  • Abdullah bin Abbas Nisa Suresi'nin 159. ayeti hakkında şunlar söylemiştir; "Bu ayet, Meryem oğlu İsa'nın ortaya çıkışına delildir... Bütün Ehl-i Kitap Hz. İsa (as)'ın ölümünden önce ona iman edecektir."106
  • Muhammed bin Ali Ebi Talip (İbnü'l Haneffiye diye de tanınır), Nisa Suresi'nin 159. ayetini şu şekilde açıklamıştır: "... O kıyamet kopmadan önce inecektir. Bütün Yahudi ve Hıristiyanlar ona iman edeceklerdir."107
  • Katade de Nisa Suresi'nin 159. ayetini şöyle açıklamıştır: "Hz. İsa indiği zaman bütün dinler ona iman edecek ve o kıyamet gününde de onlara şahit olacaktır."108
  • Katade, Zuhruf Suresi'nin 61. ayetini ise, "Hz. İsa (as)'ın nüzulu, kıyamet için bir işarettir" sözleriyle açıklamaktadır.109
  • Muhammed bin Zeyd bin el Muhacir el Medeni de, Nisa Suresi'nin 159. ayetini açıklarken, "Hz. İsa yeryüzüne indiği vakit Decal'İ öldürecek, yeryüzünde ona iman etmeyen hiçbir Yahudi kalmayacaktır" demiştir.110   
  • Ebi Malik el Gıfari ise Nisa Suresi'nin 159. ayetinin, "Meryem oğlu İsa'nın yeryüzüne inmesi anında Ehl-i Kitap'ın hepsi ona iman edeceklerdir" diyerek açıklamıştır.111
  • Hasan Basri ise Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri oluşu ve yeniden gelişi ile ilgili olarak; "Allah'a yemin ederim ki, Hz. İsa şu anda Allah Katında diridir, o indiği zaman herkes ona iman edecektir" açıklamasında bulunmuştur. Hasan Basri Nisa Suresi'nin 159. ayetini açıklarken ise şöyle demiştir: "Allah Hz. İsa (as)'ı Kendisi'ne ref etmiştir. Kıyamet gününden önce onu bir makam sahibi olarak gönderecektir. İyi ve kötülerin hepsi ona inanacaklardır."112 
  • Hasan Basri'nin Zuhruf Suresi'nin 61. ayeti ile ilgili yaptığı açıklama da benzer şekildedir. Ayetin manasının Hz. İsa (as)'ın yeniden gelişi olduğunu söylemektedir.113
  • İbn Abbas da konuyla ilgili olarak, "Allah, Zuhruf Suresi'nin 61. ayetinde Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce ortaya çıkacağına işaret etmektedir." açıklamasını yapmıştır.114

İslam Alimleri Hz. İsa (as)'ın Gelişini Akide (İnanç Esası)
Konusu Olarak Değerlendirmektedirler

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kuran-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri birarada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'ın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:
  1. Nisa Suresi'nin 157. ayetinde Allah, "... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kuran'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimlerinin bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken; "Hz. İsa (as)'ın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted parantez içinde anlamını ver veya kafir olacağını" vurgulamıştır.115
  2. Hz. İsa (as)'ın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek –yani Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.
  3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Hz. Muhammed (sav)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın Faslul Hitap, Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin Meanil Ahbar, İmam Süheyli'nin er-Ravuzul Ünüf, İmam Suyuti'nin el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır: "Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir." 116
  4. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velidbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas...
Tüm bu bilgiler sonucunda İslam alimleri Hz. İsa (as)'ın inişine ve gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağına imanı, önemli inanç esaslarından biri olarak değerlendirmişlerdir. Buraya kadar ele aldığımız bilgiler açıkça göstermektedir ki, Hz. İsa ile ilgili hadisler sahih ve mütevatir hadislerdir. Hadislerde yer alan bilgiler, sahabeden aktarılan tüm rivayetler ve İslam alimlerin açıklamaları, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelişi konusunda hiçbir tereddüte yer bırakmamaktadır. Allah'ın izniye Hz. İsa dünyaya yeniden dönecek ve tüm insanlar Hz. İsa (as)'ın vesile olduğunu çok kutlu ve güzel bir dönem yaşayacaklardır.

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz…
( Al- I İmran Suresi, 110)
 

Bediüzzaman Said Nursi De, Hz. İsa’nın Ölmediğini ve
İkinci Kez Yeryüzüne Geleceğini Açıklamıştır

Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak kabul edilen büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı'nda Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle ilgili önemli açıklamalar yapmıştır. Ayetler ve hadisler ışığında, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden dünyaya geleceğini, Hıristiyanları batıl inanış ve uygulamalarından arındırarak hak din ahlakına davet edeceğini, bu dönemde Hz. İsa'ya uyan samimi İseviler ile Müslümanların ittifak edeceklerini, Hz. İsa (as)'ın Hz. Mehdi ile birlikte İslam ahlakının yeryüzüne hakim olmasına vesile olacağını anlatmıştır.
Ancak Bediüzzaman'ın bu açıklamaları kimi zaman yanlış anlaşılıp yanlış yorumlanmaktadır.  Özellikle Bediüzzaman'ın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin "şahs-ı manevileri"nden bahsettiği sözlerinden, Hz. İsa (as)'ın mübarek zatının gelmeyeceği gibi yanlış bir anlam çıkarılmaktadır. Oysa Bediüzzaman'ın sözleri böyle bir anlam taşımamaktadır. Risale-i Nur'un pek çok farklı yerinde açıkça ifade edildiği gibi, Bediüzzaman Hz. İsa (as)'ın zatının ahir zamanda ikinci kez yeryüzüne geleceğini söylemiştir. Nitekim Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin manevi birer şahıs, ruh ya da mana gibi görünmez birer güç olarak tanımlanması, Kuran ayetlerinde bildirilen Allah'ın adetullahı (Allah'ın kanunu) ile tamamen çelişmektedir. Tarih boyunca hiçbir elçi veya peygamber, bir şahs-ı manevi olarak gelmemiştir. Kuran'da çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi verilmiştir. Yaşamlarının sonuna kadar gönderildikleri kavimleri hak dine davet etmiş, onları Allah'ın azabına karşı uyarıp korkutmuş ve iman edenleri cennetle müjdelemişlerdir. Yaşadıkları toplumlardaki inkarcıların baskılarına, kurdukları tuzaklara ve hak dine yönelik mücadelelerine sabır ve tevekkülle karşı koymuş, onları Allah'ın razı olacağı ahlakı yaşamaya çağırmışlardır.

De ki: "Hak geldi; batıl ise ne (bir şey) ortaya çıkarabilir,
ne geri getirebilir. "
(Sebe Suresi, 49)

Tüm bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün manevi bir şahıs olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer fert olarak geldiklerini göstermektedir. Yüzyıllardır süregelen bu adetullah (Allah'ın kanunu), tüm İslam tarihinde olduğu gibi ahir zamanda gelecek olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de söz konusudur. Ancak elbette ki tüm peygamber ve elçilerin olduğu gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de kendilerinden ayrı olarak şahs-ı manevileri de olacaktır. Kuran'da, gönderilmiş olan tüm peygamber ve elçilerin çevresinde, onlara inanan ve onların gösterdikleri hak yolu izleyen birer topluluk olduğu haber verilmiştir. Elçilere iman eden bu kimseler ve onların elçileriyle birlikte yapmış oldukları faaliyetlerin tümü, bu elçilerin şahs-ı manevilerini oluşturur. Kuran'da peygamberlerin hayatlarını anlatan kıssalarda bu durum açıkça görülmektedir.
Örneğin Peygamberimiz (sav)'in ashabı, onun şahs-ı manevisini oluşturmuştur. Fakat bu, Peygamber Efendimiz (sav)'in varlığı şartı ile oluşmuştur. Bu durum ahir zamanda da değişmeyecek, Bediüzzaman'ın da dile getirdiği gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi beraberlerindeki mümin topluluklarının başında bizzat birer hidayet önderi olarak bulunacaklardır. Dolayısıyla Bediüzzaman Said Nursi de "şahs-ı manevi" terimini kullanırken Kuran'da haber verilen adetullahda olduğu şekilde kullanmıştır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de kendi talebeleri ve eserleri için şahs-ı manevi tabirini kullanırken, bu şahs-ı manevinin başında yine kendisi bulunmaktadır. Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine, eserler ile onu takip eden talebeler de dahildir, ama nur hareketinin önderi Bediüzzaman da bu ifadeden ayrı tutulamaz. Risale-i Nur'da Hz. İsa (as)'ın ikinci kez gelişiyle ilgili yorumlar incelendiğinde bu gerçek çok daha iyi anlaşılacaktır:
1. Bir vechi (sebebi) şudur ki: SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (hipnoz ve ruhlarla bağlantı tarzındaki sahte mucizeleriyle) KENDİNİ MUHAFAZA EDEN VE HERKESİ TESHİR EDEN (büyüleyen, aldatan) O DEHŞETLİ DECCAL'İ  yok edebilecek, mesleğini değiştirecek;  ANCAK HARİKA VE MU'CİZATLI VE UMUMUN MAKBULÜ(mucizeleri olan ve herkesin kabul ettiği) BİR ZAT OLABİLİR Kİ   O ZAT  en ziyade alakadar ve ekser insanların (insanların çoğunluğunun) Peygamberi olan  HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'DIR.  (Şualar, s. 493)
Bediüzzaman bu sözünde, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Mesih Deccal'in birtakım olağanüstü güçlerle insanları aldatmaya çalışacağını ancak onun bu fitnesinin, Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelmesiyle tamamen ortadan kalkacağını anlatmaktadır:
SİHİR VE MANYETİZMA VE İSPİRTİZMA GİBİ İSTİDRACI HARİKALARIYLA (HİPNOZ VE RUHLARLA BAĞLANTI TARZINDAKİ SAHTE MUCİZELERİYLE)... HERKESİ TESHİR EDEN (BÜYÜLEYEN, ALDATAN) O DEHŞETLİ DECCAL'İ:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Deccal'in birtakım olağanüstü güçlere sahip olacağına dikkat çekmektedir. Deccal'in sahte mucizeler göstereceğini bildiren hadislerden bazıları şu şekildedir:
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: "Söyle bakayım! Eğer ben SENİN İÇİN ANANI VE BABANI DİRİLTİRSEM benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?" diyecek. Bedevi de: "Evet," diyecek. Bunun üzerine İKİ ŞEYTAN ONUN BABASI VE ANASI SURETLERİNDE ONA GÖRÜNECEKLER... (Sünen-i İbni Mace, 4077)
Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak O KİŞİYİ ÖLDÜRÜP TESTEREYLE BİÇECEK. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): "Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. ŞİMDİ BEN ONU DİRİLTECEĞİM.." diyecektir. (Sünen-i İbni Mace, 4077)
Hadislerde, Deccal'in yalancı mucizelerini, fitnelerini insanlara kabul ettirebilmek için kullanacağı bildirilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Zayıf akıllı insanlar bunları adeta  birer  "mucize" zannedebilirler. Oysa mucize Allah'ın veli kullarına lütfettiği bir nimettir. Deccal'in gösterdiği olağanüstü olaylar ise birer istidrac, yani Allah'ın insanları denemek için yarattığı ve inkarcılarda görülen yalancı mucizelerdir. Bediüzzaman, Deccal'in bu aldatıcı yöntemleri kullanarak insanların çoğunu etkisi altına alacağını belirtmektedir. Özellikle de bütün Hıristiyan dünyasının Hz. İsa (as)'ı ve Yahudilerin de Mesihi bekledikleri bir dönemde, Deccal'in gösterdiği bu yalancı mucizeler ve hileler, pek çok kişinin Deccal'e aldanmasına neden olabilecektir.
Bediüzzaman buradaki sözüyle, Deccal'in bu özelliğini vurgulayarak, aynı zamanda onun bir şahs-ı manevi olmadığını da ifade etmektedir. Bediüzzaman, Deccal'in insanları kandırabilecek özellikte, hipnoz ve büyü gibi aldatıcı yöntemler kullanabilme yeteneğine sahip olduğundan bahsederek bu durumu açıklığa kavuşturmuştur. Kuşkusuz Bediüzzaman'ın Deccal konusundaki bu anlatımları doğrultusunda Deccal'in bir şahıs olduğunu kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi konusunda verdiği onlarca delil ve detaya rağmen onların birer şahs-ı manevi olabilecekleri ihtimalini öne sürmek çok yanlış bir yaklaşım olur. Yüksek ilim sahibi bir şahıs olan Bediüzzaman kuşkusuz ki tüm sözlerini, Müslümanları en doğru bilgilendirecek şekilde açıklamış, bu konuda da hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir üslupla "Deccal gibi Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS olduklarını" ifade etmiştir.

Ancak Harika ve Mu'cizatlı ve Umumun Makbulü
(Mucizeleri Olan ve Herkesin Kabul Ettiği) Bir Zat Olabilir Ki:

Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan kaldırabilecek kişinin ise, Allah'ın rahmetiyle, mucizeleri olan ve insanların çoğunun kendisine tabi olduğu mübarek "BİR ZAT" olacağını söylemektedir. Sözünün devamında da bu kutlu kişinin Hz. İsa olduğunu bildirmektedir. Bu son derece açık ve farklı başka hiçbir düşünceye yer vermeyecek netlikte bir sözdür: Bediüzzaman açıkça "Hz. İsa (as)'ın BİR ŞAHIS olduğunu" ifade etmekte, bu kesin ifadesiyle onun bir şahs-ı manevi olabileceği yönündeki tüm düşünceleri kökten reddetmektedir. Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada kullandığı "HARİKA VE MUCİZATLI VE UMUMUN MAKBULU BİR ZAT" sözleriyle, Hz. İsa (as)'ın yine bir şahıs olduğunu ortaya koyan önemli bazı özelliklerini vurgulamaktadır. Bediüzzaman "Hz. İsa (as)'ın harikalar ve mucizeler gösterebilen BİR ZAT olduğunu" belirtmiştir. Ayrıca "Hz. İsa (as)'ın insanların büyük bir kısmı tarafından kabul gören BİR ZAT olduğunu" hatırlatmaktadır. Kuşkusuz ki üstün bir ilme sahip olan Bediüzzaman bir şahs-ı manevinin mucize göstermesinin mümkün olmayacağını çok iyi bilmektedir. Aynı şekilde bir şahs-ı manevinin "umumun makbulü bir zat" olamayacağını da bilmekte, Hz. İsa'yı tanıtan tüm bu özellikleri çok bilinçli bir şekilde kullanarak onun "BİR ŞAHIS" olarak yeryüzüne ikinci defa geleceğini tüm Müslümanlara müjdelemektedir.

O Zat... Hz. İsa Aleyhisselam'dır:

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verdiği gibi Deccal'in fitnesini Hz. İsa (as)'ın ortadan kaldıracağını bildirmektedir:
Allah'ın düşmanı olan MESİH-İ DECCAL, İSA ALEYHİSSELAM'I GÖRÜNCE, TUZUN SUDA ERİDİĞİ GİBİ ERİR. Hz. İsa onu terk edip bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin ALLAH ONU BİZZAT İSA ALEYHİSSELAM'IN ELİYLE YOK EDECEKTİR. (Müslim, Kitabü'l Fiten: 34)
... DECCAL ORTALIĞA FİTNE SAÇARKEN CENAB-I HAK, MESİH MERYEM OĞLU İSA'YI GÖNDERİR... Nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. Hz. İsa Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis'e yakın bir belde) karşılaşır ve ONU YOK EDER. (Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104)
... Müteakiben HZ. İSA, DECCAL'İ ARAR ve nihayet Beytü'l Makdis'e yakın bir yer olan Bab-ü Lüdd (Lüdd Kapısı) denilen mevkide yetişerek, ONU YOK EDER. (Sahih-i Müslim, c. 4/2251-2255; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 491)
Bediüzzaman kullandığı "O ZAT" ifadesiyle, Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunu açıkça belirtmiştir. Bediüzzaman burada "İki veya üç zat" dememiştir. Aksine Hz. İsa (as)'dan bahsederken kullandığı tüm sözler hep "TEKİL" ifadelerdir; ve tümünde de "TEK BİR ŞAHISTAN" bahsetmektedir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla bir kez daha Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını, "MÜBAREK BİR İNSAN" olduğunu çok açık ifadelerle ortaya koymuştur.
2. Hatta  HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN  NÜZULÜ (yeryüzüne inişi) dahi ve  KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU, NUR-U İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ. Hatta DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR...  (Şualar, s. 487)
Bediüzzaman, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak bu mübarek zat geldiğinde herkesin kendisini tanımayacağına dikkat çekmektedir:

Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın Nüzulü (Yeryüzüne İnişi):

Bediüzzaman "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ" sözleriyle Hz. İsa (as)'ın, Allah'ın bir mucizesi olarak ahir zamanda insani bedeniyle yeryüzüne ineceğini anlatmaktadır. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda Hıristiyan toplumunun başında bir mana ya da manevi bir lider olarak değil, bizzat hidayet önderi "BİR ŞAHIS" olarak bulunacağını kesin ifadelerle açıklamaktadır.

Kendisi İsa Aleyhisselam Olduğu:

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ilk indiği zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu önceleri bilmeyeceğini, ancak daha sonra farkına varacağını bildirmiştir. "Böyle bir şuur ve bilincin bir şahs-ı manevi için söz konusu olamayacağı" çok açıktır. "BİLME" ve "ANLAMA" kavramları ancak "BİR İNSAN" için geçerli olabilir. Ancak "bir insan kendisinin kim olduğunu anlayabilir", içerisinde bulunduğu durumu fark edebilir. Bediüzzaman da bu durumu çok iyi bilen bir kimse olarak bu sözleri kullanmış ve Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını açıkça ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu gerçeği vurguladığı ifadelerinden biri de "KENDİSİ" kelimesidir. Bu kelime de yine "ŞAHIS" ifade eden bir kavramdır ve Bediüzzaman bu yolla "Hz. İsa (as)'ın maddi varlığı olan mübarek bİr ŞAHIS olarak geleceğini" tekrar dile getirmektedir.

Nur-u İmanın Dikkatiyle (İmanın Işığıyla) Bilinir; Herkes Bilemez

Bediüzzaman, çevresindeki insanların, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda beklenen peygamber olduğunu ancak "İMANLARIYLA FARK EDEBİLECEKLERİNİ" söylemiştir. Bu da yine Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan bir şahs-ı manevi olarak söz etmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman burada açıkça insanların bir şahs-ı maneviyi değil, "BEKLEDİKLERİ BİR ŞAHSI" tanımalarından bahsetmektedir. Bediüzzaman ayrıca "HERKES BİLEMEZ" diyerek Hz. İsa (as)'ı herkesin tanıyamayacağını bir kez daha belirtmiştir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de samimi olarak iman edenler imanlarının vesilesiyle, Allah'ın izniyle bu mübarek zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.

Deccal ve Süfyan Gibi Eşhas-ı Müdhişe (Ürkütücü Şahıslar) Kendileri Dahi Kendilerini Bilmiyorlar:

Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı inkara dayalı bir mücadele verecek olan ahir zaman şahıslarının da herkes tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı "EŞHAS-I MÜDHİŞE" sözlerinde geçen "EŞHAS-I" kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in "BİRER ŞAHIS" olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde şahıs anlamına gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de kullanmaktadır. Süfyan ve Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ise sadece şahs-ı manevilerinin olacağını düşünmek son derece çelişkilidir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan Deccal ve Mesih Deccal nasıl birer şahıs olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların fitnelerini ortadan kaldıracak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Allah'ın izniyle ahir zamanda mübarek zatlarıyla ortaya çıkacaklardır.
3. Hattâ, "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELİR, HZ. MEHDİ'YE NAMAZDA İKTİDA EDER (uyar), TABİ OLUR." diye rivayeti BU İTTİFAKA (birleşmeye) VE HAKİKAT-I KUR'ANİYE'NİN METBUİYETİNE VE HAKİMİYETİNE (Kuran hakikatlerine uyulmasına ve tabi olunmasına) İŞaret eder. (Şualar, s. 493)
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde Hz. İsa (as)'ın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını bildirmiştir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü'l Makdis'e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa (as)'ı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır. Zira kamet (farz namazı kılmak için okunan ezan; namaza başlama işareti) senin için getirilmiştir."... (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu hadisine dikkat çekmekte, bu olayın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışlarının önemli alametlerinden biri olduğunu hatırlatmaktadır. Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde Allah'ın izniyle, İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olacağını ifade etmektedir. Bu hakimiyete, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ittifakıyla yürütülecek büyük fikri mücadelenin vesile olacağını belirtmektedir.

Hazret-I İsa Aleyhisselam Gelir, Hz. Mehdi'ye
Namazda İktida Eder (Uyar), Tâbi Olur:

Bediüzzaman bu sözünde Peygamberimiz (sav)'in sahih hadisleri doğrultusunda "HZ. İSA'NIN, HZ. MEHDİ İLE BİRLİKTE NAMAZ KILACAĞINI" belirtmiştir. Namaz, Rabbimiz'in insanlar için farz kıldığı bir ibadettir. Şahs-ı manevilerin birlikte namaz kılması, namazda imamlık yapmaları mümkün değildir. Bediüzzaman da bu gerçeğin kuşkusuz ki çok iyi bilincindedir ve bu sözleriyle, Hz. İsa (as)'ın ve Hz. Mehdi'nin "BİRER ŞAHIS" olarak ortaya çıkacaklarını haber vermektedir. Hz. İsa, yeryüzüne önceki gelişinde namaz ibadetini yerine getirdiği gibi ikinci kez gelişinde de Allah'ın izniyle bu ibadetine devam edecektir. Kuran'da bu konu şöyle bildirilmektedir:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve HAYAT SÜRDÜĞÜM MÜDDETÇE, BANA NAMAZI VE ZEKATI VASİYET (EMR) ETTİ." (Meryem Suresi, 30-31)
Ahir zamanda Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin mübarek şahısları ortaya çıkacak, Hz. İsa, Hz. Mehdi'nin imamlığında namaz kılacak, bu iki mübarek zatın yapacakları büyük fikri mücadele neticesinde İslam ahlakı yeryüzüne hakim olacaktır. Bediüzzaman pek çok sahih hadiste yer alan bu konuyu hatırlatarak, Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin geldiklerinde karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını bildirmektedir. Bunun için her iki kutlu şahsın da aynı dönemde ortaya çıkmaları ve biraraya gelmeleri gerekmektedir. Hz. İsa (as)'ın gelişi ve Hz. Mehdi'yle birlikte namaz kılmaları tüm dünya Müslümanları tarafından beklenmektedir.
4. İSA ALEYHİSSELAM'I NUR-U İMAN ile (imanın ışığıyla) TANIYAN veTABİ OLAN CEMAAT-İ RUHANİYE-İ MÜCAHİDİNİN (mücadele eden ruhani cemaatinin) KEMMİYETİ (sayısı), Deccal'in mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nispeten çok AZ VE KÜÇÜK olmasına işaret ve kinayedir (maksadındadır). (Şualar, s. 495)
Bediüzzaman bu sözünde, ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hz. İsa (as)'ı tanıyacak ve destekçisi olacak olan topluluğun özelliklerinden bahsetmektedir:

İsa Aleyhisselam'ı Nur-u İman İle (İmanin Işığıyla) Tanıyan:

Bediüzzaman bu sözünde bir kez daha Hz. İsa (as)'ın onu destekleyen cemaati tarafından "İMANIN NURU İLE TANINACAĞI"ndan bahsetmiş, açıkça Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunu ifade etmiştir. "TANINMA" fiili, burada "tanınacak bir kimse olduğunu" ifade etmekte ve Bediüzzaman'ın manevi bir varlığı değil, bizzat Hz. İsa (as)'ı kastettiğini ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa (as)'ın ve onun şahs-ı manevisinin birbirinden ayrı kavramlar olduğunu belirtmektedir. Zira Bediüzzaman "Hz. İsa (as)'ı tanıyan bir topluluk"tan bahsetmekte, ayrıca "Hz. İsa (as)'ın da bu topluluk tarafından tanınacağını" bildirmektedir. Bir şahs-ı manevinin bir şahs-ı maneviyi tanıması ya da bir şahs-ı manevi tarafından tanınması hiçbir açıdan söz konusu değildir.

Ve Tabi Olan:

Bediüzzaman burada Hz. İsa'ya "TABİ OLAN" bir cemaatin varlığından söz etmektedir. Bir şahs-ı manevinin bir şahs-ı maneviye tabi olması elbette ki söz konusu değildir. Zira, bir şahs-ı maneviye değil, ancak bir şahsa tabi olunabilir. Bediüzzaman da bu ifadesiyle bu gerçeği dile getirmiş; Hz. İsa (as)'ın, kendisine uyan, tabi olan ve onun gösterdiği yolu izleyen cemaatinin, yani şahs-ı manevisinin başında "BİR ŞAHIS" olarak bulunacağını hatırlatmıştır. Hz. İsa ile aynı dönemde yaşamak, ona tabi olmak, havarileri gibi Allah yolunda bu mübarek zatın yardımcıları olmak, bütün Müslümanların talip oldukları büyük bir şereftir. Hadislerde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde belirtildiği gibi Allah, Hz. Mehdi ve yanındakilere, Hz. İsa ve ona tabi olan az sayıdaki inananla aynı safta fikri mücadele yürütmeyi nasip edecektir. Bediüzzaman eserlerinde bu hak fikri mücadelenin kendisinden hemen sonraki bir dönemde gerçekleşeceğini belirterek Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışının onun yaşadığı yıllarda henüz gerçekleşmemiş olduğunu ifade etmiştir.

Cemaat-i Ruhaniye-i Mücahidinin (Mücadele Eden Ruhani Cemaatinin):

Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. İsa (as)'ın, kendisini destekleyen, ona inanan ve gösterdiği yolu izleyen kimselerden oluşan bir cemaati olacağından bahsetmektedir. Bu cemaat Hz. İsa (as)'ın şahs-ı manevisini oluşturmaktadır. Ancak başında da bir lider ve bu şahs-ı maneviyi temsil eden şahıs olarak Hz. İsa bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman da bu sözleriyle Hz. İsa (as)'ın şahsı ile onun şahs-ı manevisinin birbirinden iki ayrı kavram olduğunu vurgulamaktadır. Hz. İsa (as)'ın yüksek maneviyatını anlamak, ancak bu kutlu zatı algılayabilecek kapasitede maneviyata sahip insanlara nasip olacaktır. Bu topluluk Bediüzzaman tarafından "cemaat-i ruhaniye-i mücahidin" sözleriyle ifade edilmiştir. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi bu topluluk, ruhaniyeti, manevi derecesi yüksek ve Allah yolunda fikri mücadele eden, sürekli gayret içinde olan bir topluluktur.

Kemmiyeti (Sayısı)... Az ve Küçük:

Bediüzzaman Hz. İsa (as)'ın bir lider olarak başında bulunduğu topluluğun sayısının, Allah'ı inkar eden topluluğa kıyasla daha az ve küçük olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, "... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir." (Bakara Suresi, 249) Ahir zamanda da Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye bağlı sayıları az ama Allah'a gönülden iman eden, salih müminler –Allah'ın izniyle- üstün gelecekler, Mesih Deccal'in fitnesini tam anlamıyla ortadan kaldıracaklardır. Bediüzzaman bu sözleriyle bir kez daha Hz. İsa (as)'ın bizzat temsil ettiği cemaatinden bahsetmekte, bu topluluğun niteliklerini anlatmaktadır. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi, bu mümin topluluğunun başındaki lider de Hz. İsa (as)'ın şahsıdır. Bediüzzaman bu yolla Hz. İsa (as)'ın manevi bir kişilik değil, temsil ettiği şahs-ı manevinin başında bulunan "BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmektedir.
5. O kadar kuvvetlidir ve devam eder; YALNIZ HAZRET-İ İSA (AS) ONU YOK EDEBİLİR,  BAŞKA ÇARE OLAMAZ rivayet edilmiş. Yani,  ONUN MESLEĞİNİ VE YIRTICI REJİMİNİ BOZACAK, YOK EDECEK; ancak  SEMAVÎ VE ULVÎ, HALİS (vahye dayalı ve yüce, katıksız) BİR DİN İSEVÎLERDE ZUHUR EDECEK (ortaya çıkacak) VE HAKİKAT-İ KUR'ANİYEYE (Kuran'ın hakikatlerine) İKTİDA(tabi olan) VE İTTİHAD EDEN (İslamiyet ile birleşen) BU İSEVİ DİNİDİR Kİ, HAZRET-İ İSA (AS)'IN NÜZULÜ İLE (yeryüzüne inişiyle) O DİNSİZ MESLEK MAHVOLUR, YOK OLUR... (Şualar, s. 581)
Bediüzzaman bu sözünde Deccal'in fitnesini ancak Hz. İsa (as)'ın etkisiz hale getirebileceğine işaret eden bir hadise dikkat çekmiştir. Deccal'in inkara dayalı düzenini, saldırgan rejimini ortadan kaldıracak, "dinsizliği insanlar arasında yaymak ve mukaddesatı bozmak" olarak tarif edilen mesleğini bozacak olan kimselerin, Hz. İsa ve ona tabi olan samimi İseviler olduğunu belirtmiştir. Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle Mesih Deccal'in dinsiz mesleği yok olup etkisiz hale gelecektir:

Yalnız Hazret-i İsa (A.S.) Onu Yok Edebilir, Başka Çare Olmaz:

Bediüzzaman bu sözleriyle, Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda Deccal'i fikren etkisiz hale getirip, onun fitnesini dünya üzerinden kaldırabilecek kişinin yalnızca Hz. İsa olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı "ONU" kelimesiyle, Deccal'in "BİR ŞAHIS" olduğunu dile getirmiştir. Bediüzzaman'a göre, bu şahsın inkara dayalı çabasını durduracak olan kişi ise yine "BİR ŞAHIS OLAN HZ. İSA"dır. Bediüzzaman'ın bu sözleri son derece açıktır. Buna rağmen Deccal'in bir şahıs, ama Hz. İsa (as)'ın manevi bir varlık olacağı düşüncesini benimsemek, hiç şüphesiz ki Bediüzzaman'ın verdiği bu bilgilerle açıkça çelişmektedir. Bediüzzaman, Deccal'i etkisiz hale getirebilecek tek şahsın Hz. İsa olduğunu açıkça belirtmiş ve tüm inananları bu değerli zatın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle müjdelemiştir.


Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile.
(Saff Suresi, 8)
 

Onun Mesleğini ve Yırtıcı Rejimini Bozacak, Yok Edecek:

Bediüzzaman, Mesih Deccal'in fitnesinin tüm yeryüzünde büyük bir bozgunculuğa neden olacağına dikkat çekmektedir. Bu fitnenin tam anlamıyla ortadan kaldırılmasının ise Hz. İsa vesilesiyle olacağını bildirmektedir. Bediüzzaman, Mesih Deccal'in mesleğinin dinsizliği tüm yeryüzüne yaymak ve dinsizlikten dayanak bulan felaketler oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Yeniden yeryüzüne döndüğünde Hz. İsa (as)'ın, Deccal'in neden olduğu felaket ve kötülükleri engelleyeceğini, onun mesleğini etkisiz hale getireceğini ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözlerinde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne maddi varlığı olan "BİR İNSAN" olarak geleceğini tekrar hatırlatmaktadır. "ONUN" kelimesiyle ise Deccal'in de bir şahıs olduğunu bir kez daha vurgulamış, bu şahsın yine "BİR ŞAHIS" olan Hz. İsa tarafından etkisiz hale getirileceğini ifade etmiştir.

Semavi ve Ulvi, Halis (Vahye Dayalı ve Yüce, Katıksız)
Bir Din İsevilerde Zuhur Edecek (Ortaya Çıkacak) ve
Hakikat-i Kur'aniyeye (Kuran'ın Hakikatlerine)
İktida (Tabi Olan) ve İttihad Eden (İslamiyet İle Birleşen)
Bu İsevi Dinidir Ki:

Hz. İsa Allah'ın mübarek bir elçisidir. Tüm peygamberler gibi, o da insanları bir ve tek olarak Allah'a iman etmeye, Allah'ın emrettiği din ahlakını yaşamaya davet etmiştir. Ancak Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltilmesinin ardından, Hıristiyanlık inancında bozulma olmuş, Hıristiyanlar Hz. İsa (as)'ın kendilerine tebliğ ettiği hak dinden uzaklaşmışlardır. Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde, Hıristiyanlığı tahrif olmuş yönlerinden arındıracak, yeniden hak haline döndürecektir. Bediüzzaman da "HALİS BİR DİN İSEVİLERDE ORTAYA ÇIKACAK" sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Bediüzzaman Hıristiyanlığın Kuran'a tabi olarak İslamiyet ile birleşeceğini bildirmiş ve tüm bu gelişmelerin Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişinin alametlerinden olacağını hatırlatmıştır. Bediüzzaman'ın müjdelediği bu gelişmeler henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da yaşadığı dönemde bu konuya dikkat çekerek, hem Hz. İsa (as)'ın ileri bir tarihteki gelişini müjdelemiş, hem de Hz. İsa ile aynı dönemde yaşayacak olan Hz. Mehdi'nin çıkışının da kendisinin döneminde henüz gerçekleşmemiş olduğunu vurgulamıştır.

Hazret-i İsa (A.S.)'ın Nüzulü İle (Yeryüzüne İnişiyle)
O Dinsiz Meslek Mahvolur:

Bediüzzaman, Kuran ayetlerinde yer alan işaretlere ve hadislerde verilen bilgilere dayanarak, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne yeniden geleceğini söylemektedir. Bediüzzaman burada kullandığı "NÜZUL" kelimesiyle, Hz. İsa (as)'ın "bir mana, bir ruh ya da temsili bir şahıs" değil, Allah'ın bir mucizesi olarak insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelecek "BİR ŞAHIS" olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, Deccal'in inkara dayalı çabalarının da, Hz. İsa (as)'ın "NÜZULÜ"yani "BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELİŞİ"nin ardından son bulacağını ifade etmektedir.
6. Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA BERABER; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği manayla) başka hakikatleri (gerçekleri) ifade ettiği gibi bu hakikata da mucizane (mucizevi bir şekilde) işaret ediyor. (Kastamonu Lahikası, s. 50)
Bediüzzaman, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelişinin kesin olduğunu ifade etmektedir:

Hazret-i İsa'nın Semavi Nüzulü (Gökyüzünden İnişi)
Kat'i (Kesin) Olmakla Beraber:

Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelecek olması Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde bildirilen bir gerçektir. Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirmekte, hadislerde Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini söylemektedir. Bu, samimi olarak iman edenler için çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir zamanda yaşayan müminler bu mucizeye tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın ardından Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne gelişine şahit olacaklardır. Bediüzzaman bu sözünde kullandığı "KAT'İ" kelimesiyle, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya dönüşünün "KESİN" bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.
7. ... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok eder... (Mektubat, s. 6)
Bediüzzaman bu sözünde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez geleceğini ve Deccal'in fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini bildirmektedir:

Hazret-i İsa Aleyhisselam, İsevilik Şahs-ı Manevisini Temsil Ederek:

Bediüzzaman bu sözünde "HZ. İSA'NIN HIRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ" belirtmektedir. Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz. İsa (as)'ın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan bir şahs-ı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman "İSEVİLİK ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK" sözleriyle, Allah'ın adetullahına (Allah'ın kanununa) uygun olarak "HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHS-I MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET ÖNDERİ OLARAK BULUNACAĞINI" ifade etmektedir. Nitekim bir şahs-ı manevinin bir şahs-ı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahs-ı manevinin oluşabilmesi için, onun başında öncelikle "BİR ŞAHSIN" var olması gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını, kendi şahs-ı manevisinin başında bulunacağını ve onlara bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır. Bediüzzaman'ın belirttiği bu gerçekler bir iki soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:
1- İsevilik şahs-ı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir? Hz. İsa.
2- Hz. İsa kimi temsil ediyor? İsevilik şahs-ı manevisini.
Bu soruların cevapları Bediüzzaman'ın Hz. İsa (as)'dan ve şahs-ı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Dinsizliğin Şahs-ı Manevisini Temsil Eden Deccal'i:

Bediüzzaman aynı Hz. İsa gibi Deccal'in de bir şahs-ı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman "DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ" sözleriyle, Deccal'in de yine "BİR ŞAHIS OLARAK BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA BULUNACAĞINI" ifade etmektedir. Bediüzzaman eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda geleceğini haber verdiği tüm isimlerin birer şahıs olduklarını çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman şahıslarından biridir. Bediüzzaman Deccal'in bir şahıs olacağını ne kadar detaylandırarak açıkladıysa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda da aynı açıklıkta deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahs-ı manevi, ancak Deccal'in bir şahıs olacağını düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira Bediüzzaman Deccal gibi, "Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS OLARAK geleceklerini" ısrarla tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte açıklamıştır.
8. ... Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevilik ve İslamiyet; ittihad (birleşmeleri) neticesinde, dinsizlik cereyanına (akımına) galebe edip (galip gelip) dağıtacak istidadında (kabiliyette) iken ALEM-İ SEMAVATTA (gökler aleminde) CİSM-İ BEŞERİSİYLE (insani cismiyle, bedeniyle) BULUNAN ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM O DİN-İ HAK CEREYANININ (hak dinin) BAŞINA GEÇECEĞİNİ bir Muhbir-i Sadık (doğru haber aktaran -Peygamberimiz (sav)'in sıfatlarından biri-), bir Kadir-i Külli Şey'in (herşeye muktedir olan Yüce Allah'ın) vaadine istinad ederek (dayanarak) haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem KADİR-İ KÜLLİ ŞEY (herşeye muktedir olan Yüce Allah) VAAD ETMİŞ ELBETTE YAPACAKTIR... (Mektubat, s. 53-54)
Bediüzzaman, Hıristiyanların Kuran'a dönerek İslamiyet'e tabi olmaları ve bu iki İlahi dinin birleşmeleri sonucunda kuvvetlenip, inkarcı felsefeleri yok edecek bir güç kazanacaklarını anlatmaktadır. Bu dönemde, Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne gelip, bu kuvvetin başına geçecektir. Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in bu müjdeyi Allah'ın vaadine dayanarak haber verdiğini bildirmiş, Allah'ın, vaadini kesin olarak yerine getireceğini hatırlatmıştır:

Alem-i Semavatta (Gökler Aleminde) Cism-i Beşerisiyle
(İnsani Cismiyle, Bedeniyle) Bulunan:

Bediüzzaman bu sözünde, yakın bir gelecekte Hıristiyanlığın, dine sonradan sokulan bazı inanç ve uygulamalardan arınarak özüne döneceğini ve Kuran'a tabi olacağını anlatmaktadır. İslamiyet'e tabi olan Hıristiyanlığın, güçlerini Müslümanlarla  birleştireceklerini ve dinsizliğe karşı ortak bir fikri mücadele vereceklerini bildirmektedir. Bediüzzaman "ALEM-İ SEMAVATTA CİSM-İ BEŞERİSİYLE BULUNAN" sözleriyle, bedeni ile gökler aleminde bulunan Hz. İsa (as)'ın, yeryüzüne inerek bu mücadelenin başına geçeceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözlerinde bedeni (cism-i beşerisi) ile yeryüzüne ineceğini bildirerek, Hz. İsa (as)'ın mübarek zatıyla "BİR ŞAHIS" olarak yeryüzüne geleceğini belirtmiştir. Bediüzzaman burada "İNSAN" anlamına gelen "BEŞER"kelimesini kullanarak Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi değil, "madde olarak varlığı olan bir şahıs" olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Şahs-ı İsa Aleyhisselam:

Bediüzzaman'ın burada kullandığı "ŞAHS-I İSA ALEYHİSSELAM" ifadesi, "HZ. İSA'NIN ŞAHSI"anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Bediüzzaman sözleriyle Hz. İsa (as)'ın "bir şahs-ı manevi olmadığı" konusuna kesin olarak açıklık getirmektedir. Hz. İsa ahir zamanda bir şahıs olarak ikinci kez yeryüzüne gelecek, Mesih Deccal'in fitnesini ortadan kaldıracak, Hz. Mehdi ile iş birliği yapacaktır. Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin vesile olmasıyla İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacaktır. Ahir zamanın bu büyük müjdeleri henüz gerçekleşmemiştir, İslam alemi tarafından bu kutlu gelişmelerin gerçekleşmesi beklenmektedir. Bediüzzaman da bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde çıktığı iddiasının yanlışlığını ortaya koymaktadır. Çünkü henüz, Hz. İsa (as)'ın gelişi ve Hz. Mehdi ile olan ittifakı gerçekleşmemiş, Mesih Deccal'in fitnesi tam anlamıyla ortadan kaldırılmamıştır. Kuşkusuz ki böylesine geniş çaplı gelişmeler bütün dünyanın gözleri önünde cereyan edecektir. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla herkesin anında haberdar olacağı ve yaşayacağı bu büyük değişim, ne Bediüzzaman'ın devrinde ne de bir başka zaman diliminde yaşanmamıştır.

O Din-i Hak Cereyanının (Hak Dinin) Başına Geçeceğini:

Bediüzzaman, "O DİN-İ HAK CEREYANININ BAŞINA GEÇECEĞİNİ" sözleriyle Hz. İsa (as)'ın, yeniden yeryüzüne geldiğinde gerçek İsevilerin lideri olacağını bildirmektedir. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle, Hıristiyanlık batıl inanış ve hükümlerinden arınacak ve Kuran'a tabi olacaktır. Bediüzzaman'ın Hz. İsa'yla ilgili olarak haber  verdiği tüm bu gelişmeler, Hz. Mehdi'nin çıktığı aynı dönemlerde gerçekleşecektir. Ancak ne Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ikinci kez gelişi ve tüm İsevilerin liderliğini üstlenmesi ne de Hıristiyanların dinlerini batıl inanç ve uygulamalardan arındırarak İslam'a yönelmeleri henüz gerçekleşmemiştir. Bu gelişmelerle birlikte Hz. İsa (as)'ın Hz. Mehdi ile olan birlikteliği de henüz gerçekleşmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman, verdiği tüm bu bilgilerle bize Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmemiş olduğunu, beklenen tüm bu gelişmelerin de Hz. Mehdi'nin çıkışının en açık alametlerinden olacağını müjdelemektedir.

Kadir-i Külli Şey (Herşeye Muktedir Olan Yüce Allah)
Vaad Etmiş Elbette Yapacaktır:

Bediüzzaman, bu kutlu olayların gerçekleşmesinin Yüce Allah'ın bir vaadi olduğuna dikkat çekmektedir. Allah Kuran'da tüm inananları, İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı konusunda müjdelemektedir. Allah'ın bu vaadi bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaad etmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Kuran'da Allah'ın vaadini muhakkak yerine getireceği ise şu şekilde haber verilmektedir:
(Bu,) Allah'ın vaadidir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 6)
... Doğrusu Allah, vaadinden cayıp-dönmez. (Al-i İmran Suresi, 9)
... Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Rad Suresi, 31)
Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirilen bu müjdeli vaadleri inşaAllah gerçekleşecektir. Bediüzzaman da sözlerinde Kuran'daki bu bilgilere dayanarak çok kesin bir ifade kullanmış, Allah'ın izniyle ahir zamanda bu olayların "KESİN OLARAK GERÇEKLEŞECEĞİNİ" hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın sözlerinde ahir zamanla ilgili bildirilen gelişmeler bugüne kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman "YAPACAKTIR" ifadesiyle "olmuş ya da olmakta olan" bir olayı değil, "İLERİDE OLACAK" olan bir olayı anlatmaktadır. Hz. İsa henüz ikinci kez yeryüzüne gelmemiştir. Bu mübarek şahsın ikinci kez gelişini tüm İslam ve Hıristiyan alemi beklemektedir. Hz. Mehdi ile olan ittifakı da henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da bu sözlerinde bu gerçeği hatırlatmış, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin kendisinden "DAHA İLERİKİ BİR ZAMANDA GELECEKLERİNİ" müjdelemiştir.
9. Evet HER VAKİT SEMAVATTAN MELAİKELERİ (gökyüzünden melekleri) YERE GÖNDEREN ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (şekline sokan) (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri (cisim olmayıp gözle görülmeyen varlıkları; cin ve melekleri) âlem-i ervahtan (ruhlar aleminden) gönderip beşer suretine (insan şekline) temessül ettiren (sokan, cisimleyen), hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını (ruhlarını) cesed-i misaliyle (varlığı maddi olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden) dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal (herşeye muktedir olan Yüce Allah), HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'I, İSA DİNİNE AİT EN MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ (güzel neticesi) İÇİN, değil  SEMA-İ DÜNYADA (gökler aleminde) CESEDİYLE (insani bedeniyle) BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA, belki ALEM-İ AHİRETİN (ahiret aleminin) EN UZAK KÖŞESİNE GİTSEYDİ VE HAKİKATEN ÖLSEYDİ, YİNE ŞÖYLE BİR NETİCE-İ AZÎME (büyük bir sonuç) İÇİN ONA YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKÎM'İN HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL... belki O'nun hikmeti öyle iktiza ettiği için (gerektiği için) VAAD ETMİŞ VE VAAD ETTİĞİ İÇİN ELBETTE GÖNDERECEK. (Mektubat, s. 56-57)
Bediüzzaman, bir kez daha Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişinin muhakkak gerçekleşeceğini bildirmekte ve meleklerin konumunu örnek vererek bu konuyu açıklamaktadır:

Her Vakit Semavattan Melaikeleri
(Gökyüzünden Melekleri) Yere Gönderen:

Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeniden dünyaya dönecek olması Rabbimiz'in mucizelerinden biridir. Bediüzzaman sözleriyle  Kuran'da ve hadislerde haber verilen bu açık gerçeği dile getirmekte ve Hz. İsa (as)'ın Allah'ın izniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin kesin bir gerçek olduğunu açıklamaktadır. Bediüzzaman, meleklerin de Allah'ın izniyle gerektiğinde yeryüzüne geldiklerini söylemekte, Hz. İsa (as)'ın da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri döneceğini ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edeceğini anlatmaktadır. Melekler, insanların bildiği zaman ve mekan boyutundan farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz kavramların dışında olduğuna işaret eden bir ayet şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)
Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir gün" ifadesi, meleklerin bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer bir zaman veya mekan kavramına bağımlı olmadığının delillerinden biridir. Hz. İsa (as)'ın da böyle bir boyutta yaşıyor olması mümkündür. (En doğrusunu Allah bilir.) Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği bir iş için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim boyutumuza geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu göstermektedir. Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım etmek ve onlara destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:
Sen müminlere: "Rabbiniz'in size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: "Ben'den başka İlah yoktur, şu halde Ben'den korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)
Ayrıca, Kuran'da Hz. İbrahim'e ve Hz. Lut'a meleklerin elçiler olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Hz. Zekeriya'ya gelip onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz. Meryem'e gelip kendisinin seçkin kılındığını ve Hz. İsa (as)'ın doğumunu haber verdikleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e Cebrail aracılığı ile vahyedilişi ve Efendimiz (sav)'in Cebrail'i görmesi de anlatılmaktadır. Bediüzzaman da meleklerin bu konumunu örnek vererek, Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah'ın adetullahına uygun olduğunu ve Allah'ın bu vaadinin gerçekleşeceğini bildirmektedir.

Hazret-i İsa Aleyhisselam'ı, İsa Dinine Ait
En Mühim Bir Hüsn-ü Hatimesi (Güzel Neticesi) İçin:

Bediüzzaman "HZ. İSA DİNİNE AİT MÜHİM BİR HÜSN-Ü HATİMESİ İÇİN" sözleriyle Rabbimiz'in "ÖNEMLİ BİR GÜZEL NETİCE" için Hz. İsa (as)'ı ikinci kez yeryüzüne göndereceğini müjdelemektedir. Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne gelmesiyle, Hıristiyanlık batıl olan bütün inanış ve uygulamalarından arınacak ve İslam'a dönecektir. Bu vesileyle, Hıristiyanlık Hz. İsa'ya vahyedilmiş hak haline dönecek, Müslümanlarla gerçek İseviler arasında ittifak gerçekleşecek, bu hak ittifak yeryüzüne barış ve huzur getirecektir.

Sema-i Dünyada (Gökler Aleminde) Cesediyle
(İnsani Bedeniyle) Bulunan ve Hayatta Olan Hazret-i İsa:

Bediüzzaman, bu sözleriyle Hz. İsa (as)'ın da tıpkı melekler gibi, Allah Katında diri olduğunu ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde yeryüzüne geleceğini söylemektedir. Melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar. Ancak onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim bildiğimiz kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir. Sadece başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız dışında yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer bir şekilde Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına gelmez. Nitekim, pek çok ayette Hz. İsa (as)'ın ölmediği açık olarak bildirilmekte, hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyit edilmektedir. Hz. İsa da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca, meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket ediyor olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun çok kolay olduğunu göstermektedir.
Hz. İsa da, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in elçisi olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu gerçeği dile getirmektedir. Bediüzzaman "SEMA-İ DÜNYADA CESEDİYLE BULUNAN VE HAYATTA OLAN HAZRET-İ İSA"sözleriyle Hz. İsa (as)'ın ölmediğini, halen hayatta olduğunu ve insani bedeniyle ikinci kez yeryüzüne geleceğini bildirmektedir. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını açıkça ortaya koymakta, bu mübarek peygamberin ahir zamanda Allah'ın bir mucizesi olarak ikinci kez"İNSANİ BEDENİYLE BİR ŞAHIS OLARAK YERYÜZÜNE GELECEĞİNİ" müjdelemektedir.

Alem-i Ahiretin (Ahiret Aleminin) En Uzak Köşesine Gitseydi
ve Hakikaten Ölseydi, Yine Şöyle Bir Netice-i Azîme
(Büyük Bir Sonuç) İçin Ona Yeniden Cesed Giydirip
Dünyaya Göndermek, O Hakîm'in Hikmetinden Uzak Değil:

Bediüzzaman bu sözleriyle Rabbimiz'in gücünün sonsuz olduğunu ve her dilediğini yapmaya Kadir olduğunu hatırlatmakta ve Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne gelişinin Allah'ın izniyle kesin olarak gerçekleşeceğini belirtmektedir. Bediüzzaman'ın, Hz. İsa (as)'ın gelişini Rabbimiz'in sonsuz gücünü dile getirerek anlatması, kuşkusuz ki bu konuda ne kadar kesin bir kanaat taşıdığının en açık göstergelerindendir. Bediüzzaman ayrıca burada bir örnek vermekte ve"HAKİKATEN ÖLSEYDİ, yine şöyle bir netice-i azime (büyük bir sonuç) için ona YENİDEN CESED GİYDİRİP DÜNYAYA GÖNDERMEK, O HAKİM'İN  HİKMETİNDEN UZAK DEĞİL" demektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle açıkça "BİR İNSAN"dan bahsettiğini ve Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olmadığını ortaya koymaktadır. Rabbimiz'in takdiriyle Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda "BİR ŞAHIS" olarak ikinci kez yeryüzüne gelişini bir kez daha müjdelemektedir.

Vaad Etmiş ve Vaad Ettiği İçin Elbette Gönderecek:

Allah, Hz. İsa (as)'ın yeniden dünyaya geleceğini bildirmiştir. Bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi takdir edemedikleri için Hz. İsa (as)'ın ölmediği ve yeryüzüne geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin, büyük bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak gerekir ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır. Dilediğini dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde, büyük bir mucize gerçekleşecek ve Hz. İsa dünyaya geri dönecektir. Bu gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir ve tüm iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir harikadır. Bediüzzaman da Allah'ın bu vaadini dile getirmiş, Kuran'da bildirildiği gibi Rabbimiz'in kesin olarak vaadinden dönmeyeceğini hatırlatarak Hz. İsa (as)'ın insani bedeniyle yeryüzüne ikinci kez gelişinin "KESİN BİR GERÇEK" olduğunu müjdelemiştir.
10. ... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes ONUN HAKİKÎ İSA, olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile ONU TANIR. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR... (Mektubat, s. 60)
Bediüzzaman, yeryüzüne ilk döndüğü yıllarda Hz. İsa (as)'ı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını bildirmiştir. Buna göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi talebeleri Hz. İsa (as)'ı imanlarının nuru ile tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun açıkça Hz. İsa olduğunu bilmeyecektir:

Hazret-i İsa Aleyhisselam Geldiği Vakit:

Bediüzzaman "HZ. İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT" sözleriyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman "GELDİĞİ VAKİT" ifadesiyle öncelikle Hz. İsa (as)'ın "KESİN OLARAK GELECEĞİNİ" müjdelemektedir. Buradaki "GELME" fiiliyle ise Bediüzzaman Hz. İsa (as)'ın "manevi bir varlık" olmadığını "BİR ŞAHIS" olduğunu açıklamaktadır. Bir şahs-ı manevinin "gelmesi" söz konusu değildir. Bir şahs-ı manevi ancak "oluşabilir". "GELME" eylemi"bir insanın yapabileceği bir fiil"dir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu önemli farkı vurgulamakta ve Hz. İsa (as)'ın bir şahıs olarak yeryüzüne geleceği konusuna kesinlik kazandırmaktadır.

Onun Hakikî İsa:

Bediüzzaman, "ONUN HAKİKİ İSA" ifadesiyle, Hz. İsa (as)'ın manevi bir varlık değil "BİR İNSAN" olacağını bir kez daha açıklamaktadır. Bediüzzaman"HAKİKİ İSA" diyerek, "BİR KİŞİ"den bahsetmekte, Hz. İsa (as)'ın başka şahıslardan olan farkını ise "HAKİKİ" kelimesiyle netleştirmektedir. Bediüzzaman ayrıca burada kullandığı kişilik ifade eden "ONUN" sözüyle de Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunu bir kez daha dile getirmektedir. Bediüzzaman ayrıca buradaki "HAKİKİ İSA" sözleriyle Hz. İsa (as)'ın, yeryüzüne ikinci kez gelişinde, yine hepsi birer şahıs olan "sahte Mesihler"den farklı olacağını vurgulamış ve bu mübarek zatın "GERÇEK HZ. İSA" olacağını belirtmiştir. Hz. İsa geldiğinde, Kuran ayetlerinde ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte mesihlerden ayırt edilecek ve Bediüzzaman'ın belirttiği gibi "hakiki Hz. İsa" olacaktır.

Onun Mukarreb ve Havassi (Derin İmanlı Yakın Talebeleri):

Bediüzzaman burada "MUKARREB VE HAVASSI" diyerek Hz. İsa (as)'ın "DERİN İMANLI YAKIN TALEBELERİ" olacağından bahsetmiştir. Bir şahs-ı manevinin "talebeleri" ya da "yakın çevresi" olacağından bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Ancak bir insanın talebeleri olabilir. Kuşkusuz Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Hz. İsa (as)'ın talebelerinden bahsederek, onun bir şahs-ı manevi olmadığını Müslümanlara açıklamakta, mübarek şahsıyla talebelerinin başında bizzat bulunacağını haber vermektedir.

Onu Tanır:

Bediüzzaman burada geçen "ONU" kelimesiyle, yine Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olarak geleceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman'ın kullandığı "TANIR" ifadesi ise, bu konuyu hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde netleştirmektedir. "TANIMA" durumu ancak "BİR İNSAN""BİR ŞAHIS" için söz konusu olabilir. "Yakın çevresinin bir şahs-ı maneviyi tanıması" elbette ki mümkün değildir. Ancak Bediüzzaman derin imanlı yakın talebelerinin imanın nuru ile Hz. İsa (as)'ı tanıyabileceklerini belirtmektedir. Bediüzzaman bu bilgiyi verirken elbette ki bu gerçeklerin farkındadır. Bediüzzaman bu açıklamaları son derece bilinçli bir şekilde yapmış ve bu yolla Hz. İsa (as)'ın, iman sahipleri tarafından tanınabilecek "BİR ŞAHIS" olduğunu kesin olarak delillendirmiştir.

Herkes Onu Tanımayacaktır:

Bediüzzaman "HERKES ONU TANIMAYACAKTIR" sözleriyle Hz. İsa (as)'ı ilk geldiği yıllarda herkesin bilip anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun genelinin onu tanıyamayacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle yukarıda anlatılan ve insanlara ait bir durum olan "TANINMA" özelliğine bir kez daha dikkat çekmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. İsa (as)'ın bir şahs-ı manevi olduğu kanaatinde olsaydı, böyle bir açıklama yapmaz. Hz. İsa (as)'ın tanınmasından bahsetmezdi. Ama Bediüzzaman  "ONU" kelimesiyle Hz. İsa (as)'ın "BİR ŞAHIS" olduğunubelirtmiş ve sonra da açıkça onu kimlerin tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu bir kez daha vurgulamıştır.